15 Mayıs 2012 Salı

KAYPAKKAYA'YI ANARKEN




40 yıl
                      
                                                                                                                        15 Mayıs 2012
Kaypakkaya,  sosyalizm ve komünizmi hedefleyen partiyi kırk yıl önce kurmuştu. Türkiye Devrimci Hareketi içinde orjin Marksist görüşleri kırk yıl önce ortaya koydu.

Kaypakkaya’nın zamanında nüfusun % 70’ini köylülük oluşturuyordu.

40 yıl sonra, yani bugün köylülük % 23,2 oranına geriledi.

40 yıl önce şehirleşme oranı % 30’lar civarındaydı.

2011 yılı verilerine göre şehirleşme oranı, %76,8

Nüfusun % 18,2’si İstanbul’da yaşıyor.

17 338 576 kişi köy ve beldelerde yaşıyor

57 385 706 kişi il ve ilçelerde yaşıyor.

1968-1970 arasında köylüler yer yer toprak talebi ile direnişlere geçiyordu. Kaypakkaya’da bu direnişlerin bazılarında yer aldı. Köylülerin toprak talebi direnişini destekledi.

Kırk yıldır “toprak talebi” ile direnişe geçen köylüler yok. Ama, ara sıra,  traktörleriyle yol kapatıp eylem yapan köylüler var.

Kaypakkaya, köylülerin önemli bir kısmının “iç pazara bağlı” olmadığını, “kapalı ekonomi” içinde olduğunu söylemişti.

Günümüzde “iç pazara” bağlanmayan her hangi bir yerleşim birimi kalmadı. Kapitalist pazar her yeri kendine bağladı. Kapalı olanların bir bir bağlarını çözerek sermayenin hizmetine sınırsız bir şekilde sunulmasını sağladı.

Ve hatta  denebilir ki; kapitalizm, PKK’lı gerillalar’da iç pazara kopmaz bir şekilde bağladı. Gerksinimlerinin büyük çoğunluğunu kapitalist pazardan elde etmek durumunda kalıyorlar.

Kaypakkaya’nın sınıfsal bilincinde de büyük bir dönüşümler yapan 15-16 Haziran 1970 Büyük İşçi Direnişi, nasıl o gün sesini meydanlara dökülerek duyurmuşsa, bugün de yine sokaklarda onlar ve diğer emekçiler var. Haklarını arayan, eylem yapan ve sokaklarda al al bayraklarla yürüyen yine işçi ve emekçiler oluyor.

Kaypakkaya’nın “devrimin temel gücü” dediği köylülükten ses seda yok.

Köyler boşaldıkça boşalıyor. Ama, silaha bir türlü sarılmıyorlar. Sarılan Kürt köylüsü oldu. Şimdi Kürt köyleri de boşaltıldı. Kürt şehirleri dolup taştı. Serhildanlar Kürt şehirlerinde oluyor. PKK’nın tabanı ve destekçisi Kürt işçi ve şehir emekçileri oldu.

Kaypakkaya’nın; KSİ (kızıl siyasi iktidarlar) için ortaya koyduğu temel şartlardan biri saydığı  “iç pazara bağlı olmama” şartı ülkemizde kalmadı. % 20’lere düşen ve bütünüyle kapitalist pazara bağlı olan köylülerin ise gerillaya katılması bir yana, gerillaya uzaktan destek olamsının dahi koşulları kalmadı. Çoğunlu şehirlere göçerek iş güçlerini pazarlamak durumunda kaldılar. Yani, işçileştiler. Kapitalizm ülkemizde de yaptı yapacağını. Her şeyi metalaştırdı. Kapalı ekonomi diye bir şey bırakmadı. Marks’ın dediği gibi “her şeyi kendine benzetti.”

İşçi ve emekçiler şehirlerde yoğunlaştı. Burjuvazinin köleleştirici zincirleri kırılırsa şehirlerde işçi sınıfının ayağa kalkmasıyla kırılabilecektir. Şehir, kırın değil, kır şehirin destekçisi durumuna geldi. Şehir bir uyanırsa dinamit kuyusunun patlamasından beter olur. Ne burjuvazinin kolluk güçleri ne de emperyalistlerin saldırıları uyanmış işçi ve emekçi şehirlerini zapt edebilir.

Kaypakkaya’nın 40 yıl önce söylediği, “devrimimizin karakteri demokratiktir” demesinin de geçerliliği kalmadı. Ortada çözülmeyen bir ulusal sorun var. Onu da, proletarya sosyalist devrimle çözer. Emperyalizme bağımlılık da sosyalist devrimle çözülür. 40 yıl önce devrimin demokratik yönü daha ağır basarken, bugün devrimin demokratik görevleri tali duruma düşmüştür.

Kaypakkaya, aramızdan 39 yıl önce ayrıldı.

Çok hızlı siyasal ve sosyal gelişmeler yaşandı ve yaşanıyor. Hiç bir şey yerinde durmuyor, akıyor. Ardılları tarafından Kaypakkaya’nın görüşleri canlı bir organizma ve bir eylem kılavuzu gibi değil, bir doğma olarak ele alındı. Kaypakkaya’nın bazı görüşleri, adeta donduruldu. Ve onların değiştirilmesi sosyal yaşama yanıt vermesi için Kaypakkaya bekelenir oldu.

Kaypakkaya, kısacak yaşamına çok şey sığdırdı. O okudukça derinleşti, derinleştikçe kendini geliştirdi. ML klasikleri okudukça kendini aştı. Bazıları “Mustafa Kemal milli kurtuluşculuğunda” kalırken, o onu aşmasını bildi.O bir teorisyen ve eylem adamıydı.

Lenin’in “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı” kitabını okuduktan sonra, Kürt ulusal soruna yaklaşımı netleşti ve ilk defa, bu konudaki ML bir görüşü ülkemize getirdi. Yine, Mao’yu ve Lenini okuyarak burjuva devletin niteliğine ilişkin net ve doğru görüşleri ortaya koydu. Şunurof’u okuyarak Kemalist iktidarın komprador burjuvazi ve toprak ağalarının bir iktidarı olduğu görüşüne vararak, kemalist iktidarı “ilerici” gösteren küçük burjuva devrimcileri ile arasına kalın bir sınır çekti.

Kaypakkaya, Marks’ın Kapitali’ni ve Lenin’in “Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi” adlı eserlerini okuyamamıştı. Çünkü bunlar o zaman  daha Türkçeye çevrilmemişti. Bunları da okuyabilseydi, Kaypakkaya’dan günümüze daha büyük eserler kalabilirdi.

Kaypakkaya, sınıf bilinçli proletaryanın kızıl bayrağında ki yerini hep koruyacaktır.


                                                               ***

4 Mayıs 2012 Cuma

KAYPAKKAYACILAR HAİN HALİL BERKTAY’I İYİ TANIR


KAYPAKKAYACILAR
HAİN HALİL BERKTAY’I İYİ TANIR

04.05.2012
Halil Berktay, bir televizyon programında; „1 Mayıs 1977 olayları „solcuların kendi aralarındaki çatışmadır“ diyerek, „yeni“ bir „tartışma“ yarattı. Oral Çalışlar’da, 4 Mayıs tarihli Radikal’deki köşesinde yazdığı yazıyla bu koroya katıldı. Sermaye kesiminin kanatları arasına daha fazla sokuldukça devrimcilere yönelik düşmanlıklarda buna koşut artıyor. Bu iki liberal bay da, devrim ve devrimci düşmanlığında tescili kabarık Aydınlık okulu mezunları olunca, katliamcı devletinin imdadına yetişmekte onlara kalıyor.

Karşı devrimci koroda eksiklikler vardı, böylece tamamlanmış oldu. Liberalliğin solu olmayacağını Çalışlar‘da tescil etti. Bunlar üzerinden, devlet, polis ve bilimum burjuvazi ve karşı devrimci güruh yeniden, devrimcilere saldırı ortamı bularak kendilerini aklamaya çalışacaklardır.

Berktay tam bu günlerde neden salyalarını dışarı akıttı?

Bu yıl 1 Mayıs Türkiye’nin tam 110 noktasında kutlandı ve yaklaşık bir milyonu aşkın işçi ve emekçi meydanlarda istemlerini haykırdı. Bu burjuvziyi ürküttü. Kutlamalar, eskiden büyük şehirlerle sınırlı iken, şimdi daha bir yaygınlaştı, Devletin baskılarına, tehditlerine ve tüm kısıtlamalarına rağmen  küçük şehirlerde de kutlanmaya başlandı. Bu gelişmeler bazı kesimleri kaygılandırdı. Ayrıca, devrimci ve demokrat kesimlerin, Kürt ulusal hareketi de dahil, demokratik hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi mücadelesinde ortaklaşa mücadeleleri ve 1 Mayıs alanlarında tek yumruk olmaları devrimci motivasyonu olumlu yönde etkiledi. Bu gelişmeler egemen sınıfları kaygılandırdı. H. Berktay bunun ürünü olarak ileri sürüldü ve TV’de konuşturuldu.

Berktay, bunu durup dururken söylemedi. Ya da tartışmanın akışı içinde ağzından aniden ortaya saçılmadı. Bilinçli ve planlı bir şekilde söylenmiş bir sözdür. Burjuva devletini aklama, Faşist AKP ve Gülen cemaati kesimini „demokrat“ göstermenin bir gayreti olarak da ortaya atılmıştır. Ve aynı zamanda 12 Eylül’ün sahte de olsa „yargılandığı“ bir dönemde, Berktay’dan böyle bir „aklama“ gelmesi, şaşırtıcı değildir. Çünkü O, ABD’nin sadık uşağı başbakan Erdoğan’ın ideolojik manipülasyon aracı olarak çalışmaktadır.

Berktay, yıllardır Marksizmi lekeleyebilmek için yoğun bir çaba harcamaktadır. Ne var ki, her seferinde bütün çirkefliği akademik kariyerine sığmayarak teşhir olmuş, teşhir oldukça da devrimcilere ve komünistlere alçakça saldırılarını arttırmıştır.

Marksizmi lekelemeye gücü yetmeyince de devrimcileri katliamcı olarak gösterip, devleti ve kontrgerillayı temize çıkarmaya çalışmaktadır. Oysa devletin sicili oldukça kabarıktır. Sadece, yakın tarihimizin Alevi ve Kürt katliamlarını örnek olarak alsak bile, devletin katliamcı yüzünü açığa çıkarmak için yeterli olur. Bu kanlı yüzü, Berktay gibi ABD patentli „akademisyen“ kılıklı profları temize çıkaramaz.

Devleti aklama çalışmaları Berktay’ın idelojik duruşuyla uygunluk göstermektedir. Onda, devrimcilere yönelik bu tür yalan ve sahtekarlıklar çoktur. Yazı yazdığı Taraf gazetesinin önemli görevlerinden birisi de budur. Devrimcilere ve sosyalizme küfüretmek! Sermayesi Gülen cemaati tarafından karşılanan (ABD burjuvazisinin de elinin içinde olduğu) Taraf gazetesi,  devrimcilere yönelik her türlü karalamanın, yalan ve çirkefliğin yapıldığı bir yanıltma aracıdır. Kürt ulusal hareketine yönelik polisle ortak çalışma da dahil her türlü pisliğin döndüğü bir burjuva çarkıdır. Bir nevi MİT’in ve hükümetin yan kolu gibi çalışan, tekelci burjuvaziye sadakatla bağlı beşinci koldur. Taraf’ın çoğu yazarları dikkate alındığında hepisinin bu iş için seçilmiş ve yetiştirilmiş elemanlar olduğu rahatlıkla görülebilir.

Bu nedenle, H. Berktay bir istisna değil, tam da Taraf için biçilmiş bir kaftandır. Bu yazarların bazılarının gençliklerinin bir bölümünde „sol“culuğa bulaşmış olmaları, bazı söylemlerinin öne çıkarılmasına neden olabiliyor. Onlar da bunu bildikleri için, zırvalıkta sınır tanımıyorlar. Özellikle de „sol“ üzerine karalama kampanyaları, hemen hemen bütün burjuva basınında bilinçli olarak „manşet“ten veriliyor. Onlar, seslerini sola küfrederek duyurabiliyorlar. Sol da olmasa onların dağarcıklarında hiç bir şey yok. Onlar, ne kadar „sol“a söverlerse değerlerinin o kadar arttığına inandıkları için ya da salt bu nedenle basında yer alabileceklerini bildiklerinden, burjuvaziye yaltaklanmaktan belleri tutmaz olmuştur.

 Ayrıca, Berktay’dan önce bu tür söylemleri dönemin burjuva politikacıları ve en üst düzeydeki polis yetkilileri söylemişti. Herkes de biliyor ki, bu devletin katliamıdır.  Berktay, katil TC devletini aklamaya çalışan zavalı bir yalancıdır. O, Zarakolu ve Prof. Büşra Ersanlı'ya karşı da ispiyonculuk yaparak, "örgütün görüşlerini ders olarak vermeye“ çalıştığını söylecek kadar alçalmış birisidir.

 H. Berktay’ın „Ermeni soykırımını“ kabullenmesi ise kimseyi şaşırtmasın. Onun istediği, „bu işi üç paşalar (Talat, Enver, Cemal) yapmıştır. Onun dışında herkes temizdir.“ „Kabul edip, kurtulalım, TC’yi temize çıkaralım“ diyor. Burjuvaziye akıl veriyor. Kafatasçı Afet İnan ve Fuat Köprülü’nün tarihçiliği ile onun tarihçiliği arasında fazla bir fark yoktur. Kürt düşmanlığı yapan birisinin „Ermeni soykırımından“ söz etmesinin inandırıcı bir yanı da olamaz.

Bu açıdan bakınca, H. Berktay’ında söylemin de yeni olan bir şey yok. Yeni olan şey „tarihçi“ Berktay’ın bunu söylemiş olmasıdır. Bu nedenle de biraz gürültü kopardı. Oysa Halil Berktay, „solcu“ olduğu dönemde dahi yalancı ve sahtekar birisiydi. Örgüt içinde „yoldaşım“ dediği kişilere karşı komplo kuran ve onların öldürülmesine onay veren, İttihat ve Terraki’den  kemalizme devrolunan katliamcı okulunda yetişmiş bir komitacıydı.

Kaypakkaya, TİİKP yönetimini, yani başında Doğu Perinçek ve onun 1 numaralı yalakçısı ve yamağı olan Berktay’ların anlayışını eleştirdiği için öldürülmek istendi. Şimdi devrimcilere ve komünistlere „demokrasi düşmanı“, „özgürlük düşmanı“, diye çamur atan bu bay, dünkü konumunu unutturmaya çalıştığı gibi, emperyalist tekellerin neoliberal dünyalarını da pürü pak göstermeye, „demokrasi“ ve „özgürlük“ düzeni olarak tarihlemeye çalışıyor. Kendisi „tarihçi“ olunca, emperyalist burjuvazi ve onun yerli işbirlikçilerinin kan emici düzenlerini ve sistemlerini, işçi ve emekçilere karşı savunmasının bir değeri olduğunu sanıyor olmalı ki, bu tür zırvalıkları ortalığa salmakta bir sakınca görmüyor.

H. Berktay’ın, faşist Türk devleti’nin yaptığı  1 Mayıs 1977 katliamı için söylediklerini de bu çerçevede ele almak gerekiyor. Katliamcı devleti aklama alışkanlığının gençliğinden kalma olduğunu aşağıda ki notu kanıtlamaktadır.

Berktay, 2 Mart 1972 yılında Doğu Perinçek’e gönderdiği söz konusu nottan kısa bir alıntıyı buraya aktarmakta yarar var:

″Musa (İbrahim Kaypakkaya) ve Seyit (Muzaffer Oruçoğlu) bayrak açmışlar... Rüstem (Bora Gözen) oraya varınca hiç bir şey olmamış gibi Merkezin fikir ve eleştirilerini dinlemek için kendilerini çağırdığını söyleyecek, allem kallem edip, bunları Ankara'ya yollamayı başaracak. Biz onları Ankara'dan buraya kılavuz ile getireceğiz. Burada tevkif edip gerekeni yapacağız. ...Ankara'ya gelipte orada su koyarlarsa Hulisi Bey (Nuri Çolakoğlu) orada tevkif edip minübüsü istetecek, silahlı adamlar yollayıp buraya aldıracağız. ...Kemal (Ercan Enç) idam edilmeleri gerektiğini belirtti. Şahsen bu fikre çok sempati duyuyorum... ″ Ethem Direhşan, Fırtınalı Yıllarda İbrahim Kaypakkaya, Belge Yayınları, İstanbul, 1997, s. 27-28)

Bu mektubu Kaypakkaya geleneğinden gelenler iyi bilir ve H. Berktay’ı da iyi bilirler. Onlar, 40 yıl önce H. Berktay’ın hain olduğuna  karar vermişlerdi. 40 yıl sonra ise daha pişkin bir hainle karşı karşıyayız. Hepsi bu!
***