25 Ağustos 2019 Pazar

Bir Değersizlik Sistemi Olarak Kapitalizm Ve Kriz (Makalenin tamamı)






Bir Değersizlik Sistemi Olarak Kapitalizm

Ve

Kriz


Yusuf KÖSE



Giriş:

Bu günlerde uluslararası emperyalist sermaye çevrelerinde, borsaların düşüşünde, faiz indirimlerinden, ekonomik durgunluk (resesyon) ve krizlerden sıkça söz ediliyor. Türkiye bir yılı aşkındır ekonomik kriz içinde. Kapitalizmin krizi şimdi uluslararası boyut almak üzere. Bu nedenle de burjuvazi önlemler almaya başlıyor.

Kriz, sermaye çevrelerini ürkütmesine karşın, krizin esas ağır faturasını elbette işçi sınıfı ve emekçiler ödeyecektir. Ama bilinmelidir ki, bu krizi işçiler çıkarmıyor, burjuva ekonomisinin üretim biçimi çıkarıyor.

Kapitalist ekonominin savunucuları, kriz olduğu zaman “aynı gemideyiz” diyerek krizin ağır faturalarının işçi sınıfına yüklenmesinin gerkeçlerini ortaya koymaya çalışırlar. Evet, toplumsal olarak kapitalist toplumda yaşadığımız için “aynı gemide yaşıyoruz” denebilir. Ama geminin dümeni (yönetim) burjuvazinin elinde, geminin yürütülmesi için tüm işleri ise işçiler yapıyor olmasına karşın, geminin dümeninden işçiler uzak tutulur. Hatta dümene doğru yürüyenler katledilir. Bir de “demokrasi-seçim” oyunu ortaya çıkarmışlardır. Ama işçiler bu seçim oyunları ile asla gemi dümenine gelmeyi başaramaz. Çünkü seçim sistemi, yine burjuvaziyi dümende kalması şeklinde düzenlenmiştir.

Bu bağlamda, ekonomik krizin sorumlusu çalışanlar değil, yönetenlerdedir. Yani, burjuvazidir ve krizin faturası da bütünüyle bunlara kesilmelidir. İşçi sınıfının burjuvaziye radikal şekilde keseceği tek bir fatura vardır; o da burjuvaziyi geminin dümeninden indirecek sosyalist devrimdir. Sosyalist devrimin dışındaki “ara yol”lar, yine burjuvazinin dümende kalmasını sağlamaya yönelik olacaktır.

Bilimsel sosyalizmin savunucuları Marksistler, kapitalizmin krizinin kaçınılmaz olduğunu, içinde taşıdığı çelişme onu ağır ekonomik krizlere sürükleyeceğini bilimsel olarak açıklamışlardır. Ancak, kapitalizmin ekonomik kriz içine girmesi, salt burjuvaziyi ilgilendirmiyor, bütün toplumu ve özellikle de krizin en ağır yükünü çeken işçi ve emekçileri daha çok ilgilendiriyor. Bu nedenle de, başta işçi sınıfı olmak üzere insanlığın kurtuluşu kapitalizmin yıkılması ve yerine sosyalizmin kurulmasında yatmaktadır. Bugün sıkça iklim-çevre konusunun acil bir şekilde gündeme oturması ve doğayı (tüm canlıları) kurtarmanın yegane yolu bujuvazinin kapitalist sistemini yıkmaktan geçiyor. Bu net ve bir o kadarda acildir. Bunun dışındaki “çözüm” çabaları hem boş hem de oyalama ve burjuva sistemini yaşatmanın gerici tatktikleridir.

Bu bağlamda,kapitalizmin krizini, bu yazı dizisi içinde ele almaya çalışacağım.


Burjuva Ekonomik Krizin Kaçınılmazlığı

Semayedarlar çevrelerinde “Boom” ve “kriz” kavramları sık kullanılır. Burjuvazinin ekonomideki “Boom”u yükselmeyi, kriz ise ekonominin dibe vurmasını anlatır. İkiside ekonomik kavramlar olmasına karşın, bunun siyasi ve askeri sonuçlarının olması da kaçınılmazdır. Genelde sermaye kesimi, “Boom”un peşinden krizin geleceğini bilir. “Boom” kapitalist ekonomi için sürdürülebilir bir olgu değildir. Ekonomik gelişmenin en yükseğe çıktığı anda hızlı bir düşüşü de peşinden gelir. “Yükseliş” ve “düşüş” kapitalist ekonominin diyalektiğidir.

Burjuvazi “Boom”da güler, krizde ağlar. Kapitalist ekonomik sistemde “boom” ve kriz özdeştir. Biri olmadan diğeri olmaz. Ne sürekli “boom” ne de sürekli kriz vardır.

Örneğin burjuvazi 2008 krizinden önce 2005’lerde “Boom”u yaşıyordu. Ama kapitalist ekonomi doğası gereği, yavaş yavaş aşağıya doğru indi ve 2008’de “Boom” patlayarak ağır bir ekonomik krize dönüştü ve bugünkü kriz dünün devamıdır denebilir.

Bugün de bütün emperyalist ülkelerin ekonomilerinde durgunluk kendini göstermeye başladı. ABD ve Alman sermaye çevreleri durgunluktan ve durgunluğun krize dönüşmesinden korkuyla söz eder oldular. Alman başbakanı; “Zor bir aşamaya giriyoruz” demek zorunda kalıyor. Elbette sözü edilen bu durgunluk yeni başlamadı. Tahvil ve bono eğrileri 2015’ten itibaren aşağılara doğru inmeye başladı. Yine uluslar arası doğrudan dış yatırım (UDY) 2015’ten beri trend eğrisi yukarılardan aşağıya yön çevirmişti. Kapitalist ekonomi 2008 krizini atlatamadan bir sonrasının zeminini hazırladı.

2008 krizinden sonra 2013-15’lerde “Boom”u yaşayan burjuva ekonomisi, yükselmesinin son sınırına gelmişti ve o tarihten sonra krize doğru bir eğilim çizerek bugünkü durgunluk (resesyon) düzeyine indi ve bunun sonrası ise büyük olasılıkla kriz. Bugünkü ekonomik durgunluğun krize dönüşmesini önleme olasılıkları oldukça zayıf. Bütün göstergeler 2008 krizini aşan yeni bir krizin habercisi gibi ve bunu tersine çevirmeye uluslararası emperyalist sermayenin gücü yetmez. Çünkü bu kriz yapısaldır. Kapitalist ekonomik sistem sömürü üzerine kurludur, yani, “toplumsal üretim ile kapitalist temellük arasındaki çelişmenin varlığından kaynaklanır.” (Engels)


Sermaye Birikimi Proletaryanın Artışıdır

Burada sözünü ettiğimiz sermaye, elbette sıradan bir para değil, daha yalın anlatımla, işçinin artı-değerinin zorla gasp edilmesiyle oluşan bir değerden başkası değildir. Sermaye işçinin burjuvaziye çalışması sonucu oluşur, ama ona, işçi değil burjuvazi sahip olur. Ve işçiden gaspedilen artı-değer burjuvazinin elinde sermayeye dönüştükten sonra toplumsal bir sisteme (yani kapitalizme) karşılık düşer.

Sermaye ve üretimdeki aşırı bolluk, kitlelerin gereksinmlerinin tersine, sermayenin büyümesinin ve birikimini esas alan üretim anlayışı ve bu üretimdeki anarşi, toplumun önemli bir kesiminde (çalışanlarda) muazzam yoksunluğun ve yoksulluğun birkiminin de kaynağı olur. Aynı şekilde sermaye birikimine koşut olarak yedek sanayi ordusunun (işsizler) da genel bir eğilim olarak büyüme yaratır ve yedek sanayi ordusu kapitalist birikimin olmazsa olmaz yasasıdır. Ama aynı şekilde -“elveda proleteryacı” liberallerin iddialarının tersine-, sermaye birikimi proletaryanın da artışıdır. (Marx) Bugün bu basit istatistik yoluyla da görülebilir. Evet, sermaye birikimindeki yoğunluk kadar olmsada, nispi bir düşüşe karşın, işçi sınıfının kütlesinde bir artış olmuştur ve bu artış, kapitalist ekonominin hacminin gelişmesine koşut olarak mutlak bir artış sağlar.

Bir tarafta muazzam bir servet birikimi yaratan kapitalizm, öbür yanda aynı şekilde muazzam bir yoksullaşma yaratır. Bolluğu yaratan emek, bolluk karşısında yoksulluğun altında ezilir. İşçinin yarattığı bolluğa el koyan bir avuç sermaye sahibi burjuvazi ise, bolluğu devamlı kılmak için işçi sınıfı ve diğer ezielenler üzerinde diktatörlüklerini devam ettirirler.

Kapitalist üretim biçimi, bolluğu ve yoksulluğu yaratırken, aynı zamanda burjuvazinin çıkarlarını koruyan kapitalist sistemi toplumsal olarak sürdürmenin üst yapı kurumlarını ve araçlarını da yaratır ve bunları devamlı üretir. Sermayenin büyüklüğüne bağlı olarak çalışanlar üzerindeki baskı araçları ve bunların gücü artar. İşçi sınıfı üzerindeki zor aygıtı, sömürünün katlanmasındaki gibi katlanarak büyür.

Bütün sınıflı-sınıfsız toplumlarda toplumsal ürünün üretimi temeldir. Ancak, ürün fazlasının ve de artı-değerin üretimi yalnızca sınıflı toplumlara özgüdür. Kapitalist toplumda da artı-değer üretimi ve gaspı üzerine kurulu bir toplum olduğundan, ücretli işçilerin üzerindeki baskı, sermaye birikiminin birikimine bağlı olarak artan ölçüde artar.

Bunu Marx şöyle açıklar:

... bir kutupta servet birikimi, diğer kutupta, yani kendi emeğinin ürünü sermaye şeklinde üreten sınıfın tarafında, sefaletin, yorgunluk ve bezginliğin, köleliğin, cahilliğin, zalimliğin, akli yozlaşmanın birkimi ile aynı olur.”1

Marx’ın bu söylediklerinin günlük olarak yaşıyoruz. Bilimsel gelişmelerin ve teknolojinin ilerlemesine karşın, toplumda muazzam bir gericileşmenin yaratılabildiğine tanık olabiliyoruz. Çünkü kapitalizm, sermaye birikimine koşut olarak siyasal ve kültürel gericiliği de birlikte üretir. Bunu bir başka şekilde de söyleyebiliriz: E=MC²‘nin de sınıfı vardır. Burjuvazi bilimi, insanlığın lehine değil, sermaye birikiminin lehine kullanır. Ve bu bağlamda, genel bir eğilim olarak bilimsel gelişmelerin önünü tıkar.

Genel olarak söylenirse, evet, kapitalizm bir tarafta üretim bolluğu yaratırken, bir tarafta da yoksullaşmanın bolluğunu yaratır. Yoksullaşmanın esiri altında olan kesim ile bolluğun içinde yüzen kesim iki zıt kutubu, iki zıt uzlaşmaz sınıf oluşturur. Yoksullar, yani işçiler, kendi üretikleri bolluğun baskısı altında açlığı ve aşağılanmayı yaşarlar.

Sermayenin büyümesi ile pazar büyümesi aynı oranda olmaz. Yine aynı şekilde pazarların genişlemesiyle üretimin genişlemesi aynı oranda olmaz.

Ve Engels devamında şunları söyler:

... Çarpışma kaçınılmaz olur, ve bu çarpışma kapitalist üretim biçiminin kendisinin parçalamadığı sürece bir çözüm yaratamayacağı için, devirli duruma gelir. Kapitalist üretim, yeni bir “kısır döngü” doğrur.”2

Burada kriz teorilerini tartışmamakla birlikte, kapitalist ekonominin krizine neden olan kar oranındaki düşme eğilimi yasasına kısaca da olsa değinmek gerekiyor.

Marx, Ricardo’nun kar oranı teroilerini eleştirirken şöyle diyor:

Artı-değer oranı aynı kaldığı ya da arttığı halde, değişen sermayenin değişmeyen sermayeye oranı, emek üretkenliğindeki gelişmeyle birlikte azaldığı için, kar oranı düşer. Kar oranının böyle düşüşü, emek daha az üretken hale geldiği için değil, daha çok üretken hale geldiği içindir. İşçi daha az sömürüldüğü için değil, ama daha çok sömürüldüğü içindir; ister mutlak artı-değer zamanı artsın, ister devlet bunu engellediği için göreli artı-değer zamanı büyüsün, kapitalist üretim, emeğin düşen göreli değerinden ayrılmaz.3 (aç YK)


Kapitalizm, iş gücünün dolaysıyla işçiyi ve onun emeğini değersizleştirdiği gibi ürünleri de değersizleştirir. Kapitalizm değersizler sistemi dense yeridir. Bolluk içindeki bu değersizlik; siyasal, sosyal ve daha genel anlamda kültürel değersizler yığını ve kıtlık olarak toplumun üzerine bir kabus gibi çöker. Muazzam ürün bolluğu ürünü ne kadar değersizleştiriyorsa, işçi sınıfının iş gücünü de aynı oranda değersizleştiriyor ve toplumda, sermayeden başka değerli bir şey yok gibi gözüküyor, ama aynı şekilde sermayede değersizleşiyor. Kriz dönemlerinde önemli bir sermaye miktarı “telef” oluyor. Trilyon dolarlık sermaye “sıfır” değere iniyor. Kriz dönemlerinde bir sermayelerin değeri %30’lardan yüzde yüzlere inen bir değer kaybediyor. Marx’ın; “kapitalist üretim, emeğin düşen göreli değerinden ayrılmaz” belirlemesi, sıradan bir belirleme değil, kapitalist sistemin bütünlüklü bir soyutlamasıdır. Krizden bir gün önce halkın elinde “değerli” olan, bir gün sonra değersizleşir. Bir değersizler bolluğu yaratılır. Ve özellikle çalışan emekçiler Elindeki yüz liranın aniden nasıl elli liraya ya da daha aşağısına düştüğüne bir anlam veremez.

Sermayenin değersizleşmesi, aynı zamanda kapitalizmin kendini yenilemesi olarak devreye girer. Krizler, kapitalizmin sürdürülmesinin yeni koşullarını da üretir. Bazı sermaye kesimleri yok olurken bazıları yeniden palazlanır ve büyürler. Ve pazarda yeni bir canlanma başlar. Sermaye yeniden “değer” kazanmış olarak piyasaya çıkar. Sermayenin akacağı piysa genişler ve yeniden bir sermaye bolluğu (boom) başlar ve ardından pazarlar uluslararası sermayeye dar gelir yeni bir –boom içi hava dolu balon gibi patlayarak- kriz gelir. Kapitalizmin krizden kaçış yolu yoktur.

Değersizleşen ne?

Kapitalizm kendini yeniden ve yeniden üretebilmesi için aşırı üretime baş vurur. Bu onun karakteristik üretim biçimi, sermayenin büyüme biçimi ve birbirine karşı rekabet etme biçimidir. Toplumda karşılığı olmayan aşırı üretim, değersizleşir. Bütün emekler boşa gider. Doğa ve ürünleri üretenler yıpranır. Doğa günden güne tükenir ve çalışan işçi de tükenir. Bu ikisinin birlikte yıpranmasını, tahrip edilmesini, kendini yeniden üretmesinin koşullarının ortadan kaldırılması eğlimini bugün gözle görebiliyoruz. Doğanın ekolojik dengesinin bozulması ve işçi sınıfının üretilemez eğilimi içine girilmesini birlikte yaşıyoruz. Bu da, işçi sınıfının tahribinin doğanın tahribinden ayrı ele alınamayacağını göstermektedir.

Üründeki değersizleşme, emeğin ve çalışan işçinin değersizleşmesinin toplamıdır. Bu kültürel yozlaşmayı, alçalmayı, aşağılanmayı ve siyasal olarak muazzam bir geircileşmeyi ve toplumda bunun karşılık bulmasını da beraberinde getirir.

Bundan hareketle, burjuva sınıfının siyasal temsilcileri olarak sahneye sürülen Trump’ların, Erdoğanların ya da daha önceki Hitler vb. gibi tüm kalburüstü değersizler topluluğunun nasıl “değerli” hale geldiği ve toplum içinde karşılık bulduğu daha iyi anlaşılabilir. Şu rahatlıkla söylenebilir: Burjuvazinin bütün siyasal temsilcileri, burjuva sınıfının tüm siyasal ve kültürel değersizliklerinin temsilcileridir.

Marx, meta fetişizmini anlattığı bölümde şunları söyler:

Maddi üretim sürecine dayanan toplumun yaşam süreci, kendisinin saran mistik tülü, üretimin serbestçe bir araya gelen insanlar tarafından ve saptanmış bir plana ugun olarak bilinçli bir biçimde düzenlenmesi sağlanmadıkça, soyulup atılamaz.4

Ancak, ne denli değersizleşirse değersizleşsin kapitalizm kendiliğinden yıkılmaz. Toplumu ve doğayı çürütene kadar devam eder. Onu yıkacak bir toplumsal sınıf gerekiyor. Çünkü kapitalizm burjuva sınıfının toplumsal biçimidir. Yani bir sınıfın yönetimi altındadır. İşçi sınıfı devrimci atılımla devreye girip kapitalizmi yıkana kadar kapitalizm doğal yollardan tasfiye olamaz.

Burjuva sınıfı değersiz bir sınıftır. Toplumsal üretimde yeri yoktur. Kurduğu iktidar(zor) sayesinde toplumsal üretime zorla el koyar. O bir asalaktır! Toplumsal üretimi yaratan, üreten, yaşatan ve devam ettiren işçi sınıfıdır. Bu nedenle bütün değerler işçi sınıfında bütünleşmiştir. Bundan dolayı ilerici ve devrimcidir. İşçi sınıfı, burjuvazinin kendini değersizleştirmesini üzerinden attığında, toplamsal üretim ve toplumsal yaşam daha değerli bir hal alacaktır. Ve insanlığın toplumsal yaşamı doğa ile birlikte, karşılıklı bir birini üreten bir biçime bürünecektir. 25.08.2019


Günümüz Krizin Göstergeleri

Burjuva ekonomisi, bir krizi atlatır atlatmaz ikinci bir krizin kapısını aralıyor. 2008 krizi atlatılırken 2020’nin krizinin olgunlaşması 2015’te başladı ve bugün durgunluk olarak adlandırdıkları seviyeye geldi. Piyasalar 2015 yılından itibaren daralmaya ve aşırı birikmiş sermayeye pazarlar dar gelmeye başladı. Bu tarihten itibaren uluslararası doğrudan yatırım (UDY) düşmeye başlamıştır. UNCTAD5 verilerine göre dünya UDY’ı 2015 yılında 1 trilyon 76 milyara USD dolara çıkmıştır. Ancak bu, 2007 yılı tepe noktasından %13,5 daha azdır. 2018 yılında ise dünya toplam UDY’ın tutarı ise 1.297 milyar USD inmiştir.

2007’de UDY’nin toplam tutarı 2.147 milyar USD iken, krizin başlangıç yılı olarak kabul edilen 2008 ylında ise UDY rakamları 1.858 milyar (bir önceki yıla göre %13,5 az) USD düşmüştür.

Burjuvazi için bugün dünden daha da kabusludur. Toplam sermaye yatırımlarında bir önceki yıla göre %13 düşüş vardır.

Örneğin, gelişmiş ekonomiler olarak kabul edilen AB, ABD-Kanada, Japonya gibi ülkelerde UDY girişindeki düşüş %27 olurken, AB”de ise bu daha da büyük bir çukur açmış gözüküyor. Düşüş % 55 civarında. 2018 yılında sadece Afrika ülkelerine sermaye akışında bir önceki yıla göre %11 kadar bir artış olmuştur. Ancak, sermayenin merkezi olan ABD, Kanada ve AB’nin ileri gelen emperyalist ülkelerine sermaye giriş ve çıkışlarında ise büyük bir düşüş vardır.6

Burada bir hatırlatma yapalım. AKP’nin ilk on 15 yılı içinde “şanslı” sayılması, uluslararası sermeye (yabancı para) girişlerinin fazla olmasına bağlanır. Bu doğrudur. Emperyalist sermaye büyümek için yeni pazarlar arar ve yerleştiği pazarlarda semaye birikimini artırır. Ancak, sermayenin geldiği ülkelerin burjuvazisi de bundan önemli bir pay alır. “Sıcak para” olarak adlandırılan sermaye girişlerinin artması uluslararası ve yerli burjuvazinin yüzünün güldürür. Ama sadece bir süreliğine. Sermayenin denizinin bittiği bir noktada vardır ve o kaçınılmaz olarak (kriz) gelir ve kapıyı çalar. Çanlar o zaman burjuvazi için çalar. Pazarlar daralmıştır, kar oranında düşme eğilimi yasası işlemeye devam etmektedir. Aşırı sermaye üretimi kendine yeni pazar bulamaz ve kriz –postacının tersine- burjuvazinin kapısını bir kere ve gürültülü bir şekilde çalar ve birikimlerin büyük bir bölümünü değersizleştirerek adeta çöpe atarak imha eder ve bu onun için –iradesi dışında- kaçınılmaz bir eylem biçimidir.

Ekonomik krizin Türkiye ve Arjantin’de sürmesine karşın, diğer emperyalist ülkelerde de kriz başlamış durumdadır. Bu net. Bunu bütün emperyalist ülkelerin sermaye ve hükümet çevreleri7 “durgunluk” adı altında doğruluyorlar. Örneğin Almanya’nın GSYİH (Gayri Safi Yurt İçi Hasıla)’sında bir önceki çeyreğe göre % -0,1 ( eksibinde bir) (Nisan, Mayıs, Haziran 2019 aylarını kapsayan 2. Çeyrek) daralma var. Alman hükümeti, 2019 yılı için büyüme tahminlerini %0,5’e çekmişti. Buna rağmen bir düşüş söz konusu. Ve Alman burjuva ekonomi çevreleri, 3. Çeyrekte de aynı oranda büyüme beklediklerini açıkladılar.

AB’nin sürükleyici ülkelerin başında gelen Alman emperyalist ekonomisinin hali bu iken, diğer ülkelerde ise durumlar daha sarsıcı olacaktır. Özellikle Brexit olayı ve anlaşmasız sonucu bağlanması halinde durgunluğu zamanından önce krize dönüştürme potansiyeli taşımaktadır.8

Öbür yandan, IMF ve OECD’den sonra, Dünya Bankası (DB) Haziran ayında açıkladığı raporda, “küresel büyümenin zayıfladığını” kabul etmişti.9 Ve emperyalist sermaye çevrelerinin sözcüleri, “belirsizliklerin beklenenden daha büyük” olduğunu yarım ağızla açıklamak zorunda kalmışlardır.

Ve hemen hemen bütün ülkelerde otomobil üretiminde büyük düşü (%7 kadar) var ve işten çıkarmalarla durgunluğu atlatmaya ve krizi karşılamaya hazırlanıyorlar. Bu yılın (2019) ilk yarısında “karlarının düştüğünü ve ikinci yarıda da kar umutları olmadığını” açıklayan Alman lastik tekeli ve otomotiv tedarikcisi Continetal, dünyanın çeşitli ülkelerindeki 32 iş yerinden 9’unu kapatacağını açıklamış. Continental’ın dünya çapındaki pazarı bir önceki yıla göre %9 daralma var. Diğer ülkelerdeki iş yerlerinde işçi çıkardıklarını Continental’ın finans sorumlusu açıklıyor.

Continental’ın 2018’in 2. Çeyreğinde 822,1 milyon Avro kar elde ederken, 2019 2. Çeyreğinde 484,8 milyon Avro kar etmiş. Yani, karı yarı yarıya düşmüş. 10

Sanayi sektöründeki bu gerileme, finans sektörünü etkilememesi düşünülemez. Durgunluğu geçip, ekonomik krizin içine girmiş kapitalist ekonominin tüm sektörleri paniklemiş durumdadır. Borsların düşüşü, kredi hacimlerinin gerilemesi, birbirinden bağımsız olmayan bütün kapitalist ekonominin sektörlerinin kapısını kriz çalmıştır.

Alman emperyalizminin uluslararası dev tekellerin içine girdiği “durgunluk”, diğer emperyalist tekeller içinde birer göstergedir. Bir çok büyük tekel –örneğin Schaeffler-Gruppe- (Otomobil tekelleri başta olmak üzere), haftalık çalışma saatlerini kısaltmaya gidiyor. Bunun anlamı, işçilerin daha az ücret alması demektir. Bazı yerlerde ise çalışma saati yarı yarıya indiriliyor. Toplu işten atmalar daha büyük tepki çektiğinden, kısa süreli (kurzarbeit) çalışma modelini devreye sokuyorlar ve hükümetten bu konuda açık destek alıyorlar. Deutsche Bank, uluslararası çapta 18 bin işçiyi kapı dışarı bırakacağını açıkladı. Ve diğer tekellerde teker teker açıklamaya başladı.

Üretimdeki durgunluk –der Marx-, işçi sınıfının bir kısmını işsiz bırakır ve böylece çalışan kısmını, ücretlerin ortalamanın altına düşmesine boyun eğecek bir duruma sokar. Bunun sermaye üzerindeki etkisi, tıpkı, ortalama ücretlerde nispi ya da mutlak artı-değerde bir artma olduğu zaman yaptığı etki gibidir.”11

Bu sadece otomobil sektörü ve onunla bağlantılı tekelerde değil, diğer tekellerde aynı durumla karşı karşıya. Otomobil, demir çelik ve inşaat sektörlerinde görülen daralma finans-mali sermaye çevreleride uzun zamandır bir panikleme vardı ve bu panik fırtınaya dönüşeceğe benziyor. Burjuvazi, kriz yok diyor, ama kriz önlemleri alıyor.

Uluslararası sermaye çevreleri için önemli yatırım alanları, AB -öncelikli olarak, Almanya, Fransa, italya- (İngiltere dahil), Çin, Kuzey Amerika (ABD-Kanada) ve Japonya’dır. Uluslar arası sermayenin en fazla döndüğü ve elbette olduğu –yatırım yaptığı- ülkelerdir. Buralardaki gerilemeler, diğer ülkelere daha fazlasıyla yansımaktadır. Bu ülke ekonomilerindeki binde birlik bir gerileme, genelde sarsıcı bir hal alabilliyor. Bu nedenle de Alman emperyalist ekonomisindeki binde birlik bir gerileme, iharacattaki düşüş, diğer AB ülkelerini olumsuz yönde etkileyeceği gibi, diğer kapitalist ülkeleri de etkileyecektir.

AB, ABD ve Çin arasındaki ticaret, dünya toplam ticaretin %40’ını oluşturuyor. Buradaki küçük bir duraklama, gerileme, bütün kapitalist sistemi kasırgaya yakalatabilme kapasitesine sahiptir. Emperyalist ekonomik zincirlerin daha sıkı bir şekilde birbirine bağlandığı bir süreçte, bu bölgelerdeki gerilemenin emperyalist dünya ekonomisi üzerinde sarsıcı etkisinin olmaması düşünülemez. Bütün sermaye çevrelerinin korkusu da bu. Ancak, kapitalist üretim biçiminin karakteristiği gereği, gelişmeler onların iradesi dışındadır. Bu nedenle korkunun ecele faydası yoktur.

Diğer bir gösterge ise, 2008 yılında borçlar GSMH’nın %15’ine tekabül ederken, bugün %50’ne12 tekabül etmektedir. Yani, bütün ülkeler kredi faizlerinin ucuzladığı bir süreçte borçlanıp (sermaye için pazarların genişlediği dönem) 2015’ten beri gerileyen sermaye yatırımları, ülkeler, artık borcu borçla ödeyemez duruma gelmişlerdir.

Örneğin ABD’nin borcu 22 trilyon ABD dolarını aşmıştır. Yani, GSMH’nın %105 kadar borcu vardır. Yine en borçlu ülkelerden biri de Japonya’dır ve borcu 12,2 trilyon ABD doları ve GSMH’nın %237,12 kadardır. Çin’in borcu ise 7,2 trilyon ABD dolar ve GSMH’nın %51,2 kadardır.13 Bunlar 2018 kamu borç rakamlarıdır. Şirketlerin borcu ise bu rakamların dışındadır.

Hemen hemen tüm emperyalist üllkelerin iç ve dış borçları GSMH’nın yarısından fazladır. Başta ABD, Japonya olmak üzere bir çok emperyalist ülke karşılıksız para basıyor. Ünlü finans spekülatorlarından Jim Roges, daha bu yılın başında ABD’nin son on yıl içinde bastığı para miktarını %500 artırdığını söylemişti.14 Para basmak iç pazarı bir süreliğine genişletebilir, ama peşinden yine bir daralma gelecektir. Çünkü basılan paranın iç piyasada maddi karşılığı yoktur. Doğa boşluk tanımadığı gibi, kapitalist üretim ilişkileride boşluk tanımaz.


ABD Emperyalizmi İçe Mi Kapanıyor ?

Dış pazarlar daralınca içe dönme olgusu pek gerçekçi olmasa da kısmi olarak böyle bir eğilim söz konusudur. Ancak, kapitalist ekonominin geldiği aşama itibariyle böyle bir eğilimin mutlak olması söz konusu olamaz. Bu tür uygulamalar diğer rakiplere karşı geçici bir önlem olarak baş vurulsa da, kapitalist ekonomiler için gerçekci değildir. Uluslararasılaşmış kapitalist ekonominin içe dönmesi, sınırları bütünüyle yüksek vergi duvarlarıyla kaptmalarına yürülükte olan ekonomi-politiğin sınırları dışına çıkmaktır ki, bu da kapitalist ekonomi olmaktan çıkar, başak bir şeye dönüşür. Toplumsal yapıların geldiği aşama açısından kapitalizm ile sosyalizm arasında üçüncü bir ara aşama yoktur. Bu nedenle, kapitalist ekonomi-politiğin ulusal çitler arakasına gizlenme olasılığı esasta kalmamıştır. Çünkü emperyalist tekeller iç pazarlarla yetinemez ve emperyalist ekonomi uluslararası ekonomi olduğu gibi, üretimde uluslararasılaşmıştır. Bunun geriye dönüşü olası değildir.

ABD’nin Çin ve AB ülkelerinden gelen mallara yüksek vergi koyması ya da koymaya çalışması, AB ve Çin mallarının iç pazarı işgal etmelerine karşı bir tedbirdir. ABD ticaret bakanlığının açıklamasına göre (Mart 2019) ABD’nin dış ticaret açığı bir önceki yıla (2017) %12,5 açık vererek 621 milyar ABD dolarına çıktı. İşte bu açığı biraz azaltama çabaları, ticaret savaşlarının kaynağı olarak görülüyor.

ABD, Çin’e 100 milyar dolar ihracat yaparken Çin’den 500 milyar dolar ithlat yapıyor. AB-ABD arası ticaret, AB lehine ve ABD aleyhine 140 milyar ABD doları fazlalık veriyor. Yani, Çin ve AB tekelleri ABD’nin iç pazarını kuşatmış durumdadırlar. Evet ABD iç pazarı oldukça -20 trilyon ABD doları aşkın- büyük bir pazar olmasına karşın, ABD tekelleri bu kuşatmayı zayıflatmak, ithalatı kısıp ihracatı artırmak istiyor. ABD emperyalizminin ithalat ürünlerine ek vergiler getirmesinin nedeni bu. O yeniden “First America” olmak istiyor, ancak, gelinen aşamda bu olası gözükmüyor. Gerileme devam edecek. ABD’nin, dünyanın çeliğinin (%49) yarısını üreten Çin emperyalizmini eski yerine geri gönderecek gücü kalmamıştır.

Öte yandan, ABD, Çin ve AB mallarına ek vergi getirdiğinde, kendisi de rakip ülkelerde aynı yüksek ek verigilerle karşılaşacaktır. İç pazarı genişleteyim derken dış pazarda iyice bir daralma olacaktır. Ve ekonomik kriz daha sarsıcı olacaktır.

Kısacası, ABD dış kapılarını yüksek gümrük duvarlarıyla öremez ve bu Meksika sınırına yüksek duvar örmeye benzemez. Bu duvar bile yoksulların ABD’e geçişini önleyemiyor.

AB birliği (28 ülke) ABD’ye toplam ihracatı (2018) 406,4 milyar ABD doları iken, aynı yıl için toplam ithalatı 267 milyar ABD doları kadar.15 Örneğin AB’nin 2017 yılı itibariyle ABD’deki toplam yatırım tutarı 2 trilyon 569 milyar 200 milyonluk iken, ABD’nin ise AB’deki sermaye yatırımı tutarı ise yaklaşık 2 trilyon 184 milyar kadardır.16

ABD ticaret bakanlığının verilerine göre ise, AB ile olan ticaret açığı (ihracat-ithalat arasındaki fark) 169,3 milyar ABD doları olarak ABD aleyhine gerçekleşmiş. Bu rakam 2017’e göre %11,8 artmış, 2008’e göre ise %77 AB lehine bir fazlalık var.17

ABD dışarıya ne ihracatı ne de dışardan ithalatı önleyebilir. Ve dışardan ithalata yüksek vergilerin gelmesi, bütün emperyalist dünya ekonomisinin önünü tıkar ve salt bu nedenle bile ekonomik kriz kaçınılmaz olur. Ve emperyalist ekonomik sistem bu tür duvarları kaldıramaz. Emperyalist savaş tehlikesini artırıcı bir rol oynar ve oynamaktadır. Ayrıca ABD emperyalizmin ekonomik yapısı (emperyalist-kapitalist) yapısı da böyle bir ilişki içinde kendini varedemez. Savaş dönemlerinde bile tekellerin “düşman” tarafla ticaret yapmasını öneleyemeyen kapitalizmin, göreceli “barış” döneminde önleyebilmesi zor olmaktan öte gerçekçi değildir.

ABD, başta Çin olmak üzere AB gibi emperyalist blok ve emperyalist ülkelerin ABD’ne ihracatlarını kısıtlamakla tehdit ediyor. Yüksek gümrük duvarları ile kısmen kıstılanma olasılığı olmasına karşın, yukarıda söylediğim gibi bu politikanın bumerang etkisi yaparak başta ABD’i vurması kaçınılmazdır.

Kapitalizmin emperyalizm çağına ulaştığı bir süreçte, kapitalist ülkelerin ve tek tek uluslararası tekellerin ulusal çitler içine kapanmalarının ekonomik ekonomik koşulları kalmamıştır. Bütün kapitalist ekonomiler emperyalist ekonominin birer parçası haline gelmiştir. Kapitalist zincirin bir yerden kopması ya da zayıflaması halinde, hepsini şu veya bu oranda etkileyecektir. Emperyalist ekonominin ve üretimin uluslararasılaşmasının diyalektiği budur. 01.09.2019


Kapitalist Ekonominin Marksist Kriz Teorisi


Bir Değersizlik Sistemi Olarak Kapitalizm

Ve

Kriz-3



Kapitalizmin Bitmeyen Devrevi Krizi

Marx ve Engels, kapitalist sistemi tahlil ederken, yaklaşık olarak her on yılda bir peryodik olarak kapitalist ekonominin krize girdiğini ve bunun kapitalist ekonominin çelişmeli karakterinden kaynaklandığını ve bu krizden kaçamayacaklarını sıklıkla vurgulamışlar ve bunun ekonomik nedenlerini teorik olarak açıklamışlardır.

Aşırı meta üretimi kapitalizmin en belirgin özelliklerinden biridir.

Kapitalist ekonomik kriz, temeli aşırı üretim olamakla birlikte kendini mali (finans) kriz, sanayi krizi ve tarım krizi vb. olarak ortaya çıkar. Ancak, hiç biri birbirinden bağımsız olmadığı gibi, finans krizi ortaya çıkaranda üretim alanındaki krizdir. Finans (örneğin 2008 krizi) alanında çıkan krizin diğer üretim alanlarını etkilememesi söz konusu olamaz. Krizin finans alanında ortaya çıkması, finans alanın iyi yönetilip yönetilmemesiyle bir ilgisi yoktur. Krizi doğuran esas etmen aşırı meta üretimdir. Aşırı-meta üretim aynı zamanda aşırı-sermaye üretimidir. Aşırı meta üretimini ortaya çıkaran neden; sermayeye dönüşen artı-değeri sürekli artırma eğilimi yasasıdır.

Marx, aşırı-üretimin kapitalist ekonominin yapısal bir sorunu olduğunu söyler:

Üretim sürecinin gözden geçirirken gördük ki, kapitalist üretimin bütün hedefi olabilen en büyük artı-emeği ele geçirmektir; başka deyişle, belli bir sermaye kullanarark, ister işgünün uzatılması yoluyla olsun, ister işbirliği, işbölümü, makine vb. aracılığıyla emeğin üretkenlik gücünü artırarak olsun, kısacası geniş ölçekli üretim yoluyla, olabilen en büyük miktarda doğrudan emeği fiiliyata geçirmektir. Demek ki pazarın sınırlarını dikkate almaksızın üretmek, kapitalist üretimin doğasında vardır.18

Aşırı artı-değer elde etme amacı, kapitalisti aşırı üretime yöneltir. Çünkü aşırı-üretim, kapitalistin “aşırı sömürme yasası”dır.

Kapitalist üretimin temelinde aşırı üretim vardır. Burjuvazi, birbiriyle ölesiye bir rekabet içinde olduğunda aynı pazar için pazarları dikkate almadan üretim yaparlar. Bunun için işçinin üretimi artırması için her zaman daha gelişmiş makineleri üretim alanına sokarak, rakibine ya da rakiplerine karşı pazarda üstün olmak amaçlı hareket ettiği için, üretimde sınır tanımaz. Bu da kapitalist bunalımı gündeme getirir.

Gerçekten, ilk bunalımın çıktığı 1825’ten beri, bütün sinai ve ticari alem, bütün uygar ulusların ve onların azçok barbar çanak yalayıcılarının ülkelerindeki üretim ve değişim, aşağıyukarı her on yılda bir, çığrından çıkmaktadır.19

Ve Engels, devamında krizin toplumsal faturasını şöyle açıklar:

Alış veriş durmakta; pazarlar malla dolup taşmakta; satılamayacak kadar çok olan ürünler birikmekte; kredi kesilmekte; fabrikalar kapanmakta; işçi yığınları, gereğinden çok geçim aracı ürettikleri için geçim araçlarından yoksun olmaktadır; iflaslar iflasları, hacizler hacizleri kovalamaktadır. Durgunluk yıllarca sürmektedir; üretken güçler ve ürünler, birikmiş meta yığını epeyce değerden düşerek sonunda elden çıkarılmayınca, üretim ve değişim giderek yeniden canlanmaya başlayıncaya kadar, büyük ölçüde boşa harcanmakta ve ortadan kaldırılmaktadır.”20

Engels’in anlattıkları Türkiyeli emekçilere hiç de yabancı gelmiyordur. 2017 yılının sonundan itibaren yaşananlar tam da bu. İşsizlik diz boyu ve üretim araçlarından yoksun bu insanlar çalışmak istiyor. Ama çalıştırılmıyor. Üretim araçları ölü bir şekilde bir avuç kapitalistin elinde boş bekliyor. Ama işletilmiyor. Yedek sermaye ordusu (işsizler) büyüdükçe büyüyor.

Ve iflaslar sayılmayacak denli çok. Şimdi açıklayacağım rakamlar, kapitalizmin kriz döneminde ne kadar sermayeyi imha ettiği net olarak daha iyi görülebilir. Ayrıca aşağıdaki rakamlar tahmini rakamlardır. Devletin kendisinin resmi olarak açıkladığı rakamlar değildir.

2018 yılı içinde toplam 15 bin 400 şirket iflas etmiş. Toplamda 330 bin şirket sermayelerinin üçte ikisini kaybetmişler.21 Esasında teknik olarak iflas etmiş olmalarına karşın, hükümet iflas ilanı vermelerini kanunen (Ticaret Kanunun 376. Maddesi) yasakladı. 2019 yılı içinde ise 2018 yılında iflas eden şirket sayısına %6 oranında bir sayının ekleneceğinı, uluslararası ticari kredi sigortacısı olan Euler Hermes SA tekeli söylüyor.

Erdoğan hükümeti, “kriz yok” demesine karşın, toplam sermaye kayıbı 200 milyar ABD dolara yaklaşmaktadır. 2013 yılında 950 milyar USD (ABD doları) GSYH hasılası olan Türkiye’nin 2018 yılında 852 milyara, 2019 yılında ise 743 USD milyara düşüyor.22 Tepe noktası (Boom) 2013 olan Türkiye ekonomisinin durumu, 2019 yılında ise dibi görmüştür. Bundan sonra yavaş yavaş yükselme eğilimi içine gireceği ileri sürülmektedir. Türkiye ekonomisinin 2019 yılında 0.9 büyüdüğü açıklandı. OECD ise, 2020 yılında Türkiye ekonomisinin %3.0 büyüceğini tahmin ediyor.23

Üretimin toplumsallaşması ve mülkiyetin kapitalist özel mülk altına alınması, kapitalist ekonominin temel çelişmesini oluşturur ve bu çelişme var olduğu sürece, kapitalizmin krizi ve kapitalist toplum içindeki sınıf çatışması, kapitalist sistemin işçi sınıf tarafından yıkılmasına kadar devam eder.

Bir kapitalistin amacı, salt toplumsal gereksinmeler için üretim yapmak değil, kar amaçlı sermaye birikimini süreğen ve büyüyen br şekilde artırmaktır. İşin içine kapitalistler arasındaki rekabet de girince, kar (daha fazla artı-değer elde etme) maksimizasyonu sermayenin organik bileşimini değişmeyen sermaye lehine kaçınılmaz olarak büyütür ve bu da kar oranında düşme eğilimi yasasını devreye sokar.

Kapitalisitin tek bir amacı vardır. Sermayesini sınırsız olarak büyütmek. Ancak sermayenin sınırı –Marx’ın vurguladığı gibi- kapitalizmin sınırları ile sınırlıdır. Onun kendi yasaları, sermayenin sınırsızlığına gem vurur ve aşırı kar için aşırı üretim ve sermayenin organik bileşminin (makineleşme) artarak devam ettirme amacı, sermayeyi sınırlar ve kriz kapıyı şu veya bu şekilde çalar. Kapitalizm bundan asla kaçamaz.

Toplumsal üretimde karşılığı olmayan aşırı birikmiş sermayenin (üretimin), belli bir süre toplumsal ekonominin dışında kalması, kapitalist ekonomi üzerinde büyük bir fırtına etkisi (kriz) yaratır ve sermayenin büyük bir bölümü imha olur; 2019 sonlarında uluslararası truzim tekeli olan Thomas Cook’un imha edilmesinde olduğu gibi.

1929 krizi nedeniyle kapitalist emperyalist ülkelerde 50 milyar ABD doları imha olurken, 2008 krizinde 50 trilyon ABD doları imha olmuştur.24 Kapitalizmin gelişmesi ve sermaye birikiminin büyüklüğüne oranla, kriz dönemlerinde sermaye imhasının oranı da artar.

Üretimin toplumsallığına karşı, üretimin tek tek kapitalistlerin elinde olması ve toplumsal bölüşülmemesi yasası; ve bunların toplumsal ekonomik yaşama bireysel çıkarları doğrultusunda yön vermesi; ortada büyük bir çelişmenin varlığına işaret eder ve toplumsallık ile bireysellik, toplumsal ölçüde bir çatışmaya girer. Bu sınıflar arası bir çatışma olarak kendini gösterir. Bu çelişme, aynı zamanda, kapitalist toplumun sonsuzluğunu değil, tarihsel olarak sınırlılığını ortaya koyar.

Bu bunalımlarda –der Engels- toplumsallaştırılmış üretim ile kapitalist mal edinme arasındaki çelişki, korkunç bir patlamaya varır. Meta dolaşımı, o an için, durmuştur. Dolaşım aracı olan para, dolaşım için bir engel olur. Bütün meta üretimi ve dolaşım yasaları altüst olmuştur, çatışma doruğuna ulaşmıştır. Üretim tarzı, değişim tarzına karşı ayaklanmış durumdadır.” 25 (açE)

Bujuvazinin “piysa ekonomisi pazarı dengeler” dediği şey kapitalist üretim gerçekliğiyle örtüşmez. Çünkü, kapitalist pazarda denge diye bir şey yoktur, tersine dengesizlik vardır.

... eğer tüm alanlarda –der Marx- eş zamanlı ve dengeli gelişmek zorunda olsaydı, kapitalist üretim diye bir şey olmazdı. Mutlak aşırı-üretim belli bazı alanlarda olduğu içindir ki, aşırı-üretim olmayan alanlarda da göreli aşırı-üretim ortaya çıkmaktadır.”26

Marx’ın “aşırı üretim olmayan alanlarda göreli aşırı üretim” dediği, şey, emperyalizmle birlikte “göreli” olmaktan çıkmıştır. Kapitalist üretimin bütün alanlarında aşırı-üretim mutlak hale gelmiştir.

Kapitalizmin aşırı üretim krizini ortaya çıkaran yasa, sermaye üretiminin genel yasasıdır.

Marx bunu şöyle açıklar:

... bu yasa, üretici güçlerin belirlediği sınıra kadar üretme, başka deyişle, pazarın fiili koşullarını ya da ödeyebilme gücüyle desteklenen gereksinmeleri dikkate almaksızın, belli bir miktardaki sermayeyle emeği azami ölçüde sömürme yasasıdır.27

Kapitalist, aşırı sermaye üretimi süreci içinde, üretiklerinin pazarda yer bulup bulmayacağına bakmaz, daha fazla üreterek daha fazla pazar alanı bulacağı anlayışı ile hareket eder ve durmadan üretir. Ancak, kapitalist pazarında bir sınırı vardır ve bu kapitalist pazarın sınırsız olmadığını gösterir. Ve daha fazla üretim için daha geniş pazar bulma ve pazarlara bütünüyle egemen olma anlayışı, kapitalist bunalımı gündeme getirirken, aynı zamanda kapitalistler arası çelişmeyi de keskinleştirerek, yeni emperyalist savaşlarında yolunu açarlar. Ve bu kısır döngü, kapitalist üretimin ortaya çıkardığı çelişmelerdir.


Krizler Kapitalizmin kendini yenilemesidir

Her kriz döneminde sermayenin önemli bir bölümü imha olur. Az yukarıda da belirttiğim gibi, kriz zamanı bir çok fabrika kapınır; bir çok işletme ya batar ya da iflas eder; küçük işletmeler büyükler tarafından yutulur. Bu sermayenin kriz nedeniyle kendi kendini imha etmesi olduğu gibi, aynı zamanda, mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi yasasını da devreye sokar. Ancak, bu kriz sayesinde sermaye yeniden kendini yapılandırmaya girer. Aşırı sömürü mekanizması ve işçi sınıfı üzerindeki aşırı baskı, yoğun işsizlik nedeniyle yeniden devreye girer ve aşırı artı-değer sömürüsü sermayenin kriz imdadına yetişir.

Kriz dönemlerinde toplumun başta temel gereksinim maddeleri olmak üzere her şey pahalanır ve devlet, kriz nedeniyle imha olan sermayenin can simidi durumuna gelir. Böylece daralan sermaye üretimi yeniden genişlemeye ve bir sonraki krize kadar bu böyle devam eder.

Kriz, bir kısım sermayenin imhasına ve üretken olanların ayakta kalıp üretken olmayanları saf dışı etmesine (yutulmasına) yol açarken, aynı zamanda aşırı rekabet sermayenin merkezileşmesini ve emeğin daha yüksek seviyede toplumsal üretkenliğinin artmasını da güçlendirerek, kapitalizmin krizden yenilenerek çıkmasına yol açar. Bu da, sermaye birikimini daha yüksek bir seviyede elde edilmesini beraberinde getirir. Ve bu, aynı zamanda, çelişmelerin bir önceki krizden daha yüksek bir seviye çıkamasına neden olur ki, yeni kriz bir önceki krizi aratır olur. Kriz, sermayenin önündeki bazı engelleri (aşırı sermaye üretimi ve bunun bir kısmının imhası) kaldırıp yeni bir birikim sürecinin önünü açarkan, kendi önüne daha karmaşık engeleri de yeniden beraberinden üretir.

Krizler kapitalizmin sonu değil, onu yeniden yapılandırmanın bir aracı durumuna gelir. 1929 krizi ABD’de çıkmıştır, ancak, kapitalist dünya sahnesinin önüne ABD’yi çıkarıp, “üzerinde güneş batmayan” İngiltere’yi ise geri plana itmesinde başat rol oynamıştır. Yani, krizler kapitalizmin sonunu getirmiyor, tersine kendilerinin yenilenerek yoluna devam etmesine yarıyor.

Marx, kapitalist dünya pazar bunalımlarının burjuva üretimin bütün çelişmelerinin kollektif olarak ortaya çıkardığını söyler ve ekler:

Dünya ticaret bunalımları –der Marx-, burjuva ekonominin tüm çelişkilerinin gerçek yoğunlaşması ve zorla çekidüzene sokulması olarak görülmelidir.”28

Ancak, aynı zamanda krizler, sınıflararası çelişmeyi keskinleştirip mücadelelerinin gelişmesini de artırıyor. Çünkü krizlerin ağır yükü işçi sınıfına yıkılıyor.

Burada, işçi sınıfıyla burjuvazi arasında yoğun bir sınıf mücadelesinin yaşanması ortaya çıkar. Burjuvazinin aşırı sömürü ve baskısı, işçi sınıfını sınıf savaşımın direkt içine çeker. Son yıllarda yaşanan devasa kitle hareketlerindeki gelişmeler, direnişler, genel grevler, işçi sınıfıyla burjuvazinin açıktan sınıf savaşımıdır.

Örneğin, Fransız emperyalist burjuvazisi, işçi ve emekçilerin haklarını daha da budamak için sürekli bir saldırı halindedir. İşçiler ve emekçiler ise buna karşı direnmekte, genel grev ve diğer direniş çeşitleriyle dişe diş bir mücadele vermektedir. Diğer ülkelerde olduğu gibi burada da iki sınıf karşı karşıya gelmişlerdir.

Kriz, sermaye birikimi için yapılan aşırı-üretimden kaynaklandığı için, sosyalist ekonomilerde ekonomik kriz yoktur. Çünkü, sosyalist üretim süreci, işçinin artı-değerini zorla gasp edip sermaye birikimi (kar) sağlamak amaçlı bir üretim değil, toplumun gereksinimlerini karşılamak olan kullanım amaçlı bir üretimdir. Yani, sosyalist ekomide, aşırı meta üretimi ve aşırı sermaye üretimi söz konusu değildir. Ekonomik kriz kapitalist sisteme ait bir olgudur. Sosyalist toplumun yeniden üretimi, aşırı sermaye birikimi üzerine kurulu değildir. Kapitalist toplumun ise yeniden üretimi aşırı meta (sermaye) üretimi üzerine kuruludur. İkisi arasındaki bu nitel fark, iki ayrı toplumsal sistemi bize verir.


Azalan Kār Oranı Yasası

Kapitalist sermaye birikimi, kapitalist toplumun yeniden ve yeniden üretimini konu edinir ve bu aslında sermayenin yeniden üretimidir. Çünkü kapitalist toplumun genişletilmiş üretimi, kapitalistin sermaye birikim teorisinden başkası değildir. Kapitalist sistemin temeli sermaye birikim teorisi olarak karşımıza çıkar ve tüm kapitalistlerin hedefi de budur. Aşırı üretim ve kar oranlarında düşme eğilimi yasaları da bu birikim sürecinin bir sonucudur. Kapitalist üretim sürecinde kar oranlarının düşme eğilimi, kapitalist toplumsal iç çelişmeleri de devamlı keskinleştiren bir özelliğe sahip olması nedeniyle, Marx, bu yasanın incelenmesine özel bir önem vermiştir.

Kapitalistin aşırı sermaye üretimi amaçlı aşırı meta üretimi yapması, onu her süreçte daha fazla teknik gelişme içine iter ve sermayenin organik bileşmini, mekina lehine artırr. Elbette burada üreticiler işçiler olmasına karşın, üretici güçler içindeki makine ve işçiler bütünüyle kapitaliste aittir. Üretici olarak o gözükür.

Kısaca, kar oranlarında düşme eğilimi yasası; canlı emeğin ölü emekle ikame edilmesiyle, genel olarak emeğin toplumsal üretkenliğinin artırılması sürecinde ortaya çıkar.

Aşırı üretimin aşırı makineleşmeyi dayatması, üretim süreci içindeki değişen ve değişmeyen sermaye bileşminde, değişmeyen sermaye (yüksek teknoloji kullanma - ölü emek)- kısmının artmasına neden olur. Değişen sermaye bölümünü oluşturan işçilerin sayısında ise azalma olur. Yani, kapitalist, daha fazla artı-değer elde etmek ve daha fazla sermaye üretmek (ya da genel anlamda kar) için, diğer kapitalist rakiplerini geçmek ve pazarlara daha fazla egemen olmak için toplam sermayenin organik bileşimini arttırma yoluna gider. Bu, bir niyet değil, kapitalist üretim sürecinin doğal gelişmidir ve kapitalist bundan vazgeçtiği anda ölümünü de imzalamış olur. Ölmemek için, başka bir söylemle; diğer kapitalist rakiplere karşı pazarlarda ürettiği metaları pazarlayabilmek için, ürün maliyetini düşürücü ve kaliteli mallar üretme yoluna gider. Bu da sürekli yüksek düzeyde makineleşmeyi ve işçi sayısını azaltmayı zorunlu olarak dayatır.

Böyle bir üretim sürecinde, değişen sermayede bir azalmaya, değişmeyen sermaye kısmında ise bir yükseliş olduğundan, kapitalistin karında bir azalma olur. Marx, bunu “kar oranında düşme eğilimi yasası” olarak adlandırmıştır. Ancak, kapitalist krizlerin nedeni olarak bazı marksist iktisatçılar29, “kar oranının düşme” eğilimini gösterirler, oysa, kar oranında düşme eğilimi, aşırı üretim yasasının bir nedeni değil bir sonucudur. Kapitalist, aşırı sermaye üretimi için aşırı üretim yapar. Ve bunun sonucu aynı zamanda genel kar oranlarında bir düşme gündeme gelir. Eğer, kapitalist krizlerin esas nedeni kar oranında düşme gösterilirse, bu sondan başa gitmek ve de krizlere neden olan esas sorunu ters göstermek olur. Kapitalist üretim süreci içinde “kar oranın düşme eğilimi yasası” bir gerçektir, kapitalist, aşırı üretim süreci içinde bundan kaçamaz. Ama kapitalisti buraya getiren neden aşırı sermaye (meta) üretimidir. Krizlerin esas nedeni olarak, aşırı-üretim açıkca belirtilmelidir.

Kapitalist makineleşmeyi artırıp, kısmi olarak işçi saysını düşmesine karşın, bu, işçilerin daha az sömürüldüğü ve de artı-değer oranının düştüğü anlamına gelmiyor. Tersine, böylesi bir süreçte artı-değer oranı ya aynı kalıyor ya da (genelde) artış oluyor, ama işçinin üretkenliği makinelerin üretim sürecine sokulmasıyla en üst noktaya çıkarılıyor. Bunun bir diğer analmı da işçinin aşırı sömürülmesidir.

Marx, bunu açıkça belirtir:

Kar oranının böyle düşüşü, emek daha az üretken hale geldiği için değil, daha çok üretken hale geldiği içindir. İşçi daha az sömürüldüğü için değil, ama daha çok sömürüldüğü içindir.30

Kar oranının düşmesi, sömürü oranın düşmesinden kaynaklanmaz. Artı-değer oranı, yatırılan toplam sermayenin oranına göre düşme göstermektedir. Emek üretkenliğinin artmasıyla, artı-değer oranı yükselmesine karşın, toplam sermaye oranındaki artış, artı-değer oranındaki artıştan daha fazla olduğu için, artı-değer oranında da bir düşme olur. Çünkü, kapitalistin genel kar oranı, artı-değer kitlesinin toplam sermayeye oranıyla belirlenmektedir.31 Daha açıkça belirtilirse, kapitalistin karının tek kaynağı işçinin ödenmemiş emeği olan artı-değerden başkası değildir.

Kar oranındaki –der Marx- düşme, demek ki, artı-değerin yatırılmış toplam sermayeye oranında bir düşmeyi ifade etmektedir ve bu nedenle, bu artı-değerin çeşitli katagorileri arasındaki her türlü bölünmesinden bağımsızdır.”32

Makineleşme, emeğin üretkenliğini artırırken, emeğin değerinde de göreli bir düşüşe neden olur ki; kapitalist üretim bu düşüten kendini dıştalayamaz, kapitalist üretimin değerinde de göreli bir düşüş söz konusu olur. Kapitalist üretimin değerinin azalmasında; makineleşme ile emek üretkenliğinin arttırılması yanında, ucuz işgücünün sonucu ortaya çıkan ürünlerin alıcılarını bile şaşırtacak denli ucuzlaması, bu emek değerinin ucuzlaması ve artı-değerin maksimize edilmesinin bir sonucudur.

Şimdi kar oranında düşme eğilimi yasasını Marx’a dayanarak açıklamaya başlayalım:

Marx, bu konuyu Kapital’in 3. cildinde geniş olarak ele almıştır.

Burada formülü Marx’tan olduğu gibi aktaralım. Değişmeyen sermaye oranı yükseldikçe kar oranın düştüğünü de göreceğiz.33

Değişen sermaye: s

Değişmeyen sermaye: d

Kar oranını ise: k’

Ve hesaplarımızda artı-değer oranı hep yüzde yüz olsun (%/%) bunu a ile gösterelim.

s= 50, ve d= 100 ise k’= 100:150= %66;

s= 100, ve d=100 ise k’= 100:200= %50;

s= 400, ve d= 100 ise, k’= 100:500=%20;

Kar oranını ortaya çıkarma formülü: Değişen ve değişmeyen sermayenin artı-değer oranına bölümüyle elde edilmektedir. Yani: k’= a: (s+d)

Marx’tan bir kısmını aldığım bu formülde de görüldüğü gibi, değişmeyen sermaye (s) kısmı arttıkça, kar oranında da bir düşme görülmektedir. Bu kapitalist için bir paradoksallıktır. Makineleşmenin artırılması eğilimi; bir taraftan, emeğin üretkenliğini artırarak aşırı üretim ve ürünlerin ucuzlamasını sağlamak, bir taraftan ise yine emek üretkenliğinden kaynaklı artı-değer oranını yükseltmek, ama öbür yandan ise böyle bir üretim sürecinin kar oranındaki düşme eğilimini kaçınılmaz kılması... Kapitalistin paradoksallığı burada ve kapitalist üretim süreci bu paradoksallıktan kurutlamaz.


Marksist Kriz Teorisi ve Sınıf Mücadelesi

Kapitalizmin krizleri, burjuva sınıfı ile proletarya sınıfı arasında uzlaşmaz karşıtlıkla ve sınıflar arası mücadeleyle doğrudan ilişkilidir. Kapitalizmin krizini salt burjuvazinin kendi sınıfsal ilişkilerinden kaynaklı görmek ve burjuvazi ile proletarya arasındaki uzlaşmaz karşıtlıktan ayrı ele almak, daha baştan Marx’ın kriz teorisinin dünya görüşü içeriğini reddetmek olur. Ve böylesi bir yaklaşım, aynı zamanda, krizin sınıfsal içeriğini yadsımak olur.







1 Marx, Kapital, C1, sf. 683, Sol Yayınları. Birinci Baskı

2 Engels, Anti-Dühring, sf. 436, Sol Yayınları, İkinci Baskı.

3 Marx, Artı-Değer Teorileri, İkinci Kitap, sf. 419, Sol yayınları.

4 Marx, Kapital C.1, sf. 101

5 UNCTAD (United Nations Conference on Trade Development- Birleşmiş Milletler Kalkınma Konferansı)

6 Rakamlar, 2008, 2009 ve 2019 UNCTAD Raporundan alınmıştır.

7 Alman Ekonomi Bakanı Peter Altmaier, “son verilerin alm verici olduğunu ve bir uyarı sinyali anlamına geldiğini” açıklamak zorunda kalmıştır. (DW, 14.08.2019)

8 İngiliz burjuvazisi, anlaşmasız ya da anlaşmalı ayrılıkta büyük kayıpları olacaktır ve burjuvazi bunu şimdiden halkın sırtına yıkmanın politikasını yapıyor. “Çankırılı” Boris Johnson bu nedenle başbakan koltuğuna oturtuldu.

9 www.euraactiv.de/5.06.2019

10 www.automobilwoche.de/07.08.2019

11 Marx, Kapital C.3, sf. 225, Sol Yayınları İkinci Baskı

12 www.euractiv.de+/section/economie

13 Statista.de 2018

14 Gazete Duvar, 21.01.2019

15 Eurostat.de

16www.ec.europa.eu/17.04.2019

17 www.ustr.gov/contries-regions/europa

18 Marx, Artı-Değer Teorileri, İkinci Kitap, sf. 500, Birinci Baskı, Sol Yayınları.

19 F. Engels, Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, sf.90-91, 7. Baskı, Sol Yayınları

20 F. Engels, age, sf. 91

21 Euler Hermes SA‘dan aktaran Sözcü gazetesi, 17.09.2018 (ve aynı günün diğer günlük gazeteleri)

22 GSYH rakamları, de.sitatista.com/bruttoinlandsprodukt

23 www.oecd.org/oecd-wirtschaftsausblick.htm. (Maalesef, Koronavirüsü kapitalist dünyayı bütünüyle vurdu, %3 büyüme bir yana, ekonomi çift rakamlı eksi sayılara düştü. YK.06.05.2020)

24 Stefan Engel, Küreselleşme, Tanrıların Günbatımı, sf. 598, Umut Yayımcılık

25 F. Engels, age, sf. 91

26 Marx, Artı-Değer Teorileri, İkinci Kitap, sf. 510

27 Marx, Artı-Değer Teorileri, İkinci Kitap, sf. 512

28 Marx, Artı-Değer Teorileri, İkinci Kitap, sf. 489-490, Birinci Baskı, Sol Yayınları

29 Bkz. Marx’ın Kriz Teorisi 1. Kitap, Kalkedon Yayınları. Derleyen: Uğur Selçuk Akalın

30 Marx, Artı-Değer Teorileri, İkinci Kitap, sf. 419, Sol Yayınları.


31 Marx, Kapital 3. Cild, sf. 190

32 Marx, Kapital 3. Cild, sf. 190

33 Marx, Kapital 3. Cild, sf. 188, Sol Yayınları, İkinci Baskı