25 Kasım 2014 Salı

GÖĞÜ BİRLİKTE KUCAKLAYALIM






Kadına uygulanan şiddete karşı mücadele günü vesilesiyle...

GÖĞÜ BİRLİKTE KUCAKLAYALIM

Yusuf KÖSE

Son yıllarda, ülkemizde, dinci gericiliğin artmasına koşut olarak kadına yönelik şiddetinde artmasıyla, kadın sorunu ve kadının bu şiddetten kurtuluşu sorunu da sıkça tartışılır oldu. Tartışmalar ve tartışılan ana soruna karşı mücadeleler olumlu olmasına karşın, bazan ise, sorun bireyselleştirilerek, toplumsal köklerinden, yani, bu sorunu doğuran üretim ilişkilerinden koparılarak ele alınıyor. Bu da tartışmaları ve bu sorunu ortadan kaldırma mücadelesini güdükleştiriyor ve sorunu yaratan esas kaynağın görülmesini bulanıklaştırıyor.

Erkek şiddetine maruz kalan kadının öncelikle düşman olarak, kendisine direkt şiddet uygulayan erkeği görmesinden doğal bir şey olamaz. Soyutlama yapmadan direkt somuta yönelindiğinde, kadın, karşısında erkeği görecektir. Bu anlamda da, evdeki erkeği,  bir şiddet aracı, mekanizması, uygulayıcısı olarak kadının karşısına çıkaran toplumsal sistemin niteliği, böylece kendini arka plana atarak gizlemiş olacaktır. 

Kadın, kendisine şiddet uygulayan olarak uzaktaki erkeği değil, birebir ilişki içinde bulunduğu, kendine en yakın  erkeği, babasını, kocasını, kardeşini, erkek akrabasını ve sevgilisini görüyor. Çünkü, kadına en fazla şiddet uygulayanlar (sınıfsal boyutundan soyutlarsak) buradan, yakından geliyor. Diğer şiddet uygulayıcısı erkekler, yani uzaktakiler ise ikinci planda kalıyor.

Şiddetin boyutunun ve çeşidinin çok olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Küçümsemekten, dikkate almamaktan, mobbingten, tacizden tutunda öldürmeye kadar varan sistematik şiddet sistemi vardır.

Erkek, kadını özel mülkiyeti olarak görür. Kadın onun malıdır, ama o kadının malı değildir. Kapitalist sistemde mal (meta) nedir? Alınıp-satılan bir şeydir. Ona sahip olan malı istediğine satar, istemediğine satmaz ya da o mal üzerindeki bütün yaptırımlar onun hakkıdır. O sadece bir mal değil aynı zamanda bir "değişim değeri var" şekliyle de ele alınır. Buna kimse karşımaz. Malın ise hiç bir hakkı yoktur, mal sahibine aittir. Erkeğe bu hakkı veren, onu böylesi bir düşünceye iten, düşünceden öte egemenlik eylemine ve şiddetine iten esas neden nedir? En yalın söylemle: Özel mülkiyet ilişkisidir.

Bunun daha basit anlatımı; toplumsal egemenlik erkeklerin eline geçmiştir. Kadın köleleştirilmiştir. Erkeğin ilk özel mülkiyeti kadın olmuştur. Gerisi ise günümüze kadar uzanan karmaşık bir o kadar da açık bir tarihsel süreçtir.

Erkek bunu neden uygular? Erkeği bu şiddete iten nedir? sorusuda sorulduğunda, karşımıza sistem, daha genel anlamıyla topluma damgasını vuran toplumsal üretim biçimi ve üretim ilişkisidir. İşte, günümüzde, yani, kapitalist sistem içinde, kadın-erkek ilişkisine bu açıdan ele alıp değerlendirmek gerekiyor. Çünkü, kadını kendi özel malı olarak gören işçi-emekçi erkek, kendiside üretim araçlarının sahibi olan patronun malıdır.

Özel mülkiyet ilişkilerinin tarihsel boyutu ve süreci ise, kadının özgürlüğünün erkek tarafından gasp edilmesiyle, toplumsal üretim ilişkilerinin komünal üretim ilişkilerinden özel mülkiyet üretim ilişkilerine geçmesiyle olmuştur. Böylece, sınıfsız anaerkil toplumsal ilişkiler tasfiye edilerek yerine egemenliği ele geçiren erkeklerin ataerkil ilişkilerine (özel mülkiyetçi sömürü sistemine) geçilmiştir. Bunun adı, sınıflı toplumdur. Artık sınıflı toplumda sadece ezilen kadın değil, topluma egemen olanların dışında bütün insanlar (kadın ve erkek) ezilmiştir. Kısaca toplum esas olarak ikiye ayrılmışttır: Ezenler ve ezilenler!

Bugün, en gelişmiş Batı ülkelerinden en geri bıraktırılmış Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkelerine kadar, kadın olduğu için kadına yönelik şiddet devam etmektedir. 

Kadına yönelik şiddetin, temelinde özel mülkiyet ilişkileri, toplumun sınıflara bölünmesinin getirdiği egemenlik ilişkileri yatmaktadır. Bu görülmeyip, kadına yönelik şiddeti birey anlamında salt erkeğe indirgemek, şiddetin kaynağını saptırmak, vurulması gereken yere vurmamak olur. Ne yazık ki, bu anlayış, güçlü bir şekilde varlığını sürdürmektedir.

Topluma egemen olan burjuvazi, sömürü ilişkilerinden kaynaklı kadına yönelik şiddetin kaynağını, sömürücü toplum olduğunu, yani kendi egemenlik sistemi olduğunu gizlemek için, sorunu sınıfsal temelinden kopararak erkek-kadın arasındaki çelişmeye dayandırmaya çalışıyor. Kadına şiddet uygulayan erkeğin kapitalist özel mülkiyet ve sömürü ilişkilerinden kaynaklandığını gizlemek istiyor.

Evde erkeğin kadına uyguladığı şiddet, aysbergin suyun üstünde olanı kadardır. Esas sorun suyun altında, derinlerde olan üretim ilişkileri ve ondan kaynaklı baskılardır. Bu görülmediği zaman, ya da salt sorun, sınıfsal özünden koparılıp, kadın-erkek ilişkisini, erkeğin kadına uyguladığı baskıya indirildiğinde, hastalığın esas nedeni yanlış saptanmış olur.

Erkek egemen sistem ya da sömürücü sistem ve içinde yaşadığımız kapitalist toplumda, ezilenler sadece kadınlar değildir. Erkekler, yani işçi sınıfı ve emekçiler olarak kadın ve erkek ezilmektedir. En fazla baskıya, sömürüye ve şiddete maruz kalan kadınlar olmasına karşın, erkek emekçilerde aynı baskılara maruz kalmaktadır.

Bugün, TC Cumhurbaşkanı Erdoğan; “kadın ve erkek eşit olamaz” diyorsa, bu burjuvazinin sınıfsal bakış açısıdır. Burjuvazinin kadına nasıl baktığının resmi ağızdan açıklanmasıdır. Kadını ikinci sınıf gören bu burjuva temsilcileri, benzer açıklamayı Soma’da ölen işçiler içinde yapmıştı. Ezilenlerin “fıtratı”nda sermaye birikimi için ölmek var. Burjuvazi egemenliğini  böyle yürütüyor ve soruna  ayen böyle bakıyor.

Bangeldeş’te, Batının  büyük kapitalist tekelleri için üretim yaparken aynı anda ölen binden fazla kadın işçiyle, Soma’da madende ölen erkek işçilerin kaderi aynıdır. Bunları katleden sistem ve sınıf  aynı sınıftır: Burjuva sınıfıdır. Kadına yönelik şiddet sınıfsaldır. Kadın ve erkek işçilerin kurtuluşları da kendi sınıf bilincine vararak sömürücü sınıfa karşı birlikte mücadeleden geçmektedir.

Kadınlar, erkekler tarfında recm ediliyor. Ama kurtuluş kadını recm eden erkeği recm etmekten geçmiyor. Recimi (recm)[1] ortaya çıkaran özel mülkiyet ilişkilerini ortadan kaldırmak gerekiyor. Kadına yönelik her türlü şiddete karşı mücadeleyi, tüm işçi ve emekçilere yönelik şiddete karşı mücadeleyle birleştirip, sınıfsal bir birlik kurarak, kapitalist sistemi ortadan kaldırmaktan geçiyor.

Sonuç olarak; kadının kurtulşu sosyalist-komünist öğlerden arındırıldığında, burjuvazinin sınıfsal egemenliği korunmuş olacaktır.  Bu durumda ne ezilen kadın ne de ezilen erkek kurtulacaktır.25.14.2014

***




[1] Kadının taşlanarak öldürülmesi