23 Şubat 2013 Cumartesi

Kürt Ulusal Hareketi ve Sınıf Tavrı (2)










Kürt Ulusal Hareketi ve Sınıf Tavrı (2)


PKK’nın Savaşçı Kaynağı ve Kürt İşçi ve Köylüsünün Beklentileri

Yusuf KÖSE
PKK’nın, Kürt işçi ve emekçilerden, altında toplanmasını istediği bayrak, ezilen Kürt ulusal burjuvazisinin burjuva çıkarlarının sembolü olan burjuva bayraktır. Kürt işçi ve emekçilerin çıkarlarını içeren bir bayrak değildir. Ancak, PKK’nın çağrısına uyarak, onun programı doğrultusunda savaşan da, bu savaşın bütün ağırlığını taşıyanda  Kürt işçi ve emekçileridir. Başta, Kürt köylüsü çoğunluktayken, 30 yıllık savaş süreci içinde, köylerinden şehirlere sürülen Kürt köylüler işçileşerek, PKK’nın savaşan gücü haline gelmiştir. Daha genel anlamıyla, PKK’nın saflarında aktif olarak savaşanlar Kürt işçi ve emekçileridir. 

Ezilen ulusal hareketinin, özünde bir köylü hareketidir. PKK’da başta Kürt köylüsünden önemli bir destek almıştır. 1994’lerden sonra PKK’nın savaşçı tabanı değişim göstermeye başlamıştır. 1994’lerin sonlarında Türk devletinin “alan hakimiyeti” politikası sonucu, yüzlerce Kürt köyü ya yakılmış ya da boşaltılmıştır. Köylüler zorunlu olarak şehir varoşlarına yığılmışlardır.

Devletin bu politikayla amacı, PKK’yı Kürt köylüsünden soyutlamak ve yalnızlaştırmaktı. Yani, gerilla kaynağını kurutmaktı. Ancak, bu, devletin düşündüğü gibi olmadı ve PKK’nın savaşçı kaynağı bu kez şehirler oldu. Aslında bu, kitleler içinde önemli bir yer edinmiş, yani, ezilen ulus emekçileri tarafından “özgürlük hareketi” olarak benimsenmiş bir hareketin, egemen sınıfların yoğun baskı ve katliamlarıyla onlardan soyutlanması pek olası değildir. Çünkü, bu hareket, hitap ettiği kitleler ile küçümsenmeyecek ölçüde bütünleşmişti. PKK, boşalan Kürt köylerinden beslenmese de şehirlere zorla göç ettirilen kitlelerden desteğini aldı ve almaya devam ediyor.

Bütün bunlar, PKK’nın tabanın, esas olarak Kürt köylüsü olmaktan çıkıp, Kürt işçi ve emekçileri olduğu gerçeğini ortaya koyar. Kürt şehirlerinde yapılan kitle mitingi ve gösterileri de bu saptamaları doğrular niteliktedir. PKK’yı “sol”a açık bırakan bir etken de burasıdır. Ayrıca, Kürt ulusal hareketinin sendikalar içindeki örgütlenmeleri, etkinlikleri de dikkate alınırsa, bu saptamanın doğruluğu keniliğinden anlaşılır. Bu veriler, elbette, PKK’nın Kürt köylülerinden destek almadığı anlamına gelmiyor. Ancak, eskisi gibi, köylü kalmadığı ve bu köylülerin şehirlere zorla itilmesi sonucu, ortaya çıkan nesnel bir durumdur. 

PKK’nın tabanın  esas tabanını işçi ve emekçilerin oluşturması, PKK’yı adında taşıdığı gibi, gerçek bir işçi partisi yapmaya yetmiyor. Burada önemli olan programdır. Bir siyasal hareketin niteliği sahip olduğu programdan anlaşılabilir. Program, işçi ve emekçilerin kurtuluşuna yönelik olmadığına göre, Kürt işçi ve Kürt köylüsü neden destekliyor sorusu da beraberinde gelmektedir.

Ezilen ulus burjuvazisi, kendi çıkarlarını ezilen bütün kesimlerin çıkaraları olarak gösterdiğinde, Kürt işçi ve köylüsü de, ezilen Kürt ulusal burjuvazisinin programında kendi kurtuluşunu arıyor ya da bu programın yaşam hakkı bulmasıyla kendinin de kurtulacağına inanmış olmalı ki, PKK’ya açıktan destek veriyor.

Ezilen ulus burjuvazisi ile proleterlerin “ortak”laştığı nokta, ezen ulus burjuvazisinin baskılarına karşı mücadeledir. Başta kimlik ve dil üzerindeki yasaklar olmak üzere, bir takım kültürel yasakların varlığıdır. Bu yasaklar ortadan kalktığında Kürt işçi ve emekçileriyle ezilen Kürt ulusal burjuvazisi arasındaki “ortak” noktaları da bütünüyle ortadan kalkacaktır. 

Yıllardır Türk egemen sınıflardan, sınıfsal  baskıların dışında, salt Kürt olduğu için baskı gören, katliamlara uğrayan, horlanan ve dıştalanan Kürt işçi ve emekçilerin, genel bir “özgürlük” şiarı ve istemiyle ortaya çıkan bir hareket karşısında sessiz ve duyarsız kalması beklenemezdi. Salt kimlik ve dil sorunu ve bunlardan dolayı ağır baskılara maruz kalması, ezilen ulus işçi ve köylüsünün sorun karşısında duyarlı kalmasına neden olur ve olmuştur da.

İşçilerin ve köylülerin esas sorunu, sınıfsal baskının ortadan kaldırıması olduğu halde, ezilen ulus burjuva hareketine, yoğun bir destek vermeleri, onun esas tabanı ve savaşçı kaynağı olması; sınıfsal baskının da Türk egemen sınıflarından geldiğini görmelerindendir. Kürt işçi ve köylülerinin, Kürt büyük toprak sahibinin ya da Kürt sermayedarın varlığı ve bunların sömürüsüne maruz kalmaları, Türk egemen sınıfların yoğun baskıları karşısında ikinci plana düşmektedir. Bu somut ve pratik durum, işçi ve köylülerin dikkatini, Stalin'in de belirttiği gibi, ezilen ulus burjuvazisinin “ortak çıkarlar harmonisi”ne çekmektedir.

Bu durumu Kaypakkaya, TC’nin kurulduğu ilk yıllardaki Kürt isyanlarını, 1970’lerin başında şöyle analiz etmişti:

Bütün bu nedenler, feodal Kürt beylerini, genç Kürt burjuvalarını ve aydınlarını, Kürt köylülerini yeni devletin egemeni olan Türk burjuvalarına, toprak ağalarına ve onlarla beraber hareket eden egemen büokrasiye karşı birleştirdi.”[1]

Gelinen süreç de, Kaypakkaya’nın sözünü ettiği ezilen ulus bileşenlerinin arasına Kürt işçilerini de kattı. Çünkü, eskiden köylü olanlar, süreç içinde işçileşti. Ulusal savaşla beraber şehirlere yığılma yığınsal bir hal aldı. Özellikle son 30 yıllık savaş, uyuşuk Kürt köylüsünü hem politikanın aktif içine çekerek, siyasal uyanıklığını sağlarken, hem de onları toprağından kopararak işçileştirerek, ezilen ulus sorunu bağlamında demokrasi mücadelesinin aktif birer savaşçısı haline getirdi. 

İkili ağır baskı altında sıkışıp kalan işçiler ve köylüler, bu baskıların bütün kaynağını “ulusal hakların gaspı”nda gördüğü ve bu baskılar kalkınca sınıfsal baskıların da ortadan kalkacağına inandırıldığı için, ezilen ulus burjuvazisinin çıkarlarını temsil eden bayrağın altında toplandılar.

Kürt işçi ve köylüsü ağır yoksulluk içinde yaşamalarına ek olarak, TC’nin kuruluşundan bu yana salt Kürt oldukları için büyük bir zulüm görmüşlerdir. Bu gerçeklik, ezen egemen ulus zulmü karşısında dirençli bir karşı koyuşu da beraberinde getirmiştir. En büyük karşı koyuşun, hem ulusal hem de sınıfsal olarak ezilen kesimlerden gelmesi kadar doğal bir şey yoktur. Ezilen ulus burjuvazisine, sadece önederlik etmek kalmıştır. O da, fazla gecikmeden, kendi bayrağına yazdığı “özgürlük”ün, bütün Kürtleri kucakladığını ilan ederek, herkesin bu savaşa katılmasını istemiştir. En fazla zulme uğrayanlar ise, bu savaşın temel dayanakları haline gelmiştir. Burjuvazi adına, esas olarak onlar savaşmakta, onlar ölmekte ve onlar savaşın sonunda, savaş meydanından mağlup ayrılacak olanlardır.

Bunu, yanı başımızda ki Güney Kürdistan gerçeğinde rahatlıkla bulabilir ve de görebiliriz. Irak ezen ulus egemenlerine karşı yıllardır silahlı savaşım veren Güney Kürdistan Kürt ezilen ulus hareketleri (Barzani ve Talabani önderliğinde), şu anda ezen egemen sınıflar haline gelmişlerdir. Güney Kürdistanlı Kürt işçi ve köylülerine ise barzanilerin ve talabanilerin sınıfsal baskıları kalmıştır. Şimdi onlara karşı mücadele ediyorlar. Güney Kürdistan burjuvazisi baskıdan kurtuldu, şimdi bunlar, “Kürt özgürlüğü” şiarı ile savaşa kattıkları işçi ve köylülere uluslararası sermaye ile birlikte sınıfsal baskı uyguluyorlar. Onları, burjuvazinin, özgürce sermaye birikim aracı haline getirdiler.

Güney Kürdistanlı emekçiler, silahla Barzani diktatörlüğüne karşı savaşmıyorlar, ancak, grevle, protesto gösterileriyle Kürt burjuvazisinin palazlanması ve uluslararası sermayeye karşı mücadele ediyorlar. Güney Kürdistan’da şu anda muazzam bir talanın olduğu ise bilinen bir gerçektir. Talandan ise, Kürt işçi ve emekçilerin payına sadece ve sadece baskı ve sömürü düşmektedir. İşte, ezilen ulus burjuvazisinin, "özgürlük" şiarının vardığı noktanın en yakın örneği! Kuzey Kürdistan işçi ve emekçilerinin güneyli soydaşlarının ve sınıf kardeşlerinin durumunu yakından bilmelerinde yarar var. 

Şu anda Irak egemen sınıfları arasında, “ezen-ezilen ulus”dan öte, pazarlara egemen olma savaşı yaşanmaktadır. Ezilen ulus sorunun vazgeçilmez bir yanı da, ezeilen ulus burjuvazisi için pazar sorunu gerçeğide bir kere daha yaşanarak görülüyor.

Talabani’nin de Irak Baas rejmine karşı savaşım verdiği yıllarda, özellikle 1990’lara kadar, “sosyalizm” şiarını eksik etmediği unutulmamalıdır. Barzani ve Talabani’nin de “sınıfları” yoktur, onlar, sadece “kürttürler”. Her şey “Kürdün güçlenmesi” ve “Kürt ulusunun zenginliği” için yapılmaktadır. Bu yaklaşım, ne Türk işçi ve emekçilerine ne de Kürt işçi ve emekçilerine “yabancı” gelmiyordur. Bu tür, "sınıflarüsüt" argümanlar, bütün burjuvalarda mevcuttur. Çünkü onlar için; “ulusun güçlenmesi”, burjuvazinin güçlenmesidir, “ulusun zenginliği”, bir avuç burjuvazinin zenginliğinde kendini bulmasının sermaye birikiminin hikayesidir.


Kürt Komünistlerinin Görevi

Ezilen ulus hareketleri, genel olarak, soyalizm ile şu veya bu oranda yakınlık kurmak zorunda kalıyorlar. Çünkü komünistler, ezilen ulus hareketinin dostu ve destekçileridir. Onlar, her türlü baskı ve sömürünün karşısında olmaları nedeniyle, ezilen ulus burjuvazisi de, ezilen ulus işçi ve köylülerini yanlarına çekmek içinde olsa, sosyalizmden etkilenirler. Hatta, bazıları, PKK’nın değişiminde görüldüğü gibi, “işçi sınıfı partisi” olarak ortaya çıkar ve süreç içinde, yani, güçlendikçe, gerçek sınıfsal niteliğini de daha açık bir şekilde belirginleştirir. Sınfsallığa karşı çıkarak, gerçek sınıfsal niteliğini ortaya koyar.

Her sınıf kendi savaşını insanlık adına olduğunu ileri sürer. PKK’da, kendi savaşını, salt Kürtler için değil, Ortadoğu ve insanlık için olduğunu sık sık tekrarlıyor. Kendi çıkarlarını insanlığın çıkarlarıyla özdeşleştirme de bir sakınca görmüyor. 

  PKK doğarken de toplumsallaşmayı hedefleyen bir hareketti. Mücadelesinde belli bir düzeye geldikten sonra devlete dayalı iktidar sorunlarının ortaya çıktığını gördü. Önderlik bunların reel sosyalizmle olan bağını çözdü, onun ideolojik, felsefi, örgüt ve eylem anlayışıyla olan bağını gördü. Oysaki PKK toplumsallaşmak isteyen bir hareketti. Bunun tedbirlerini aldı.   Bunu sadece PKK açısından yapmadı. İnsanlık açısından da yaptı. Bu açıdan büyük bir mücadele yürüttü. Bu büyük mücadelenin dayanaklarını ortaya çıkardı." (Cemil Bayık,  Tarihe Damgasını Vuran PKK'nin Kuruluş Öyküsü“, PKK WEB Sitesi)

Bayık’ın, “topsullaşma”dan kastı, sınıf hareketi ve sosyalizm uğruna mücadeledir. Bundan “kurtulmalarını” büyük bir olay, insanlık için bir "şans" görüyorlar. PKK’nın kendi tarihi içinde en büyük değişimi “olumlu yönde”, sınıf ve sosyalizm kelimelerini terk etmede buluyorlar. Bayık, bunu, “önderliğin en büyük yanı” olarak niteliyor. “Tedbir”den kasıt ise, bunun ideolojik ve siyasal alt yapısının bezenmesi ve Kürt işçi ve emekçilerinin kendi sınıf çıkarlarını unutmasının idelojik manipülasyonu ve ötelenmesi oluyor.

Bu, ezilen ulus burjuvzisinin en masumane görüntüsüdür. Soruna, işçi sınıfının penceresinden bakılmayınca, inanmak isteyen buna kolayca inanabilir. Ancak, insanlığın  kurtuluşu sınıfsız sömürüsüz bir sistemdedir. Bu işçi sınıfının bilimidir. Ezilen ulus burjuvazisinin bencil çıkarları, insanlığın kurtuluş umudu olmadı, olamadı. Olsaydı, kapitalzimin şafağında olabilirdi. Ancak, özel mülkiyetli toplumların ve sömürücü egemen sınıfların ya da bunu hedefleyenlerin böyle bir fonksiyonları ve de nitelikleri söz konusu değildir. Burjuvazinin, işçi ve emekçilere unuturmak istediği nokta da tam burasıdır.

Baştaki sorumuza dönersek, Kürt işçi ve köylüsünün PKK’nın önderliğinde yürüttüğü savaştan beklentisi, kimlik ve dil sorunudur. Kendi sınıfsal özgürlüğünü bununla bütünleştirmiştir. Bu da en büyük bir yanılsamadır. Ezilen ulus önderliğinde yürütülen silahlı savaşın kendi doğal gerçekliği, sınıf sorununu, sınıf gerçekliğini ikinci plana itmiştir. Ulusun “ortak acısı” birinci planda olmuştur. Bu da, Kürt komünistlerinin işçi ve köylüler içindeki etkinliklerinin ya olmaması ya da çok az olmasından kaynaklanıyor. Kürt işçi sınıfının içinde sınıf mücadelesinin geriliğini ortaya koymaktadır. Ulus kimliği için ölümüne mücadele eden bir sınıfın, asıl kendi sınıfsal çıkarları için duyarsız kalması, anlamsız gibi gelsede, az önce belirttiğimiz gibi, kitlelerin yanlış yönlendirilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu idelojik defarmasyonu yıkacak olan yine sınıf bilinçli Kürt işçi sınıfıdır.

Burada, Kürt komünistlerine önemli görevler düşmektedir. Sınıf gerçeğinin ortaya çıkması için, Kürt komünistlerinin soruna ulus duygusallığından değil, sınıf duyarlılığı açısından bakması gerekiyor. “önce ulusal çıkar, sonra sınıfsal çıkar”  anlayışıyla soruna yaklaşmak, komünistlerin yaklaşımı olamaz. Komünistler, nerde olursa olsun, soruna işçi sınıfının sınıf çıkarları açısından yaklaşmalıdır. Sınıfsal bakış ve sınıfsal duruş bunu gerektirir. Ötesi, işçi sınıfı aleyhine, burjuvazinin sınıfsal çıkarlarını esas alan bir programı hayata geçirme kavgasıdır. İşçi sınıfını ve emekçileri, burjuvazinin çıkarları için savaşa sürmek ise sınıfa yapılan en büyük ihanettir. ***

Devam edecek: Ulusal Çelişki ve Baş Çelişki



[1] İ. Kaypakkaya, Seçme Yazılar, sf. 255, Umut Yayımcılık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder