2 Mart 2013 Cumartesi

Ulusal Çelişki ve Baş Çelişki






 

Kürt Ulusal Hareketi ve Sınıf Tavrı (3)


Ulusal Çelişki ve Baş Çelişki

Yusuf KÖSE

Çok uluslu ülkelerde, ezen-ezilen ulus çelişkisi önemli bir yer tutmasının asıl nedenlerden birisi, işçi ve emekçilerinde bu çatışmanın içine çekilmesidir. Her iki tarafta, ezen de ezilen de kendi milliyetinden işçileri ve köylüleri, kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda saflarını belirlemeye çağrıyorlar. Birincisi, ezen ulus milliyetçiliğini geliştiririken, ikincisi ise, kendi ulusal çıkarlarını bütün ezilen ulustan işçi ve emekçilerin çıkarı olarak öne çıkarıyor. Birincisinin hiç bir haklı yanı yokken, ikincisinin istemlerindeki haklı ve meşru yanları vardır. Bu onun demokratik bir istemidir.

Ezen ulus ile ezilen ulus burjuvazisini aynı kefeye koymak, elbette doğru bir yaklaşım değildir. Biri ezen biri ise ezilendir. Komünistlerin tavrı ezilenden yana olmaktır. Ancak, bunun sınırı da bellidir. Bu sınırın nereye kadar olduğu ise, yazının  daha önceki bölümlerinde ortaya kondu.

Buraya kadar, PKK’nın sahip olduğu son program doğrultusunda işçi sınıfı mücadelesiyle ilgili ilişkileri ele alındı. PKK’nın, kendisinin de açıkça belirttiği gibi bir işçi sınıfı partisi olmadığı ve bu tür sınıf partileri anlayışına karşı çıktığını programından ve önderlerinin konuşmalarından kısa alıntılarla ortaya koyduk. 

Türk burjuvazisinin ırkçılığı, Kürtleri yok saymasında kendini ifade etmiştir. Kendine devrimci ya da “sol” diyen kesimlerde sosyal şovenizm ise, Kürtlerin varlığınının kabul edilmesi, ancak, esas olarak ayrı devlet kurma hakkının yok sayılmasında kendini ifade eder.

Bütün bunlar, Kürdistan’da verilen mücadelenin ulusal olduğu, ama sosyal kurtuluş yanın, yani, işçi ve emekçileri yakından ilgilendiren ezilenlerin üzerindeki sömürü ve baskının varlığını devam ettirici bir yanı olduğu da kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Oysa, Ezilen ulus burjuvazisinin geri plana ittiği ya da hiç değinmediği bu sorun; Kürt proletaryasının esas sorunudur. Ezilen ulus sosrununa da bu açıdan yaklaşmak durumundadır. Kendi burjuvazisinin güçlendirme adına, kendi sınıfsal çıkarlarından vazgeçmesi, ezilen ulus proletaryasının intiharıdır. Bir başka deyimle, ezen ulus baskısından kurtulmaya evet, sınıf baskısından kurtulmaya ise hayır demektir.

Kürt proletaryası, Türk egemen sınıfların Kürt ulusu üzerindeki tüm baskılara karşı çıkarken, bunu işçi ve emekçilerin sosyal sorunlarıyla yani, proletaryanın kurtuluşu programıyla ele almak durumundadır. Bu anlamda da, Kürtdistan’da bir devrim durumu söz konusu değilken, Türk işçi ve emekçileriyle birlikte mücadeleyi ve  ortak örgütlenmeyi savunmalıdır. Bu elbette, sınıf bilinçli Kürt paroletaryasının örgütünün varlığını yoksaymayı gerektirmez. Örneğin, 17 Ekim Devrimi öncesi Rusya’da bunun örnekleri çoktur. Bu sorun, konumuz dışında olduğu için geçiyoruz.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan özgülünde sorun ele alındığında, Kürt ulusuyla Türk ulusu arasındaki (Türk ulusunun egemen sınıfları tarafından Kürt ulusunun bütün ulusal haklarını zorla gaspetmesi bağlamında) çelişki, ezen-ezilen ulus arasındaki bir çelişkidir ve bu başlıca çelişmeler arasındadır. Böyle bir çelişkiyi başlıca çelişmeler arasına almamak, bu çelişkinin varlığını yadsımak sosyal şovenist bir politika izlemeye neden olur. Aynı zamanda, böyle bir yaklaşım, UKKTH’nı redde kadar götürür. Yani, ezilen ulusun ayrılıp ayrı devlet kurma hakkının yok sayılmasıdır.  Bu çelişki, ezilen ulus sorununun olduğu bir yerde bütün iradi olguların ötesinde nesnel bir olgu olarak vardır. Bu çelişkinin, başlıca çelişmeler arasına alınması, proletarya tarafından bu çelişmenin baş çelişme olarak ele alınmasını getirmez. Çünkü proletarya, emperyalizm ve proleter devrimler çağında bu sorunu, proleter devrimlerin bir parçası olarak ele almıştır. Bu sorunun gerçek çözümü, proletarya önderliğindeki devrimle çözülebilir. Gelinen aşamada burjuvazi, sınıfsal çıkarları açısından bu sorunu çözebilecek bir sınıfsal nitelikten uzaklaşmıştır. 

Konumuz bağlamında ezilen ulus proletaryasının ulusal çelişkiyi baş çelişki olarak ele alması, ayrılığı direkt gündeme getirmesi ile olasıdır. Bunun anlamı; ayrı bir devlet kurma bağlamında mücadele ve ezilen ulus burjuvazisiyle bu temelde ittifak. Bu da, doğal olarak, proletaryanın sosyal devrim şiarı ikinci plana, ezen ulus baskısından kurtulduktan sonraki bir sürece ertelenmesi anlamına gelir. Ancak, böyle bir yönelim proletaryanın gerçek kurtuluşunu sağlamayacaktır. Daha çok, ezilen ulus burjuvazisinin kurtuluşunu garantilemeye yönelik olacaktır. Oysa, emperyalizm ve proletar devrimler çağında, ezilen ulus sorunu, proleter devrimlerin sorunu olmuştur. Ekim Devrimi’nden bugüne kadar olan süreç, bunu defalarca doğrulamıştır.

Eğer, proleterya enternasyonalizminden hareketle, bütün ülkelerin işçilerinin birliğinin sağlanması temelinde ortak mücadele savunuluyorsa, ortak örgütlenme ve bundan hareketle de soruna sınıf mücadelesi temelinde yaklaşmak kaçınılmazdır. Ezilen ulus proletaryasının yaklaşımı ve ulusal sorunda çıkış noktası da burası olmalıdır.

Ezilen ulus çelişkisinin çözümünün salt ulusal baskıdan kurtulmak olarak ele alıp, proletarya devrimlerinden bağımsız ele alınırsa, ezilen ulus milliyetçisi bir çizgiye düşme yanında, ezilen ulus sorunun çözümünü de gerçekleştiremeyeceği gibi, ezilen ulus burjuvazisinin çıkarları uğruna, proletaryanın ortaklaşa mücadelesini reddetmek, dıştalamak olur. Genelde, Kürt küçük burjuva devrimcilerinin tavrı da bu yöndedir. Yani, önce ezilen ulus sorununu çözelim, peşinden ise proletaryanın sosyal kurtuluş mücadelesi gelir vb...

Kürt küçük burjuva devrimcilerinin, “kaderimizi Türk proletaryası belirlemesin” vb. gibi yaklaşımlarına da değinmek gerekiyor. Aslında onların tek söyledikleri “Türklerden kurtulmak”. Ancak, yanıldıkları nokta, burjuvazi ile komünistleri aynı kefeye koymak tavırlarıdır. Proleterlerin birliği ve ortaklaşa mücadelesi, bütün ulusal sorunlardan önde gelir. Ayrıca, ezilen ulus sorunun çözümü de bir devrim sorunudur. Bunların görmek istemedikleri nokta da burasıdır. Onlar, ya bilinçli ya da farkında olmadan ezilen ulus burjuvazisi ile bu konuda aynı düşünceyi paylaştıklarıdır. Ulusal soruna, Yugoslav Semiç gibi yaklaşmaktadırlar.

Stalin’in Yugoslav komünisti Semiç ile KEYK toplantısındaki tartışması, günümüz açısından da ulusal soruna yaklaşım açısından önem taşımaktadır. O kunuşmadan kısa bir alıntıyı buraya aktaralım:

“Ulusal programın çıkış noktası, Yugoslavya’da Sovyet devrimi tezi olmalıdır, burjuvazinin yenilgisi ve devrimin zaferi olmaksızın ulusal sorunun az buçuk doyurucu bir biçimde çözülmeyeceği tezi olmalıdır.” (Stalin, Eserler, C.7, sf. 69, İnter)

Lenin ve Stalin’in ulusal sorun konusundaki temel tezleri çarpıtılmayacak denli açık ve nettir. Sağa sola çekmenin de hiç bir yararı yoktur. Bugün Kürt sorunu üzerindeki tartışmalar ve Kürt ulusal hareketinin geldiği nokta dikkate alındığında, bu sorunun proletarya devrimi sorunuyla ne denli yakın bir ilişki içinde olduğu da kendiliğinden anlaşılabilir. Güney Kürdistan’daki gelişmeler dikkate alındığında ise, emperyalist burjuvazinin çıkarlarına hizmet edici bir gelişme olduğu görülebilir. PKK ile Irak KDP ve YNK’nın programları ve sınıfsal konumları birebir aynı olmasa da, proleter sınıf bakış açısından uzak ve ulusal sorunu proletarya devrimi sorunu olarak ele almayan bir çizginin varacağı yeri de bize göstermektedir. Özellikle sınıf bilinçli Kürt proletaryasının bunu görmesi ve ezilen sınıfların  sınıf çıkarları açısından sorgulaması gerekiyor.

Kürdistan sorunu açısından da ele alındığında, ezilen ulus burjuvazisinin niyeti ve amacı, bütün Kürdistanı bileştirmektir. Sınıf çıkarları gereği bu onun en doğal istemleri arasındadır. Ancak, proletarya da kendi sınıf çıkarları açısından soruna yaklaşmak durumundadır. Bu, ezilen ulus sorununa kayıtsız kalmak değil, tersine, bu sorunun gerçekci çözümünü ortaya koymak içindir. Sınıf bilinçli proletarya hiç bir zaman, ezilen ulus sorununa duyarsız kalmamış ve bunu kendi sorunu, proleter devrimler sorunu olarak ele almıştır.

TDH açısından da soruna yaklaşıldığında, özellikle Kaypakkaya’dan sonra bu soruna duyarsız kalınmamış, tersine proleter bir çözüm programı ortaya konmuştur. Ayrıca, Kaypakkaya, ezilen ulus sorununda çeşitli olasılıkları da dikkate alarak, Kürdistan’da devrimin gelişmesi halinde, proleteryanın ayrılmayı gündeme getireceğini de belirtmiştir.

Lenin, “ezen ulus proletaryasının ayrılıktan yana, ezilen ulus proletaryasının ise birlikten yana propaganda yapmalıdır” sözü, ezen ulusun baskılarına karşı bir mücadeleyi ve ezilen ulusunda kendi çıkarlarını öne çıkaran ayrılık tavrının önüne geçilip, proleterlerin birliğinin saplanmasına yöneliktir.

Ulusal Sorunun Çıkış Noktası

Bazı “sol” kesimlerde; “eğer ulusal çelişki baş çelişki olarak ele alınsaydı, bugün PKK yerine orada proleter bir hareket olurdu” anlayışı var ve özellikle bu anlayış, PKK’nın mücadelesinin gelişmesine koşut bir şekilde gelişme gösterdiği söylenebilir.

Sınıf bilinçli proletarya partisinin sahip olduğu bir programla, salt ezen ulus baskısını kaldırmaya yönelik bir program aynı niteliklere sahip değildir. Birincisi, işçi ve emekçilerin kurutuluşunun yanında, ezen ulusun egemenlerinin ezilen ulus üzerindeki ulusal baskıyı ve her türlü ulusal hak eşitsizliğini de ortadan kaldırmaya yönelik olmasına karşın, Kürt işçi ve emekçileri kimlik ve dil sorununu, bir başka söylemle; kendi kurtuluşunu geri plana atarak, ezen ulus baskısına karşı ezilen ulus burjuvazisinin peşinden gitmeyi tercih etti. 

İbrahim Kaypakkaya’nın, sınıf bilinçli proletaryanın programını öz olarak şöyle açıklıyor:

“Demokratik halk (ve de proletarya Y.K'nin notu) diktatörlüğü sisteminde bütün ulusların ve dillerin tam hak eşitliği garanti edilecektir. Hiç bir zorunlu dil tanınmayacak, halka bütün yerli dillerin öğretildiği okullar sağlanacaktır. Halk devletinin anayasası, her hangi bir ulusun, her hangi bir ayrıcalığa sahip olmasını ve ulusal azınlığın haklarına her hangi bir tecavüzü kesinlikle yasaklayacaktır. Her ulusa kendi kaderini tayin etme hakkı tanıyacaktır. Bütün bunların gerçekleşmesi için, özellikle yaygın bölgesel özerklik ve tamamen demokratik yerel kendi kendine yönetim gereklidir. Bu özerk ve kendi kendini yöneten bölgelerin sınırları ekonomik ve toplumsal koşullar, bizzat yerel nüfus tarafından belirlenecektir.

Ulusal sorundaki temel şiarımızı bir kere daha tekrarlayalım:

“Bütün uluslar için tam hak eşitliği; ulusların kendi kaderini tayin etme hakkı; bütün ülkelerin işçilerinin (ve ezilen halkların) birleşmesi”. (İ. Kaypakkaya, Seçme Yazılar, sf. 263-264, Umut, açİ.K)

İşte, ulusal sorunda komünist bir program. Ulusal sorunun çözümünün tek garantisi, işçi ve emekçilerin birliği ve birlikte mücadelesi ve birlikte iktidarıdır. Burjuva iktidarının hiç bir garantisi yoktur. Irak ve İran’da bunlar yaşanarak görüldü. Burjuvazi, istediği zaman tanınan “özerkliği ya da ototnomiyi” geri aldı. Ve hiç bir zaman ezen ulus baskısını da eksik etmedi, Demoklesin kılıcı gibi, en iyi dönemlerinde dahi ezen ulusun başında sallandırdı.

Kaypakkaya’nın ulusal çözüm programının içinde, işçi ve emekçilerin sosyal kurtuluşu da yer almaktadır. Ve Kürt ulusal sorunu buna bağlı olarak ele alınmıştır. Ancak, Kürt ulusal hareketinin programında sınıf sorunu, sınıfsal baskı ve sömürüden kurtulma sorununa yer verilmiyor. Birinci bölümde, sözünü ettiğimiz gibi, muğlak ifadelerle ezilen ulus burjuvazisinin programını kotarma, sosyal kurtuluş görüntüsü verme yer almaktadır. Ancak, bu programda; Kürt köylüsünün, işçisinin ve emekçilerinin payına, sınıfsal baskı ve sömürü düşmektedir.

Ne yazık ki, Kürt köylüsü ve Kürt emekçilerinin önemli bir bölümü komünist bir programı tercih etme yerine, Kürt ulusal burjuvazisinin kurtuluşunu esas alan programı tercih etmiştir. Bu bağlamda, “Kürt ulusal çelişmesi baş çelişme alınsaydı, orada proletarya hareketi gelişirdi” vb... gibi soyut tartışmalar yürütmenin pratik teorik bir geçerliliği yoktur. Orada, Kürt köylüsü, toprak sorununu ve sınıf sorununu esas alan bir programı elinin tersiyle itmiş, kendi kurtuluşunu Kürt ulusal burjuvazisinin kurtuluşunda görmüş ve elbette ki yanılmıştır.

Her şey olması gerektiği gibi olmuştur. Nasıl ki, Fin işçi ve köylüleri Sovyet devrimi yerine Fin burjuvazininin bencil çıkarları peşinden gitmişse, Kürdistan da olan durumda budur. Kürt işçi ve köylüleri üzerinde yıllarca uygulanan asimilasyon politikası, başta Kürt köylüsü olmak üzere onları, önce “ulusun egemenliği” çerçevesinde ayrı devlet kurma ve süreç içinde ise kimlik ve dil sorunun taraftarı ve savaşçı öznesi durumuna itmiştir. 

Bütün bunlar yaşanırken, “ezilen ulus çelişkisinin baş çelişki alsaydık” gibi yakınmalar, olsa olsa ezilen ulus burjuvazisinin hizmetinde ve onun bencil çıkarları peşinde gözü kapalı gitmenin siyaseti olabilir.

Ayrıca belirtmek gerekiyor ki; bir hareketin gelişmesinde belirleyici olmasa da,  bir zamanlar Suriye’nin PKK’ya verdiği destek ve bugün Kandil’de PKK’nın barınması, sınıf hareketine tanınmazdı. Ayrıca, uluslararası emperyalist güçlerin tavırları çok farklı olurdu. Bunlar, sınıf sorununu gözardı edenler için görünmezden ve de bilinmezden geliniyor.

Ezen ulus proletaryası da, ezilen ulus çelişmesini  baş çelişme olarak ele alamaz. O, her türlü ulusal eşitsizliğe ve ulusal baskılara karşı amansız mücadele etmesine karşın, Kürt proletaryasının ve emekçilerinin sınıfsal baskıya maruz kalması yönünde siyasal bir çizgi de izleyemez. Kurtuluşu birlikte görür ve ulusal sorunun gerçek çözümünü de proleter devrimle olacağını bilir.

Komünistler, bazı istisnaları gözardı etmemekle beraber, özellikle Ekim Devrimi’nden sonra sorunun çıkış noktasını: “Devrim tezi, ulusal programın çıkış noktası olmalıdır”  (Stalin) şeklinde belirlemiştir. Bu sübjektif bir belirlemeden öte, emperyalizm ve proleter devrimler çağının ortaya çıkardığı yakıcı nesnel gerçekliğidir.  Ulusal sorunu salt bir anayasal soruna indirgeyenlerin görüşlerini de gelecek yazıda ele alacağız.***

Son yazı:    Kürt Ulusal Hareketi Bağlamında “Barış Görüşmeleri” ve “Yeni” Anayasa Üzerine

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder