23 Mayıs 2022 Pazartesi

Türk Tekelci Devleti’nin Paramiliter Gücü: SADAT

 


Son günlerde gündem olan SADAT ve Özel Savaş Şirketleri'ni, yeni yayınlanan “EMPERYALİST TÜRKİYE” (El Yayınları) kitabımda ele almıştım. Oradan kısa bir bölümü yayınlıyorum





Türk Tekelci Devleti’nin Paramiliter Gücü1


Yusuf Köse


Türkiye’nin ilk ÖSŞ (Çzel Savaş Şirketleri) 2012 yılında kurulan Uluslararası Savunma Danışmanlık İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş. (SADAT)’dir. Kurucusu, Özel Harp Dairesi’nde uzun yıllar görev yapmış, KKTC’de Sivil Savunma Teşkilatı’nda görev yapmış emekli tuğgeneral Adnan Tarıverdi. DW (Deutsche Welle)’nin SADAT ile ilgili haberinde, TSK içinde iriticai faaliyetleri nedeniyle atılan subay ve assubaylar tarafından kuruluyor. A. Tanrıverdi bir süre Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın danışmanı olarak görev yaptı.

 



Ayrıca, ekelmek gerekiyor; Türk devletinin emrinde sayısı oldukça kabarık bir paralı asker var. Bunlar, Türkiye tarafından kurulan ve tamaman Türk devletinin emrinde olan “Suriye Milli Ordusu” ya da diğer dinci savaş çetelerinden oluşan ve emperyalist devletlerin paralı askerleri olarak savaşan paramiliter güçlerdir. Kimi din adına kimi ise başaka nedenlerle, ama paralı asker olarak emperyalist devletlerin hizmetindeler. Türkiye’nin de Suriye, Libya, Irak, Azerbaycan’da paralı askerleri var. Ve bunlar sık sık, Türkiye ve uluslararası basında yer alıyor.


Türk devleti SADAT eliyle İŞİD, El-Kaide, El Nusra vb. gibi gurupları eğittiği biliniyor ve bu uluslararası basında yer aldığı gibi Rusya tarafından da açıklanmıştı. 2015 yılında Rusya Federasyonu’ndan Türkiye üzerinden Suriye ve Irak’a giden kişilerin %25’inin SADAT tarafından eğitildiği ve Türkiye’de göçmen kamplarında SADAT eğitim verdiğini CHP milletvekili Ali Rıza Öztürk açıklamıştı.2


Öte yandan PKK’ya karşı “köy koruculuğu”nun örgütlenemsi ve bunların savaştırılması, para militer örgütlenmenin iç ayağını oluşturmaktadır. Köy korucu sayısının 60 bine yakın olduğu sanılıyor. İçişleri Bakanı Soylu, 26 ilde Bazı kaynaklar 54 bin köy korucusu olduğunu açıkladı.3 Köy korucuları köyleri korumakla bir ilgisinin olmadığı biliniyor. Esas görevleri PKK’ya karşı savaşmak. Köy korucular irili ufaklı bütün operasyonlara çıkarılıyor. Ve bu korucuların bir kısmı uzman erbaş yapılıyor. Ve böylece savaş tercübesi kazanmış olarak dış cephelerede sülüyor. Kürt kökenli korucular Irak ve Suriye cephelerinde PKK’ya ve diğer Kürt örgütlerine karşı, Türk devletinin paramiliter güçleri olarak, savaştırılıyor.


Korucu ya da özel savaş şirketlerin emrindeki unsurlar, içte devlete karşı gelişen ya da gelişmesi muhtemel kitle hareketlerine karşı da kullanılmaktadır. 15 Temmuz 2016 yılında askeri darbe girişimi sırasında, bu unsurlar açıktan kullanılmıştır.


Uluslararası insancıl hukukun (savaş hukukunun) temel taşlarından olan Cenevre Sözleşmesi’nin 1949 tarihli 1 Nol’lu Ek Protokolü paralı askerlerin kullanımını yasaklamaktadır. Bu protokolün 47. Maddesinde “bir paralı asker savaşçı ya da savaş esiri olma hakkına sahip olmayacaktır” demektedir. 47. Maddenin ikinci bendinde kimlerin paralı asker sayılacağı aşağıdaki gibi detaylandırılmıştır:


2(a) Yerel olarak ya da yurt dışında silahlı bir çatışmada savaşmak üzere işe alınmış,


2(b) Aslında doğrudan savaşlarda yer almış olan,


2(c) Özellikle özel kazanç arzusu ile savaşlarda yer almak istemiş olan ve aslında, çatışmaya dahil olan bir Tarafça ya da Taraf adına, söz konusu Tarafın, silahlı kuvvetlerindeki benzer rütbe ve işlevler için savaşçılara ön gördüğü veya ödediği miktarın üstünde maddi tazminat alacağı vadedilen,


2(d) Hem çatışma taraflarından birinin vatandaşı olmayan hem de bir çatışma tarafınca kontrol edilen topraklar üzerinde ikamet etmeyen,


2(e) Bir çatışma tarafının silahlı kuvvetlerine mensup olmayan,


2(f) Çatışma tarflarından olmayan bir Devlet tarafından bu devletin silahlı kuvvetlerinin bir mensubu olarak resmi görevle görevlendirilmemiş olanlar.4 (Duygulu, Şirin)


Ortadaki gerçekler, hiç bir devletin bu anlaşmaya uymadığı, bunun kağıt üstünde kaldığı görülmektedir. Vekalet savaşlarının sürdürüldüğü, savaş ya da işgallerde resmi ordunun sayısından fazla paralı asker kullanıldığı ya da özel savaşın ve işgalin özel savaş şirketlerine devr edildiği günümüzde, adı geçen Cenvre Sözleşmesi’nin bir anlamı kalmamıştır. Eğer yaptırım uygulanacaksa başta ABD ve Rusya olmak üzere diğer emperyalist ülkelere ve Türkiye’ye uygulanması gerekiyor.


Üsküdar Üniversitesi’nin düzenlediği sempozyumda konuşan, Ekol Özel Güvenlik Şirketi (Ekol Grup) yönetim kurulu başkanı ve ASSAM YK başkan Yardımcısı eski SAT komondosu Mehmet Naci Efe’nin, Türkiye’de kurulu “Özel Güvenlik Şirketleri” ile ilgili verdiği rakmaları buraya alalım. Bu şirketler askeri savaş şirketleri değildir. Ancak, Ekol Grubu aynı zamnad askeri (savunma yazmış) hizmetler vermektedir.


Tablo-54: Türkiye’de Özel Güvenlik Sektörü

Türkiye’de Özel Güvenlik Sektörü

Güvenlik Şirketi Sayısı

1.441

Faal Eğitim Kurumu Sayısı

447

Alarm İzleme Merkezi Sayısı

278

ÖG İzini Verilen Lokasyon Sayısı

95.709

ÖG Sertifikası Bulunan Kişi Sayısı

1.556.298

Aktif Çalışan ÖG Görevlisi Sayısı

283.556

ÖG Görevlilerinde

Kısa Namlu

45.965

Bulunan Silah Sayısı

Uzun Namlu

5.913

ÖG: Özel güvenlik

Kaynak: ÜÜ Özel Askeri Şirketler Sempozyumu 18 Şubat 2018, Üsküdar Üniversitesi yayınları-15


Türk emperyalist sermayesinin yurt dışında palazlanmasına, egemenlik alanlarını genişletmesine bağlı olarak istihbarat ağaları da genişlemiş ve genişlemeye devam etmektedir. Örneğin, MİT, Türk sermayesinin bulunduğu her alanda faaliyet yürütmektedir. İnsan kaçırmadan tutunda, Türk burjuva devletine şu veya bu oranda muhalefetlik yapan demokrat kesimlere, Kürtlere ve komünistlere karşı faaliyet yürütmektedir. Özellikle, Türkiye kökenlillerin yoğun yaşadığı Avrupa ülkelerinde fişleme ve isithbarat, tehdit vb. faaliyetleri bütünüyle gün yüzüne çımıştır. Türk devletini isitihabri faaliyetlerinin en yoğun olduğu ülke, Türkiye kökenlilerin en fazla olduğu Almanya başta gelmektedir. Sadece Almanya’da MİT’e doğrudan ya da dolaylı bağlı 8-9 bin elemanın olduğunu Almanya Anayayasayı Koruma Örgütü açıklamıştır.5 


Türk devletinin gizli istihbarat örgütlerinin yanı sıra Diyanet Başkanlığı’na bağlı bütün camiler de aynı görevi yapmaktadır. Örneğin, Almanya’da 1000’nin üzerinde cami, aynı zamanda Türk devletinin istihbari faaliyetlerini yürütmektedir. Ayrıca, yayınalanan “infaz listeleri” ile, burjuva liberal muhaliflere, Kürt Ulusal Hareketi’ni destekleyen aydın ve taraftarlarına, ilerici sanatçılara ve demokrat gazetecilere yönelik fiziki saldırıları artmıştır. Alman tekelci devleti ise, Türk devletini bu yöndeki çalışmasını kolaylaştırmaktadır. Esasında, Alman istihbaratı ile Türk devletine bağlı istihbarat teşkilatları ortak çalışmaktadır. Bunun en sommut örneği, TKP-ML’nin Almanya ve Avrupa ülkelerinde yasak olmamasına rağmen, “üyesi oldukları” gerekçesiyle on devrimcinin, Münih’te yargılanarak yıllarca cezaevinde esir tutulup ve bir o kadarda hapis cezası verilmesinin yanı sıra, Almanya’da iltica etmiş olanların seyhat ve devrimci faaliyet alanlarının kısıtlanmış ve Almanya dışında yaşayanların ise Almanya’ya girişlerine yasak konmuştur.


Almanya’da 1993 yılından beri PKK’nın yasaklanması, “PKK üyesi olduğu” gerekçesiyle onlarca Kürt yurtseverine hapis cezası verilmesi, yargılama kılıcının Kürt yurtseverlerin ensesinde sürekli sallandırılması, Türk devleti ile Alman devletini ortaklaşa çalışmasının en somut kanıtlarından biridir. Alman devletinin ve Alman tekelci burjuva hükümetinin AKP-MHP hükümetinden ve onun uygulamalarından memnundur. Bu menuniyetini, Türkiye’deki genel seçimlere sayılı günler kala Merkel’in, Erdoğan’ı ziyaret ederek göstermişitir. Bu ziyaretler, Almanya’nın Türkiye’deki seçimlere Erdoğan hükümeti lehine açıktan müdahalesidir.


AB ülkelerinin faşist Erdoğan başkanlığındaki Türk hükümetinin ülke içindeki faşist uygulamalarıyla hiç bir sorunu yoktur. Yer yer çatışmalar, çekişmeler, pazar paylaşımı, nüfus alanlarıyla (Kıbrıs, Doğu Akdenzi, Balkanlar) bağlantılıdır. AB’nin Türkiye’deki demokratik hak ve özgürlüklerin yok edilmesine atıfla, ara da bir, kendi kamuoylarını teskin etmek için söyledikleri “endişe duyuyoruz” argümanı, sahte ve gerçekten endişe değil, “yok edilmesinden” memnuniyetin ifadesi olarak ortaya çıkıyor.


Türk devletinin yurtdışı istihbari faaliyetleri, salt istihbarat toplamakla sınırlı olmayıp, esas olarak; muhalifleri fiziki olarak yok etmek, korkutmak ve sindirmek amaçlıdır.


Türk devletinin emperyalist Türk sermayesinin yurt dışında yayılmasına ve ekonomik ve siyasi pazar alanlarının genişlemesine bağlı olarak askeri ve sivil istihbari faaliyetlerinin artması ve genişlemesi; salt T. Erdoğan ile bağlantılı olmayıp, sermayenin emperyalist amaçları ile doğrudan bağlantılıdır. Bu karşı-devrimci faaliyetlerin Erdoğan hükümetinin bitişiyle birlikte biteceğini düşüneneler ya da umanlar elbette yanılıyorlar.


***


1Bu yazı, Yusuf Köse, Emperyalist Türkiye, sf. 295-299'den alınmıştır.

2 Michel Rubin, American Enterprise Enstitue, 30 Mayıs 2017, www.aei.org/has-sadat-become-erdogans-revulutionary-guards/ Ayrıca, Suat Cubukcu, The Rise of paramilitary Groups in Turkey, 03/03/20187 www.smallwarsjournal.com/rise-paramilitary-groups-turkey

3 www.amerikaninsesi.com/ 13 kasım 2019

4Şirin Duygulu, www.sicherheit-forschung.de/pdf. Freie Üniversität Berlin, sf. 49

5Ayşegül Karakülhancı, www.artı-gercek.com/erdogan-in-paramiliter-ceteleri-almanya-nın-ic-güvenlik-sorunu-haline-geldi/2021/07/27


18 Mayıs 2022 Çarşamba

CEHENNEMİN GİRİŞ KAPISI'NI YIKAN KAYPAKKAYA

 
 
 
 

 
 

O’nun yolunda düşen yoldaşlarımın anısına...



'CEHENNEMİN GİRİŞ KAPISI'NI YIKAN1 


KAYPAKKAYA


VE


ONUN ÖĞRETTİKLERİ...


Yusuf KÖSE

1

 
 
 
 

Doğanın bahar üretkenliğiyle, işçi sınıfının sınıf ruhunu haykırdığı 1 Mayıs’ıyla; Mayıs ayı, Kaypakkaya ayı desek, diğer aylar gücenir mi bilmiyorum. Bilinen bir şey varsa, o da, Kaypakkaya’dan öğrenmenin ayı ve günü olmadığıdır. 

 

Kaypakkaya’yı Türkiye Devrimci Hareketi (TDH) 40 yıldır okuyor ve ondan öğrenmeye devam ediyor. Bu ne bir abartı ne de bir övgü gereksinimidir. Bunun böyle olmasının nedeni: Kaypakkaya’nın felsefesi diyalektik materyalizm, bilimi ise tarihsel materyalizm oluşudur. Genç yaşına rağmen, bu bilgilerle ve içinde olduğu devrimci pratikle an ve an kendini geliştiren Kaypakkaya, MLM teori ile donandıktan sonra, kendinden emin bir şekilde, ne yaptığını bilen ayaklarını sağlam yere basan birisiydi. 

 

Kaypakkaya, 1970’lerin başında TDH içine bir ışık gibi sızmış, Türkiye işçi sınıfı içindeki oportünizm ve revizyonizmin üzerine ise adeta bir meteor gibi düşmüştür. Ve bundan sonra, TDH içindeki ideolojik, siyasal ve teorik tartışmaların seyri de içeriği de değişmiştir. Materyalist epistomolojik tartışmanın niteliği ise küçük burjuva entellektüellerin akademik tartışma aracı olmaktan çıkarılıp, proletaryanın sınıf mücadelesini aydınlatır bir duruma getirilmiş; “devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” Leninist ilkesi, yeniden, devrimci militanın kitleleri mücadeleye sevk etmenin yol gösterici ışığı olmuştur.


Marksizm, çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı hareketi içinde yerli yerine oturmaya başlamıştır.


Kaypakkaya; Marksist teoriyi, ülke içinde ayakları üstüne diken bir komünist önderdir, demek, öznelci bir yaklaşım değildir. Bunu, 1972’lere kadar TDH içinde tartışılan konular ve bunların içerikleri dikkate alınırsa, bu belirlemenin hiç de aşırıya kaçmadığı kendiliğinden anlaşılır.


Kaypakkaya’dan önce, reforumculuk ile sosyalizm arasında gidilip geliniyordu. Marksist teori, kah sosyal şovenizm güzergahında, kah kemalizm şakşakçılığında kah ise sınıf uzlaşmacılığı bataklığında boğuluyordu. İşçi sınıfının ideolojik, siyasal ve örgütsel önderliği ise halkçılıkla yer değiştirmişti. Kaypakkaya’nın görüşlerinin gün yüzüne çıkmasıyla, TDH; bilimsel sosyalizm, işçi sınıfının ideolojik siyasal ve örgütsel önderliği, sınıf mücadelesinin kesintisiz sürdürülmesi ve özel mülkiyetçi sistemin bütünüyle ortadan kaldırılması tartışmalarıyla yakından tanışmıştır. Daha açıkcası, TDH içinde, Marksist bilgi teorisini kavrayış ve onun pratik anlamı gerçek yerine oturmaya başlamıştır. 

 

TDH içinde yer alanlar, Kaypakkaya’ya kadar, “Kemalist Kadro Okulu”nun burjuva entellektüellerinden ve siyasetçilerinden ciddi bir şekilde etkilenmişlerdi. Özellikle o dönemin T”K”P’sinden devşirme “kadro”lar sayesinde, burjuva Türk devletinin niteliği “ilerici” ve hatta “devrimci” olarak ezberlettirilmişti. Kaypakkaya, bunlara bir set çekti. Bu düşüncelerin Marksist değil, burjuva düşünceler olduğunu açık bir şekilde ortaya koydu. Marksizm ile sınıf uzlaşmacılığını birbirinden ayırdı. 

 

1970’lerin TDH, daha çok da, Kemalizm, burjuva devletin niteliği, Kürt ulusal sorunu gibi konularda, o güne kadar tanık olmadıkları bir düşünce sistematiği ile karşı karşıya kalarak, yer yer sert karşı koyuşlarla Kaypakkaya’yı dışlamaya çalışmıştır. Ancak, süreç içinde, bazan utangaçca, bazan ise bilerek ve öğrenerek, kendi hata ve eksikliklerini, Kaypakkaya’nın doğrularıyla tamamlama yolunu seçmişlerdir. Bazıları ise, büyük “marksistler” kisvesine bürünerek, onu görmezden gelip, ama onun düşüncelerini kendi düşünceleri olarak yarım-yamalak da olsa “teorilerine” eklemişlerdir.


1990’lardan sonra, bazıları da var ki; (bunlar, M. Suphi’den sonraki T”K”P gelenekçileri ve devamcılarıdır) sınıf uzlaşmacı teorileri terk etmeyerek, işçi sınıfı içine oportünist öğeleri itelemeye devam ediyorlar. Haksızlık etmemek için, bunlar da, “burjuva Kemal”in iç yüzünü, Türk devletinin niteliğini, Kürt ulusal sorununa bakışlarını, eskiye oranla kısmen de olsa olumlu anlamda değiştirdiler. Ancak, hala Kaypakkaya’yı “çok aşırı” bulmaya devam ediyorlar. Çünkü Kaypakkaya’da sınıf uzlaşmacılığı teorisi yoktur.

 


 


Bazıları da var ki; Kaypakkaya’nın “maoculuğu”nu çok “iğreti” bulurlar. Bu tür argümanlar ve de teorik girişimler; Kaypakkaya’yı Kaypakkaya yapan en önemli ilkelerden birini Kaypakkaya’dan alarak içini boşaltma denemeleri ve küçük burjuva kırılmalarıdır.


Kaypakkaya’nın TDH katkıları salt bunlarla sınırlı olmayıp, esas olarak da, işçi sınıfının öncülüğünü net olarak ortaya koyarken, proletaryanın öncü örgütü olmadan iktidarı alamayacağını; işçi sınıfının öncülüğünü halkçılığa indirgeyen ya da proleter öncüsüz halkçı devrimci anlayışları eleştirmiş ve anti-MLM olduğunu belirtmiştir. Kaypakkaya’nın en büyük katkılarından biri; Marksist teoriyi halkçı düzeye indirgeyen 50 yıllık revizyonist-oportünist anlayışı mahkum etmesidir. Bu bağlamda, Kaypakkaya, komünist ve devrimcilerin işçi sınıfına ideolojik-siyasal yabancılaşmasını kırmıştır.


Kaypakkaya’nın teorisi bütünlüklüdür. Onda eklektizm yoktur. 

 

Kaypakkaya; TDH’ne, “devrimci ihtilalciliğin”, işçi sınıfının teorisiyle donanmadığı zaman, halkçı devrimcilikten ileri gidemeyeceğini, anti-emperyalist ve “yurtseverlik”le sınırlı kalacağını da göstermiştir. Özellikle de, işçi sınıfıyla burjuva sınıfı arasındaki antagonist çelişmenin realitesinin, hayatın her alanına yansıdığının görülememesi, işçi sınıfının kendi sınıf realitesinin inkarı olmuştur. Kaypakkaya, 50 yıllık birikmiş ve küllenmiş bu inkarı kıran komünist bir önderdir.


TDH’nin bütün olumlu ve olumsuz yanlarına karşın, son 40 yıl içinde Kaypakkaya’dan çok şey öğrendikleri bir gerçektir. Bunu inkar edenler varsa, öğrenmediklerini açıklamaları gerekiyor.

Kaypakkaya, proletaryanın kızıl bayrağını hep yukarılarda taşıdı. Onun kızıl rengini lekelemek isteyenlere karşı Marksist-Leninist-Maoist teori ışığında proleter disiplin ve kararlılıkla karşı koydu.


***


Kaypakkaya, TDH içinde yetişmiş bir militan olarak, onun halkçı yanlarından etkilenerek devrimcileşmişti. O, Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao’yu okudukça, görüşleri, süreç içinde, TDH’nin geleneksel görüşlerinden ayrılmaya, yerli yerine oturmaya başlamıştı. Marksist teorik derinliğin ve bilimsel bilginin kendisindeki gelişimine koşut olarak, Kaypakkaya’yı TDH’nin halkçı teorisinden kopuşu esas olarak 15-16 Haziran İşçi direnişi yaratmıştır.

 

Devlet zoruyla bastırılan işçi hareketi, Kaypakkaya’yı zorunluluğun bilincine vardırırken; özgürlüğünde, zulüm yuvası devletin, yine işçi sınıfı önderliğinde köylülerin ve tüm ezilen emekçilerin zoruyla yıkılarak kazanılabileceği bilincini yarattı. İşçi hareketinin bu gelişimi; Kaypakkaya’da, devletin niteliğine, Kemalizme, ulusal soruna ve işçi sınıfının önderlik sorununa yaklaşımında, nitel bir bilinç sıçraması yarattı ve düşünceleri bütünüyle değişerek Marksist bir rotaya oturdu. Kaypakkaya’nın o süreçte, içinde yer aldığı (TİİKP)1 örgütüne karşı Marksist içerikli ilk ciddi eleştirileri bundan sonra başlamıştır.


Nasıl Marx, işçi sınıfının bilimini yaratırken “bilimin eşiğinde, cehennemin giriş kapısında” bilinciyle hareket ettiyse, Kaypakkaya’da, 50 yıllık sınıf uzlaşmacı oportünist teoriler karşısında, cehennemin giriş kapısını kırarak adımını içeriye atmıştır. İşte bundan sonra, TDH’nin bir çok temel ideolojik-siyasal konularda ezberi bozulmuştur. 

 

Nasıl ki, “maddi yaşamın üretim tarzı genel olarak toplumsal, siyasal ve entellektüel yaşam sürecini koşullandırıyorsa" (Marx), komünist militanlığı belirleyen de; işçi sınıfının sınıf bilinciyle ve onun sınıf çıkarları doğrultusunda hareket etmeyi ve bunu yaşama geçirmeyi zorunlu kılar.


Kaypakkaya’yı yaşadığı tarihsel mitin içinde bırakarak, onu ileri taşımamak, onun yaşayan düşünceleriyle çelişir. Çünkü o, işçi sınıfının alegorik bir miti değil, düşünceleriyle yaşayan bir öznesidir. 

 

Kaypakkaya, okuyan, öğrenen ve öğrendiklerini pratiğe geçirmeye çalışan ve kendini kendi hataları üzerinde de eğiten komünist bir kişilikti. O, düşüncelerini yüksek sesle söyleyen ve hatalarını yüksek sesle kabul eden, doğruları ise anında alan bir işçi sınıfı militanıydı. O, kitlelerin hem öğretmeni hem de öğrencisiydi. O nedenle de hatalarını gördüğü anda düzeltme yolunu tereddütsüz seçmiştir.


Kaypakkaya, insanlığın, tarihin öte yanından alıp kendi boyunlarına takarak bugüne taşıdıkları kölelik halkası olan özel mülkiyet sistemini, işçi sınıfının gücü ve bilimiyle yıkılacağına inanmıştı. Düşmanın karşısına da bu inançla çıkarak, onu kendi ininde mağlup etmesini bilmiştir.


Kaypakkaya’dan öğrenmek; onu olduğu gibi savunmak değil, onun eksik ve hatalarını da ortaya koymaktan kaçınmamak olmalıdır. Kaypakkaya, kendinden önceki devrimci kuşağa aynen böyle yaklaşmıştır. Eksik ve hataları görmezden gelmeden, onların üstüne üstüne giderek, kendi doğrularını yaratabildi. Kaypakkaya, böyle bir özelliğe sahip olmasaydı, bugüne ulaşamazdı. Onu yaşatan, onu tartıştıran ve onun düşüncelerini devrimci-komünist militanlarda yol gösterici bir öğe yapan; hiç kuşkusuz, devrimci teorinin bir dogma değil, bir eylem kılavuzu olmasındandır.


Kaypakkaya’nın doğruları kadar eksikliklerini de ortaya koymak, onun öğretilerinin canlılığının bir gereğidir. Kaypakkaya’yı 40 yıl öncesinde dondurmak, Kaypakkaya’ya yapılan bir haksızlıktır.

Kaypakkaya’nın en büyük hatalarından biri, ülkeyi, “yarı-feodal” değerlendirmesidir. Kendi araştırması olan “Çorum ve Kürecik”in ekonomik araştırması ve analizleri, bilimsel bir yöntemle ele alınmasına karşın, Türkiye için aynı yöntemden hareket etmemiştir.


Sosyo-ekonomik yapıdan hareketle, ülkede devrimin yolunu “Halk Savaşı” olarak belirlemesi, öznelciliğin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda, Türkiye devriminin gelişimini Çin Devrimi gibi gelişeceğini varsayarak şablonculuğa düşmüştür.2


Kaypakkaya, o (12 Mart cuntası) süreçte siyasal durum değerlendirmesini ve özellikle de “işçi ve köylülerin büyük çoğunluğu silahlı mücadeleyi kavramıştır” saptaması, sosyal gerçeklikle uyuşmuyordu. Kaypakkaya’yı, yerelden bağımsız, böylesi öznelci saptamalara götüren, o günün dünya konjonktüründeki işçi, emekçi ve ezilen ulus hareketlerindeki gelişmelerdi. 

 

Genç bir komünistin bu tür hatalar yapması anlaşılır bir şeydir. 24 yaşın son beş-altı yılını, okuyarak, yazarak, eylemlere katılarak; örgütlü mücadele içinde o günün sınıf mücadelesi tarihi onu öne çıkarmıştır. İşçi sınıfı hareketi içindeki oportünizme karşı mücadelesinin bir ürünü olarak, işçi sınıfının öncü örgütünün kurulmasına önderlik yapan bir komünistin, kendi teorisini sosyal gerçekliğin mihenk taşına aktaramadan, aktardıklarını ise sorgulayamadan katledilmesi; eksik ve hatalar ona değil, onun yükseklerde tuttuğu bayrağı taşıyanların hanesine yazılır.


Bu nedenle, Kaypakkaya’nın, kuru ve sosyal gerçeklikten uzak soyut övgülere gereksinimi yoktur. TDH içinde, çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı hareketi içinde onun yeri ölümsüzleşmiştir. Türkiye ve Kürdistan devriminin bayrağında Kaypakkaya’nın yeri her zaman olacaktır. Kaypakkaya’nın gereksinimi; onun sınıf bilinçli duruşunu anlamaya, düşüncelerini yaşayan bir organizma gibi eylem kılavuzu olarak ele alıp, ilerletmeye, bugüne ve yarınlara taşımaya gereksinimi vardır. Kaypakkaya, öğrencisi olduğu öğretmenlerine karşı böyle yaklaşmıştır. Kaypakkaya’nın öğrencilerinden de öğretmenlerine böyle yaklaşmak beklenir.

 ***02.05.2013




14 Mayıs 2022 Cumartesi

EMPERYALİST TÜRKİYE

Bir Kitap Tanıtımı: 





EMPERYALİST TÜRKİYE

Türkiye’nin Emperyalistleşmesinin

Ekonomik-Politik ve Askeri Tarihi



Emperyalist Türkiye Hakkında Bilgiler

Türü: Politika Siyaset

Sayfa Sayısı: 384

ISBN: 9786057454379

Kapak: Ciltsiz







Enternasyonal proletaryanın komünist kadını Barbara Anna Kistler’in

ölümsüz anısına...




İÇİNDEKİLER

Önsöz .................................................................................................. 15

Giriş ..................................................................................................... 17



1. Bölüm

TÜRKİYE EKONOMİSİNE GENEL BİR BAKIŞ

1.1 Türkiye Ekonomisinin Tarihine Genel Bakış .......................... 25

1.2 Yeni Sermaye Birikim Süreci Olarak 1980 ve Sonrası ............ 29

1.3 Türkiye’de İmalat Sanayinin Gelişimi ......................................... 33

1.4 Türkiye’de AR-GE Gelişimi ........................................................ 44

1.5 Elektrik Tüketiminin Artışıyla Sermayenin Saldırganlığı

Arasındaki Diyalektik İlişki ................................................ 45

1.6 Demir-Çelik Üretimi .................................................................. 48

2. Bölüm

TÜRKİYE’DE TEKELLEŞME

2.1 Türkiye Ekonomisinin Emperyalist Ekonomiyle Daha Fazla

Bütünleşme Süreci ............................................................... 55

2.2 Holdinglerin Doğuşu ve Genel Yapısı ....................................... 59

2.3 Türkiye’de Tekelleşme .................................................................. 65

2.4 Türkiye’de Sermayenin Yoğunlaşması ve Merkezileşmesi ...... 76

2.5 Türk Tekellerinin GSYH İçindeki Payları ................................. 82

2.6 Finans Sermayesinin Merkezileşmesi ....................................... 84

2.7 Borsa .............................................................................................. 93

2.8 İSO 500 İçindeki Yabancı Sermayeli Şirketlerin Göstergeleri 98

2.9 Türkiye’de İhracatçı Firmalar ve Temel İthalat-İhracat

Kalemleri ............................................................................ 100

2.10 Çalışanların Katma Değerdeki Payı ...................................... 104

3. Bölüm

TÜRK SERMAYESİNİN EMPERYALİSTLEŞMESİNDE

ÖZELLEŞTİRMELERİN ROLÜ

3.1 Dünyadaki Özelleştirmeler ...................................................... 107

3.2 Türkiye’deki Özelleştirmelerde Türk Tekelci Sermayesinin Payı 108

3.3 TÜSİAD’ın Özelleştirme Ültimatomu .................................... 110

3.4 Özelleştirmede Yabancı Sermayenin Payı .............................. 113

4. Bölüm

EMPERYALİST DÜNYA EKONOMİSİNİN BÜYÜMESİ

4.1 Borçlanma ve Tekelcilik ............................................................ 117

4.2 Emperyalist Dünya Ekonomisinin Büyümesi ........................ 120

4.3 Çok Uluslu Tekeller ................................................................... 126

4.4 Sermayenin Merkezileşmesi: Çokuluslu Tekellerin Birleşmeleri ve

İttifakları ........................................................................ 132

4.5 Tekelci Devlet Kapitalizmi ve Burjuva Devletin Rolü ........... 137

4.6 Ulus Ötesi Burjuvazi ................................................................. 140

5. Bölüm

TÜRK TEKELLERİNİN YURT DIŞI SERMAYE YATIRIMLARI

5.1 Uluslararası Tekel Durumuna Gelmiş Türk İnşaat Şirketleri 147

5.2 Türkiye’nin Tekelci Armatörleri ............................................... 152

5.3 Türk Tekellerinin Yurtdışı Doğrudan Sermaye Yatırımı ...... 156

5.4 2020 Yılı İtibariyle Türkiye’nin Yurtdışı Sermaye Yatırımlarının Bölgesel

Dağılımı ............................................................... 160

5.5 Türk Tekellerinin Bütün Kıtalardaki Yatırımları ................... 164

5.6 Çok Uluslu Türk Tekelleri ........................................................ 170

5.7 Seçilmiş Bazı Uluslararası Türk Tekellerin İncelenmesi ...... 174

6. Bölüm

YENİ EMPERYALİST ÜLKELERİN ORTAYA ÇIKIŞI

6.1 Tekelleşme ve Emperyalizm ..................................................... 199

6.2 Yeni Emperyalist Ülkelerin Ortaya Çıkmasının Nesnel Zemini 202

6.3 Sermaye Sermayeyi Çeker ......................................................... 207

6.4 Doğrudan Sermaye Yatırımı ile Kapitalist Gelişmenin İlişkisi 215

6.5 Türkiye Sermayesi Emperyalist Sermayenin Neresinde Yer

Alıyor? ................................................................................. 220

6.6 Yurtdışında Doğrudan Yatırım Yapan Türk Tekellerinin Sayısı

ve Yatırım Tutarları ........................................................... 225

6.7 “Dışarıya Taşan Çelik”: Türk Tekellerinin Yurt Dışındaki Çelik

Fabrikaları .......................................................................... 233

6.8 Türkiye’nin Dış Borcu ............................................................... 234

7. Bölüm

BURJUVAZİNİN TOPLUMU DEMİRDEN BİR AĞ İLE

KUŞATAN ÖRGÜTLÜLÜĞÜ

7.1 Çalışanların Kayıpları ............................................................... 237

7.2 Burjuva Demokrasinin Demokratik Sınırlarını İşçi Hakları

Belirler ................................................................................ 238

7.3 Burjuvazinin Toplumu Demirden Bir Ağ İle Kuşatan

Örgütlülüğü ........................................................................ 241

7.4 Kapitalist Sınıfların Bölünmesi ................................................ 244

8. Bölüm

TÜRK EMPERYALİST DEVLETİNİN YAYILMACILIKTA

AS­KERİ VE YUMUŞAK GÜÇLERİ

8.1 Tekelci Burjuvazinin Yumuşak Güçleri .................................. 247

8.2 Türk Devletinin Afrika Kıtasındaki Emperyalist Yayılmacılığı 253

8.3 Türk Tekellerinin Afrika Ülkelerindeki Yatırımları ............... 259

8.4 Türkiye’nin Savaş Cepheleri ..................................................... 265

8.5 Emperyalist Yayılmacılık Olarak Deniz Aşırı Askeri Üsler .. 267

8.6 Türkiye’nin Emperyalist Askeri Politikası .............................. 269

8.7 Türk Tekelci Kapitalist Devletinin Savaş Sanayi .................... 278

8.8 Özel Savaş Şirketleri .................................................................. 287

8.9 Türk Tekelci Devletinin Paramiliter Gücü ............................ 295

9. Bölüm

EMPERYALİST TÜRKİYE

9.1 Emperyalist Türkiye .................................................................. 301

9.2 Türkiye’nin Emperyalist Yüzü ................................................. 307

9.3 Yeni Emperyalist Ülkeler Oluşumu Gerçekliğinin Eleştirileri 309

9.4 “Alt Emperyalizm” Kavramı İçine Sıkıştırılmak İstenen

Emperyalizm ...................................................................... 323

9.5 “Türkiye Emperyalist Değildir” Tezlerinden Bazılarının

Eleştirisi .............................................................................. 335

9. 6 İç Faşistleşme ve Emperyalizm ............................................... 344

9.7 Emperyalizm ve İşçi Sınıfı ........................................................ 348

EKLER BÖLÜMÜ

Tablolar ............................................................................................ 355

Yararlanılan Kaynaklar ................................................................. 374