18 Nisan 2013 Perşembe

ÇUKUROVA’NIN KİRVESİ





Talip ÇAKMAK





“ÇUKUROVA’NIN KİRVESİ”
TALİP ÇAKMAK İÇİN


Yusuf KÖSE

Ölüsüne sahip çıkamayanın dirisi de az olur. Ne yazık ki, Talip Çakmak’ın ölüsüne de sahip çıkamadık. Yaşamının 30 yılını devrime adamış bir insanı, devrimci bir militanı, “birahane de öldü” gerekçesiyle, cenazesine dahi elimizi uzatamadık. Haber, burjuva gazetelerinin cinayet haberleri sayfasında küçük puntolarla yer bulabildi. Onu tanıyan devrimci örgütlerin gazetelerinde ise, nedense hiç yer bulamadı. 50 yıllık yaşamının 20 yılını hapishanelerde, 12 yılını ise dışarıda yine devrimci mücadeleyle geçiren birisini görememişti(!) Diller lal, gözler kör olmuştu adeta... 

Devrimin, küçük bir kaynaktan  derya olup akması, devrimci mirasların her anına sahip çıkmak, kucaklamak ve onları kitlelere aktarmakla da olur.

Talip’in ölümünü duyunca üzüldüm. Ancak, bir türlü, yazıyla da olsa arkasında bıraktığı devrimci mirası dile getiremedim. Bu da benim içimde bir uhde olarak kaldı.  Bir devrimci için en kötü şey öldükten sonra sessizce mezara konulmaktır. Talip, devrimci mücadeleyi dar kalıplar içine sokan bu sessizliği hiç hak etmemişti. 

Talip’in küçük kızı babasını mezarında ziyaret etmiş. Bu görüntü internette dolaşıyor. Talip’in mezar taşında “ruhuna fatiha” yazıyordu. Biliyorum ki, bazıları bu yazıyı  garipsedi. Bu Talip’in suçu değil, bizlerin suçu. Onu ölümünde yalnız bırakanların üzerlerinde taşıdığı kara bir mizah. Oysa, o, böyle bir mezar taşı yazısını asla ve asla istemezdi.

Bir devrimci için ölüm, bazan istenmeyen zamanda istenmeyen yerde gelir. Bazan da “pisi pisine” dedirtecek ölçüde kalleşçedir. Talip Çakmak’ın ölümü de aynen böyle oldu. O bir devrimci olarak hiç de böylesi bir ölümü tercih etmemişti ve etmezdi de.... Ölüm, kalleşçede olsa, kapıyı çalınca, ona karşı koymaktan başka seçenekte kalmıyor. “Ölüm adın kalleş olsun” tam da bu duruma uygundur.

Talip, kardeşinin birahanesinde çıkan bir “kavgada”, kardeşi hemen ölürken, kendisi ise  ağır yaralandı ve beş gün sonra 14 Ocak 2009 tarihinde Adana’da şehit düştü.  Karşı taraf bilerek ve hazırlıklı gelmişti. Hedefleri Talip’ten başkası da değildi. Çünkü Talip bilinen/tanınan  bir isimdi. Daha 1970’lerin sonunda “Çukurova’nın sır vermeyen KİRVE’si olarak ün salmıştı. Devlet, bu tür yöntemle (sıradan kavga bahanesiyle) bir çok devrimciyi katletmişti. 

Orta halli bir ailenin on çocuğundan biri olarak dünyaya gelen Talip, tutucu aile yapısına karşın, 1979 yılında devrimci çevreleden etkilenir ve Adana Mensa fabrikasında işçi olarak çalışmaya başlar. Politikaya ilgisi fazladır. Diğer işçilerden en önemli ayrımı da buradadır. Bütün gazeteleri okumaya çalışır. Eline geçen gazeteleri okumadan bırakmaz.

Genç yaşına rağmen olgunluğu, kibarlığı ve efendiliği ile dikkat çeken Talip’i, devrimci örgütlerin militanları kendi saflarına kazanmaya çalışır ve Talip, bütün devrimcilere karşı olgun davranırken TKP/ML militanları ile örgütsel ilişki kurar ve kısa zaman içinde profosyonel devrimci olarak çalışmaya başlar. Kazım Çelik tarafından Mersin-Tarsus bölgesine örgütlenme yapması için gönderilen Talip, buradaki çalışmaları dikkat çeker ve bir muhtarın cezalandırılması nedeniyle göz altına alınır. Polis, Talip’ten muhtarın öldürülmesini kabul etmesini ister.

Talip, 1979”da işkencesiyle ünlü “Tarsus Borsa Sarayı”nda günlerce işkencede kaldı ve sır vermedi. Bundan dolayı adı; “Sır vermeyen KİRVE”ye çıktı.  Talip’in bu direnişi Çukurova’nın her yerine yayıldı ve bir çok insan onun sayesinde devrimci saflarda, TKP/ML saflarında örgütlendi. Bu yakalanmasında 9 ay hapishanede kaldı. Çıkar çıkmaz tekrar mücadeleye başladı ve 1981”lerin başlarında yeniden yakalandı ve ilk uzun hapishane yaşamı başladı. 1991’de cezaevinden çıkar çıkmaz arkasına bakmadan, bireysel çıkarlarını hiç hesaba katmadan kaldığı yerden mücadeleye devam etti. 

Gözleri Toros dağlarındaydı. Daha, Kazım Çelik zamanı Toroslara gerilla olarak çıkmayı kafasına koymuştu. 1993 Haziran’ında, Niğde-Ulukışla’nın Toros dağlarının eteğindeki bir köyde yakalandı. Tekrar ikinci uzun on yıllık hapis yaşamı başladı ve  bu mapusluk 2002 Ekim’ine kadar sürdü.

Talip, 1995 yılında “Uzun Yürüyüş” olarak TKP/ML saflarından ayrılan grubun yanında yer aldı. Uzun Yürüyüş dergisine yazılar yazdı. Ne var ki, bu grupla fazla barışık olamadı. Küçük grupların “devrimi biz yaparız” yollu tavırları, bir çok devrimciyi yarı yolda bırakmasının derslik bir öyküsüdür bu aynı zamanda. Bu kesim de ona beklentilerini verememişti. Çıktıktan sonra da örgütsüz kaldı ve İstanbul’da işçi olarak çalışmaya başladı. İşsiz kalınca, Adana’ya, “iş bulurum” umuduyla gitti.

 Burjuvazi, ondan canını istemişti. Her yakalandığında idamla yargıladı ve idamdan ömür boyu hapise çevrildi. Resmi olarak canını alamayan burjuvazi, onu, bir pusuda maşalarına kalleşçe katlettirdi.

Talip’in yaşamı da, faşist diktatörlüğün sürdüğü ülkelerdeki her militan devrimcinin yaşamından farklı değildi. İşkenceler, uzun yıllar hapisler, aranmalar, tilki uykuları, işçileri örgütlemeler, işçi direnişlerinde ve grevlerinde yer almalar, hesapsız/kitapsız ve hiç bir kişisel çıkar düşünmeden ölümüne mücadele dolu yıllar... Bunların hepsi inandığı devrim davası içindi. O, hiç bir zaman, devrimci olduğu için pişmanlık duymadı...

Talip’in yaşamı, aynı zamanda, militan devrimci bir işçinin yaşam öyküsüdür...

Devrim kolay gelmiyor. Ülke en iyi kızlarını ve oğullarını bu davaya vererek aydınlığı yakalayabiliyor. Talip’de devrim davasının sıra neferlerinden birisiydi. Ölürken de gözleri Toros dağlarının zirvelerine asılı kalmıştı.

 O, Anne tarafından Siverek’in, baba tarafından Çukurova’nın bereketli topraklarında yetişti. Orhan Kemal’in, Yaşar Kemal’in, Yılmaz Güney’in eserlerinden beslendi. Kaypakkaya’nın izinden yürüdü. Ve yine o Çukurova’nın bereketli toprakları üzerine düşen bir yağmur damlası gibi hep var olacak, işçi sınıfı ve emekçilerin devrimci direnişlerinde yaşamaya devam edecektir. *** 18.04.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder