YOKEDİLMEK
İSTENEN UMUTLARIMIZDIR
Yusuf KÖSE
Faşist diktatör ve
arkasındaki sermaye güçleri, bizleri sindirerek ve umutlarımızı tüketerek iktidarlarını
sürdürmeye çalışıyor.
Başta Kürtler olmak
üzere halka her yerde saldırıyor. Onun en iyi evlatlarını katlediyor.
Katledemediklerini tutukluyor, gözdağı veriyor, susturuyor ve sindiriyor.
Kürt aydınların birer birer katledilmesi, Kürt illerinin abluka altına
alınıp tankla topla ateş altında tutulması, demokrat gazetecilerin tutuklanması
ve ülke çapında kitleler üzerinde
sindirme operasyonlarının her geçen gün ağırlaştırılarak sürdürülmesini
yaşıyoruz.
Bir korku
imparatorluğu kurarak, işçi ve emekçilerin sessiz sedasız boyun eğmesini
istiyorlar. Artık, ortada ne yasa ne de hukuk var. Türk burjuvazisinin 12 Eylül
faşist hukuku bile lüks gelmeye başladı. İnsanlar o hukuku arar duruma
getirildi.
Faşist diktatörlüğe karşı tavır almamak,
yaşananları görmezden gelmek, sıranın kendisine gelene kadar beklenmesi demektir. Burjuvazi
her şeyi aleni yapıyor. Kimimizi öldürüyor, kimimizi tutukluyor, kimimizi ise sindiriyor. Sessiz kalanlar, sıranın kendilerine gelmeyeceğini düşünmesin. Sıra sessiz çoğunluğa da gelecektir.
Demokratik hakları
için sokaklara çıkanlar, bombalarla katledilmekle kalmıyor, devletin polis ve
askerlerince her türlü saldırıya maruz bırakılıyor. Adaletsizliği, baskıları
haykıranlar, bir şekilde susturuluyor. Sadece ve sadece Hitler ve Gobbels
sisteminde olduğu gibi faşist Erdoğan diktatörü ve ekibi konuşuyor.
Faşizm, halka,
açıktan bir savaş açmıştır. Bu savaş karşısında sinmenin, yılgınlığa
kapılmanın, boyun eğmenin de kurtuluş olmadığını görmelidir. Sessiz kalmak,
boyun eğmek baskı ve zulmün daha fazla artmasını da beraberinde getirecektir.
Bizlerin ne yapması
gerektiği de bir o kadar açık ve nettir.
Kürtlerin kendilerini savunmak için yaptıkları gibi hendekleri,
barikatları çoğaltmalıyız. Çünkü düşman bizleri; umutlarımızı bitirip, bir daha
asla ayağa dikilemeyecek duruma getirmek istiyor.
Sözün bittiği
yerler ve anlar vardır. Bizler, tamda bu noktadayız. Çünkü ortada kendimizi
yaslayacağımız, beğenmesekte bir adalet arayacağımız burjuva demokrasisinin
kırıntılarını dahi bırakmamışlardır. Var olan hukuk, kan emici faşist
Erdoğan’ın yok etme ve boyun eğdirme hukukudur. Bu asla ve asla kabul edilemez.
Burjuvazinin ölüm fermanına karşı hayatın her alanında ve her türlü mücadele
aracıyla savaşmak durumundayız.
Fabrikalarda,
okullarda, dağlarda, iş yerlerinde, tarlalarda, sokaklarda, varoşlarda,
yaşadığımız her alanda; örgütlenmek, direnmek ve faşizme karşı savaşmak
zorundayız. Faşizmi yenmek için faşizmin silahı kendisine doğrultulmalıdır.
“Faşizmin ayak
sesleri” vb. gibi tartışmalar ve beklentiler, olanları ya görmemek ya da sınıflar
arası mücadelenin ne olduğundan bihaber olmak demektir. Faşizm üzerimizde
ölüm silahları ile tepiniyor. O elindeki tüm silahını kullanıyor ve bundan
başkasını da yapmaz. Yaptığı ve yapacağı budur: Öldürmek, tutuklamak,
kitlelerin ortasında bomba patlatmak vs. vs.
Her koşulun kendine
özgü taktikleri vardır. Parlamento, bir mücadele alanı olmaktan çıkarılmış,
devre dışı bırakılmıştır. Kürt milletvekillerin dahi cangüvenliği kalmamıştır.
Dokunulmazlıkları olduğu halde, sıradan polis ve asker tarafından
engellenmekte, kendi seçim bölgesine sokulmadığı gibi, sürekli tehdit
altındadırlar. Kendi vatanlarında vatansız duruma getirilmişlerdir.
Kürtlerin ve diğer
ezilenlerin sesi parlamentodan duyurulamadığı gibi, işçi ve emekçilerin sesi de
duyurulamıyor. Bu nedenle,
milletvekilli kimliği bir kenara atılıp, daha aktif mücadele alanlarında
yer almaları, savaşan ve direnen kitlelere daha büyük bir moral verecektir.
Artık “barış”
ninnileriyle kimse pasifize edilmemelidir. Barışı savunanlar, barış
isteyenlerin vurulduğu, katledildiği bir diyarda, barış diye bir şey olamaz.
Barış yerine, faşist diktatörlüğe karşı savaş çağrıları, direniş çağrıları,
barikat çağrıları ve sokakları zaptetme çağrıları yapılmalıdır.
Devlet, barış diyen
Kürt aydınlarını açıktan katlediyor. Ve bunu saklama gereği bile duymuyor: Tahir
Elçi, ne ilk ne de son olacaktır.
Zaman “barış”
zamanı değildir. Zaman savaş zamanıdır. Hiç bir emperyalist burjuvaziden meddet
ummayın. Onlar, size değil, kendi bekçi köpeklerine siyasal, ekonomik ve askeri
destek veriyorlar. Bizim liberal
aydınlarımızın “sevgili” Batı burjuvazisinin “demokrasi” alanı; Erdoğan’ın AB’nin
(daha çok da ABD ve Almanya’nın) bekçi köpekliğiyle sınırlıdır.
Burjuvazinin aşırı
saldırganlığı, onun zayıf ve kırılgan yanlarınında çok olduğunu gösterir. Hitler
taslağı Erdoğan ve arkasındaki sermaye güçlerinin her tarafa saldırmaları,
iktidarı ellerinde tutmalarının başka yolu olmadığındandır.
Kürtler sokak sokak,
ev ev savaşıyor. Bu komünist ve devrimciler için büyük bir avantaj ve
destektir. Umutları büyütmenin ve savaş gücünü arttırmanın hem moral hem de
maddi bir gerçekliğidir. Bu durum, sınıf savaşımında, ortak düşmana karşı
birlikte mücadele yürütmenin olmazsa olmazıdır.
Daha bir kaç yıl
önce, 2013 Haziran ve 6-8 Ekim 2014 gibi
peş peşe büyük ayaklanma ve büyük
direnişleri yaşamış bir ülkede umutları büyütmenin çok nedenleri var. Derlenip
toparlanmanın, her türlü mücadele silahını kuşanıp savaş alanında yer almanın
zamanıdır. Tükenen işçi sınıfı ve emekçilerin umudu değil, burjuvazinin ve onun
dikatatörlerinin umududur.
Bizler yeniyi, geleceği
ve aydınlığı, onlar ise karanlığı ve çürüyeni temsil ediyorlar.
Bir avuç azınlığın
iktidarı ezilen çoğunluk karşısında yıkılmaya mahkumdur. 01.12.2015
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder