TC BUNU HEP YAPTI
Yusuf KÖSE
Türk
devletinin PKK’ye yönelik askeri saldırı başlatmasını, salt Erdoğan’ın
"başkanlık ihtirasına" bağlayanlar çoğaldı. Özellikle bir çok demokrat aydın ve yazar, bu saldırıların
Erdoğan’ın tek başına iktidarda kalması için yaptığını yazmaya başladılar.
Bu bir
yanı ile doğru iken, esas yanıyla da doğru değildir. Kürtlere yönelik saldırı
bir devlet politikasıdır. AKP ve Erdoğan yok iken de Kürtler baskı ve kırımlara
uğramışlardır. Geçmiş bir yana, sadece Demirel ve Çiller döneminde en büyük katliam
ve baskılara maruz kalmışlardır.
Türk
devleti kurulduğu günden itibaren başta işçi ve emekiçilere karşı olmak üzere,
Kürtlere ve diğer azınlık uluslara karşı kurulmuş bir siyasal oluşumdur. Kürtleri
ezme ve sindirme politikası son on yılın politikası değildir. TC’nin kuruluş
felsefesi Türk olmayanları Türkleştirme
ya da yok etme politikası üzerine kurulmuştur. 92 yıllık uygulamaları ise bunu
doğrular niteliktedir.
Türk
burjuva devleti, dini olarak sunni olmayanlara karşıda sindirme ve yok etme
politikası izlemiştir. Alevilerin ibadethanelerini kapatmış ve yasaklamıştır.
Aleviler 1925’den beri cemlerini gizli yapmışlardır. Camiler ise çoğaltılmış ve
alevi köylerinin çoğuna zorla cami yapılmıştır. Yani, aleviler
sunnileştirilmeye çalışılmıştır. Bütün bu baskı ve yasaklamalarla da
yetinmemiş, katliamlar uygulamıştır. Hiristiyan azınlıkları ise zorla kovma
politikası izlemiştir.
Burjuva
demokratik bir nitelik taşımayan TC, başta Kürtler olmak üzere bütün azınlık
ulusları eritme ya da sindirme politikası izleyerek bugüne gelmiştir.
Ermenilere, Rumlara, Suryanilere ve Ezidilere yönelik saldırı ve yok etme
politikasında başarılı olmuş, bu etnik kökenden neredeyse parmakla sayılşacak
denli insan kalmıştır. Kürtlerin Kürdistan’dan başka gidecek yerleri olmadığı için
ne kovabilmiş ne de katliam ve kırımlarla yokedebilmiştir. Ve Kürtler en son
silahlı direnmeyi seçerek kendi ulusal hakları için mücadeleye başlamıştır.
Daha
öncede yazdım, seçimlerden sonra Türk devletinin Kürt Ulusal Hareketi’ne
saldıracağını. Bu çok açıktı. Uzun sayılabilecek bir saldırmazlık döneminin
yaşanması, AKP’nin muhaliflerini ezerek devlete egemen olma Suriye politikası
nedeniyle buna gereksinim duymuştur. Ancak, gelinen aşamada, Rojava’nın
kurtarılması ve giderek genişlemesi, devleti harekete geçiren bir olgu
olmuştur. Aynı zamanda Kürt Ulusal Hareketi’nin Kuzey Kürdistan’da ise
güçlenmesi, bu bölgelerde devletin askeri varlığının dışında fazla bir şeyi
kalmaması, Türk devletini ürkütmüş ve burayı hepten kaybetme korkusu sarmıştır.
Türk
devleti, Kürdistan’ı AKP’nin din siyaseti ile elde tutumayı denemiş, ancak,
bununda fazla bir etkisinin olmadığını son genel seçimlerde HDP’nin bölgenin
birinci ve güçlü partisi olunca, Kürtlerin üzerine yeniden bomba yağdırma
siyasetini yürülüğe sokmuştur.
Türk
devleti, kurulduğu günden itibaren silahını hep Kürtlere doğrultmuş ve sopayı
üzerlerinden eksik etmemiştir. Son
saldırıların, burjuvazinin ve onun kalemşörlerinin yazdığı gibi “iki polisin”
öldürülmesiyle hiç bir ilgisi yoktur. Bu demogojik propagandanın amacı;
kitleler üzerindeki şovenist ve ırkçılığı geliştirme ve burjuvazinin
riyakarlığının üstünü örtme amaçlıdır.
Devletin vahşice sürdürdüğü baskı ve
katliamlarını devletin “demokratik” hakkı olarak görüp “terör” olarak
nitelemeyenler, burjuvazinin sermaye ve kan üzerine kurulu düzeninin
savunucularıdır. Kürt Ulusal Hareketi'nin yanı sıra diğer devrimci demokrat legal siyasal kurmlara ve örgütlenmelere yönelik başlatılan cadı avını "demokrasi"nin gereği olarak görenler bu sistemde her zaman varolmuşlardır. Bunlar burjuvazinin aktif destekçileri, işçi sınıfı ve ezilenlerin ise yeminli düşmanlarıdır.
Türk
devleti, katliamlar için her zaman bir bahane bulmuştur. Dersim’de binlerce
insanı katlederken bahanesi elindeydi. Yine Robaoski’de katliam yaparken
bahanesi elindeydi. 1 Mayıs 1977 katliamı, Çorum, Maraş, Sivas katliamları
sırasında da ”bahane” bulmuştur. Türk burjuva devletinin varlığı katliamlarla
özdeşleşmiştir. Ve en son Suruç katliamı’da Türk devleti tarafından özel olarak
planlanıp yaptırılmıştır.
Devletin
katliam ve baskılarını “normal” ve “doğal” karşılayıp buna karşı haklı
mücadeleyi ise “terör” olarak görenler ya da göstermeye çalışanların safı
bellidir. Bunu onlar hep yapmışlar ve yapacaklardır.
İşçilerin
sendikal örgütlenme mücadelesini bastırmak için fabrika içlerine polis
yerleştiren bir devletin, baskı ve katliam için bahane aramasına gerek yoktur.
Burjuvazi iktidarını kaybetmemek için elindeki (medya) propaganda araçaları
vasıtasıyla bahane bulmakta hiç zorlanmayacaktır.
Bugün,
özellikle Kürtler üzerinde estirilen devlet terörüne karşı, devrimci ve
demokratların ortaklaşa mücadeleyi geliştirmeleri ve güçlendirmeleri bir
zorunluluktur. Çünkü, Kürt sorunu
demokratik bir sorundur. Ve Kürtlerin kendi kaderini özgürce tayin etme hakkı
savunulmadan ve bu hakkın gaspına karşı mücadele edilmeden işçi sınıfının
sosyalizm mücadelesi geliştirilemez ve savunulamaz. Bu nedenle, başta kitle mücadeleleri olmak üzere, devletin faşist terörüne karşı çok yönlü mücadeleler geliştirilmelidir.
Türk
devleti, “zor oyunu bozar” ilkesinden hareket ediyor. Ancak, gerici zor, oyunu
kısa bir süreliğini kendi lehine çevirebilir, devrimci zor ise, sosyal olguyu
kendi lehine kaçınılmaz olarak dönüştürür. Çünkü toplumsal gelişmeler onun
lehinedir. Devrimcilik ise toplumsal gelişmenin destekcisi ve radikal
dönüştürücüsüdür. Gericilik toplumsal gelişmenin karşısındadır. Burjuvazinin
tarihsel yanılgısı buradan gelir. Bu nedenle de kaybedecek olan odur. 02.08.2015
***