İSRAİLLEŞEN TÜRK DEVLETİ
ve
KÜRTLER
ve
KÜRTLER
Yusuf KÖSE
Ulusal
sorununu çözmeyen bir devletin burjuva “demokratlığı” söz konusu olamaz. Türk
devletinin tarihinde, burjuva anlamda “demokrat”lığı oldukça sınırlı
olmuştur. Sınırlı yıllar içinde burjuva
“demokrasisi”ni uygulaması, dış koşulların ve iç koşulların (işçi sınıfı ve
emekçilerin) dayatması sonucu olmuş, ama, işçi ve emekçiler ve başta Kürtler olmak
üzere diğer azınlık uluslar üzerindeki faşizm sopasını da hiçbir zaman elinden
bırakmamıştır.
Kürt
sorunu demokratikleşme sorunudur. Çünkü ulusal sorunun özü budur. Ezilen ulusun
varlığı, burjuva anlamda “demokrasi” ile bağdaşmaz. Ve ezilen ulus üzerindeki
tahakküm, baskı, zulüm ve şiddet, sadece ezilen ulusa yönelik olmaz, ezen
ulusun mensuplarına, yani halkına yönelikte olur. Bu bağlamda, Kürt halkı ile
Türk halkının kaderi ortaktır. Kürt halkının ve bir bütün olarak Kürt ulusunun
haklı mücadelesini desteklemeyen, sahip çıkmayan ve ona omuz vermeyenin,
demokratlığı ve hatta burjuva demokrasisinden yana olduğu kuşku götürür.
Bugün,
burjuva anlamda dahi demokrasi isteyenlerin,
Kürt ulusnun haklı mücadelesini desteklemesi gerekir. Çünkü Kürtlerin
mücadelesi, en yalın anlamıyla bir demokrasi mücadelesidir.
Nedir
bunlar:
1-
Bugün özelinde özerk yönetim
2-
Anadilde eğitim
3-
Daha genel anlamda söylenirse; Kendi kaderini özgürce
tayin etme hakkı.
Kürt ulusu kendi kaderini özgürce tayin etmeden Kürt sorunu bitmeyecek, ve
Türk egemen sınıfların Kürtler üzerindeki baskı ve zulmü de sona ermeyecektir.
Gelinen aşamada, Kürtler; örgütsüz, silahsız ve kendi ulusal demokratik
haklarına sahip çıkmayan Kürtler değildir. Bunların hepsi var ve bir çok
cephede savaşacak kadar, örgütlü, silahlı ve kendi ulusal haklarını savunacak kadar
ulusal sorunlarına duyarlı bir ulusal yapısı var. Böyle bir örgütlenme ve
kitlesel sahiplenme karşısında Türk devletinin tankları, topları ve paramiliter
güçleri Kürtlere artık boyun eğdiremez.
Kürtler, 12 Eylül ya da 1990’ların başındaki gibi de değildir. Ne bölgedeki
durum eskisi gibi ne de Kürtlerin örgütsel, askeri ve siyasal durumları eskisi
gibi. Oysa, Türk devleti, her ne kadar Türk kitlesinin önemli bir bölümünü
(milliyetçilik temelinde) arkasına alsada, iyice teşhir olmuş durumdadır. ABD
ve AB emperyalistlerinin destekleri de, Kürtlere boyun eğdirmelerine
yetmeyecektir.
Türk milliyetçiliği ve şovenizm, devlete, Kürtlerin ulusal mücadelesini bastırmaya yetmediği gibi, osmanlıcılık
rüyaları da Kürtlerin mücadelesini geriletmeye yetmeyecektir. Savaşan güçler
açısından olgu ve süreç dünden çok farklıdır. Türk devletinin askeri güc ne olursa olsun, karşısında örgütlü bir halk vardır. Bu bağlamda, bu
süreç Kürtlerin lehinedir.
Türk devletinin, 1 Kasım 2015 seçimlerinden sonra, Kürdistan illerinde
sokağa çıkma yasakları ve askeri saldırıları sonrası, artık Kuzey Kürdistan
“Türkiye Kürdistanı” olmaktan da çıkmıştır. Bu süreç hızla gelişmekte ve Türk
devletinin vahşice saldırısı, Batı (Rojva) ve Kuzey Kürdistanı hızla birleşmeye
götürmektedir. Ortalarından zorla sınır çekilmiş bu iki halkın birleşmesi ve
birlikte hareket etmesi için bütün koşullar olgunlaşmıştır. Çünkü, Türk devleti
açıktan kendi vatandaşları olarak gördüğü Kürt halkına savaş açmıştır. Bu savaş
durumu, Kuzey Kürdistan Kürtleri’nin “Türk vatandaşı” olmadığının açık bir
kanıtıdır. Ve bu halkın geriye dönşünü beklemek siyasal saflık olur.
Kuzey
Kürdistan’ın durumu Filistin gibidir. İsrail Filistin halkına boyun
eğdiremediği gibi, faşist Türk devleti de bütün askeri gücünü Kürdistan’a yığsa
da, Kürtlere boyun eğdiremeyecektir.
Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri Kürt halkının bu haklı mücadelesinin yanında olmalı ve ona açıktan destek vermeli ve omuz omuza savaşmalıdır. İşçi
sınıfı hareketinin gelişmesi ve çeşitli uluslardan işçi sınıfının birliğinin
sağlanması, bugün özgülünde ezilen ulusun ulusal demokratik hakları için
verdiği mücadeleyi desteklemekten ve faşist Türk devletinin zorbalığına karşı direnenlerle yanyana olmaktan geçiyor. Bu mücadele, aynı zamanda, ülkenin
demokratikleştirilmesi mücadelesidir. Ezen ulus milliyetçiliğini ve sosyal şovenizmi yıkmanın bir yoluda budur.
Sınıf çıkarları için burjuvazi, kendi
halkını katletmekten çekinmedi ve çekinmeyecektir. Kürtdistan
illerinin tank ve toplarla bombalanması, Türkiye’nin batı illerinde
yaşanmayacağını düşünenler yanılır.
Emperyalistler arası çelişkilerin keskinleşmesinin emperyalist savaş tehlikesini kapıya getirip dayattığı bir süreçte, ve buna bağlı olarak, bölgede olanca hızıyla süren savaşlar; Türk devletinin eski, normal "barış" sürecine döneceğini düşünenleri yanıltır. Türk egemen sınıfları, dışarıda ve içeride savaş durumunda kalacaktır. Komünist ve devrimciler, siyasal mücadele taktiklerini buna göre şekillendirmelidir.
Örgütlü bir halkı hiç bir güç yenemez. Türk egemen sınıfları bu halkın ortasında defalarca bomba patlatmış ve sayısız katliamlar yapmıştır. Buna karlşın, halk yılmamış ve her fırsatta başını kaldırmaya ve direnmeye çalışmaktadır. Bu anlamda, işçi sınıf ve emekçilerin gücü küçümsenmemelidir. Kitle direnişlerinin örgütlenmesi için daha militan çabalar harcanmalıdır. Kitlelerin önemli bir bölümünün, devletin demokratik güçlere karşı savaşından ve saldırganlığından hiç memnun olmadığı ve en asgarisinden bu iktidarın gitmesini istedikleri ortadadır. Bu toplumsal olgu, devrimcilerin lehine ve faşist devletin ise aleyhinedir.
1994’lerde, PKK’yi dağlarda yanlız bırakıp “alan temizliği” taktiği ile
Kürtleri zorla köylerinden sürüp şehirlere yığan Türk devleti, bugün de
Kürtleri batıya sürmeye çalışıyor. Dünkü
taktik, nasıl ki, Kürtlerin sürüldüğü illeri birer hendek savaşı verecek duruma
getirmişse, çok yakın bir zamanda batı illerini de hendek ve barikat savaşlarına
dönüştürecektir.
Türk Burjuva
devleti Kürtlere savaş açmakla, çözümsüzlüğün çözümüne savaş açmıştır. Devletin bildiği tek çözüm; katliamlarla
sindirmek ve ezmek. Ancak, halkın da yaşamak için bildiği tarihsel bir şey var: Örgütlenmek,
silahlanmak, savaşmak ve asla boyun eğmemek...16.12.2015
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder