16 Haziran 2012 Cumartesi

Küçük Burjuvazinin Sefil Halleri


Küçük Burjuvazinin Sefil Halleri

Yusuf KÖSE
9-10 Haziran tarihleri arasında 7. Kongresinin yapan ÖDP, kuruluşunda ki felsefesini koruduğunu bir kere daha ilan etti. Soruna ÖDP’nin sınıfsal yapısından bakınca, bundan başka farklı bir şey de beklemek saflık olurdu. Çok iddialı bir şekilde kongre yapan ÖDP, yaşanan gelişmelerden doğru dürüst bir dersler çıkarabilirdi. Ne var ki, küçük burjuvazinin yaşı ilerledikçe akllanıp sınıfsal yapısını terk etmiyor. Aynı düşünce yapısı gençliğinde neyse, yaşlılığında da o oluyor.

Burada ÖDP’nin savunduğu görüşlerinin ayrıntısına girmeyeceğim. Bir kaç noktaya vurgu yaparak, küçük burjuvazinin bir elinin büyük burjuvazi de oluşunun resmini çizmeye çalışacağım.

ÖDP’nin Kürt Ulusal Sorununa Yaklaşımı:
ÖDP’nin parti programına bakıldığında, bu konuda pek bir gelişme olmadığı hemen görülecektir. Yani, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı yerine, Kürt ulusuna “birlikte yaşamak” dayatılmaktadır. Alper Taş’ın Kongre konuşmasında da yeni olan bir şey yok. O, sosyal şoven görüşlerini bir kere daha vurguluyor ve Kürt ulusuna; “ya birlikte oluruz ya birlikte” diyerek başka bir seçenek olmadığını söylemeye çalışıyor.

O konuşmadan bir örnek:
“Biz Kürt kardeşlerimizle eşit ve özgür bir birlik temelinde bir arada yaşayabiliriz. Kürt kardeşlerimizin dil, kimlik, kültür talepleri ve bunların anayasada güvence altına alınması insani ve demokratik bir taleptir. Bu talepler karşılandığında ülkemiz bölünmez, daha da zenginleşir, daha da birleşir.” (açYK)

Marksist-Leninist-Maoistler açısından ulusal sorunun çözümü açıktır. Ulusların kendi kaderini tayin hakkını kayıtsız şartsız tanımak ve savunmak. Bunu savunmayan Marksist olamaz. Olsa olsa iyi bir soyal şovenist olur. “Ülkemiz bölünmez” diyerek yola çıkan ÖDP, de sosyal şoven görüşlerini Kürtlere dayatmaktadır. Aklına , Kürt ulusunun ayrılma, ayrı devlet kurma ve Türklerden ayrı olarak yaşamak isteyeceklerini getirmiyor, getiremiyor.

Türk egemen sınıfları da “kardeşlik”, “bölünmez bütünlük”, “birarada yaşam” vs. üzerine bolca nutuklar atıyorlar. Ne zaman ki, Kürtlerin ayrılma hakkı olduğu savunulduğunda, bunu savunanlara karşı vahşice saldırıyor. Kürtlerin üzerine ise bomba yağdırıyor. Egemen burjuva “kardeşliği” bu olsa gerek!

ÖDP, geldiği (Dev-Yol) köken olarak da, hiç bir zaman ulusal sorunu MLM temelde ele alamadı. Sosyal şoven yanları ağır bastı. “Vatan bölünmez” noktasında burjuvazi ile yan yana yürümekte bir sakınca görmedi, göremedi. Kürtlerin ayrı devlet kurma hakkını açıktan savunmadı, savunamadı.

Ülkemiz de ulusal soruna yaklaşım her zaman önem taşımıştır. Çünkü Türkiye çok uluslu bir ülkedir. UKKTH savunmayan demokrat dahi olamaz. Ülkemiz özgülünde Kürt ulusunun ayrılma ve ayrı devlet kurma hakkını savunmayan bir siyasal yapının demokratlığı dahi sorunludur. “Ulusal haklarınızı anayasayla güvence altına alacağız, aman ayrılmayın” demek, ulusal sorunun çözümü olamaz. Bu tek taraflı bir yaklaşımdır. Daha doğrusu egemen ulus bakışlı bir yaklaşımdır. Doğrusu; ezilen ulusun, kendi kaderini özgürce tayin etmesidir. Bu, ister ayrılma yönünde olsun, isterse birlikte yaşama yönünde olsun, Marksistler, bu hakkı kayıtsız şartsız savunur ve savunmalıdır da. Ayrılmasını eleştirebilirsiniz, ama, eleştirinin ötesine geçemezsiniz.

Özellikle bugün, Türk sosyalistleri ve komünistleri, Kürtlerin ayrılma hakkını daha gür bir şekilde haykırmalı ve savunmalıdır. Kürt ve Türk işçi ve emekçileri arasında ki sınıf bağının güçlenmesi burdan geçer. Sosyal şoven yaklaşımlar, sınıfın birliğine zarar verir ve veriyor da.

ÖDP’nin Kürt Ulusal Hareketi’yle fazla birlikte hareket etmemesinin bir nedeni de, sosyal şoven bakış açısının içinde saklıdır. Bir taraftan “Türkiye Meclisi Kuralım” diyerek herkese çağrı yapan ÖDP, DHK’’inden (Demokratik Halklar Kongresi) uzak kaldı. Oysa, reformsit bir dünya görüşüne sahip olan ÖDP, aynı reformist taleplerle yola çıkan DHK’ya ortak hareket edebilirdi.

CHP’ye Uzatılan Kardeşlik Eli
Kürt ulusal hareketinden esirgenen “kardeşlik eli”, CHP’ye rahatlıkla uzatılabiliyor. ÖDP, kendi içinde tutarlı hareket ediyor. Ulusal sorunda sosyal şovenist bir yaklaşımın siyasal kökleri, kemalizme bakış açısında ve doğal olarak onun uzantısı egemen sınıf partisi CHP’ye bakış açısının içinde vardır.

A.Taş, konuşmasında; “Yerel seçimlerde geniş bir işbirliği ile AKP geriletilebilir. Dikkat edin, biz CHP’yi eleştirmiyor, hedef almıyoruz. Çünkü şimdi asıl sorunumuz bu iktidar ve onun uygulamaları. Biz bu kongremize CHP’yi davet ettik.”

“Asgari düzeyde de olsa eşitlikçi ve özgürlükçü bir yerde durursa, Kürt muhalefetini dışlamayan bir tavır alabilirse, en azından Ankara ve İstanbul’da üzerinde anlaşılan adaylarla yerel seçime gidilebilir. İzmir zaten CHP’nin. Ama Ankara ya da İstanbul’u almak AKP’yi ciddi ölçüde gerileten bir adım olacaktır” (Birgün Gazetesi, 08.06.12, A gazeteci L. Doğan Tılıç’ın A. Taş’la yaptığı roportaj’dan)

Alıntıda da görüldüğü gibi, A. Taş, CHP’yi yerel seçimlerde desteklemek amacında. Onunla işbirliğinden yanalar. Aslında bu yaklaşım, CHP’ye nasıl baktıklarını ortaya koyuyor. Onu “ilerici” bir parti olarak değerlendirdikleri ortaya çıkıyor. Bu, aynı zamanda, küçük burjuvazinin kendine güvensizliği, sıkça tekrarladıkları “kitlelere güvenin”in tersine, işçi ve emekçilere güvenmediklerinin bir göstergesini de oluşturur.

Burada CHP’nin niteliğini anlatmayacağım. CHP bir burjuva partisidir. İktidara geldiğinde faşizmi uygulamaktan kaçınmayacaktır. Ve iktidarda olduğu zaman işçi ve emekçilerin en büyük azılı düşmanı olmuştur. Bunun örneklerini saymakla bitmez. Türkiye’de ırkçılığın şampiyonluğunu bu parti yapmıştır. Kürt ulusuna karşı katliamların çoğunlu bu parti tarafından yapılmış ve uygulanmıştır.

Bugün ise ne değişti? CHP “ilerici” bir parti mi oldu? Hayır? CHP, muhalfette iken, özellikle kendine yönelik baskıların da yapıldığı bir süreçte “ilerici” gözükmeye çalışıyor. Daha doğrusu “demokrat” rolünü oynamaya çalışıyor.

CHP, 1950’ler sonundaki Menderes’e karşı yaptığı hamleleri şimdi yapmaya çalışıyor. O zaman da demokrat”gözükmeye çalışmıştı. Bugün de, İşçi ve emekçilerin düzene karşı tepkisini kendi potasına çekmenin yollarını arıyor. CHP’de, ırkçılığın kökleri o kadar derinlerde ki, Kürtlere, Kürt demeye dilleri dahi varmıyor.

CHP’den medet umanlar, ondan “demokrat” olmasını bekleyenler, geçmişte olduğu gibi, şimdi de yanılıyorlar. Devrimciler, komünistler, emekçiler, Kürtler ve aleviler, kısacası ezilenler, CHP’nin hep yumruğunu yemişlerdir. İşçi ve emekçilere CHP’yi “dost” göstermek, aptallık değilse, küçük burjuva sefilliğidir. Küçük burjuvazi, TC tarihi boyunca, CHP’nin kemalist balyozunu hep sırtında taşımıştır. Bizim küçük burjuvazinin, sınıf mücadelesindeki netsizliğinin bir kaynağı da buradan geliyor denebilir. O, burjuvazinin kendisine yüklemek istediği taşı taşımaya hevesli gibi...

Bir zamanlar, “karaoğlan” Ecevit’de “devrimcilik” keşfedip, onun peşinden gitmeyi hayatlarıyla ödeyenler, bir kere de Kılıçdaroğlu’nu denemek istiyorlar. Anlaşılan o ki, ÖDP, Kılıçdaroğlu’nda da “ilericilik” görmüş olmalı ki, “Ankara ve İstanbul’u da alsınlar” diyor. Yani, “biz onları destekleriz.” Kemalizmin sopası, şeritçıların sopasından daha eheven olmalı...

1789 ve 1923
ÖDP eş başkanı A. Taş şöyle buyuruyor:
“1789’u ilerici olarak gördüğümüzde nasıl bir burjuva devrimcisi olmadıysak, 1923’de kurulan cumhuriyeti ilerici olarak tanımlamamız bizi Kemalist yapmaz. Cumhuriyet ilerici bir gelişme olarak kurulmuş ancak geçen süre içinde gericileşmiştir.”

Marksistlerin bu iki tarih ve bu iki olay arasında bir benzerlik kurmalarının pek olasılığı yok. Biri gerçek anlamıyla ilerici bir burjuva devrimi. Diğeri ise burjuvazinin ilerici olmaktan çıkıp gericileştiği bir dönemde ortaya çıkan bir iktidar biçimidir. Kemalizm’in anti-emperyalist bir yanı yoktur. 1. Emperyalist paylaşım savaşı sonucu Osmanlı’nın paylaşılmasıyla, geriye kalan “Türkiye” denen toprak parçası olmuştur. Emperyalist burjuvazi burayı tamamıyle sömürgeleştirmek için her hangi bir çaba harcamamıştır. O günün emperyalistler arası güçler dengesi, Osmanlı’dan geriye kalan Anadolu’nun TC olmasını kabul etmişlerdir.

Kemalist burjuvazinin abarttığı ve şişirdiği gibi herhangi bir “kurtuluş savaşı” da olmamıştır. Kemalistler’in tek savaşı, Yunanlılara karşı “Büyük Taaruz” adını verdikleri 23 gün süren savaşları vardır. Gerisi ise, yalan propagandadan ibarettir. Kemalizmin tarihi katliamlar, baskılar ve yalanlar üzerine kurulmuştur. Kemalist burjuvazinin tarihi, Kürt ulusuna, azınlıklara, çeşitli milliyetlerden işçi ve emekçilere karşı savaşımın tarihidir.

Kemalistler, daha 1919’dan itibaren emperyalist burjuvaziyle uzlaştı. Aynı şekilde içerde de toprak ağalarıyla ve diğer feodal sınıflarla birlikte hareket etti. Kemalist devlet; işçi ve emekçilere karşı kurulan bir devlettir. “Güdük” anti-emperyalist bir yanı dahi olmamıştır. 1789 Fransız burjuva ihtilali ise, burjuvazinin feodaliteden iktidarı almasının adıdır.

Fransız burjuva devrimi aynı zamanda laiktir. Kemalizm’in ise laik bir yanı da yoktur. Kemalizm, dini kontrol altına almış ve onu kitleleri aldatmanın bir aracı olarak kullanmıştır. Öte yandan, sünniliğin her alanda etkin olmasını sağlarken, aleviliği yasaklamıştır. Kürtlere ve diğer azınlık uluslara yaptıklarını ise burada tekrarlamanın bir anlamı yok. Çünkü bu hala yaşanıyor.

Bizim küçük burjuvazi, kemalizm sevdalısı olmaktan hiç bir zaman kurtulamamıştır. Kemalist iktidar tarafından, hırpalanmış, haps edilmiş, katledilmiş ve her türlü zulme maruz kalmış, ama bir türlü kemalizm hayranlığından vazgeçememiştir.  Çünkü kemalizmin yalan tarihini, TKP’den dönme küçük burjuva “kadro”lar yazmıştır. Ondan sonra gelen küçük burjuvalarda bu “büyük abilerinin” yalanlarını gerçek sanarak, kitlelere karşı savunmaya devam etmişlerdir. Küçük burjuvazinin kendine ve halka olan güvensizliği, büyük burjuvaziye övgüye dönüşmüştür.

Genel de küçük burjuva kesimlerin, “kemalizm süreç içinde gericileşlti” demeleri, esas olarak 1950 DP iktidarını kast ediyorlar. Bunlara göre emperyalizm de Türkiye’ye DP ile geldi. Ondan önce “bağımsız bir ülke” vardı. Bir tarih ancak bu kadar çarpıtılabilir. Nazi yanlısı İnönü’yü bile savunmak zorunda kalıp, kendilerini neden bu tür zorlukların içine atarlar, anlaşılmaz!... Bu ayrı bir tartışma konusu olduğu için uzatmıyorum.

ÖDP vb. küçük burjuva reformist hareketler kitlelere, kırk satır yerine kırk katırı tercih etmelerini öğütlüyorlar. Bu nedenle, bunların anlayışlarının açığa çıkarılıp teşhir edilmesi önem kazanmaktadır.

 “Yunan Solunun Başardığını Biz Niye Başarmayalım?“
Küçük burjuva kesimler de bir SYRİZA tutkunluğu başladı. Yukarı da ki başlık da A. Taş’a ait. SYRİZA, bilindiği gibi Yunanlı küçük burjuva reformist örgütlerin kurduğu bir blok. Yunanistan’da bu dönemde güçlenmelerinden doğal bir şey de yok. Çünkü koşullar buna elverişli. Devrimci durum oldukça yüksek. Ancak, bir devrim durumu yok. Bunun en önemli ayağı olan Yunanistan işçi sınıfı partisinin sınıfı kucaklayamaması ya da ortada böyle ciddi bir partinin olmamasının da önemli bir etkisi olduğu bir gerçek.

SYRİZA, devrimci bir blok olmaktan çok reformist bir blok. AB’nin sömürgeci politikasına karşı çıkmak zorunda. Ancak, görülen o ki, kitlelerin devrimci dinamiğini de pasifize etmenin yollarını arıyor. Devrimci bir parti, devrim yapmak için mücadele eder. Onun görevi; burjuva düzeninin aşırı uçlarını törpüleyerek reformize etmek değildir,. SYRİZA, eğer, yarın ki (17.06) seçimlerde, hükümeti kuracak kadar oy alırsa ve hükümetin başına geçerse, o düzeni değil, düzen onu ehlileştirecektir. Devrimci gibi gözüküp devrimci olmayanlar ehlileşir. Bunu hep birlikte yaşayarak göreceğiz. Sorun deneme-yanılma sorunu değil, sınıfsal sorundur. MLM olmayanlar ya da bu çizgiden hareket etemeyenler burjuva düzeniyle uzlaşarak devrimin karşısında yerlerini alırlar.

ÖDP’nin savunduğu da böyle bir durumdur. Daha ötesi değil.
16.06.2012
***

10 Haziran 2012 Pazar

İşçi Sınıfının Yeni 15-16 Haziran’lara Gereksinimi Var




İşçi Sınıfının Yeni 15-16 Haziran’lara Gereksinimi Var

10.06.2012
Faşist AKP hükümeti ve arkasındaki sermayenin işçi ve emekçilere karşı yoğun saldırısı, olanca hızıyla devam etmektedir. Bir çok faşist ve gerici yeni yasaların çıkarılmasının yanı sıra, en son Hava iş kolundaki grevin yasaklanması, sermayenin işçi sınıfına yönelik en önemli saldırılarından birisidir. Bu yasak, salt Hava iş koluyla sınırlı kalmayıp daha başka iş kollarını da hedeflemektedir.

Dinci-faşist AKP hükümeti, işçilere, emekçilere, Kürtlere, alevilere ve tüm devrimci demokrat kesimlere yönelik faşist saldırılarını artırmasının nedeni; kendi yaşamını bu saldırılar da bulmasından kaynaklanmaktadır. Bu saldırıları yapmadan ayakta kalmayacağını, sermayinin aşırı sömürüsünün sağlayamayacağını görmektedir. Bu bağlamda, bütün sermaye kesimleri, AKP’nin ezilen kitlelere yönelik saldırılarını destekliyor.

Yeni palazlanan dinci faşist-sermayenin  ABD ve Batılı emperyalistlerin de desteğini alarak işçi sınıfına ve emekçilere yönelik saldırılarını geriletmenin, durdurmanın yolu yine işçi ve emekçilerin birleşik ve düzene karşı kararlı mücadelesinden geçmektedir.

Hükümet ve arkasındaki sermayenin güçlü gibi gözüken, ama aslında oldukça zayıf yanları da mevcuttur. Hükümeti güçlü kılan olguların başında, ABD ve Batılı emperyalistlerin yanı sıra, içerdeki işbirlikçi sermaye kesiminin AKP hükümetini açıktan desteklemeleridir. Emperyalistlerin desteği ise uluslararası dengeyle, yani emperyalisitler arası çıkar dalaşmasıyla yakından ilgilidir. Şu anda İran, Irak ve Suriye’deki durumlara bağlı olarak emperyalistlerin açıktan desteğini alan Türk devleti ve onun hükümeti, buralardaki taşların yerinden oynamasıyla, destek tersine de dönebilir ya da zayıflayabilir. Ancak, TC devleti her zaman emperyalizme bağlı olarak boynunda tasma taşımış ve tasmanın ipi ise emperyalist (ABD ve Batılı) burjuvazinin elinde olmuştur.

Bu baskı cenderesinin halkların lehine dönebilmesi için, işçi ve emekçilerin düzene karşı kararlı mücadelesinin boyutuyla yakından ilgilidir.

AKP’nin en önemli zayıf yanlarından biri de, Kürt ulusal sorunudur. Egemen sınıflar, Kürtleri baskı ve katliamlarla sindirme taktiğini esas alırken, yer yer “uzlaşır” görünümlü bir taktik de izliyorlar. Bu da, Kürt ulusal hareketininin saldırılarını yavaşlatma, eritme ve pasifize etme amaçlı olmaktadır.

Türk devletinin, Kürt ulusal hareketini bastırması oldukça zor. Eğer Kürt ulusal hareketi teslimiyeti seçmezse. Bu da zor gözüküyor. Kürt ulusal hareketinin Türk  işçi ve emekçilerin dostu olarak kalması, düzene karşı muhalefetin güçlenmesine hizmet etmektedir. Tabi, aynı şekilde Türk işçi ve emekçileri de Kürtlerin ulusal-demokratik haklarını desteklemesi ve dayanışma göstermesiyle, bu dostluk ve dayanışma pekişecek ve pratik bir hal alabilecektir. Tek taraflı bir dostluk olamaz.

AKP’nin diğer bir zayıf yanı ise, kendi içinde bir Gülenciler-Milli Görüşçüler şeklinde esasta iki parçalı olmalarıdır. Devlete egemen olma amaçlı ciddi bir dalaşma sözkonusudur. Ancak, Kemalist bürokrasiye ve geleneksel burjuvaziye karşı birleşmiş durumdadırlar. Aralarında birliği bozdukları anda devlet yönetimini kaybedeceklerini ve okun sivri ucunun bu kez kendilerine döneceğini de biliyorlar. Bu nedenle, aralarındaki iktidar dalaşında birliklerini parçalamadan sürdürmeye özen gösteriyorlar. Bu birlik, çok uzun sürmeyece benziyor. Devlete egemen olma ve sömürüden daha fazla pay alma yarışı birbirini açıktan tasfiyeye dönüşecebilecektir. Bu da, onları zayıflatarak, devrimci-demokrat muhalefetin güçlenmesine hizmet edecektir.

Tabi, AKP’nin en önemli zayıf yanlarından biri de, hiç kuşkusuz, işçi ve emekçi cephesinin mücadelesinin gelişmesidir. Şu anda bu mücadele güçlü değildir. Her ne kadar devrimci-demokrat kesimler AKP ve devlete karşı birleşmiş görünse de, bu yeterli değildir. İşçi sınıfının mücadelesinin AKP’nin faşist saldırılarını geriletecek boyuta ulaşamamıştır. İşçi ve emekçilerin Bir Mayıs’lar’da alanları doldurması, 23 Mayıs’ta ki kamu emekçilerinin kitlesel direnişlerinin varlığı, AKP hükümetinin saldırgan tavrını geriletmeye yetmemiştir. Bu da, daha büyük kitlesel hareketlerin ve bunun yer yer sokak çatışmalarına dönüşmesini zorunlu kılıyor. Böyle bir çatışma, işçi ve emekçilerin burjuvazinin saldırılarına boyun eğmeyeceğinin işareti olacak ve böylesi bir mücadele arenasında burjuvaziye geri adım attıralabilecektir.

İşçi sınıfının 42 yıl önce gerçekleştirdiği 15-16 Haziran Direnişi’nin yıl dönümünü kutladığımız bu günlerde, yeni işçi direnişlerinin olmaması için hiç bir neden yoktur. Bu tür direnişler de sendikaların rolü önemlidir. Şu anda ülkemizde sendikaların önemli bir bölümü, Türk egemen sınıflarının güdümü altındadır. En büyük sendika olan Türk-İş, işçi sınfının direnişlerini bastıma amaçlı hareket etmektedir. Türk-İş içinde örgütlenen Sendikal Güç Birliği Platformu (SGBP) bileşenlerinin mücadelesi işçi sınıfının kazanımı olarak önemli bir gelişmedir. Diğer yandan kamu emekçileri içinde örgütlenen KESK ve DİSK gibi sendikalar da AKP hükümetinin saldırıları karşısında yerlerini almışlardır.

İşçi sınıfı hareketinin önündeki en büyük engel hala sarı sendika ağalarıdır. İşçi sınıfı, bunları yıkıp geçmeden, kendi örgütlülüğünü geliştiremeyeceği gibi, ekonomik ve demokratik haklarını koruyamayacak, tersine her geçen gün daha büyük saldırı ve hak gaspları ile karşı karşıya kalacaktır.

Dinci AKP hükümeti, karşı cephesini de giderek genişletmektedir. Çünkü o, sadece Kürtlere değil, işçilere, emekçilere, kadınlara, öğrencilere, alevilere yani, tüm ezilenlere karşı saldırarak, kendi karşı cephesini de genişletmektedir. Bu, AKP için kaçınılmaz bir durumdur. Saldırmdan yaşayamayacağını bilmektedir. Sermaye birikimini artırmak ve egemenlik alanlarını güvence altına alabilmek için, daha fazla sömürüye ve bunun için daha fazla saldırıya gereksinimi vardır. Bir avuç burjuvazinin çıkarlarını korumak ve genişletmek için bunu zorunlu görüyor. Ancak, bu saldırıların bir bedeli de olacaktır ve bunun bir bumerang gibi sahibine geri dönmesi de kaçınılmaz gözüküyor.

Burjuvazinin bumerangı işçi sınıfı ve emekçilerin birleşik militan mücadelesi olacaktır. İşçi ve emekçiler pasif savunma ruh halinden çıkıp, daha kararlı ve burjuvazinin saldırılarını geriletici militan bir karşı saldırıya geçmesi gerekiyor. Bu bir sınıf savaşımıdır. Sınıflar arası savaşım ise kararlılık ve militanlık ister. Tersi, her geçen gün artan baskı ve aşırı sömürülerle karşı karşıya kalmak bir kader olacaktır. Bir avuç asalak burjuvazinin bencil çıkarları için böyle bir “kader” kabul edilemez.

Burjuvazinin tankları ve polis kaskları işçi sınıfının ayakları altına alınmadan özgürlükler kazanılamaz. Bu anlamda, işçi ve emekçilerin; kendi kaderlerini kendi ellerine almak ve sosyalizmin özgürlük bayrağını her alanda yükseltmek için, yeni 15-16 Haziran Direnişleri’ne gereksinimleri vardır.

***