27 Aralık 2015 Pazar

TARİH KOMÜNİSTLERİ BEKLİYOR













TARİH KOMÜNİSTLERİ BEKLİYOR



Yusuf KÖSE
Dünya

Bir yılı daha geride bırakıp yeni bir yıla giriyoruz. 

 Dünyamıza egemen olan kapitalist-emperyalist sistem, "köpeksiz köyde değneksiz dolaşıyor" gibi, yine topuyla, tüfeğiyle, savaş uçakları ve füzeleriyle ve tüm kanlı vahşetiyle, dünyamızda dolaşıp duruyor. Emperyalist burjuvazi; ne sermaye birikimine, ne hükümranlığa ne de insan ve doğayı katletmeye doymadığı gibi, kendi aralarında alabildiğine bir egemenlik çatışması da olanca hızıyla devam etmektedir.

Bugün, dünyamızın en başat özelliği; emperyalist savaş tehlikesidir. Emperyalist burjuvazi, 2008 krizini aşamadığı gibi, yeni krizlerle karşı karşıya kalmıştır. Başta, enerji yataklarının yoğun olduğu Ortadoğu’da birbirini altetme ve egemenliklerini (ve pazar alanlarını) genişletmek için silahlarını birbirlerine doğrultmuşlardır.

Emperyalist egemenlik alanı tek Ortadoğu’yla sınırlı kalmayıp, Ukranya’dan Güney Çin Denizi’ne kadar uzanan, Latin Amerika  ve Afrika’yı da bütünüyle içine alan geniş bir alanı içermektedir. 

Emperyalist saflar ve bloklaşmalar giderek netleşmekte ve askeri hazırlıklar yapılmaktadır. AB gibi ülkelerde ve ABD’de bir taraftan iç faşistleşme ciddi bir olgu olurken, ırkçılık esas politik bir güç haline getirilmektedir.

Türkiye

Türkiye ise, emperyalist Batı bloku’nun bir savaş üssü haline getirilmiştir. İçeride, işçi sınıfı ve emekçiler kanlı bir şekilde susturulurken, işçi ve emekçilerin dostu demokratik Kürt Ulusal Hareketi ise askeri bir saldırıyla karşı karşıya bırakılmıştır.

Dinamik kitlesel bir güç ve güçlü bir askeri yapısının olması ve herşeyden önce de demokratik yapısı; Kürt Ulusal Hareketi’ni, emperyalistlerin desteğindeki faşist Türk devletinin öncelikleri arasında ki, askeri saldırısının hedefi haline getirmiştir. 

ABD ve Batı burjuvazisinin Rojava’da Kürt ulusal güçlerine karşı kısmen işbirliği yapmaları ve sessiz kalmaları, bölgedeki emperyalistler arası çelişmeden kaynaklanmaktadır.

Türkiye işçi sınıfı, hem örgütsüz hem de sessizdir. Dinci faşist hükümete ve devlete karşı, gerçek gücünü gösterememektedir. Bunun böyle olmasının birinci nedeni; devlet yanlısı sendikaların işçiler üzerindeki baskıcı etkileri ve komünistlerin bu alanlardaki örgütlenme faaliyetlerinin oldukça zayıf oluşudur.

Türkiye işçi sınıfı kendi sınıfsal sorunlarına açıktan sahip çıkmadıkça, Kürt ulusunun ezilmesi karşısında yerini aktif bir şekilde almadıkça, emperyalist savaş tehlikesine karşı mücadele etmedikçe, faşist Türk devletinin baskı ve zulmünüde hep omuzlarında taşımak zorunda kalacaktır.

Sonuç

Uluslararası işçi sınıfı ve ezilen halkları ve ezilen ulusları ciddi mücadele günleri beklemektedir. 1. Emperyalist paylaşım savaşı, 17 Ekim Rus Devrimi’ni tarih sahnesine çıkarırken, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı ise, başta Çin Devrimi olmak üzere Balkan ve Doğu Avrupa işçi sınıfı ve halklarının kurtuluşunu sağlamıştır. 

Yeni bir emperyalist savaş ve saldırganlık sürecinin, önümüzdeki yıllarda, işçi sınıfı ve emekçilerin sermaye sınıfının kapitalist dünyasına karşı güçlü devrimci sınıf saldırılarını çıkarmaması için hiç bir neden yoktur.

Biz komünistler, hayallerimizi gerçekleştirmek için çaba harcadık. “Ama bazen gerçekler, hayallerimizin gerçekleşmemesi için direnirler.[1] Bu günümüzün özetidir.

 Ancak, hayallerimizin gerçekleşmesi için çaba harcamaya devam edeceğiz ve dünyayı sermaye sınıfının elinden alıp yaşanır bir duruma getireceğiz. Çünkü bizim hayallerimiz, o gerçeklerin içindeki çelişmelerin çözümünden başkası değildir. Bu bağlamda, tarih daha fazla bekleyemez. 

Burjuvazi için tarih beklemesini bilmediği için, emperyalizm krizden krize giriyor. Ancak, işçi sınıfı ve emekçilerin sosyalist kurtuluşu için tarih bekliyor.

Sosyalizm ve komünizm mücadelesiyle bekleyen tarihe, 2016 yılında biraz daha yaklaşmak azmi ve mücadelesi dileğiyle... 

Sermaye sınıfının kapitalist dünyasına karşı, sosyal ve ulusal kurtuluş mücadelesi veren herkese iyi yıllar!


27 Aralık 2015



[1]Zuzu Angel” adlı (Brezilya) filminden

21 Aralık 2015 Pazartesi

Yaşamınız İçinde Birgün de Olsa








Yaşamınız İçinde Birgün de Olsa
Halkın Yanında Yer Alın!



Yusuf KÖSE



Bu başlık, sağ ve sol liberallere bir çağrıdır. Liberaller hiç bir zaman doğrunun yanında yer almadılar. Alır “gibi” yapıp, güçlünün yanında, egemenin yanında yer aldılar. Egemenlere karşıymışlar “gibi” yaptılar, izledikleri yol egemenleri, zalimleri güçlendiren yol oldu.

“Demokrasi”den sıkca dem vurdular, “insan haklarından" söz ettiler, ama asla halkın haklı olduğunu, ne ağızlarına aldılar ne de kalemleri beyaz kağıtlara bunları yazabildi. Kendilerine yaşamları boyu siyasal niteliklerini veren; “yetmez ama evet” ile burjuva düzenin bekasından yana tavır aldılar.

Bugün de,  faşist iktidarın Kürt ulusuna açıktan savaş açtığı bir süreçte; hem iktidarın saldırısına ve hem de bu katliam saldırılarına karşı direnen halkı “sukünete” davet ediyorlar. Daha çok da halkın kendini savunmak için kazdığı “hendeklere” kafayı takmışlar. Nasıl olur da bir halk hendek kazabilirmiş? Devletin halka her türlü zulmetme hakkı var. Tankıyla topuyla bombalama hakkı var, ama halkın kendini korumak için silahlanma ve silahlı direnişe geçme hakkı yok!

Liberallerin söyledikleri tamı tamına bu. Sol liberallerden Baskın Oran[1], Oya Baydar[2] ve  Cumhuriyet[3] Gazetesi'nin, "demokrat" etiketli kemalist yazarlarının bir çoğundan tutun da sağ liberallerden Levent Gültekin[4]’e  (ve diğerlerine) kadar, hepisinin ortak paydası bu: “Hendek siyaseti yanlış!” TC tarihi içindeki Kürt sorununu getirip "hendeğe" bağlıyacak denli zavallaşıp apolitikleşiyorlar.

Silahlanmak yanlış, hendek, barikat yanlış, doğrusu, teslim olmak, zulme boyun eğmek (!) Faşist devlet, senin bir yanağına vuruyorsa, devleti kızdırmadan öbür yanağını uzat! İşte, bizim “ilerici” liberallerimizin, adaletten yana oluşları, insan hakları savunuları, demokrasicilikleri bu minval üzerinde yürüyüp duruyor.

Hiç birinin ağızından; “TC devleti, Kürt halkına, silaha sarılmaktan başka bir seçenek bırakmadı lafı çıkmıyor. Faşizmin silahlı direnişine karşı, tüm eşitsizliğine rağmen halkın direnişi haklıdır ve desteklenmelidir” demediler, diyemediler ve diyemiyorlar.

Aydın olmayı, haklıdan yana gözükmeyi, ezilenlerin haklarını savunmayı, sadece ve sadece düzenin müsade ettiği sınırlar içinde gördükleri için, zalimin zulmüne karşı direnen halkın yanında olamıyorlar. İzledikleri siyasetle zalimin  karşısında dik duramıyorlar.

Gezi’de “aman ha aman oyuna gelmeyin” diyerek, polisin silahına karşı taşla kendini savunanları suçlu gösterdiler.

Sanki, Kürtler çok meraklıydı silaha sarılmaya. Sanki, Kürt halkı ölüme susamıştı! Oysa, yıllardır ezilen, dili yasaklanan, horlanan ve normal bir vatandaş yerine konmayan bir ulusun, silaha sarılmaktan başka seçeneği kalmadı. Onları silaha sarılmaya zorlayan Türk devletinin ırkçı siyaseti, Kürtleri yok saymasıydı.

Elbette, bunları liberallerimiz biliyor. Ancak, bir “ama”ları var. Çünkü, burjuva düzeninden kopamayacak denli yeminli düzen yanlı oluşlarıdır. 

Burjuvazinin halka saldırmak için bahane bulma sıkıntısı olamaz. Dersim katliamı sırasında ve daha sonraki Kürt katliamlarında hep kendilerini haklı gösterdiler. Resmi tarihlerine “haklı oluşlarını” yazdılar. Aynı Hitler, Pinochet vb. faşist zalimler gibi.

Maraş, Çorum, Sivas katliamlarında da devlet kendini “haklı” çıkardı. Katledilenlerin “alevi olmaları” yetiyordu. Katledilenlerin, Alevi, Kürt, Ermeni oluşları yetiyordu. Katledilenlerin solcu oluşları, burjuvazi için bulunmaz bir fırsattı. Ve burada sayamayacağımız kadar çok olan yaptıkları tüm katliamlara, kendilerince “haklı” bir gerekçe buldular.

Bütün bunlar karşısında, bugün bütün Kürt illerine devletin askeri ve paramiliter güçleriyle saldırması karşısında, halka “silaha sarılmayın” demek, aşağılık bir politikadır. Kitlelerin kendini savunma hakkını ellerinden almak demektir. Zalimin bütün gücüyle, silahsız halka saldırması karşısında sessiz kalmak, onlara direnmeyin demek korkaklık ve alçaklıktır

Nasıl ki, GEZİ direnişi bir kaç ağaç meselesi değildiyse, devletin Kürtlere saldırmasının nedeni de, ne “Hendek” ne de “iki polis”. Mesele; faşist devletin, Kürtleri sindirmek, elimine etmek ve bir on yıl daha bu sorunu geriletmek içindir. Ve bu, sermaye devletinin kendisini idame ettirmesinin savaşıdır. Liberallerin göremediği ya da görmek istemedikleri nokta da burasıdır.

İŞİD Kobane’ye ne için saldırdıysa, Türk devletide aynı gerekçelerle Kürdistan’a saldırıyor. Kobane halkı, tüm yetersiz koşullara rağmen nasıl kahramanca direnip, işgalci güçleri kendi yurtlarından defettiyse, Kuzey Kürdistan halkı da işgalci Türk devletini kendi yurtlarından defedecektir. Kürt halkı artık, kimliklerinden dolayı hergün ölmek istemiyor.

Liberaller, bugün, “kart-kurt” yerine rahatlıkla “Kürt” diyebiliyorsa, Kürtler üzerine siyaset yapabiliyorlarsa,  o küçümsedikleri, silah elde yaşamını yitiren kızlı-erkekli Kürt gençleri sayesindedir. Sokak ortasında katledilen Kürt aydınları sayesindedir. Ölü bedenleri panzerler arkasına takılıp sürüklenen ve çırıl çıplak sokak ortasına atılan Kürt direnişçileri ve savaşçıları sayesindedir. Çocuklarını korumak için, kendilerini işgalci güçlerin panzerleri önüne atan Kürt kadınları sayesindedir.

Aydın olmak, pasifist olmayı gerektirmiyor. Aydın olmak, halkın yanında yer almayı, onlarla beraber zalimlere karşı savaşmayı gerektiriyor. 

Aydın olmak, faşizme karşı tüm halkın örgütlenmesini ve aktif mücadele etmesini savunmaktır. Aydın olmak; aynı zamanda, silahlı zalime karşı, halkı silahlı karşı koymaya çağırma direncine sahip olmayı gerektirir.
Bu çağrıları yapmayan ve devletin yanında olan, düzen yanlısı çok aydın(!) var. Bu tür “aydın”lara halkın hiç mi hiç gereksinimi yoktur.

Madem, devletin zulmüne karşısınız, halka direnme ve savaşmaları çağrısı yapın ya da susun. Bir kere de olsa “orta yol”cu politikadan vazgeçin. Çünkü bu politika halka değil, zalime hizmet ediyor. 21.12.2015
***


[1] Baskın Oran, Söyleşi, T24, 20.12.2015
[2] Oya Baydar, Yazı Değil, Çığlık Zamanı, T24, 15.12.2015
[3] Cumhuriyet Gazetesi,  PKK’ye “terörist” demekten hala kendini alamıyor.
[4] Levent Gültekin, Hendek Taraftarlarına Bir Çift Sözüm Var, 21.12.2015, Diken.com.tr.

16 Aralık 2015 Çarşamba

İSRAİLLEŞEN TÜRK DEVLETİ ve KÜRTLER






İSRAİLLEŞEN TÜRK DEVLETİ
 ve 
KÜRTLER


Yusuf KÖSE

Ulusal sorununu çözmeyen bir devletin burjuva “demokratlığı” söz konusu olamaz. Türk devletinin tarihinde, burjuva anlamda “demokrat”lığı oldukça sınırlı olmuştur. Sınırlı yıllar içinde   burjuva “demokrasisi”ni uygulaması, dış koşulların ve iç koşulların (işçi sınıfı ve emekçilerin) dayatması sonucu olmuş, ama, işçi ve emekçiler ve başta Kürtler olmak üzere diğer azınlık uluslar üzerindeki faşizm sopasını da hiçbir zaman elinden bırakmamıştır.

Kürt sorunu demokratikleşme sorunudur. Çünkü ulusal sorunun özü budur. Ezilen ulusun varlığı, burjuva anlamda “demokrasi” ile bağdaşmaz. Ve ezilen ulus üzerindeki tahakküm, baskı, zulüm ve şiddet, sadece ezilen ulusa yönelik olmaz, ezen ulusun mensuplarına, yani halkına yönelikte olur. Bu bağlamda, Kürt halkı ile Türk halkının kaderi ortaktır. Kürt halkının ve bir bütün olarak Kürt ulusunun haklı mücadelesini desteklemeyen, sahip çıkmayan ve ona omuz vermeyenin, demokratlığı ve hatta burjuva demokrasisinden yana olduğu kuşku götürür.

Bugün, burjuva anlamda dahi demokrasi isteyenlerin,  Kürt ulusnun haklı mücadelesini desteklemesi gerekir. Çünkü Kürtlerin mücadelesi, en yalın anlamıyla bir demokrasi mücadelesidir.

Nedir bunlar:
1-      Bugün özelinde özerk yönetim
2-      Anadilde eğitim
3-      Daha genel anlamda söylenirse; Kendi kaderini özgürce tayin etme hakkı.

Kürt ulusu kendi kaderini özgürce tayin etmeden Kürt sorunu bitmeyecek, ve Türk egemen sınıfların Kürtler üzerindeki baskı ve zulmü de sona ermeyecektir.

Gelinen aşamada, Kürtler; örgütsüz, silahsız ve kendi ulusal demokratik haklarına sahip çıkmayan Kürtler değildir. Bunların hepsi var ve bir çok cephede savaşacak kadar, örgütlü, silahlı ve kendi ulusal haklarını savunacak kadar ulusal sorunlarına duyarlı bir ulusal yapısı var. Böyle bir örgütlenme ve kitlesel sahiplenme karşısında Türk devletinin tankları, topları ve paramiliter güçleri Kürtlere artık boyun eğdiremez.

Kürtler, 12 Eylül ya da 1990’ların başındaki gibi de değildir. Ne bölgedeki durum eskisi gibi ne de Kürtlerin örgütsel, askeri ve siyasal durumları eskisi gibi. Oysa, Türk devleti, her ne kadar Türk kitlesinin önemli bir bölümünü (milliyetçilik temelinde) arkasına alsada, iyice teşhir olmuş durumdadır. ABD ve AB emperyalistlerinin destekleri de, Kürtlere boyun eğdirmelerine yetmeyecektir.  

Türk milliyetçiliği ve şovenizm, devlete, Kürtlerin ulusal mücadelesini bastırmaya yetmediği gibi, osmanlıcılık rüyaları da Kürtlerin mücadelesini geriletmeye yetmeyecektir. Savaşan güçler açısından olgu ve süreç dünden çok farklıdır. Türk devletinin askeri  güc ne olursa olsun, karşısında örgütlü bir halk vardır. Bu bağlamda, bu süreç Kürtlerin lehinedir.

Türk devletinin, 1 Kasım 2015 seçimlerinden sonra, Kürdistan illerinde sokağa çıkma yasakları ve askeri saldırıları sonrası, artık Kuzey Kürdistan “Türkiye Kürdistanı” olmaktan da çıkmıştır. Bu süreç hızla gelişmekte ve Türk devletinin vahşice saldırısı, Batı (Rojva) ve Kuzey Kürdistanı hızla birleşmeye götürmektedir. Ortalarından zorla sınır çekilmiş bu iki halkın birleşmesi ve birlikte hareket etmesi için bütün koşullar olgunlaşmıştır. Çünkü, Türk devleti açıktan kendi vatandaşları olarak gördüğü Kürt halkına savaş açmıştır. Bu savaş durumu, Kuzey Kürdistan Kürtleri’nin “Türk vatandaşı” olmadığının açık bir kanıtıdır. Ve bu halkın geriye dönşünü beklemek siyasal saflık olur.

Kuzey Kürdistan’ın durumu Filistin gibidir. İsrail Filistin halkına boyun eğdiremediği gibi, faşist Türk devleti de bütün askeri gücünü Kürdistan’a yığsa da, Kürtlere boyun eğdiremeyecektir.

Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri Kürt halkının bu haklı mücadelesinin yanında olmalı ve ona açıktan destek vermeli ve omuz omuza savaşmalıdır. İşçi sınıfı hareketinin gelişmesi ve çeşitli uluslardan işçi sınıfının birliğinin sağlanması, bugün özgülünde ezilen ulusun ulusal demokratik hakları için verdiği mücadeleyi desteklemekten ve faşist Türk devletinin zorbalığına karşı direnenlerle yanyana olmaktan geçiyor. Bu mücadele, aynı zamanda, ülkenin demokratikleştirilmesi mücadelesidir. Ezen ulus milliyetçiliğini ve sosyal şovenizmi yıkmanın bir yoluda budur.

Sınıf çıkarları için burjuvazi, kendi halkını katletmekten çekinmedi ve çekinmeyecektir. Kürtdistan illerinin tank ve toplarla bombalanması, Türkiye’nin batı illerinde yaşanmayacağını düşünenler yanılır.

Emperyalistler arası çelişkilerin keskinleşmesinin emperyalist savaş tehlikesini kapıya getirip dayattığı bir süreçte,  ve buna bağlı olarak, bölgede olanca hızıyla süren savaşlar; Türk devletinin eski, normal "barış" sürecine döneceğini düşünenleri yanıltır. Türk egemen sınıfları, dışarıda ve içeride savaş durumunda kalacaktır. Komünist ve devrimciler, siyasal mücadele taktiklerini buna göre şekillendirmelidir.

Örgütlü bir halkı hiç bir güç yenemez. Türk egemen sınıfları bu halkın ortasında defalarca bomba patlatmış ve sayısız katliamlar yapmıştır. Buna karlşın, halk yılmamış ve her fırsatta başını kaldırmaya ve direnmeye çalışmaktadır. Bu anlamda, işçi sınıf ve emekçilerin gücü küçümsenmemelidir. Kitle direnişlerinin örgütlenmesi için daha militan çabalar harcanmalıdır. Kitlelerin önemli bir bölümünün, devletin demokratik güçlere karşı savaşından ve saldırganlığından hiç memnun olmadığı ve en asgarisinden bu iktidarın gitmesini istedikleri ortadadır. Bu toplumsal olgu, devrimcilerin lehine ve faşist devletin ise aleyhinedir.

1994’lerde, PKK’yi dağlarda yanlız bırakıp “alan temizliği” taktiği ile Kürtleri zorla köylerinden sürüp şehirlere yığan Türk devleti, bugün de Kürtleri batıya sürmeye çalışıyor. Dünkü taktik, nasıl ki, Kürtlerin sürüldüğü illeri birer hendek savaşı verecek duruma getirmişse, çok yakın bir zamanda batı illerini de hendek ve barikat savaşlarına dönüştürecektir.  
 
Türk Burjuva devleti Kürtlere savaş açmakla, çözümsüzlüğün çözümüne savaş açmıştır. Devletin bildiği tek çözüm; katliamlarla sindirmek ve ezmek. Ancak, halkın da yaşamak için bildiği tarihsel bir şey var: Örgütlenmek, silahlanmak, savaşmak ve asla boyun eğmemek...16.12.2015


***