30 Aralık 2021 Perşembe

Sosyalizm Kazanacaktır!

 


Sosyalizm Kazanacaktır!

Yusuf Köse

2021’nin son yazısı olarak bazı nesnel olguları kısa başlıklar halinde belirteceğim.

Öncelikle, kapitalist-emperyalist dünya sisteminin bugünkü kısa özetini verelim:

  1. Emperyalist dünya sistemi büyük bir kaosa doğru sürüklenmektedir. Emperyalistler arası çelişme keskinleşmeye ve kutuplaşmalar sertleşmeye devam ediyor. Dünyanın yeniden paylaşılması uğruna emperyalist savaş tehlikesi günden güne artmaktadır. Bütün kapitalist ülkelerde silahlanma ve militaristleşme eğilimi ağır basmaktadır.


  1. Kapitalist azami kar uğruna, aşırı sermaye ve aşırı meta üretimi nedeniyle doğanın tahribatı ve yıkımı hızla devam etmektedir. Doğanın ekolojik dengesi bozulmuştur.


  1. Zenginliğin çok az elerde toplanması ve buna karşın yoksullaşmanın her geçen gün daha da artması, derinleşmesi ve yaygınlaşması. Bir kutupta aşırı sermaye birikimi, bir kutupta ise aşırı yoksulaşma birikiminin hızlanarak devam etmesi.


  1. insanın (işçinin) tahribatı ve yıkımı, kronikleşmeye başlayan salgın krizleri, kronikleşen göç krizi.


  1. Kapitalizmin kendi işçi gücünü üretemez eğilimi içine girmesi,1


  1. Bütün kapitalist emperyalist ülkelerde iç faşistleşmenin artması, faşizmle içiçe geçmiş burjuva siyasal gericiliğinin burjuva demokrasinin yerini alması.


  1. Bütün bu olgular, emperyalist dünya ekonomik ve siyasal sisteminin dengesizliğinin artmasını da derinleştirmektedir.


İşçi Sınıf ve ezilen halklar cephesi:


  1. Dünyada 2021 yılı içinde de işçi hareketleri, daha genel anlamda kapitalizm karşıtı kitle hareketleri devam etti. Dünyadaki kitle hareketleri 2019 yılına göre kısmen gerilemiş olmsına karşın, politik eylemler, özellikle hükümetlerin uygulamalarına karşı ve doğayı korumak amaçlı kitle eylemlerinde yükseliş olmuştur.


  1. Bu yıl içinde, hükümetlerin uygulamalarını proetto eden 230 aşkın büyük kitle eylemleri en az 110 ülkede gerçekleşmiştir. Küçük çaplı kitle eylemleri ise hemen hemen bütün ülkelerde yaşanmıştır. Küçük çaplı işçi direnişleri, grevler, uyarı grevleri bu protestolara dahil değildir.


  1. Özellikle faşist, askeri faşist ve baskıcı yönetimlere karşı eylemler daha bir öne çıkmıştır. Toplam eylemlerin %78’i bu niteliktedir.2


  1. Korona pandemisi nedeniyle özgürlükleri daraltan uygulamalara karşı eylemler devam etmiştir.


  1. Kitlesel protesto eylemleri, Orta ve Latin Amerika, Kuzey Amerika, Avrupa, Afrika, Güney Asya ülkelerinde daha da yoğunlaşmıştır. Kitlesel gerici (kürtaj ve aşı karşıtı vb. gibi) protesto eylemleri de olmasına karşın, bunlar oldukça azınlıkta kalmıştır. Kitle eylemlerinin olmadığı hiç bir ülke yok gibidir. En baskıcı rejimlerde dahi küçük çaplı kitle protestoları gerçekleşmiştir.


  1. Bu yıl içinde gerçekleşen çoğu kitlesel eylemlerin niteliği, hükümetlerin yasaklamalarına rağmen gerçekleşmesi ve uzun süreli olmasıdır.


  1. Dünya genelinde ilerici kadın hareketleri daha da artmıştır.


  1. Kitle hareketlerini işçilerden ayrı tutmamakla birlikte, sadece fabrika düzleminde, grevler, uyarı grevleri ve işten atmalara vb. karşı direnişler bütün ülkelerde devam etmiştir. Örneğin ABD’de bu yıl daha fazla grev gerçekleşmiştir.3 Ayrıca asgari ücretin 15 dolara yükseltilmesi konusunda bir çok şehir ve onlarca iş yerlerinde yaygın bir protesto eylemleri yapılmıştır.


  1. Örneğin Myanbar (Burma)’da yüzbinlerce işçi ve öğretmen iş bırakıp askeri darbeye karşı mücadele etti. Hindistan’da işçilerin ve köylülerin eylemleri 2021 yılında da devam etti.


  1. 2021 1 Mayıs’ı bütün ülkelerde işçiler tarafından, birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlandı. Bir çok ülkede tüm baskı ve yasaklamalara karşın, işçiler sokaklardaydı.

Bütün bu gelişmeler, dünya çapında, işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesinin daha örgütlü, daha bilinçli ve daha kararlı hale geldiğini göstermektedir. Kapitalizme karşı sosyalizmin zaferinin uzak olmadığının emin adımlarıdır bunlar.


Türkiye’deki gelişmeler:


  1. Bu başlık altında elbette uzun bir analiz yapılmayacak. Türk emperyalist devleti büyük bir siyasi ve ekonomik kriz içindedir. Kitleler, her geçen gün artan faşist devlet terörü ile yönetilmeye çalışılmaktadır.


  1. Büyük tekelci sermaye şu andaki iktidar ile sermaye birikiminin ve Türk emperyalist sermayesinin ve egemenliğinin genişletilemeyeceğine karar vermiştir. Bu nedenle de aralarında ciddi bir çatışma vardır ve hangi tarafın kazanacağından çok, kendi aralarında nasıl uzalaşacaklarının hesabını ve pazarlığını yapmaktadırlar.


  1. Burjuva muhalefet, işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesinin yükselmesi önünde en büyük engeldir. Kitlesel protestoları, “seçimi bekleyin” demogojisiyle önlemeye, çalışıyorlar ve bunda başarılı da oluyor. Çünkü sendikaların büyük bir çoğunluğu hükümetin kontrolündeyken bir kısmı ise uzlaşmacı reformist hat izlemektedirler.


  1. İşçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesi gündemi belirleyecek aktif, örgütlü ve kitlesel mücadeleye henüz dönüşmüş değildir. Ancak, yükselme eğilimini de güçlü bir şekilde içinde taşımaktadır.


  1. Komünist ve devrimciler ise işçi sınıfı üzerinde etkinlikleri oldukça zayıf. Bu süreç tam da komünist ve devrimcilerin kitleler içinde etkinliklerini artırmalarının ekonomik ve siyasal koşulu fazlasıyla mevcuttur.


  1. İşçi sınfı ve emekçilerin mücadelesi olmadan, ekonomik ve demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması, genişletilmesi ve korunması söz konusu olamaz.


  1. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki işçi ve emekçilerin bir kıvılcım bekledikleri gerçeği ile karşı karşıyayız.


2020’den 2021 yılına girerken şöyle yazmıştım:

2021 burjuvazi açısından bir “düze çıkmak” olmayacaktır. İşçi ve emekçilerin mücadelesi daha görünür bir hal alacaktır. Kapitalist sistem ekonomik ve sağlık krizinden çıkmayacak, Covid-19 gitse bile yeni salgın hastalıkları getirecek virüsler eksik olmayacaktır. Çünkü burjuvazi, doğayı, ekolojik dengesini bozarak öldürüyor.”4

2022’de uluslararası burjuvazi için düzlüğe çıkma yılı olmayacaktır. Bütün çelişmeler daha da artacağı gibi, kitle mücadeleleri daha da büyüp gelişme ve potansiyeli taşımaktadır. Kapitalizm bir yüz yıl daha göremeyecektir. Sosyalizm ve komünizm mutlaka, ama mutlaka kazanacaktır.

Herkese, sosyalizm uğruna mücadeleyi daha ileri taşıyacağımız bir mücadele yılı diliyorum. 30.12.2021

***



1 Yapay Zeka ile kapitalistlere artı-değer „kazandırıp, sermaye birikimi sağlayanların“ kapitalizmin içine girdiği bu eğilimi anlamaları zor.

2 Kitle protestolarıyla ilgili bilgiler: www.massmobilization.github.io, The Guardian, www.washingtonpost.com

ve www.carnegieendowment.org/publications/interakctive/protest-tracker sitesinden alınmıştır.

3 www.market.place.org/2021/11/24/

 

12 Aralık 2021 Pazar

Kapitalizm: Kriz, Faiz, Enflasyon Ve “Karanlık Ormanda Islık Çalmak

 

Kapitalizmin dengesiz  trendleri

 

 

Kapitalizm: Kriz, Faiz, Enflasyon

Ve

“Karanlık Ormanda Islık Çalmak”[1]

 

Yusuf Köse

Başlığa bakılırsa, kapitalizm kriz ve enflasyondan ibaret olduğu sonucuna varılabilir. Elbette bu eksik ve tam olarak kapitalizmi anlatmaz. Kapitalizm toplumlar tarihinin belli bir sürecinde ortaya çıkan ve kendisinden önceki toplumlar gibi belli bir yaşam süreci olan geçici toplumsal bir sistemdir. Gelinen aşamada, işçi sınıfı ve doğanın üstüne bir kabus gibi çöken bu sistemin ömrünü, burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki sınıf mücadelesi belirler. Bu anlamda da, kapitalist sistem sonsuz değildir ve bütün koşullar bu yüzyıl içinde işçi sınıfı tarafından yıkılacağını göstermektedir.

Kapitalizm ve ekonomik krizi içiçedir. Ve kriz, kapitalist sistemin olmazsa olmazıdır. Özel mülkiyetli bu ekonomik sistem, kaçınılmaz olarak devrevi bir şekilde ekonomik krizin içine girecektir. Krizden çıkışı ise, yeni bir krizin gelişinin hazırlanması olarak ifade edilebilir. Enflasyon ise kapitalist sistemin ekonomik krizinin doğal bir parçasıdır. Bu süreçte en büyük yıkımı işçiler ve diğer emekçiler yaşar.  Üretim bolluğu içinde, işsizlik, yoksulluk, açlık, sefalet işçi sınıfının bu sistem içindeki kaçınılmaz yazgısı haline getirilir.

Bugün ülkemizde, işçi sınıfı ve emekçiler için öne çıkan temel sorun hayat pahalılığıdır. Yani, enflasyonun her saniye yükselmesi ve bunun karşısında kitlelerin alım gücünün düşmesi, geniş tabanlı aşırı bir yoksullaşmanın yaşanmasıdır.

Enflasyonist politika, yani, paranın değerinin düşürülmesi, bütün malların değerinin yükseltilmesi ve işgücünün değerinin alabildiğine düşürülmesi ve genel anlamada, “hayat pahalılığı” olarak adlandırılan çalışanların alım gücünün düşürülmesi,  burjuvazinin sermaye birikim modeli olarak karşımıza çıkmaktadır. Burjuvazi, krizden çıkmak için enflasyonist bir ekonomi politika izlemektedir. Ayrıca, bu politika, baskının ve terörünün işçi ve emekçiler üzerinde daha fazla artırılmasını koşullar. Tekelci burjuvazinin temsilcisi faşist Erdoğan’ın “acı reçete”, “sabır istiyorum” “ekonomik kurtuluş savaşı” gibi demogojileri ise, “karanlıkta ıslık çalmak”tan başka bir şey değildir. Acı reçete ise; daha fazla yoksullaşma ve daha fazla devlet teörörü altında yaşamaya razı etmek demektir.

“Erdoğan’ın yanlış ekonomi politika izlediğini” söyleyen burjuva liberal ekonomistler, gerçeğin temel yüzünü gizliyorlar. Birincisi, bu kişilerin iradesiyle oluşan bir olgu olmayıp, kapitalizmin kendi ekonomik sisteminin doğal bir sonucudur. Ve para arzının yüksek oluşu bankalardan ayrı ele alınamaz.

 Oysa bu politika, belli bir kesimi palazlandırıyor. Yani, tekelci burjuvazi bu kriz içinde bu politika ile sermaye birikimini yoğunlaştırıyor. Küçük kapitalist işletmelerin batması, sorunun küçük bir yanını oluşturuyor. Kriz dönemlerinde, büyükler daha fazla büyür, küçükler ise bir kısmı büyükler yutulur ya da daha fazla küçülür. Bu, süreç, sermayenin daha fazla yoğunlaşması ve merkezileşmesi olarak tamamlanır. Ama, daha önemlisi; işgücünün değerinin alabildiğine düşürülmesi ve artı-değer oranın artırılması olarak bu politika işçilerin sırtına yüklenir. Çünkü sermaye birikiminin esas kaynağı işçinin işgücüdür.

Şu anda Erdoğan iktidarının politik faizleri düşük tutması ve TL’nin değerinin düşürülmesine yönelik izlediği politika, işgücünün ucuza mal edilerek üretimin artırlmasına yönelik krizden çıkma politikasıdır. Ayrıca, burada söylemek gerekiyor, Türkiye’de TCMB’nın faizleri düşürdüğü gerçek, ama faiz oranlarının (%15) düşük olduğu doğru değildir. Sermayenin belli kanatları, bu fazin daha da yükseltilmesini istiyor. Yani, Arjantin modeli uygulanması isteniyor. Ancak, Arjantin -IMF’nin açtığı kredilere rağmen- hala krizden çıkabilmiş değildir.

 

“Faiz-Enflasyon/ Neden Sonuç”

İktidar ve muhalif burjuva kesimler, kitleleri aldatmanın yolunu bulmuşlar. İktidar “yüksek faiz neden, enflasyon sonuç”, muhalif burjuvalar ise, “düşük faiz neden, enflasyon sonuç”  tahterevallisini oynamaya devam ediyorlar. Bütün bunlara, sömürü üzerine kurulu kapitalist sistemin neden olduğunu özenle gizlemeye çalışıyorlar.

Faizlerin düşük tutulması paranın değerinin düşmesinin nedeni değildir. Bu bağlamda da enflasyonun ana nedeni olamaz. ABD ve Almanya’da faizler düşük olmasına karşın enflasyon ABD son 40 yılın, Almanya’da ise son 30 yılın en yüksek seviyesini gördü. Arjantin’de politik faiz oranı %38 iken, enflasyon oranı %52’nin üzerinde. Brezilya ise politik fazi artışını son 20 yılın en yüksek seviyesine çıkararak %6,25 seviyesinden %7,75 seviyesine yükseltti. Buna karşın, Aralık 2020’de %4,52 olan enflasyon, bir yıl sonra Aralık 2021’de tüketici enflasyonu %10,75’e yükseldi.

Demek ki, enflasyonun yüksek ya da düşük olmasının esas nedeni, fazilerin düşük ya da yüksek olması, enflasyonu aşağı ya da yukarı doğru etkileyebilir, ama esas nedeni olamaz.  Türkiye’de olan kriz, kapitalist üretimin anarşik yapısından kaynaklanmaktadır. Sorun, yüksek faiz ya da ucuz kredi sorunu olmayıp, kapitalist ekonomik sistemin yapısından kayanklı ve yüksek enflasyon şeklinde yansayan ekonomik bir krizdir. Faizlerin yüksek tutulması ile ekonomi dönseydi, kapitalist üretim yapmayıp sadece yüksek faizle yetinirdi ki, bu da kapitalist üretim olmazdı. Ve salt spekülatif sermaye ile yürüyen bir toplumsal sistem hiç olmadı ve olamaz. Spekülatif sermayenin de kaynağı işçiden gasp edilen artı-değerdir.

Burjuva liberallerinin ileri sürdüğü gibi para arzının yüksekliği, enflasyonun esas nedeni değildir.

Bankalarda ki mevduatın yükselmesi ve örneğin,  hane halkı (bankaların şirketlerden alacakları da dahil) mevdutalarının 2021 Ağustos’unda %18,74 iken Ekim 2021’de %23,96 yükselmesi, vadeli mevduatlarda ise bu üç ay içinde %11,54’den % 14,63’e yükselmesi, para arzındaki artışı yüksekliğini gösteriyor.[2] Ancak, bu para işçilerin ve emekçilerin elinde değil bankaların elindedir. Yani, kitlelere para verilmiş değildir. Finans tekelleri bu paraları, tahvil, hisse senedi vb. kağıtlara yatırarak ve bol krediler vererek daha büyük karlar elde ediyorlar.

Burjuva liberal ekonomistler, genellikle enflasyonun yükselmesinin bir nedeni olarak da, işçi ücretlerin yükselmesini gösterirler. Bunların başında Keynes geliyordu. Keynes, işçi ücretlerinin yüksek olduğu 2. Dünya savaşı bitimi ile 1974 krizine kadar olan sürecin ekonomistiydi. Ancak, burjuvazi, yeni bir sürece, neo liberal sürece girerek, daha da gericileşti ve saldırganlaştı. Ayrı bir konu olmakla birlikte, tek cümleyle şu söyelenebilir; bu yönelim, kapitalist dünya ekonomisinin üretimin uluslararasılaştırılmasından ayrı ele alınamaz.

Ücretlerin artışını enflasyonu yükseltiğini idda eden liberal ekonomistler, Tekellerin sendikası TİSK ile aynı görüşü paylaşıyorlar.

 Bakalım ücretler ülkemizde yüksek mi?

Asgari ücret 2018 yılı Ocak ayında 426 ABD doları, 2019 yılında 369 dolar ve 2020’de 389 dolar, 2021 Ocak ayında 383 dolar ve şimdi (10 Aralık 2021) 215 dolar’a düşmüş durumda.  Asgari ücretle çalışan 10 milyonu aşkın işçinin olduğu dikkate alınırsa, TL’nin değer kaybetmesi karşısında işçinin ne oranda yoksullaştırıldığı da kendiliğinden anlaşılır.[3] Bunun tersi, işçi ücretleri de yüksek olsa, yine enflasyonun esas nedeni değildir. Yani, işçi ücretlerinin yükselmesiyle ürünlerin maliyetinin artmasını getirsede, ürünlerin maliyetinin artması ve maliyet enflasyonu denilen iktisadi olgunun ortaya çıkmasının ücretlerin yüksekliğiyle doğrudan bir ilgisi yoktur. Oysa, gelişmiş kapitalist ülkelerde bugün itibariyle, enflasyon yüksek, işsizlik ise görece düşüktür. Bu bağlamda Keynesçi teori çoktan ölmüştür. Ancak, yine burjuvazi, işçilere yüklenmek için işçi ücretlerini düşük tutmayı (örneğin, TİSK, 2022 için asgari ücretin 3100 TL olmasını önermiş ki, anlaşma 3500 TL’yi geçmesin diye) her zaman esas politika haline getirirler. Burada da gördük ki, işçi ücretleri yükselmemiş, tersine oldukça gerilemiştir.

Diğer yandan 2018 yılından itibaren kriz içinde olan ekonomi, COVİD-19 pandemisiyle birlikte daha da derinleşmiş olması, tekellerin kar oranlarında düşüşünü de artırıcı bir rol oynamıştır.

TL dolar karşısında Kasım 2020’den Kasım 2021’e kadar yaklaşık %65 değer kaybetti. Bütün bu olgular dikkate alındığında enflasyonun yüksek oluşu da burjuva ekonomi politikasının kaçınılmaz bir sonucu olduğu ortaya çıkar.

Paranın değerinin düşmesi, Dolar ve Avro cinsinden kredi borçları olan tekelleri elbette zorlayacak. Bazılarını iflasa bile götürebilir. Bu da bir kriz bitmeden yeni bir krizin gelmesi demektir. Kapitalist sistem, en çok işçileri ezmesine karşın, sistemin sahipleri içinde de büyük bir çatışma ve kendi aralarında keskin çekişmeler yaşarlar. Biri batarken bir diğeri öbürünü mülksizleştirir. Ayrıca, borçlanma kapitalist tekellerin olmazsa olmazıdır. Tekeller bankalardan yüksek miktarda kredi almadan üretim yapamazlar. Bu sadece Türk tekelleri için değil bütün tekeller için geçerlidir.

Gerçek enflasyonun Türkiye’de %60’lara yaklaşmasına rağmen, bütün emperyalist ve kapitalist ülkelerde yükselen bir enflasyon var. ABD’de  %6,8,  Almanya’da %5,2 gibi gibi, bu ülkelere göre oldukça yüksek oranda bir göstergedir (Avrupa Merkez Bankası –EZB-, bu enflasyon oranını yüksek bulmuyor. Emperyalist bir finans merkezinden beklenen açıklama). Diğer yanda emperyalist dünya sistemi hala ekonomik krizi atlatabilmiş değildir. Uluslararası sermaye ihracı (Doğrudan Sermaye Yatırımı), bir beş yıl öncesine göre oldukça düşüktür. Türkiye, Arjantin ve daha bir çok ülke ise dış sermaye gereksinimleri oldukça yüksektir.

Dışardan para gelememesini TCMB’nın “düşük faiz” politikasına bağlayan burjuva liberal ekonomistler, doğruyu söylemiyor. Çünkü “dışarda para yok” denebilir. 2008 emperyalist krizininden bir kaç yıl sonra toparlanmaya başlayan emperyalist dünya ekonomisi, aşırı sermaye üretimini diğer ülkelere ihraç ettiler.  Ancak, 2018 krizinin başlamasıyla beraber aşırı sermaye üretimi oldukça geriledi. Dışardan, istese de 2010-2016’larda olduğu gibi sermaye gelemez. Çünkü aşırı sermaye üretiminde ciddi bir gerileme söz konusudur. Şu anda emperyalist dünya sistemi büyük bir tedarik krizi içindedir. Ekim 2020- Ekim 2021 arasında Avrupa’da üretici fiyatları %22 oranında arttı.[4] Bu tüketicilere yansıtıldı ve alım güçleri düştü.

Türkiye’de enflasyonun esas nedeni mal ve hizmetlerdeki değer artışıyla doğrudan ilgilidir. Bütün dünyada enflasyonun yükselmesinin esas nedeni bu iken, bu oran bazı ülkelerde daha az, bazı ülkelerde, özellikle de üretim için daha fazla  ithal girdiye bağlı olan ülkelerde (Türkiye bunlardan biri) enflasyon oranı yükselmektedir.

Ayrıca, burjuvazi, uzun zamandır  Türk devletinin savaş ekonomisi ile yönetildiğini, binlerce paramiliter gücün beslendiğini, Kuzey Kürdistan, Suriye, Irak, Libya’da doğrudan, Azerbaycan, Sudan ve Somali’de dolaylı savaşın içinde olduğunu unutturmaya çalışıyor.

Enflasyonist politikalardan en çok kimler yararlanıyor?

Enflasyonist politikadan daha çok finans sermayesi yararlanıyor ve bu süreçte vurgunu esas olarak bunlar yapıyor. Türkiye ekonomisine hakim olan tekellerin her biri aynı zamanda birer finas tekeli olduğu unutulmamalıdır. Öbür yandan hiç bir sermaye kesimi üretiği metaların fiyatını, maliyetinden daha ucuza pazara sürmüyor. Yani, “önümüzü göremiyoruz” diye çıkışan bazı sermaye kesimleri, üretiklerini ucuza satmıyor. Stoklama ve süper market tezgahlarında her gün fiyat etiketlerinin değişmesi bunun bir göstergesidir. “Çin Modeli” diyerek işgücünün düşük tutularak artı-değer oranın yükseltilmesi kar oranın artırılmasına yönelik bir politikadır.

Üretim araçlarını tekeline alan burjuvazi, işçinin üretiği malları (ürünü) pazarda işçinin karşısına çıkarır ve işçi kendi ürettiği ürünün karşısında ezilir. Bir saatlik süre içinde ürettiği ürünü, tezgahtan almak için belki de en az iki günlük ücretinin karşılığında olduğunu görür. Ürünü üreten değil, ürün üretene egemen olur. Marx’ın “meta fetişzmi” dediği toplumsal olguda budur.

Fiyat artışları üretimi düşürmüyor. Tersine ucuz işgücüyle üretimin artırılması yönünde bir politika izleniyor. Sermayenin istediği bir durumdur bu. Çünkü bu politika tekellerin karını artırıcı bir rol oynamaktadır. Sadece enflasyonun yüksek oluşu nedeniyle kitlelerin alım gücünün düşürülmesi ve yoksullaşmanın derinlemesine genişlemesi, olası toplumsal patlamalardan, daha doğrusu işçi sınıfı ve emekçilerin sisteme karşı ayaklanmasından çekinirler. Bunu denge de tutmak içinde çaba sarfederler. Ancak bu çaba, tekellerin kar hırsına her zaman yenik düşer ve kitlelerin öfkesi sokaklara taşar.

Bugün ABD, Almanya vb. gelişmiş emperyalist ülkelerde enflasyonist politika izlenmesinin esas nedeni, COVİD-19 sürecince tekellerin kar oranlarının düşmesinin telafisi içindir. Türkiye’nin de emperyalist sistemin bu eğiliminden ayrı hareket etmesi düşünülemez. 12.12.2021



[1] „Kranlık Ormanda Islık“, MLPD’nin kitle yayın organı olan Rote Fahne News‘in (Kızıl Bayrak Haberleri) enflasyon yazısından alınmıştır. 12.12.2021

[2] TCMB, parasal Gelişmeler Raporu pdf. Ekim 2021/ www.tcm.gov.tr

[3] Birleşik Metal İş/DİSK AR hesaplamaları

[4] Rote Fahne News. www.rf-news.de/2021/12/12