26 Nisan 2020 Pazar

Artı-Değerin Kaynağı-2






Artı-Değerin Kaynağı-2


II. Bölüm

Makinaların Marifetleri:

Makinalar canlı emeğin yerini aldığında, toplumsal yapıda da buna uygun temel değişimler olacaktır. Ortada artı-değer, ya da daha yalın söylemle işçi sömürüsü olmayacağı için, işçi sömürüsü üzerine kurulu kapitalist sistemin varolmayacağı açıktır.

Fabrika sisteminin gelişmesi, sermayenin gittikçe büyüyen kısmını, bir yandan değerinin sürekli olarak kendisinin büyütebileceği, öte yandan da, canlı emekle ilişkisini kopardığı anda hem kullanım-değerini ve hem de değişim değerini yitireceği bir şekle sokar.”1

İşçinin bütünüyle üretim süreci dışına çıkması olası mı? Elbette olası. Üretici güçlerin devasa (yüksek düzeyde dijitalleşme) gelişmesi ve üretim sürecinin bütünüyle makinalaşması, kaçınılmaz olarak işçiyi de üretim sürecinin dışına itecektir. İşçi (insan) burada, kapitalist üretim sürecinde olduğu gibi artı-değer üreten bir emekçi olmayıp, salt “denetleyici ve düzenleyici” olarak yer alacaktır.

Marx, Grundrisse’de, canlı emeğin (işgücü) üretim sürecinden çıkışını açıklamıştır.

Canlı emeğin nesneleşmiş emek (makinalar –YK-) karşılığında değişimi; yani toplumsal emeğin sermaye ve ücretli emek karşıtlığı halinde konumu –değer ilişkisinin ve değere dayalı üretimin son gelişmesidir.”2

Kapitalist sermayenin biricik kaynağı olan canlı emek, üretim sürecinin dışında kaldığında, ortada sermaye de olamayacağı için, var olan şey toplumsal bir servet olacaktır. Çünkü ürünler, kapitalist meta üretiminde olduğu gibi üretilen ürünlerin değişim değeri olmaycaktır. Değişim değeri olmayan bir ürünün kapitalist meta olması sözkonusu olamaz. 
 
Marx, yukarıdaki alıntıda ortaya konan gelişmelere bağlı olarak, insanın üretim süreci karşısında düzenleyici ve denetçi olmasını şöyle açıklar.

Emek, artık üretim sürecinin kapsamı içine iyice alınmış durumda değildir, insan daha çok üretim süreci karşısında bekçi ve denetleyici durmundadır.”3
 
Burada anlatılan komünist toplumdur. Komünist toplumda servetin kaynağı toplumsal emek olacaktır. Ortada artı-değerin zorla gasp edilmesiyle elde edilen sermayenin yerine toplumun ortak ürünü olan toplumsal servet birikimi olacaktır. Bu süreçte emek doğrudan ve fazlasıyla servetin kaynağı olmaktan çıkacaktır. Çalışmanın zorunlu olmaktan çıkması ve insanın kendisine daha fazla zaman ayırmasının toplumsal koşullarının yaratılması olacaktır.

Emek doğrudan biçimiyle servetin büyük kaynağı olmaktan çıkar çıkmaz, emek zamanı da onun ölçüsü ve dolaysıyla değişim-değeri kullanım-değerinin ölçüsü olmaktan çıkar ve çıkmak zorundadır. Kitlenin artı-emeği, genel servetin gelişmesinin koşulu olmaktan çıkmıştır, bunun gibi, birilerinin emeği olması da insan beyninin genel güçlerinin gelişmesinin koşulu olmaktan çıkmıştır. Değişim değerine dayanan üretim bununla birlikte çöker ve doğrudan maddi üretim süreci de geçicilik ve karşıtlık biçimine girmiş olur. Bireyselliğin özgür gelişmesi artı-emek sağlamak için gerekli-emek zamanının azaltılmasına değil, bireylerin hepsinin sanatsal, bilimsel vb. gelişmesine uygun düşen serbest zamanın ve araçlarına yaratılmasına olanak sağlayan toplumun gerekli-emeğinin enaz düzeye indirilmesine bağlıdır. Sermaye artık süreç halindeki çelişkidir, çünkü en alt düzeye indirilmesini engeller ve bir taraftan da emek-zamanını gereksiz zaman biçiminde çoğaltmak için gerekli-zaman biçiminde azaltır.4

Burada da Marx’ın açıkladığı gibi, sermaye, bir taraftan gerekli emek zamanını azaltma eğilimi içindeyken, öbür yandan ise gelişmiş toplumsal üretim güçlerini artı-değerine el koymak için kapitalist üretim ilişkilerini sürdürmeyi elden bırakmamaya çalışır. Bu, emek sermaye arasındaki çelişme olarak topluma yansır ve gelişen ürtici güçlere karşın kapitalist üretim ilişkilerini devam ettirmek bir yerde imkansız hale gelir. “Sermaye artık süreç halindeki çelişkidir”, çünkü üretim araçlarının ve genel anlamda üretici güçlerin gerekli emek zamanını alabildiğine kısaltacak düzeydeki gelişmişliği, ama buna karşın burjuvazinin işgününü uzatma eğilimi, burjuvazi ile proletarya arsındaki çelişmeyi daha da keskinleştirmektedir. 
 
Marx, sermayenin eğiliminin yaralanabilir zaman yaratmak ve onu aynı zamanda artı-değere dönüştürmektir dedikten sonra şöyle devam eder:

Birincisinde (yararlanabilir zaman –YK-) çok başarılı olursa, artı-üretimden zarar görür ve o zaman sermaye tarafından değerlenmiş olması gereken artı-emek olmayacağı için gerekli-emek kesintiye uğrar. Bu çelişki ne kadar çok gelişirse, üretken güçlerin gelişmesinin artık ötekinin artı-emeğinin maledilmesiyle durdurulamayacağı, işçi yığının kendisinin kendi artı-emeğini kendine maletmesi gerekliliği de o kadar ortaya çıkar. İşçi yığını bunu yaptığı zaman –ve bununla birlikte yararlanılabilir zaman, çelişkili bir varlık olmaktan çıktığı zaman- bir yandan gerekli emek zamanı, ölçüsünü, toplumsal bireyin gereksinimlerinde bulacak, öte yandan da toplumsal üretken gücün gelişmesi öyle hızla büyücektir ki, artık üretim herkesin servetinden sayılmakla birlikte, herkesin yararlanabilir zamanı da artacaktır. Çünkü gerçek servet, bütün bireylerin gelişmiş ürtken gücüdür. Artık o zaman servetin ölçüsü hiç de emek-zamanı değildir, yaralanabilir zamandır.”5

Ama bu kapitalist toplum olmayacaktır. Komünist toplumun kendisi olacaktır. Kapitalist toplum sürdüğü sürece üretici güçlerin gelişmişliği ve hatta “yapay zeka”nın bütünüyle üretim sürecine egemen olduğu süreçte, üretim ilişkileri kapitalist üretim ilişkisiyse burada işçi salt, üretim sürecinin bir düzenleyicisi ve bekçisi olarak değil, yine makinenin bir parçası olarak yer alır ve artı-değer üretir. Yani, üretici güçlerinin gelişmesinin derecesi, kapitalist sistemde işçiyi üretim sürecinin dışına atamaz, tersine daha büyük artı-değer için daha büyük miktarda işçiye gereksinimi ve işgünün uzatılması vardır.

Bunun tersi olursa, yani, işçiler salt düzenleyici olarak üretim sürecinin dışında yer alırsa, ortada artı-değer üretimi olmayacağı için, ortada bir işçi sınfı ve burjuva sınıfı da olmayacaktır. İşçinin sermaye için artı-değer ürettiği kapitalist toplumun yerini; sömürünün, sınırların ve de sınıfların olmadığı toplumsal bir sistem alacaktır. Bu komünizmdir.

Üretimin bütünüyle makinalaştığı bir üretim sürecinde metanın değişim değeri olamaz. Kapitalistlerin meta üretimini, işçileri üretim sürecinin dışında bırakarak bütünüyle yapay zeka ya da robotlarla yaptığını varsayalım. Bu muazzam bir aşırı üretimi de beraberinde getirecektir. Kapitalistlerin birbiriyle ölümcül rekabeti, daha fazla üretimin pazara sürülmesiyle sonuçlanacak. Ancak, böyle bir üretim sürecinin sonucunda metanın pazarda sermayeye dönüşmesi gerçekleşmeyecektir. Çünkü ortada metanın alıcısı olmayacaktır. Burjuvazinin çalışana gereksinimi olmadığına ve bütün işlerini makineler ile yaptığına göre, üretim dışında kalan nüfusun %99’da üretilen metaları ürün olarak alacak paraları olmayacaktır. “Yapay-zekalı” kapitalist bir toplum düşleyenler, artık toplumun %99’unun artı-nüfus olacağını da hesaplamaları gerekiyor. Ve salt toplumun %99’u değil, kapitalistin kendisi de aç kalacaktır çünkü meta pazarda sermayeye (para) çevrilemeyecektir. 
 
Kapitalist üretim ilişkileri içinde bu olası mı? Elbette ki hayır. Burjuvazi ürettiği metanın pazarda tüketilmesi için, yani, değişim değeri için üretiyor ve metanın sermayeye dönüşmesi gerekiyor ki, tekrar yeniden üretimi gerçekleştirebilsin. Meta sermayeye dönüşmeyince üretim süreci tıkanır ve yeniden üretim süreci gerçekleşmez. Yani Marx’ın, kapitalist üretim sürecinin temeli olarak ortaya koyduğu MPM süreci gerçekleşemez. Basit formülüyle, kapitalist toplumun üretim süreci Meta-Para-Meta şeklindedir. 
 
Toplumun %99’unu üretim sürecinin dışında bırakanlar, kapitalist toplumun geleceğini, kaçınılmaz olarak komplo teorileri ile devam ettirmek zorunda kalıyorlar. Ancak, tarihsel olarak hiç bir toplumsal sistem komplo teorileri ile var olmadığı gibi varlıklarını da komplo teorileri ile devam ettiremezler. Toplumlar, iradi olarak değil nesnel olarak vardırlar.

Emek-zamanı değerin ölçüsü olmaktan çıktığında, toplumsal servetin ölçüsü de Marx’ın vurguladığı gibi yararlanabilir-zaman olacaktır. Bu süreç çok uzak değildir.


Sermaye Birikim Süreci Proletaryanın Artışı Süreci Olmaktan Çıktı Mı?

Sermaye olmadan işçi olmaz, işçi olmadan sermaye olmaz ve sermayenin büyümesine koşut olarak işçi nüfusu da mutlak bir biçimde artar. Sermayenin artış oranıyla işçi nüfusunun artış oranı elbette aynı oranda olmaz, sermaye birikim oranına göre işçi nüfusu düşmesine karşılık, gerçekte ise mutlak olarak bir artış gösterir. Sermaye mülksüzleştirdiği bütün insanları işçi olarak kendine bağımlı hale getirir. Mülksüzleştirilenler, üretim araçlarından yoksunlaştırılanlar, kaçınılmaz olarak sermayenin emri altına girer. Ancak, sermaye, hepsini istihdam edemez, belli bir kısmını yedek nüfus olarak cephe gerisinde tutar. Bu sermayenin birikimi için olmazsa olmazlardan birisidir.

Makinalaşmanın hızlanması ve üretim sürecinde yoğunlaşmasına bağlı olarak işsizliklerde artmasına karşın, işçi sayısında da mutlak olarak bir artış vardır. Sermaye birikimi işçinin artı-değeri olduğu için, ne kadar fazla işçi çalıştırıyorsa kapitalist o kadar fazla artı-değer elde eder. Bu nedenle de işçi çıkarmasına karşın aynı zamanda işçi çalıştırmak zorundadır. 
 
Aşırı meta (aşırı sermaye) üretimi için kapitalist üretim süreci içine makinaları katar. Kapitalist, sermayenin organik bileşimini, her yeniden üretim süreci içinde yoğunlaştırır. Bunu pazardaki diğer kapitalist rakiplerine karşı üstün gelmek, daha fazla pazar payı elde etmek ve de en asgarisinden pazar payını korumak için yapmak zorundadır ve o durmadan büyümek için durmadan artan ölçüde aşırı meta üretimine baş vurur.

Bunun için işçi çalıştırmak zorundadır. Daha öncede vurguladığımız gibi bu çelişmeli bir durmdur. Bir taraftan, azami kar elde etmek için sermayenin organik bileşimini (üretim süreci içinde makineleşmenin artması) değişen sermaye aleyhine büyütürken, öbür yandan ise salt bu nedenle kar oranında düşme eğilimi yasası devreye girer.

Marx’ın; “sermaye birikim süreci proletaryanın artışı sürecidir” belirlemesi eskidi mi? Ya da gerçekten işçi sayısında azalma mı var? Eğer, işçiler artık üretim sürecinin dışına itiliyorsa, tek tek ülkelerde ve dünya toplamında, genel nüfusa oranla işçi sayısında yani çalışan sayısında azalma olması gerekiyor. Ancak bütün istatistiki veriler, kapitalizmin gelişmesine bağlı olarak çalışan sayısında da artış olduğunu ortaya koymaktadır. 
 
Buraya, seçilmiş ülkelerin ve bölgelerin, seçilmiş yıllara göre (OECD 2018) işgücü (labour force) istatistik verilerini aktaralım.

Uluslararası işgücü karşılaştırması (bin)
Tablo-1

2009
2011
2013
2015
2018
OECD Ortalaması
591 391
596 646
606 749
616 332
635 358
Avrupa Birliği (28)6
240 197
239 241
241 630
243 843
247 325
Avro Bölgesi7
158 830
158 378
159 817
161 138
163 745
G78
364 757
364 127
368 343
372 735
383 067
Türkiye9
23 710
25 594
27 046
29 678
32 274
32 594 (2019)
Dünya Toplamı 5.81 milyar10
Kaynak:OECD İşgücü İstatistikleri 2019. www.oecd-labour-force-statistic-2019

Yukarıdaki Tablo-1’deki veriler, toplam işgücü sayısının yıldan yıla arttığını göstermektedir. Örneğin, Türkiye’de 2009-2019 arası, yani dokuz yılda, işgücü yaklaşık 9 milyon bir artış söz konusu. Nüfus artışıyla işgücü sayısındaki artışın yaklaşık olarak birbirine paralel gittiği görülüyor.




Seçilmiş ülkelerin ve bölgelerin, seçilmiş yıllara göre çalışan 
(employment/istihdam) nüfusu (bin)
Tablo-2

2009
2011
2013
2015
2018
OECD Ortalaması
332 574
334 512
338 259
343 065
351 717
Avrupa Birliği (28)11
131 460
130 168
130 795
131 726
133 246
Avro Bölgesi12
87 257
86 211
86 399
86 850
88 008
G7
199 287
198 474
199 717
201 747
2016 126
Türkiye13
20 615
23 266
24 601
26 621
28 08014
Dünya Toplamı 3.37 milyar
Kaynak: OECD, agR-2019

Tablo-2’de de görüleceği gibi, yıllar itibariyle makinalaşmanın artmasına karşın işçi istihdamında bir yükseliş vardır.





Seçilmiş bölge ve ülkelerin, seçilmiş yıllara göre sanayi ve hizmet istihdamı (bin)
Tablo-3

2010

2015

2018

Sanayi
Hizmetler
Sanayi
Hizmetler
Sanayi
Hizmetler
OECD Ortalaması
122694
393 235
127 674
419 646
133335
441 486
Avrupa Birliği (28)15
54 299
150 579
52 905
158 101
55 166
166 058
Avro Bölgesi16
35 684
101 273
33 869
105 122
35 209
110 618
G7
71 517
255 187
73 606
270 140
75 823
282 555
Türkiye
5 924
11 313
7 247
13 940
7 662
15 776
Dünya Toplamı





3,3717 milyar
Kaynak: OECD, agR-2019 

Burada, bir çok iş dalını hizmetler sektöründe göstermelerine karşın, sanayi sektöründe çalışanların saysında artış vardır. Örneğin yine İLO’nun 1991-2019 verilerine göre sanayi sektöründe çalışanların oranı, genel çalışanlara oranı %21,8 iken 2019 yılında nda %23,02’ yükselmiştir.18 Bu olgu, sanayi proletaryasının gücünü ve uluslararası niteliğini ortaya koymaktadır.

Sermaye birikimi geliştikçe çalışma alanları da genişleme gösteriyor. Örneğin, 2015 yılı %100 olarak alındığında, 2018 yılında OECD toplamı 104.7 olmuştur. Yani, 4 yıl içinde yeni iş alanlarının genişleme oranı %4.7 olarak artış göstermiştir. Bu artış, daha çok hizmetler sektörüne tekabül etmesine karşılık sanayi indekslerinde genişleme olmaktadır.

Marx’ın “sermayenin artması işçi sınıfının artması” belirlemesi, dün olduğu gibi bugünde geçerlidir. Yüzeysel bir saptama değil, kapitalist sermayenin büyüme yasasıyla doğru orantılıdır.

... iş bölümünün daha yüksek düzeylere ulaşması sonucu işçi sınıfının büyümesi eğilimi söz konusudur. Sadece doğrudan üretim yapan işçilerin sayısı göreli olarak azalmakta, ama aynı zamanda kontrol, bakım ve üretimin sürdürülmesi için gereken diğer görevlerle uğraşan işçilerin sayısı da artmaktadır. “Hizmet sektörü”nün bütün meslek grupları, çoğunlukla ya dar ya da geniş anlamda işçi sınıfına dahildirler. Azınlıkta kalan bir kesim ise küçük-burjuva ara tabakalara dahildir. Tüm toplumun sanayileşme yolunda gelişimini yaşamaktayız.19

Burjuvazi, “hizmetler sektörü”nü geniş anlamda tutatarak ve burada çalışan işçileri işçi sınıfı dışında göstermesinin nedeni, işçileri bölme politikalarından birisidir. Ne var ki, küçük burjuva oportünizmide burjuvazinin bu böl-yönet politikasına balıklama atlamakta gecikmemiştir. MLM güvensizlikleri yanında işçi sınıfına olan güvensizlikleri, onları burjuvazinin yalan propagandacısı durumuna düşürmüştür.

Oysa, Haziran 2013’te (GEZİ) sokaklarda çatışan işçişlerdi. Belli bir sayıda küçük burjuva ara tabakalardan da emekçilerin olması, sorunun özünü değiştirmiyor. Burjuvazinin severek “ara” tabaka dedikleri kafa ve kol emekçisi işçilerden başkası, işgücünden başka bir serveti olmayan işçiler ya da iş arayan işsizlerdi.





Bazı Yıllara Göre Seçilmiş Bölge ve Ülkelerin İşgücü ve İstihdam Oranları %, 2015=100
Tablo-4

2009
2011
2015
2018

İşgücü oranı%
İstihdam oranı%
İşgücü oranı%
İstihdam oranı%
İşgücü oranı%
İstihdam oranı%
İşgücü oranı%
İstihdam oranı%
OECD Ortalaması
96.0
94.6
96.8
95.6
100.0
100
103.1
104.7
Avrupa Birliği (28)20
98.5
99.0
98.1
97.9
100.0
100
101.4
104.3
Avro Bölgesi
98.6
100.0
98.3
99.1
100.0
100.0
101.6
104.7
G7
97.9
95.6
97.7
95.8
100.0
100.0
102.8
104.1
Türkiye
82.0
79.9
89.1
90.5
100.0
100.0
108.7
107.9
Dünya Toplamı
Kaynak: OECD agR-2019

Türkiye’deki iş indekslerini incelediğimzide de sanayi ve hizmetlerde bir artış olduğu görülecektir. 2009 yılında iş endeksi %79’,9 iken 2014 yılında %97.4’e çıkmıştır. Yine 2015 yılı baz alınıp %100 olarak kabul edilirse, 2018 yılında %100.7’e genişlemiştir. 

Yukarıda adı geçen ülke ve bölgelerdeki iş genişlemesinde de aynı artışlar söz konusudur. TÜİK’in en son verilerine göre, 2019 yılında işgücünün genel nüfusa oranı %53 iken, çalışanların (istihdam) oranı ise %45.7’dir. İstihdam oranı her yıl artış göstermektedir. Örneğin, 2006 yılında Türkiye’de, çalışabilir işgücü içinde istihdam oranı %40,5 idi. Son 13 yılı içinde istihdam %5,2 artış göstermiş. Bu verinin ortaya koyduğu yalın gerçek, çalışanların sayısı azalmıyor, tersine artıyor.

ILO’nun hazırladığı; “Küresel İş Gücü Piyasasının Fotoğrafı 2018” (Snapshot ot the global labour market, 2018) raporuna göre, dünyanın çalışan ve çalışmayanların istatistiki fotoğrafı şöyle:

Dünya nüfusu 7.7 milyar. Bunun 5.7 milyarı çalışabilir yaşta (15 ve üstü). 172 milyon işsiz var ve 140 milyon ise işgücüne katılabilir bir potansiyel nüfus var. Toplamda çalışabilecek yaştaki 2 milyarı aşkın insan işsiz ya da sürekli olmayan işlerde yer yer çalışıyorlar. Bu 2 milyar nüfus, iş aramayanları, ama çalışabilir yaşta olduklarını ifade ediyor. İş arayıp iş bulamayan işsiz sayısı ise 170 milyon olarak ifade ediliyor. Buna ek olarak 140 milyon kişi daha çalışabilir durumda, ama çalışabilecekleri bir işleri yok. Bütün bunlara karşın İLO’nun işsiz rakamı, dünya çapında 170 milyondur. Bu, İLO’nun devletlerin resmi istatiklerden aldığı genel bir sonuç toplamıdır. ILO, bir gerçeği daha açığa vurmakta. Dünya nüfusunun gelişmesi ile çalışanların sayısı aynı oranda artmamaktadır. Örneğin 2000 yılında çalışabilir nüfusun %61.1’i istihdam edilirken 2020 yılında bu oran %58’e gerilemiştir.21

3.3 milyar çalışan nüfusun; %61’i düzensiz ya da sosyal güvenceden yoksun (informal) işlerde çalışıyor, %39’u ise düzenli (formal) işlerde çalışıyorlar.

3.3 milyar nüfus’ta çalışanlar içinde sayılanların %3’ü işveren, %11’i aile işletmelerinde, %34 (1.1 milyar) kendi hesabına ve %52’i ise ücret ve maaşlı çalışanlardan oluşuyor.

Bütün bu veriler; toplumsal bir sistem olarak kapitalist sistemin sürdürülemez oluşunu ortaya koyuyor. Çünkü, 2 milyar kişi ya işsiz ya da düzenli olmayan geçici işlerde çalışmaktadır. Dünya nüfusunun neredeyse yarısı günlük 1,90 ABD doları altında gelire sahiptir.

İşgücünün artışı ile istihdam orantılı değildir. İşgücü her yıl istihdama göre daha fazla büyümektedir. İLO’nun adı geçen raporuna göre; dünyada çalışma nüfusu 1990-1995 yılları arasında %1,9 artmış, bu oran 2013-2018 arası ise yıllık %1,3’e gerilerken 2030 yılnda %1,1’e düşeceği tahmin ediliyor. Yani, çalışma yaşındaki nüfusta bir azalma eğilimi söz konusu. Bu da, tek tek ülkelerde burjuvaziyi derinden düşündüren toplumsal bir gerçeklik.

Aynı rapor’un verilerinden devam edersek: 1990’lar boyunca istihdam artışı %1,5 iken 2018 yılında %1’in altına düşüyor. Yani, sermaye birikimine oranla mutlak bir büyüme varken, aynı şekilde bir düşmede söz konusudur. Kapitalizmin kısmen istikrarlı gittiği 2010-2017 arasında istihdam ve işgücü artışı oranları birbirlerine yakın. Ne var ki, 2018 ortalarında başlayan kriz ve peşinden gelen Korona virüs (Covid-19) salgını, işsziliği daha da çoğaltacaktır. ILO’nun korona virüsünün daha ilk günlerinde, salgından dolayı 2 milyon insanın işsiz kalacağını açıkladığını buraya alalım. Bu en iyimser bir rakam olmakla birlikte gerçeği yansıtmaktan oldukça uzaktır. Rakam çok daha yüksek olacaktır.

Konumuz açısından önemli olan, sermaye birikimi ile istihdam oranları aynı gitmemekte, sermaye birikimi (burjuvazi verimlilik diyor) daha fazla artmaktadır. Bu da kapitalist üretim ilişkilerinin doğal bir sonucudur.

Kısacası, istihdamın, genel nüfus oranına göre düşmesine karşılık, çalışanların sayısı her geçen yıl artmaktadır. Yani, çalışanların nüfusu bir önceki yıla göre azalmıyor, tersine artış gösteriyor. Bu da, kapitalistlerin işçiyi bütünüyle üretim sürecinin dışında bırakacak anlayışını doğrulamıyor. Yukarıda da belirtiğim gibi, o aşmaya geldiğinde kapitalizm kapitalizm olmayacaktır.

Tablo-4’de de görüleceği gibi, çalışanlar ve iş gücü oranı sürekli artmaktadır. Ancak, kapitalizmin yürüyebilmesi için bir işsizler ordusuna gereksinim vardır. İLO raporunda verilen işsizler oranı, kapitalizmin yedekte tuttuğu ve tutmak zorunda kaldığı mülksüzleştirilmiş ve yalnızca iş gücünden başka satacak bir şeyleri olmayan kitlelerdir. Yani, yedekte tutulan işsiz üretim ordusudur.

Kapitalizmin en iyi döneminde dahi yüzde yüz istihdam gerçekleşemez. Böylesi koşullarda sermaye birkimi olmaz. Sermaye birikiminin en önemli şartlarından biri işsizler ordusunun varlığıdır.

Devam Edecek...

1 Marx, Kapital, C.1, sf. 434-435, Birinci Baskı, Sol Yayınları
2 Marx, Grundrisse Cilt 2, sf. 174
3 Marx, age, sf.174
4 Marx, age, sf. 175
5 Marx, age, sf. 177
6 İngiltere dahil
7 Avro Bölgesinde 19 devlet var: Belçika, Danimarka, Almanya, Estonya, Finlandiya, Fransa, Yunanistan, İrlanda, İtalya, Luxemburg, Letonya, Litvanya, Malta, Hollanda, Avusturya, Portekiz, Slovakya, Slovenya, İspanya, Kıbrıs Cumhuriyeti.
8 ABD, Kanada, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya,
9 Türkiye’nin istatistikleri TÜİK İşgücü İstatistikleri‘nden alınmıştır.
10 İLO, World Employment and Social Outlook – Trends 2020 . (5.81 milyar’ın içinde bütün çalışabilir nüfus var) Erişim: Nisan 2020
11 İngiltere dahil
12 Avro Bölgesinde 19 devlet var: Belçika, Danimarka, Almanya, Estonya, Finlandiya, Fransa, Yunanistan, İrlanda, İtalya, Luxemburg, Letonya, Litvanya, Malta, Hollanda, Avusturya, portekiz, Slovakya, Slovenya, İspanya, Kıbrıs Cumhuriyeti.
13 Türkiye’nin istatistikleri TÜİK İşgücü İstatistikleri‘nden alınmıştır.
14 2019 yılına ait
15 İngiltere dahil
16 Avro Bölgesinde 19 devlet var: Belçika, Danimarka, Almanya, Estonya, Finlandiya, Fransa, Yunanistan, İrlanda, İtalya, Luxemburg, Letonya, Litvanya, Malta, Hollanda, Avusturya, portekiz, Slovakya, Slovenya, İspanya, Kıbrıs Cumhuriyeti.
19 Stefan Engel, “Küreselleşme” Tanrıların Günbatımı, Uluslararası Üretimin Yeniden Örgütlenmesi, sf. 118, Umut Yayımcılık. (açYK)
20 İngiltere dahil

19 Nisan 2020 Pazar

Artı-Değerin Kaynağı ...



Artı-Değerin Kaynağı

Ve 
 
İşçinin Üretim Sürecinin Denetleyicisi ve Düzenleyicisi Oluşunun Tarihi


Yusuf KÖSE


Giriş:

Marksizmin temel ekonomi-politik analizlerine, çözümlemelerine ve bir bütün olarak işçi sınıfının marksist-leninist-maoist dünya görüşüne, ideolojisine ve siyasetine yönelik küçük burjuva kesimlerden eleştiriler gelmektedir. Bu saldırılar, sosyalist devletlerin geriye dönüşünden sonra daha da artarak devam etmiştir. 
 
Bazı küçük burjuvalar, işçi sınıfını öldürüp, burjuva sınıfına karşı sınıfsız bir “prekarya” icat ederlerken (ki, bu yaklaşım 1960’lara kadar geriye gider), bir kısmı ise, dijitalleşmenin artmasıyla, proletaryanın artık üretim sürecinin dışına çıkacağını ve kapitalistlerin artı-değeri, canlı emekten değil makinelerden elde edeceğini ileri sürecek denli, kapitalizmin karakteristiğinden uzaklaşmışlardır.

Bu makalede, metaların değeri ve artı-değerin kaynağının nereden geldiği, kapitalist devletlerin neden işgününü durmadan uzatma eğilimi içinde olduğu ve yüksek teknoloji ile üretim yapan bazı uluslararası tekellerin incelenmesi yer almaktadır.

Koronavirüsü salgının yaşandığı bu günlerde, işçi sınıfının üretim alanından çekildiği anda yaşamın nasılda durduğuna tanıklık ediyoruz ve teknoloji yoğun üretim tekellerinin (örenğin Amazon) daha fazla işçi almak istediklerini de basından izliyoruz. Ve bunlar, makale içinde ele alıp incelenmektedir.

Kapitalist sistemin işçi sınıfı sömürüsüne dayandığı, virüs salgınıyla beraber milyonlarca işçinin işsiz kalmasında kendini daha net göstermektedir. Emek-sermaye arasındaki çelişme; kapitalist sistem var olduğu sürece varlığını koruyacak ve bunun çözümü; özel mülkiyet ilişkilerine dayanan kapitalist üretim ilişkilerinin yıkılıp yerine insanlığın gerçek kurtuluşu sosyalist-komünist bir toplumun kurulmasıyla sonuçlanacaktır.
 
Korona günlerinde; “kapitalizmin eskisi gibi olmayacağının” daha yoğun tartışldığı anda, kapitalizmin varolmasını sağlayan artı-değerin kaynağının nerden geldiğini bir kez daha ortaya koymak, işçi sınıfına olan güveni hep canlı tutumak ve sınıf mücadelesini geliştirmek açısından yararlı olacağı inancındayım.
Kapitalizmin bir yüzyıl daha göremeyeceği gerçeği de; başta işçi sınıfı olmak üzere, kitlelerin kapitalizmin her yönüyle çürümüşlüğüne daha yakından tanıklık etmesinin, yaşandığı günlerin içinde oluşumuz göstermektedir. İşçi sınıfının devrimci dinamiğinin diyalektik gelişimi; çürüyen kapitalist toplumun külleri arasından, ikiyüz yılı aşkın bir süredir çok ağır bedeller karşılığında geliştirdiği yeni bir devrimci toplumun filizlerini, özgürce geliştireceği uluslararası sosyalist toplumu kurmasının bütün nesnel koşulların olgunlaştığı gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu iyi bir gelişme.1

Makale, aşağıdaki başlıkları içeriyor:
  • Makinaların Üretim Sürecindeki Rolü ve Artı değerin Kaynağı
  • Metalara Değer Nereden Gelir
  • Sermaye ve Özgür İşçi
  • İnsanın Makine Karşısında “Bekçi ve Düzenleyici” Olması Hali
  • Makinelerin Marifetleri
  • Sermaye Birikim Süreci Proletaryanın Artışı Süreci Olmaktan Çıktı Mı?
  • Kapitalistler İşgücü Arayışında
  • ABD’de Göçmen İşçilerin Rolü
  • Çin’in Gelişmesinde İşgücü Nüfusunun Büyük Olmasının Rolü
  • Uluslararası Yüksek Teknoloji Tekellerindeki İşgücü
  • Dijitalleşme, Tekelci Devlet Kontrolünün Artması ve İşgünün Uzatılması Bağlantısı
  • Üretim Sürecinin Toplumsal Değişimine Bağlı Olarak İşçi Sınıfının Değişimi
  • Yeni Proletarya Makinalardır, İşçi Sınıfı Artık Belgelerini Alıp Gidebilir” Mi?
  • Robot İş Gücünün Yükselişi ve Kapitalizmin Geleceği



  1. BÖLÜM

Makinaların Üretim Sürecindeki Rolü ve Artı-Değerin kaynağı

Kapitalizmin tarihi boyunca, üretim alanında, teknolojinin daha fazla gelişmesi ve bu gelişmenin sınırsızlığı, robotların üretim alanında daha fazla yer alması, kapitalist sistemde işçi sınıfı üretim alanında devre dışı mı kalıyor sorusunu sık sık sordurdu. Bu nedenle de bir çok “sol” görünümlü burjuva liberalleri; kapitalizmin mezar kazıcısı proletaryanın sınıf olarak ortadan kalkacağı düşüncesinden hareketle, “elveda proletarya” argümanı ile sevinç çığlıkları atmaktan geri kalmadı. Elbette bu liberal argümanlar işçi sınıfı saflarında da epey bulanıklık yarattı ve yaratmaya devam ediyor. Bunun bir örneği de işçi sınıfını “prekarya” olarak sınıfsızlaştırma çabaları içine girmelerinden görülmektedir. Onlar için burjuva sınıfı var, ama işçi sınıfı yok. Kapitalist üretim ilişkileri sürüyor, ama artık burjuvazi işçiye ihtiyaç duymuyor. Makineler, işçi olmadan artı-değer üretiyor! Vb. vb. ... 
 
Oysa, artı-değerin kaynağı makineler değil canlı emektir. Yani, üretim alanındaki işçidir. Makineler işçinin üretimini hızlandırır, yoğunlaştırır, gerekli emek zamanını azaltıp, artı-emek zamanını çoğaltır ve çalışma süresini uzatır. Ancak, makineler, işçi olmadan, işçinin kullanımında olmadan artı-değer üretemez. Burjuvazinin karının kaynağı artı-değerdir ve artı-değeri ise canlı emek (işçi) üretir.

Bu konuyu, Marx, Kapital’in birinci cildinde açıklamıştır.

... artı-değerin, makinenin yerini aldığı işgücünden değil, makinenin başında çalışan işgücünden doğduğu konusundaki yasa kendisini göstermeye başlar. Artı-değer yalnız değişen sermayeden doğar ve, daha önce gördüğümüz gibi, artı-değer miktarı, iki öğeye bağlıdır: artı-değer oranı ile, aynı zamanda çalıştırılan işçi sayısına.” (abç)

Kapitalist daha fazla kar elde etmek için işçiyi işten çıkarma yolunu seçer. Ya da kriz dönemlerinde işten çıkarmalar artar. İşten çıkarılan işçinin yerine makine koymasına karşın, işverenin karı artmaz, tersine azalır. Daha doğrusu kar oranı düşer. Makineler (günümüzde robot ya da yüksek düzeyde dijitalleşme) işçinin yerini alabilir, ancak işverenin esas amacı olan ve de sermaye birikiminin sağlayacak artı-değer olmaz. Bu da işverini canlı emeksiz işveren yapmaya yetmez. Bir başka söylemle; ortada kapitalizmi sürdürecek ekonomik ilişkiler kalmaz ve ilişki biçimi nitelik değiştirir.

Bugün en yüksek teknoloji ile üretilen telefon ve diğer iletişim araçlarlarının üretiminde robot değil, daha çok işçi çalışır. Ve kapitalist, üretimde aşırı makine kullanmasına karşılık, işçinin çalışma saatini uzatmaya giderek, artı-değer oranını artırma yolunu seçer. 
 
Üretim süreci içinde daha fazla makinenin kullanılması, işgününü kısatlaması gerekirken, kapiatlist tersini yapar. Yani, yoğun sermaye kullanımı işgününün uzamasına neden olur. Bunun temel nedeni; sermayeinin organik bileşiminde değişmeyen sermaye oranının değişen sermaye oranına göre artması, yani, kapitalistin makinelere daha fazla sermaye (para) yatırmasından ileri gelir.

Marx’ın, makinelerin iş sürecine daha fazla tabi olmasıyla işgünün uzamasının nedenlerini tartıştıştığı bölümde, N. W. Senior’den yaptığı bir alıntıyı buraya alalım:

Sabit sermayenin, döner sermayeye oranının büyüklüğü ... iş saatlerinin uzunluğunu istenilir hale getirmektedir.” Makinelerin vb. daha fazla ölçüde kullanılması ile, “uzun iş-saatlerini uzatma dürtüsünü daha da artırıyor, çünkü sabit sermayenin büyük bir kısmını karlı hale getirmenin tek yolu budur.”2

Makineleşmenin artması işçi sayısını azaltma eğlimi içinde olmasına karşılık, kapitalist, makineleşmenin artmasına koşut olarak çalışma saatlerini uzatma eğlimi içine girer. Kapitalist, değişmeyen sermaye bölümünü ölü yatırım olmaktan çıkarıp daha karlı hale getirmek için artı-değeri artırıcı önlemlere baş vurur. Bunun içinde işgününü mümkün olduğunca en azami sınırına çekmeye çalışır ve bu sınırın nerede sonlanacağı, kapitalist ile işçi sınıfı arasındaki mücadeleyle belirlenir. 
 
Toplamda işçi sayısı azalmasada, makineleşmenin yoğun olduğu yerde işçi sayısında nispi azalma görülür. İşçi sayısı verileri, sermayenin artışına göre nispi, ama sayısal olarak mutlak artışı, net olarak göstermektedir. Kapitalistler işçi sayısının azaltılmasından doğan artı-değer oranı eksikliğini, iş gününü uzatarak giderme eğilimi içine girerler.3

Örneğin, Google LLC, dünya çapında toplamda (2019 yılı için) 220 bini aşan işçi çalıştırıyor. Bunun 102 bini direkt kendi elemanı, diğer 120 bin çalışan ise geçici olarak çalıştırılıyor.4 İsviçre’de Google için çalışan 3.000 kişi var. Eğer, makineler artı-değer üretseydi, yüksek teknoloji şirket Google bu kadar işçiyi çalıştırmazdı. Microsoft’un çalışan sayısı ise 148 bindir. Bir başka teknoloji devi Samsung Group’un toplam çalışan sayısı ise 489.000’dir. (2018 yılı için)
Sermayenin nasıl artırıldığını Marx kısaca şöyle özetler:

Sermaye, sadece emek gücü karşılığında değiştirilmek süretiyle, sadece ücretli emeği yaratması süretiyle arttırılabilir. Ücretli işçinin emek gücü, sermaye ile, ancak sermayeyi artırarak, kölesi olduğu gücü kuvvetlendirerek değiştirebilir. O halde, sermayenin artması demek, proletaryanın artması, yani işçi sınıfının artması demektir.5

1800’lerin ilk çeyreğinde söylenen bu sözler, günümüzde de geçerlidir. Daha ilerde işgücü artışını istatistiki verilerle görüleceği gibi (bkz. Tablo-1), sermayenin artışı proletaryanın artışıdır. Ve sermayenin artması, esas olarak ücretli işçinin işgücünün meta olarak kullanılması ve değişim değeri olmasıyla doğrudan ilişkisi vardır. 
 
Tekenolojinin gelişmesi ve üretim sürecinde artık robot ve yapay zekaların (yüksek seviyede dijitalleşme, bir başka söylemle; informasyon teknolojisinin üretimdeki rolünün artması) kullanılmasına karşılık, işçinin işgünün kısalması yerine, daha da uzatılmıştır. 2020 yılında olduğumuz bu günlerde, kapitalistler çalışma saatlerini 12 saate ve daha bir çok ülkede 16 saate (Çin)6 çıkarmışlardır.

Çünkü kapitalistin çalışma işgünün uzatması durumunda değişen sermayede bir değişim olmamasına karşın, üretim hacminde ve artı-değerde bir artış olur.

Kapitalist pazarların büyük markaların üretilmesinde kölelik düzeyinde işçi çalıştırdığı bilinmektedir. Örneğin, Apple7, Samsung, Amazon, Huawei, Nestle, büyük ototmobil tekelleri ve daha niceleri ... AB burjuvazisi, teknolojinin gelişmişlik düzeyinin tersine, çalışma saatlerini 12 saaate çıkarmaya çalışıyor. Fransa, Avusturya ve daha bir çok ülke bunu yasallaştırdı.

Bunun nedenini Marx şöyle açıklıyor:

... Makine daha önce işgücüne yatırılmış bulunan değişen sermayeyi, değişmeyen sermayeye olan makineye dönüştürdüğü için artı-değer üretmez.”8
Ve peşinden ekler:

Örneğin, 2 işçiden, 24 işçiden sızdırıldığı kadar artı-değer sızdırmak olanağı yoktur. Eğer bu 24 kişiden herbiri, 12 saatte, yalnız bir saatlik artı değer sağlasa, 24 işçi bir arada 24 saatlik artı-emek sağlar, oysa 2 kişinin toplam emekleri, 24 saat eder. Demek oluyor ki, makinenin artı-değer üretimine uygulanması, içinde taşıdığı çelişkiyi de beraberinde getiriyor.”9

Marx, bu çelişkiyi şöyle açıklıyor:

Belli bir sanayi kolunda makinenin yaygın olarak kullanılmaya başlanması üzerine, makine ile üretilen bir metanın değeri, aynı türden bütün metaların değerlerine yön verici değeri haline gelmesiyle bu çelişki ortaya çıkar; kapitalisti, bilincinde olmaksızın, işçilerin nispi sayısındaki azalmayı yalnız nispi artı-emekteki bir artışla değil mutlak artı-emekteki bir artışla da telafi edebilmek için işgününü alabildiğine uzatmaya sevkeden işte bu çelişkidir.”10

Sermayenin organik bileşiminin artması ve kapitalist, daha da ileri giderek işçiyi üretimin dışında bırakıp salt makineler ile üretim yapması, üretilen ürünlerinde bir değişim değeri kalmayacaktır. Ve böylece ortada bir artı-değerde söz konusu olmayacağı için, kapitalist üretim ilişkileri içinde bir kapitalist, canlı emeği üretim süreci içine sokmadan bir üretim yapamaz. Yaptığı anda üretim ilişkileri kapitalist üretim ilişkileri olmaktan çıkacağı gibi, ortada sermaye birikiminin sağlayacak bir artı-değerde olmayacaktır.

Makineleri üretici güçlerin içine sokan ve onu üretim sürecinin bir parçası yapan canlı emektir. Çünkü kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu kapitalist toplumda, işçi sınıfının yaratıcılığı olmadan makine de üretim aracı olarak üretim süreci içinde yerini alamaz. 
 
Üretim sürecinin artan ölçüde makineleşmesine karşın, kapitalist canlı emekten vaz geçmiyor, tersine işçinin işgünü süresini devamlı uzatma yoluna gidiyor. Günümüzde bunu daha somut olarak görüyoruz. Bütün kapitalist ülkelerde kapitalistlerin dayatmasıyla iş saatleri uzatılma yoluna gidiliyor. İşçi sınıfı 8 saatlik işgününü yüz yıllık bir mücadele ile ve ağır bedeller ödeyerek kazanmasına karşılık, bugün yeniden eskiye (makineleşmenin en geri olduğu dönemdeki gibi) dönülme eğilimi içine girilmiştir. Çin’de 99611 formülü altında buna başlanmıştır.

Öte yandan, bazı ülkelerde hala 8 saatlik iş günü yasal olsa da, biliniyor ki, işçilerin büyük bir bölümünün “fazla mesai” adı altında 10-12 saat bazı yerlerde ise 14-16 saat çalıştırılıyor.
Kapitalizmin somut gerçekliği karşısında, “yapay zekalı robotlar işçi sınıfının yerini alacak” gibi retoriklerin ileri sürülmesi, kapitalizmin kendisi tarafından reddelimektedir. Canlı emek olmadan salt makineler ile artı-değer elde edilseydi burjuvazi canlı emeği, çoktan üretim sürecinin dışına çıkarırdı. Ve o zamanda nüfus artışı da üretim sürecine uygun giderdi ve bugünkü gibi fazla olmazdı. Zaten insana gereksinim kalmazdı.
...nüfusun gelişmesi –der Marx- tüm üretici güçlerin gelişmesini özetler12

Bugün, bütün kapitalist ülkeler, sermaye kesimleri, nüfusun artması için propaganda yapmasının nedenlerinin başında canlı işgücüne (işçiye) gereksinimleri olduğu içindir. Burjuvazi, 1970’lerde nüfusun azalması yönünde “nüfus planlaması” yaparken, 1990’lardan sonra bu planı, nüfus artışı yönünde yapmaya başladı. Ancaki, kapitalizm, her şeyi yıpratıp tahrip ettiği gibi insan nüfusunu da tahrip etmiştir.

Makinenin canlı emeğin yerini aldığı tezi Marx’tan öncelere dayanır. 1759-1839 yılları arasında yaşamış İngiliz politikacı ve ekonomisti James Maitland Lauderdale, makinenin emeğin yerini aldığını ileri sürenlerdendi. Marx bunu, “büyük bir buluş yaptığını sanıyor” diye eleştirir.13

Ve ekler:

Sabit sermaye (değişmeyen sermaye –YK-) en uygun biçimi makine olan üretim araçları belirlemesinde ancak değer üretir, yani ürünün değerinin iki yönde çoğaltır:
  1. Değere sahip olduğu ölçüde; yani bizzat emeğin ürünü olduğu, nesneleşmiş biçimde belirli bir emek niceliği olduğu ölçüde;

  2. Emek-gücünün sürdürülmesi için gerekli ürünleri daha büyük ölçüde daha kısa zamanda yaratacak duruma getirerek, emeğin üretken gücünü artırdığı, artı-emeğin gerekli-emeğe oranını büyütebildiği ölçüde.14
Burada da görüldüğü gibi, makine artı-emeği büyütebildiği ölçüde, sermaye üretimi süreci içinde kapitalist için bir anlamı vardır. Ve unutulmaması gereken diğer önemli bir nokta ise; makinelerin nesnelleşmiş emek oluşudur.

Ve Ekler Marx:

Makine, eksik emek gücünün yerini almak için değil, yığınlar halinde var olan emek- gücünü gerekli ölçüye indirmek için işe karışır. Ancak emek gücünün yığın halinde bulunduğu yerde makine işe karışır15

Mesele bu kadar açık olmasına karşın, makinelerin artı-değer üreteceğini ileri sürmek ya da makinelerin işçinin (canlı emek) yerini alacağını ileri sürmek, kapitalist üretim ilişkilerinin karakteristiğini çarpıtmanın yanı sıra kapitalistin karının esas kaynağını gizlemeye yöneliktir. Bunu kapitalistlerin ve onların siyasal ve idelojik sözcülerinin yapması normal, ama kapitalizm tarafından ezilen küçük burjuvaların yapması anlamsız.


Metalara Değer Nereden Gelir

Metalara değerin nereden geldiğini, Marx, Kapital’in birinci cildinin ilk sayfalarında, her işçinin anlayabileceği bir şekilde sade bir dille anlatır.

... değerin özünü teşkil eden emek, türdeş insan emeğidir, bir biçimli (üniform) işgücü harcamasıdır.”16
 
Demek ki, işgücünün harcanmadığı nesnede değer yoktur. Demir madenin topraktan çıkarılmasından tutunda binalarda ve başka şeylerde kullanılmasına kadar yapılan bütün işlemlerde bir emek vardır, yani, işgücünün harcanması sonrası oluşan bir değer vardır. Maden toprak altında kaldığı sürece bir değeri olamaz. Onun meta olması için hem kullanıma hem de değişime sokmak gerekiyor. Bunun içinde bir emek harcanması gereklidir. Maden kendiliğinden kullanım değeri ve değişim değeri kazanmaz. 
 
Bir şey kullanım değeri olabilir, ama değişim değeri olmaz. Hava gibi. Ama hava paketlenip satılmaya başlanırsa kullanım değerinin yanında değişim değeri de kazanmış olur ki, böylece bir meta haline gelmiş olur. Onu meta haline sokan ise ona harcanan emektir. 
 
Bugüne dek –der Engels, Marx’ın Kapital’i birinci cildine yazdığı önsözde- ekonomi politik, bize, emeğin bütün zenginliklerin kaynağı ve bütün değerlerin ölçüsü olduğunu, öyle ki, üretimleri aynı işzamanına malolan iki nesnenin aynı değere sahip bulunduğunu ... sermaye adını verdiği biriktirilmiş bir emek türünün varolduğunu, bu sermayenin içerdiği kaynaklar aracılığıyla, canlı emek üretkenliğini yüz kat, bin kat artırdığını...17

Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da 50 yaşın üstündekiler anımsar. 1970’lerde lokantalarda yemeğin yanında bedava su da verirlerdi. Ve hatta yemeğin yanında bol ekmekte verirlerdi. 1980’lerden sonra sular şişelenmeye ve yemeğin yanındaki ekmek ise dilim sayısıyla getirlmeye başlandı. Yani, su, kapitalist gelişmenin zayıf olduğu yıllarda parasızdı. Çünkü kapitalizmin kanlı eli, onları değişim değeri kazandıracak kadar daha oralara uzanmamıştı. Kısacası kapitalist meta üretimi her yerde aynı düzeyde değildi. O su parasız olduğu zaman da emek harcananarak masaya geliyordu. Ama bir meta değildi. Kullanım değeri vardı, fakat değişim değeri yoktu. Paketlenmeye (şişelenmeye) başlar başlamaz pazarda satılan bir meta haline geldi. Yani, kullanım değeri yanında değişim değeri de kazandı.

Burada Marx’tan uzun bir alıntı alarak sorunu daha da netleştirelim.

Bir şey değere sahip olmadan da bir kullanım değerine sahip olabilir. Bu, o şeyin insana yaralılığı emeğe bağlı olmadığı zaman söz konusudur. Hava, işlenmemiş toprak, doğal çayırlar ve otlaklar vb. böyledir. Bir şey meta olmadan da, yararlı ve insan emeği ürünü olabilir. Gereksinmelerini kendi emeğinin ürünü ile doğrudan doğruya karşılayan kimse, gerçekte, kullanım değeri yaratır ama meta yaratmamıştır. Meta üretmek için, o kimsenin yalnızca kullanım değerleri değil, başkaları için kullanım-değerleri, toplumsal kullanım değerleri üretmesi gerekir. 
 
- Ve Engels, Marx’ın anlatımına bir parantez açar –(YK)

(Ve sırf başkası için üretmesi de yetmez. Ortaçağ köylüsü, feodal bey için ürün-rant-tahıl, papaz için öşür-tahıl üretirdi. Ama, ne bu ürün-rant-tahıl, ne de öşür-tahıl, bir başkası için üretilmiş olmaları gerçeğine karşın, meta haline gelmemişlerdi. Bir meta olabilmesi için, kullanım değeri olacağı başka bir kimseye, değişim yoluyla devredilmesi gerekir.) Nihayet hiç bir nesne, yaralı bir şey değilse, değere sahip olamaz. Eğer o şey yararsız ise, onda bulunan emek de yararsızdır; bu emek, emek sayılmaz, ve bu yüzden değer yaratmaz.”18

Burayı kısaca özetlersek; bir şeyin değeri olması için insan emeği harcanması gerekiyor. Bu da tek başına yetmiyor, o şeyin kullanım değerinin yanında değişim değeri olması gerekiyor.
Burada değerin büyüklüğü ya da küçüklüğüne, nicelik ve niteliğine değinmeyeceğiz. Bu konumuzun dışında. Makinelerin tek başına artı-değer üretmediğini daha analaşılır kılabilmek için, metalara değerin nereden geldiğine ilişkin Marx’ın görüşlerine baş vurduk.

Kapitalist toplumda, metanın bu iki niteliği (kullanım ve değişim) olmazsa olmazdır. Özellikle, kullanım değerinin yanında değişim değeri olmazsa o bir kapitalist meta olamaz. Pazara götürülüp satılamazsa, bir nesne ( ya da ürün) meta olma niteliğine sahip değildir. Ya da Marx’ın ifadesiyle söylersek, bir nesnenin yararlı olması, onun meta haline getirmeye yetmez. İlla da değişm değeri olması gerekir.

Kapitalist toplumun, ödenmemiş emek üzerinde yükseldiği, Engels’in, aynı önsöz’de özellikle vurguladığı gibi; “mevcut tüm toplumsal düzen ödenmemiş emeğe dayanır.” Yani, işçiden alınan artı-değere dayandığı bir gerçektir. Bu nedenle de kapitalist sistem, işçinin yarattığı artı-değere el koymadan varlığını sürdüremez. Bir şeyin meta olmasını sağlayan ve ona değer veren canlı emektir. 
 
Kısacası, makinelerin görevi canlı emeğin üretkenliğini artırmaktır. Metaların değeri makineden değil, canlı emekten gelir. 
 

Sermaye ve Özgür İşçi

Makine özgür değildir. Kendi başına, kullanım değeri ve değişim değeri olan meta üretemez. Bunun için bir tarafta sermaye bir tarafta ise işgücünü özgürce satabilecek işçi olması gerekir. Bu kapitalist sistemin temeli ve olmazsa olmazıdır. Sermayenin karşısına “özgür makine” çıkması halinde, kapitalistin sermayesini büyütecek artı-değer üretecek ve metaya değişim değeri kazandıracak bir üretim süreci çıkar mı? Elbette ki hayır. Bu artık kapitalist sistem olmaz bir başka bir şey olur. Sermayenin yerine “yapay zeka” ya da makine koyan anlayışlar, kapitalist sistemin özünü unutuyorlar. Artı-değer olmadan sermayenin sermaye olarak kalabileceğini sanan ilk klasik iktisatçıların izinden yürüdüklerinin farkına varmadan.

Yalnız başına para –der Marx- ve meta dolaşımı, sermayenin varoluşunun tarihi koşullarının doğmasına yetmiyor. Onun doğabilmesi için, ancak üretim ve tüketim araçlarını elinde bulunduran kimse ile işgücü satan özgür emekçilerin pazarda karşı karşıya gelmesi gerekiyor. Ve bu tek tarihi koşul, bir dünya tarihini kapsıyor. Onun için sermaye, ilk ortaya çıkışı ile, toplumsal üretim sürecinde yeni bir çağın başladığını ilan ediyor.”19

Nesnelere üretim sürecinde kullanım ve değişim değeri niteliği veren emek olmadan sermayenin sermaye olması olası değildir. Kapitalist sistemin kapitalist sistem olması için bir tarafata sermaye bir tarafta ise kapitalistin işçinin gerekli emek dışındaki artı-emeğinin, yani artı-değerine el koyması gereklidir. Bunun dışındaki bir üretim ilişkisinin adı kapitalist üretim ilişkisi olamaz. 
 
Burada kendimize soru soralım. Kapitalist üretim ilişkilerine toplumsal bir karakteristik kazandıran sermaye-özgür işçi ilişkisi değişti mi? Kapitalist artık, işgücünü satacak işçiye gereksinim duymuyor mu? İşçinin işgücünün yerini “yapay zeka mı” aldı? Meta pazarında tek tek kapitalist ile “yapay zeka” mı karşı karşıya geldi ya da gelecek? 
 
Kapitalist üretim ilişkilerinin özünün, yani karakteristiğinin değişmesi için, burjuvazinin ve işçi sınıfının değişmesi, farklılaşması ya da bunlardan birinin ya da ikisinin birlikte farklı bir niteliğe bürünmesi gerekir. Ve biri niteliksel olarak değişirse diğeride değişir. Ve bunları tarihsel olarak karşı karşıya getiren sermaye-emek ilişkisinin artık ortadan kalkması ve bu ilişkinin yerini bir başka şeyin alması gerekir. Çünkü ikisi de özdeştir. Bir olmadan diğeri olamaz. Ve Mao’nun dediği gibi, biri diğerine dönüşebilir.20

Ama biz biliyoruz ki, bu toplumsal sistemde hala işçi sınıfı da burjuva sınıfı vardır. Emek sermaye çelişmesi ve kapitalist üretim ilişkileri bu çelişme üzerinde varolmaya devam ediyor. Nasıl, genişleyerek, üretim hacminin alabildiğine gelişmesi, sermayenin büyümesi ve merkezileşmesi, işçi sınıfının nicel olarak büyümeye devam etmesi vb. Bu gerçek olgular ortada dururken, subjektif niyetlerle ne işçi sınıfı ne de burjuvazi ve bu iki sınıfı yaratan kapitalist toplum yok sayılabilir. Kapitalist toplumun diyalektiği, liberal burjuva ve küçük burjuva dünyasının dışında nesnel bir olgudur.

Kapitalizmin bir üst aşaması olan emperyalizmin ortaya çıkması, kapitalist üretim ilişkilerinin niteliğini, sermaye-emek ilişkisini değiştirmedi. Kapitalist üretimin daha fazla merkezileşmesini, tekellerin yapsını, sermayenin merkezileşmesini büyüttü. Ama, üretim araçlarına sahip olan ile üretim araçlarından yoksun olanların birbiriyle kurduğu ilkşkinin niteliğini ve biçimini değiştirmedi. Üretim araçlarına el koyan tekelci burjuvazi ve üretim araçlarından yoksunlaştırılmış ve sadece işgücüne sahip işçi sınıfının üretim süreci içindeki ilişkisi aynıdır. Emperyalizm sürecinde de meta üretimi esastır. Kapitalist için meta üretiminin tek bir amacı vardır; sermayesini büyütmek ve büyütmek. Bu nedenle meta üretimi sermaye üretimidir ve işgücü de bir metadır.


İnsanın Makine Karşısında “Bekçi ve Düzenleyici” Olması Hali

Bir kapitalistin metayı, salt başkalarına yaralı olsun, kullansınlar diye burjuva hümanist duygularla üretmez. Onun meta üretmekteki amacı, kar (artı-değer) elde etmek, sermayesini büyütmektir. Bunu da çalıştırdığı işçinin ödenmemiş emeğini gasp ederek yapar. Tek amacı budur: Sermayesinin her üretim sürecinde katlayarak büyütmektir.

Canlı emek olmadan makinelere meta ürettirenler, elbette ki, kapitalistin amacını da unutmuş olmalılar ki, bir tarihsel toplumsal yapının varoluş niteliğini görmezden gelebilecek denli ya körleşmişlerdir ya da burjuva sınıfı lehine bilinçli bir çarpıtma içine girmişlerdir.

Kapitalist, bir metayı, ne sırf meta üretmiş olmak için, ne de, onu, kullanım değeri ya da kendi kişisel tüketimi için üretmez. Bir üründe kapitalisti gerçekten ilgilendiren şey bizzat somut ürün değil, üründeki, üretim için tüketilen sermayenin değerini aşan değer fazlasıdır.”21

Kapitalist üretim sürecinde yatırdığı sermayesini daha fazlasını elde etmek için üretim yapar. Bunu da ancak canlı emeğin sömürülmesiyle elde edebilir. 
 
Yatırmış olduğu değişen sermayenin değerini, daha büyük değere çevirebilmesi için tek yol, bu değişen sermayeyi canlı emek karşılığında değiştirmek ve bu canlı emeği sömürmektir.”22

Marx’ın görüşleri çok net ve bilimsel. Bugüne kadar bu görüşleri eleştiren burjuva liberal ekonomistlerin doğru bir şey ortaya koyabildikleri görülmedi. Çünkü onların eleştirilerinin kökleri yine Marx’ın eleştirdiği ilk klasik iktisat okulundan yetişen iktisatçıların tekrarından öteye gidemedi.

İşçinin, işgücü olmadan makinelerle yapılan üretim burjuvaziye karı nereden getirecek? Makinelerin artı-değer ürettiğini varsayan kimi küçük burjuva ve de liberal burjuva iktisatçıları, sermayenin karının satıştan, yani meta dolaşımından kaynaklandığını ileri sürerler. Elveda proletaryacı ya da prekaryacılarda aynı burjuva iktisatçıları gibi düşünüyor olmalılar. Ama biz biliyoruz ki, karın tek kaynağı işçinin ödenmemiş emeği olan artı-değerdir.

Devam edecek ...

1 Bu yazı uzun olması nedeniyle 4 bölüm halinde yayınlanacaktır.

2 Marx, kapital C.1, sf. 435. Dipnot 69.
3 Dünya’da iş saatleri ile ilgili tablo bu makalenin “Dijitalleşme, Tekelci Devlet Kontrolünün Artması ve İşgünün Uzatılması Bağlantısı” son bölümünde yer alıyor.
4 de.wikipedia.org
5 Marx, Ücret ve Sermaye, Cilt 6, sf.410, almanca. 1970, Dietz Verlag Berlin. Aktaran, Stefan Engel, “Küreselleşme” Tanrıların Günbatımı, Uluslararası Üretimin Yeniden Örgütlenmesi, sf,112, Umut Yayımcılık.
6 Çin’deki çalışma koşulları için China Labor Watch’ın raporlarına bakın. Bu konu, bu makalenin, “Uluslararası Yüksek Teknoloji Tekellerindeki İşgücü” bölümünde geniş bir şekilde ele alınmıştır.
7 Apple’nin Çin’deki üretim yerlerinde işçiler tam bir modern köle olarak kullanılmaktadır. Ve çalışan işçiler, Nazi Almanya’sı dönemindeki gibi tahta barakalar da değil ama, kapalı kamplarda tutulmaktadır. Bkz. BBC, 2014, “Apple’nin tutulmayan sözleri”,, “korona günlerinde sinema” bkz. Sendika63.org
8 Marx, age, sf. 435-436
9 Marx, age, sf. 436
10 Marx, age, sf. 436
11 996= sabah 9 akşam 9 ve haftada altı gün çalışma iş saati uygulması. Bu konuda, Çin’in işlendiği bölümde daha geniş bilgi vardır.
12 Marx, Grundrisse Cilt 2, sf. 89, Sol Yayınları Birinci Baskı.
13 Marx, Grundrisse Cilt 2, sf. 172
14 Marx, Grundrisse Cilt 2, sf. 171. (abç)
15 Marx, age, sf. 172
16 Marx, Kapital Cilt 1, sf. 61, Sol Yayınları, Birinci Baskı.
17 Marx, Kapital C. 1, sf. 46-47, Engels’in önsözü. (aç YK)
18 Marx, Kapital Cilt 1, sf. 63
19 Marx, Kapital, Cilt 1, sf. 194. (açYK)
20 Yusuf Köse, Marx’tan Mao Zedung’a Marksist Düşünce Diyalektiği, sf. 76, El yayınları.
21 Marx, Kapital cilt 3, sf. 43
22 Marx, age, sf. 43