25 Ekim 2015 Pazar

"FUHUŞ ÜLKESİ ALMANYA’NIN ÖZGÜR CENNETİNE HOŞ GELDİNİZ”









“FUHUŞ ÜLKESİ ALMANYA’NIN ÖZGÜR CENNETİNE

 HOŞ GELDİNİZ


(Prostitutionsland Deutschland Willkommen im Paradies für Freier)[1]


Yusuf KÖSE


Yukarıdaki başlık bana ait değil. Alman ntv haber kanalının online sitesinde yazan Diana Sierpinski’e ait. Ve buna benzer bir başlığı ise 2013 Mayıs ayında, Der Spiegel (ayna) dergisi atmıştı: “Genelev Almanya”[2] diye. Der Spigel’in kapaktan verdiği bu başlık, Almanya’da o zaman çok konuşulmuştu. “Biz fuhuş ükesi miyiz” diye. Oysa insan ticareti, emperyalist Avrupa burjuvazisinin kutsal birliği AB, bu işi resmileştirmişti. Başı ise Alman burjuvazisi çekiyordu. İkinci sırayı ise İspanya burjuvazisi almıştı. 

Almanya, fuhuşu kolaylaştıran, yaygınlaştıran ve buna bağlı olarak da sosyal güvence altına alan yasayı 2002 yılı başında, meşhur SPD[3]-Yeşiller koalisyon hükümeti döneminde yasallaştı. Çünkü, burjuvazi, her şeyi metalaştırdığı gibi, insan ticaretini de “hür teşebbüs”ün sınırsız özgürlükleri kapsamı içine alarak, sermayenin durdurulamaz büyüme isteğini yerine getiriyordu.

Emperyalist burjuvazinin savaş sanayi ve savaşları nasıl ki bir sanayi kolu haline geldiyse, insan ticaretini de bir sanayi kolu haline getirmiştir. Artı-değer yaratan, sermayenin büyümesine ve birikmesine neden olan her şey, burjuvazi için “özgür ticaretin” bir nesnesi (metası) olmak zorundadır. Burjuvazi, sermayenin kutsallığı aşkına, özellikle kadınlara sex köleliğini getirip dayatıyor. Ve bunu reklamıyla, modelleriyle, modalarıyla birlikte normalleştiriyor. Alman burjuvazisi, sex işçiliğini normal iş statüsünde göstererek, “insan ticareti” kavramı dışına çıkarmış oluyor. Böylece Birleş Milletler (BM)in suç saydığı “ticaret” kapsamı dışına çıkmış oluyor.

Alman emperyalist burjuvazisi, sermayenin kar oranının düşme eğilimini önlemek için yalana ve dolandırıcılığa baş vurmaktan da geri kalmıyor. Volkswagen (VW) tekelinin yaptığı sahtekarlık (dizel arabalarda gaz salımını olduğundan düşük göstermesi olayı), hemen hemen bütün tekellerin baş vurduğu kar oranının düşme eğilimini önlemeye çalışmanın bir uygulama biçimiyse, insan ticareti de aynı şekilde sermaye birikimini artırmanın ekonomisidir.

Almanya’nın “geneleve”e çevrilmesini,  “sex işçilerine sosyal güvence saltına almak” gerekçesiyle SPD-Yeşiller[4] koalisyon burjuva hükümeti sağladı. Ancak bu, burada çalışanları ne sex kölesi olmaktan kurtardı ne de kadın ticaretini “sosyal güvenceli” özgürleştirmekten kurtardı. Çıkarlan yasayla genelev açılması kolaylaştırdıkları gibi, cinsel sömürüyü ise doğal bir iş alanı durumuna getirildi. Yani, genelev sıradan bir iş yeri gibi, iş ve işçi bulma kurumu (Bundesagentur für Arbeit) aracılığıyla isteyen buralarda çalışabilir. Çünkü buraalarda Alman iş kanunlarına uygun bir şekilde çalışmaktadır. Bu nedenle de Almanya’nın bir çok şehirindeki işçi bulma kurumlarında, iş arayan kadınlara genelevde çalışmaları öneriliyor. Dünyanın en büyük genelevi (Sauna-Clup Artemis) Berlin’de açıldı. Buraya sex turizmi de yapılıyor. Sex turizmi sadece Tayland vb. ülkeler özgü bir olay değildir.  Kapitalizmin en gelişmiş ülkesi olan Almanya bu konuda başı çekiyor. Yani, kadın (ve elbette insan) ticareti, Almanya’da normal bir iş olarak ekonomideki yerini çoktan almış durumdadır.

Bu durum, gerçekte ise,  burjuva aile “kutsal”lığının gizinin de bu ticaretin içinde saklı olduğunu bir kera daha tescillemiş oldu.

Bugün Almanya’da sex işçiliği (aslında buna insan ticareti demek daha doğru. Ne var ki buralarda binlerce insan çalışıyor ve kendilerini “sex işçileri” olarak adlandırıyorlar. Haksız da değiller. Aşırı sömürülüyorlar ve artı-değer üretiyorlar). Almanya’da sex işçiliği yapan 200 bin ila 700 bin arasında kadın olduğu söyleniyor. Bunların Alman sermayesine katkıları ise ortalama yıllık 14,5 milyar Avro.[5] Almanya sex (kadın ticareti)’nde dünyanın bir numaralı ülkesi durumunda. ABD ise 500 bin insanın bu işte çalıştığı tahmini kayıtlarda yer alıyor. Nüfus oranlaması yapılırsa, ABD Almanya’nın çok çok gerilerinde kalıyor.

Bu işte çalışanların %60-80 arasını, Almanya dışından gelen ülkelerden oluşuyor. Daha çok da Doğu Avrupa, Baltık ve Balkan ülkelerinden geleneleri kapsıyor. Bu alanda çalışanların %90’ı kadın, %7’si erkek ve %3’nü ise transseksüller oluşturuyor.[6] Ve bu alanda çalışanların, çıkarılan yasalara karşın, her türlü sosyal güvenceden[7] yoksun olduğu ve her türlü baskıya, sömürüye ve en aşağılık muamelelere  maruz kaldıkları da bilinen bir gerçektir. Ayrıca, Polis kayıtlarına göre, buralarda 18 yaşın altında çalışmak yasak olmasına karşın, 13-17 yaş arası kaçak çalışanların hiç de sayısının az az olmadığı gerçeğidir.[8]

Sanayi kolu haline gelmiş ve yıllık ortalama 14.5 milyar Avro cirosu olan bir sektörü, Alman burjuvazisinin yasaklaması bir yana, kısıtlaması dahi söz konusu olamaz. Bu alanda hem binlerce insanı “istihdam” ederek işsizliğe kısmen çözüm bulmuşken, esas olarak da Alman sermayesinin büyümesinin ve güçlenmesinin önemli alanlarından biri olmuştur. İnsan ticareti, emperyalist burjuvazinin neoliberal ekonomisinin güçlü bir sektörü olmuştur. Fuhuşun tarihi özel mülkiyetli toplumlarla yaşıt olmasına karşın, bir sanayi üretim kolu haline gelmesi emperyalist burjuvazinin neoliberal ekonomisi sayesinde gerçekleşmiş ve büyümüştür.

Alman burjuvazisinin 2011 yılı silah satışının toplamı 10.8 milyar Avro’dur. İnsan ticareti (ücretli sex köleliği) ise silah sanayinden daha büyük bir sermaye birikimi sağlıyor. Burjuvazi, böylesi büyük bir sermayeden, “ahlaksızlık” ya da “insan ticareti” adı altında hiristiyan-katolik  ahlakı aşkına vazgeçmez. Tersine, bu konudaki yasalarını, insan ticaretini (daha çok da kadın ticareti) kolaylaştırmak için çalışma yapıyor ve destekliyor. 

Sex iş yeri açmak için, işsiz kalanlara kolaylıkta sağlıyor. Bugün Almanya’ın en ücra köşelerinde, orman içlerinde, yol kenarlarında sıklıkla tatil karavanı görebilirisiniz. Bilmeyenler, tatil karavanı sanırlar. Ancak bunlar “karavan genelev”leridir. Ve bunların çoğu, devlet destekli  “Ich AG”[9] (ben şirketim)ler olarak faaliyet yürütmektedir.

Alman burjuvazisi, sex işçiliğini normal bir iş olarak sunarken, öbür yandan ise, burada çalışan kadınları “vesika”landırıyor. Sex işçileri ise buna karşı çıkıyor. Bankadan hesap açtıklarında da sex işçisi olduklarını belirtmeleri isteniyor.[10]

Bugün, Afrika, Asya ve Ortadoğu ve AB ülkesi olmayan Balkan ve Doğu Avrupa ülkelerinden Almanya, Fransa, ingiltere, Belçika ve İskandinav ülkelerine gelmek isteyenlerin yolları insan kaçakçılarıyla kesişmektedir. Türkiye’nin Avrupa’ya açılan bütün kıyı ve kapıları insan ticareti yapan kaçakçılarla tutulmuştur. Bunların hikayelerini hergün gazetelerde okuyoruz. Yine, Yunanistan, İtalya ve diğer ülkelerde de tiren garları, deniz kenarları insan ticareti yapan kaçakçılarla tutulmuştur. İnsan ölüsünden, savaştan, yıkımdan para kazanan sermayenin, insan ticareti yapmayacağını düşünmek, kapitalizmin karakteristiğini bilmemek ya da görmezden gelmekle olabilir.

Ortadoğu ve Afrika ülkeleri emperyalistlerce savaşla, yağmayla, aşırı sömürmeyle talan ve tahrip edilip, buranın halklarının yaşam alanları yok edilirken, ölümü göz alıp Avrupa kapılarına düşen insanları yolda sermayenin ölüm kaçakçıları bekliyor. Bu savaşın sermayeye dönüşmesinin bir başka biçimidir.

Bugün, Asya’nın, Afrika’nın ve Ortodoğu cehenneminden kaçıp her türlü bilinmez tehlikeleri göze alarak Almanya’ya gelmek isteyenleri de gözönüne alınınca, Alman burjuvazisinin ülkeyi bir fuhuş cennetine neden çevirdiklerini anlamak zor olamasa gerek. Çünkü bu gelenler, geldikten sonra ayaklarının altında, hayal ettikleri bir refah ve demokrasi ülkesini bulamayacaklar. Canlarını kurtardıkları için geldiklerine sevinecekler, ancak, yaşamları boyunca pişman olarak yaşamlarını sürdürmeye çalışacaklardır. Çünkü tüm zorluklar, aşağılanmalar ve yoksulluklar, insan ticaretiyle birlikte yürüyen sex işçiliği onlar için var olmaya devam edecektir.

İslamcı hükümetin başta olduğu Türkiye’de ise, genelevler Almanya’da olduğu gibi resmidir ve devlet kontrolü altındadır. Ve yıllık cirosu ise ortalama 4,5 milyar dolar olduğu söylenmektedir.[11] 100 bin kadının çalıştığı ve bunun ise 15 bininin “vesikalı” olduğu belirtiliyor. Vesikalı olan rakam doğru olabilir, ancak çalışan sayısının daha fazla olduğu ise bir gerçektir. Tarihleri boyunca, hiristiyan ahlakı ile islam ahlakı, aynı nedenlerle ortaya çıkmıştır ve aynı nedenlerle aynı nokta da buluşmuşlardır.

Günümüz kapitalist dünyasında, kadın ve çocuk cinselliği büyük bir sermaye birikim sektörü haline gelmiştir. Bu konuda hiç bir kapitalist ülke temiz değildir. ABD, Tayland, Hindistan, Filipinler, Endenozya ve daha bir çok ülkede çocuklar fuhuş sektöründe yoğun bir şekilde kullanılıyor.[12]
 
Burjuvazinin insana verdiği değer, ya da “insani değeri”, sermayenin büyüme oranıyla ters orantılıdır. Sermaye büyüdükçe, burjuvazinin insani değerleride bir o kadar azalır, ahlaksızlığı artar. Bu işin müslümanlıkla, hiristiyanlıkla, yahudilik ve diğer bir dinle hiç bir ilgisi yoktur. Bütün dinlerin tek bir görevi vardır: Gerçeklerin kitleler tarafından görülmesini önlemek için egemen sınıflar lehine perde olmaktır. Burjuvazide bunu iyi kullanmaktadır. 25.10.2015
***











[1] www.n-tv.de/willkommen-im-Paradies… 20.06.2013 (Elbette, Almanya, tek başına bir fuhuş ülkesi olmaktan ibaret değil. Fuhuşun yaygın olması ve yaygınlaştırılması nedeniyle böyle adlandırılmalara gidilmiştir.)

[2] Der Spiegel, “Bordell Deutschland”, 27.05.2013

[3] SPD: Almanya Sosyal-demokrat Partisi

[4] Almanya’da, 2. Emperyalist Paylaşım savaşı’ndan sonra  sosyal hakların en fazla budandığı dönem bu “sosyaldemokrat” kılıflı hükümet döneminde olmuştur.

[5] Der Spiegel, 27.05.2013,

[6] İnsan Ticareti Bugün  (menschenhandelheute.net.de)

[7] Almanya’nın nüfus olarak (17 milyon) en kalabalık NRV (Kuzey Ren Eyaleti) eyaletinde, 37-60 bin arası sex işçisi olduğu tahmin ediliyor. Burada bir sex işçileri sendikasıda kuruldu.

[8] Der Spiegel, aynı sayı

[9] Ich AG (ben şirketim), Alman işçi bulma kurumu işsiz olanlara, iş yerleri açması için 4500 Avro tutarında bir destek veriyor

[10] Emilija Mitrovij, “Fahişelik ve Kadın Ticareti (Prostitution und Frauenhandel)”, VSA/ Hamburg 2006

[11] Habertürk 16.02.2004

[12] Bkz. Prof. Oğuz Polat, Sultan Şahin, “İnsan ticareti ve Fuhuşun Uluslararası Düzenlemeler çerçevesinde Değerlendirilmesi”, PDF
 


12 Ekim 2015 Pazartesi

BİZİ HER GÜN ÖLDÜREN KAPİTALİST SİSTEMDEN KURTULMALIYIZ









BİZİ HER GÜN ÖLDÜREN KAPİTALİST SİSTEMDEN KURTULMALIYIZ

Yusuf KÖSE

“... Sermaye (dünyaya) tepeden tırnağa her gözeneğinden kan ve pislik damlayarak geliyor” Marx

10 Ekim Ankara katliamı, devlet iktidarını elinde bulunduranların, kitleleri sindirme politikalarının en üst ve en vahşi boyutu olarak ortaya çıkmıştır. Bu katliamı kimin yaptırdığı çok açıktır: AKP hükümeti ve Türk devleti. Bir numaralı baş sorumlusu cumhurbaşkanı sıfatlı Erdoğandır. Bu tür katliamlar Erdoğan’ın ne ideolojisine ne de hukukuna aykırıdır. Erdoğan, katliamlarla iktidarını ayakta tutmaya çalışan faşist bir siyasi kişiliktir. Söylemleri ile toplumu kaplaştırmaya çalışmasıyla, kışkırtmalarıyla, uygulamalarıyla Ankara katliamının bir numaralı azmettiricisi ve uygulatıcısı olarak halk tarafından Erdoğan yargılanmalıdır ve yargılanacaktır. 

Başka yerlerde suçlu aramanın komplo teroileri ürtmenin de bir anlamı yoktur. Bu devlet katil bir devlettir. Bu konuda tarihsel sicilli hiç temiz değildir. Kuruluşundan beri, Kürtleri ve diğer azınlıkları katlederek kendini var etmiştir. Kuruluşundan beri, işçi sınıfı ve emekçileri katlederek, halkın demokratik yaşam alanlarını ya yok ederek ya da daraltarak kendini ayakta tutabilmiştir.

Kuruluşundan beri, komünistleri, devimcileri, demokratları katlederek kanlı devletini inşa etmiştir.

Bu köşede sıkça yazıldı. Türk devletinin tarihinin başlarına gitmeye bile gerek yoktur. Bütün tarihi kanlıdır. Sadece son kırk yıllık süreçteki kitle katliamlarının özeti bile onun niteliğini ortaya koymaya yeter: 1 Mayıs 1977 Taksim katliamını bu devlet yapmıştır. Bu belgeleriyle ortadadır. Maraş, Çorum ve Sivas’ta alevi katliamını yapan ve yine 2 Temmuz 1993’de Madımak’da aydınları yaktıran bu devlettir. 

1990-93 yıllarında, MGK (Milli Güvenlik Kurulu) kararıyla  17 bin Kürt yurtseverini ve aydınlarını katleden (Mehmet Ağır’ın sözünü ettiği “bin operasyon”) bu devlettir.  Kürtleri asit kuyularında atarak öldüren bu devlettir.  Roboski’de 34 Kürdü, Kürt olduğu için savaş uçaklarına bombalatarak katleden bu devlettir. 5 Haziran’da 2015’de HDP Diyabakır mitinginde kitlelerin ortasında bomba patlatıran bu devlettir. Suruç’da  30 aşkın sosyalist genci katleden yine bu devlettir. Son 30 yılda Kürdistan’daki büyüklü-küçüklü katliamlarını ise buraya yazmıyoruz.

Gezi direnişinde polislere vur emrini bizzat veren faşist RTE’nin kendisidir. Bunu kendisi de açıklamıştır.
Ve bu zorba faşist devletin buraya almadığımız nice katliamlar, öldürmeler, sorgusuz sualsiz katletmelerinin ise haddi-hesabı yoktur. Ve işkencelerini, cezaevi katliamlarını, cezaevindeki vahşi uygulamalarını, polis işkencelerini ise günlük yaşadığımız olgular olarak varlığını devam ettirmektedir.

Bunları yapan kapitalist bir burjuva cumhuriyetinin hukuku içinde olan olağan uygulamlar olarak görülmektedir. Burjuva demokrasisinin “medeni hukuk ve ahlak” kuralları içinde, devleti elinde bulunduran  burjuvazi tarafından doğal uygulamalar olarak kabul edilmektedir.

Daha önceleri yaşadığımız ve bugün yaşadıklarımız, uzayda değil, kapitalist bir cumhuriyette olmaktadır. Bu tür vahşi katliamlar, sadece AKP zamanında değil, diğer partiler zamanında da yapılmıştır. CHP’si, DP’si ve AP’si zamanında da benzer katliamlar yaşanmıştır. CHP’li tek partili dönemde ise zulüm ayyuka çıkmıştır. 

Bugün, burjuvazi, yönetilenleri (halkı) yönetmekte daha fazla zorlandığı için ve Kürt hareketinin gelişmesi karşısında; katliamlara sıkça baş vurarak “yönetememezliğini” yönetebilir durumuna çevirmeye çalışmaktadır.
Kapitalist sistem, kitleler üzerinde baskı uygulamadan ayakta duramaz. Bu baskının boyutunu ise sahip olduğu ekonomik ve siyasi durum belirler. Emperyalistler arası çelişmeler ve çatışmalar derinleştikçe, bunlara bağımlı ülke halkları üzerinde ekonomik ve siyasal baskılar daha da artar. Burjuvazi ekonomik ve siyasal olarak güçsüzleştikçe kitleler üzerindeki baskı ve sömürüyü de o oranda artırır. Baskıların boyutları ise büyük kitlesel katliamlara kadar varır.

Türk devletinin bugünkü uygulamalarını, kitle katliamlarını, onun üzerinde yükseldiği ekonomik ve siyasal sistemden ayrı ele almak, oldukça yanıltıcı olur. Burjuva devletinin hukuku da hiç bir zaman sahip olduğu ekonomik yapıdan ayrı ve onun üzerinde olamaz. Hukuku belirleyen ekonomik yapıdır. Kapitalist sistemin hukuku da kapitalist ekonomi biçiminden ayrı olamaz. Kapitalist uygarlık, insanların insanca yaşaması yerine, bir avuç burjuvazinin zorla çoğunluğun üzerindeki hakimiyetidir. Böyle olunca, toplumsal üretime zorla el koyan burjuvazi ile toplumsal üretimi gerçekleştiren işçiler arasındaki sınıf savaşımı eksik olmaz.

Bugün yaşadıklarımız, Ankara’nın göbeğinde, en barışçıl gösteri yapmak isteyen kitlelerin ortasında patlatılan bomba, kapitalist sistemin kaçınılmaz bir uygulaması olarak karşımıza çıkıyor. Burjuvazinin kapitalist sistemi, kendi kan akışını sağlayabilmek için işçi ve emekçilerin kanını akıtıyor.

Bu tür uygulamalar, burjuvazinin, işçi ve ezilenlere karşı sınıfsal tepkisi ve uygulaması olarak gündeme gelir.  Bu uygulamalar, burjuva hukukununa aykırı bulmak, sistemin gerçekliğ ile bağdaşmaz. Bütün burjuva devletlerin tarihi, işçi-emekçi katliamlarıyla doludur. İşçi-emekçi katliamı yapmayan burjuva devleti dünya üstünde bir elin parmak sayısını geçmez. Onlarda başka zalimliklerle kendilerini ayakta tutmuşlardır. Kapitalist ekonomik ve siyasal sistem, kendine muhalif olan kitle katliamlarını dıştalamaz, tersine kendi yaşamlarını uzatmanın kaçınılmaz bir gereği olarak görürler. Hatta bazan kendini destekleyen kesimleri de katlederek, muhaliflere karşı kullanma yolunu seçer. Sömürüyü ve baskıyı bir hukuk kuralı, bir adalet biçimi, kültürü, bir ahlakı anlayış olarak ele alan bir sistemin, sömürdüğü kitlelere, hukuklarının  daha üst baskı biçimi, katliam olarak döner.

En “demokrat ülkeler” olarak adlandırılan AB ülkeleri daha bir kaç gün önce Erdoğan’ı Bürüksel’de kırmızı halilar üzerinde “dostça” karşıladı ve göçmenleri AB’ye göndermeme (sınır bekçiliği) karşılığında Türkiye’nin “güvenli ülke” sayılmasını istedi ve bu istek kabul edildi. (Üstelik her gün bir kaç kürdistan ili ve ilçesi tank ve obüslerle bobalanması, sokağa çıkma yasakları sürerken ve kadın, çoluk-çocuk demeden onlarca insan katledilirken.... AB’e göre, Kürtlerin bombalanması güvenli olmanın bir gereği olsa gerek!) Bir kaç gün sonra ise AB burjuvazisinin “güvenli ülkesi”nin başkenti Ankara’da 125’i aşkın insan katledildi, yüzlercesi yaralandı. Bu katliam; kapitalist burjuvazinin, kitlelerin en doğal demokratik taleplerine verdikleri cevap biçimidir.

Burjuvazi için önemli olan, sermayenin büyümesi, egemenlik alanlarının genişlemesi ve sömürü sistemini garanti altına alınmasıdır. Bu nedenle bunlar, her eli kanlı diktatörü besler, destekler, büyütür ve rahatlıkla bağrlarına basabilirler. Bunu yapıyorlarda. Bu onların sahip oldukları sömürü sisteminin üzerinde şekillenen “demokrasi” hukuklarının ve ahlaklarının zorunlu bir gereğidir. 

Kısacası, burjuvaziyle proletarya arasındaki sınıf savaşımda, burjuvazinin işçi ve emekçilere, ezilen uluslara yönelik katliamları eksik olmamış ve onların kapitalist sistemi yıkılana kadarda bu acıları daha sıkça yaşamaya, yani burjuvazi tarafından öldürülmeye devam edileceğiz.

Bizi öldürmelerine daha fazla müsade etmemek ve buna bir son vermek için, işçiler, emekçiler ve tüm ezilenler olarak, örgütlenmek, birleşmek ve kapitalist sistemi sahipleriyle birlikte yıkmaktan ve yerine sosyalizmi kurmaktan geçiyor. Her türlü barış işte o zaman gelebilecektir. Başkaca şansızmız yoktur. 

Çünkü sorun, salt  “insani duygunun” olup olmamasıyla ilgili değildir. Sorun, sınıfsal bir sorundur. Temelinde ise burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki iktidar savaşımıdır. Burjuvazi iktidarını kaybetmemek için, her türlü vahşiliğe baş vurur. Bu vahşilik ise onun sömürücü kapitalist sisteminden kaynaklanır.

Sonuç olarak: Hergün ölmektense bir kere ölmek yeğdir! En azından, gelecek kuşaklara iyi bir dünya bırakmış oluruz. Bütün enerjimizi, örgütlenmeye, birleşmeye ve sınıf bilinciyle direnmeye harcamalıyız. Her gün yaşadığımız burjuva devlet zorbalığının gerçekliği karşısında, hayatın gerçeklerinin her gün bize öğrettiği şey budur. Bizi tüm zalimlerden kurtaracak olan yol da budur. 12.10.2015