Kürt Ulusal
Hareketi ve Sınıf Tavrı (3)
Ulusal Çelişki ve Baş Çelişki
Yusuf KÖSE
Çok uluslu ülkelerde, ezen-ezilen
ulus çelişkisi önemli bir yer tutmasının asıl nedenlerden birisi, işçi ve
emekçilerinde bu çatışmanın içine çekilmesidir. Her iki tarafta, ezen de ezilen
de kendi milliyetinden işçileri ve köylüleri, kendi sınıfsal çıkarları
doğrultusunda saflarını belirlemeye çağrıyorlar. Birincisi, ezen ulus
milliyetçiliğini geliştiririken, ikincisi ise, kendi ulusal çıkarlarını bütün
ezilen ulustan işçi ve emekçilerin çıkarı olarak öne çıkarıyor. Birincisinin
hiç bir haklı yanı yokken, ikincisinin istemlerindeki haklı ve meşru yanları
vardır. Bu onun demokratik bir istemidir.
Ezen ulus ile ezilen ulus
burjuvazisini aynı kefeye koymak, elbette doğru bir yaklaşım değildir. Biri
ezen biri ise ezilendir. Komünistlerin tavrı ezilenden yana olmaktır. Ancak,
bunun sınırı da bellidir. Bu sınırın nereye kadar olduğu ise, yazının daha önceki bölümlerinde ortaya kondu.
Buraya kadar, PKK’nın sahip
olduğu son program doğrultusunda işçi sınıfı mücadelesiyle ilgili ilişkileri
ele alındı. PKK’nın, kendisinin de açıkça belirttiği gibi bir işçi sınıfı
partisi olmadığı ve bu tür sınıf partileri anlayışına karşı çıktığını
programından ve önderlerinin konuşmalarından kısa alıntılarla ortaya koyduk.
Türk burjuvazisinin ırkçılığı,
Kürtleri yok saymasında kendini ifade etmiştir. Kendine devrimci ya da “sol”
diyen kesimlerde sosyal şovenizm ise, Kürtlerin varlığınının kabul edilmesi,
ancak, esas olarak ayrı devlet kurma hakkının yok sayılmasında kendini ifade
eder.
Bütün bunlar, Kürdistan’da
verilen mücadelenin ulusal olduğu, ama sosyal kurtuluş yanın, yani, işçi ve
emekçileri yakından ilgilendiren ezilenlerin üzerindeki sömürü ve baskının
varlığını devam ettirici bir yanı olduğu da kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Oysa, Ezilen ulus burjuvazisinin geri plana ittiği ya da hiç değinmediği bu
sorun; Kürt proletaryasının esas sorunudur. Ezilen ulus sosrununa da bu açıdan
yaklaşmak durumundadır. Kendi burjuvazisinin güçlendirme adına, kendi sınıfsal
çıkarlarından vazgeçmesi, ezilen ulus proletaryasının intiharıdır. Bir başka
deyimle, ezen ulus baskısından kurtulmaya evet, sınıf baskısından kurtulmaya
ise hayır demektir.
Kürt proletaryası, Türk egemen
sınıfların Kürt ulusu üzerindeki tüm baskılara karşı çıkarken, bunu işçi ve
emekçilerin sosyal sorunlarıyla yani, proletaryanın kurtuluşu programıyla ele
almak durumundadır. Bu anlamda da, Kürtdistan’da bir devrim durumu söz konusu
değilken, Türk işçi ve emekçileriyle birlikte mücadeleyi ve ortak örgütlenmeyi savunmalıdır. Bu elbette,
sınıf bilinçli Kürt paroletaryasının örgütünün varlığını yoksaymayı
gerektirmez. Örneğin, 17 Ekim Devrimi öncesi Rusya’da bunun örnekleri çoktur.
Bu sorun, konumuz dışında olduğu için geçiyoruz.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan
özgülünde sorun ele alındığında, Kürt ulusuyla Türk ulusu arasındaki (Türk
ulusunun egemen sınıfları tarafından Kürt ulusunun bütün ulusal haklarını zorla
gaspetmesi bağlamında) çelişki, ezen-ezilen ulus arasındaki bir çelişkidir ve
bu başlıca çelişmeler arasındadır. Böyle bir çelişkiyi başlıca çelişmeler arasına
almamak, bu çelişkinin varlığını yadsımak sosyal şovenist bir politika izlemeye
neden olur. Aynı zamanda, böyle bir yaklaşım, UKKTH’nı redde kadar götürür.
Yani, ezilen ulusun ayrılıp ayrı devlet kurma hakkının yok sayılmasıdır. Bu çelişki, ezilen ulus sorununun olduğu bir
yerde bütün iradi olguların ötesinde nesnel bir olgu olarak vardır. Bu
çelişkinin, başlıca çelişmeler arasına alınması, proletarya tarafından bu
çelişmenin baş çelişme olarak ele alınmasını getirmez. Çünkü proletarya,
emperyalizm ve proleter devrimler çağında bu sorunu, proleter devrimlerin bir
parçası olarak ele almıştır. Bu sorunun gerçek çözümü, proletarya
önderliğindeki devrimle çözülebilir. Gelinen aşamada burjuvazi, sınıfsal
çıkarları açısından bu sorunu çözebilecek bir sınıfsal nitelikten
uzaklaşmıştır.
Konumuz bağlamında ezilen ulus
proletaryasının ulusal çelişkiyi baş çelişki olarak ele alması, ayrılığı direkt
gündeme getirmesi ile olasıdır. Bunun anlamı; ayrı bir devlet kurma bağlamında
mücadele ve ezilen ulus burjuvazisiyle bu temelde ittifak. Bu da, doğal olarak,
proletaryanın sosyal devrim şiarı ikinci plana, ezen ulus baskısından
kurtulduktan sonraki bir sürece ertelenmesi anlamına gelir. Ancak, böyle bir yönelim
proletaryanın gerçek kurtuluşunu sağlamayacaktır. Daha çok, ezilen ulus
burjuvazisinin kurtuluşunu garantilemeye yönelik olacaktır. Oysa, emperyalizm ve
proletar devrimler çağında, ezilen ulus sorunu, proleter devrimlerin sorunu
olmuştur. Ekim Devrimi’nden bugüne kadar olan süreç, bunu defalarca doğrulamıştır.
Eğer, proleterya
enternasyonalizminden hareketle, bütün ülkelerin işçilerinin birliğinin
sağlanması temelinde ortak mücadele savunuluyorsa, ortak örgütlenme ve bundan
hareketle de soruna sınıf mücadelesi temelinde yaklaşmak kaçınılmazdır. Ezilen
ulus proletaryasının yaklaşımı ve ulusal sorunda çıkış noktası da burası
olmalıdır.
Ezilen ulus çelişkisinin
çözümünün salt ulusal baskıdan kurtulmak olarak ele alıp, proletarya
devrimlerinden bağımsız ele alınırsa, ezilen ulus milliyetçisi bir çizgiye
düşme yanında, ezilen ulus sorunun çözümünü de gerçekleştiremeyeceği gibi,
ezilen ulus burjuvazisinin çıkarları uğruna, proletaryanın ortaklaşa
mücadelesini reddetmek, dıştalamak olur. Genelde, Kürt küçük burjuva
devrimcilerinin tavrı da bu yöndedir. Yani, önce ezilen ulus sorununu çözelim,
peşinden ise proletaryanın sosyal kurtuluş mücadelesi gelir vb...
Kürt küçük burjuva
devrimcilerinin, “kaderimizi Türk proletaryası belirlemesin” vb. gibi
yaklaşımlarına da değinmek gerekiyor. Aslında onların tek söyledikleri
“Türklerden kurtulmak”. Ancak, yanıldıkları nokta, burjuvazi ile komünistleri
aynı kefeye koymak tavırlarıdır. Proleterlerin birliği ve ortaklaşa mücadelesi,
bütün ulusal sorunlardan önde gelir. Ayrıca, ezilen ulus sorunun çözümü de bir
devrim sorunudur. Bunların görmek istemedikleri nokta da burasıdır. Onlar, ya
bilinçli ya da farkında olmadan ezilen ulus burjuvazisi ile bu konuda aynı
düşünceyi paylaştıklarıdır. Ulusal soruna, Yugoslav Semiç gibi yaklaşmaktadırlar.
Stalin’in Yugoslav komünisti
Semiç ile KEYK toplantısındaki tartışması, günümüz açısından da ulusal soruna
yaklaşım açısından önem taşımaktadır. O kunuşmadan kısa bir alıntıyı buraya
aktaralım:
“Ulusal programın çıkış
noktası, Yugoslavya’da Sovyet devrimi tezi olmalıdır, burjuvazinin yenilgisi ve
devrimin zaferi olmaksızın ulusal sorunun az buçuk doyurucu bir biçimde
çözülmeyeceği tezi olmalıdır.” (Stalin, Eserler, C.7, sf. 69, İnter)
Lenin ve Stalin’in ulusal sorun
konusundaki temel tezleri çarpıtılmayacak denli açık ve nettir. Sağa sola
çekmenin de hiç bir yararı yoktur. Bugün Kürt sorunu üzerindeki tartışmalar ve
Kürt ulusal hareketinin geldiği nokta dikkate alındığında, bu sorunun proletarya
devrimi sorunuyla ne denli yakın bir ilişki içinde olduğu da kendiliğinden anlaşılabilir. Güney
Kürdistan’daki gelişmeler dikkate alındığında ise, emperyalist burjuvazinin
çıkarlarına hizmet edici bir gelişme olduğu görülebilir. PKK ile Irak KDP ve
YNK’nın programları ve sınıfsal konumları birebir aynı olmasa da, proleter
sınıf bakış açısından uzak ve ulusal sorunu proletarya devrimi sorunu olarak
ele almayan bir çizginin varacağı yeri de bize göstermektedir. Özellikle sınıf
bilinçli Kürt proletaryasının bunu görmesi ve ezilen sınıfların sınıf çıkarları açısından sorgulaması
gerekiyor.
Kürdistan sorunu açısından da
ele alındığında, ezilen ulus burjuvazisinin niyeti ve amacı, bütün Kürdistanı
bileştirmektir. Sınıf çıkarları gereği bu onun en doğal istemleri arasındadır.
Ancak, proletarya da kendi sınıf çıkarları açısından soruna yaklaşmak
durumundadır. Bu, ezilen ulus sorununa kayıtsız kalmak değil, tersine, bu
sorunun gerçekci çözümünü ortaya koymak içindir. Sınıf bilinçli proletarya hiç
bir zaman, ezilen ulus sorununa duyarsız kalmamış ve bunu kendi sorunu, proleter
devrimler sorunu olarak ele almıştır.
TDH açısından da soruna
yaklaşıldığında, özellikle Kaypakkaya’dan sonra bu soruna duyarsız kalınmamış,
tersine proleter bir çözüm programı ortaya konmuştur. Ayrıca, Kaypakkaya,
ezilen ulus sorununda çeşitli olasılıkları da dikkate alarak, Kürdistan’da
devrimin gelişmesi halinde, proleteryanın ayrılmayı gündeme getireceğini de
belirtmiştir.
Lenin, “ezen ulus proletaryasının
ayrılıktan yana, ezilen ulus proletaryasının ise birlikten yana propaganda
yapmalıdır” sözü, ezen ulusun baskılarına karşı bir mücadeleyi ve ezilen
ulusunda kendi çıkarlarını öne çıkaran ayrılık tavrının önüne geçilip,
proleterlerin birliğinin saplanmasına yöneliktir.
Ulusal Sorunun Çıkış Noktası
Bazı “sol” kesimlerde; “eğer
ulusal çelişki baş çelişki olarak ele alınsaydı, bugün PKK yerine orada
proleter bir hareket olurdu” anlayışı var ve özellikle bu anlayış, PKK’nın
mücadelesinin gelişmesine koşut bir şekilde gelişme gösterdiği söylenebilir.
Sınıf bilinçli proletarya
partisinin sahip olduğu bir programla, salt ezen ulus baskısını kaldırmaya
yönelik bir program aynı niteliklere sahip değildir. Birincisi, işçi ve
emekçilerin kurutuluşunun yanında, ezen ulusun egemenlerinin ezilen ulus
üzerindeki ulusal baskıyı ve her türlü ulusal hak eşitsizliğini de ortadan
kaldırmaya yönelik olmasına karşın, Kürt işçi ve emekçileri kimlik ve dil
sorununu, bir başka söylemle; kendi kurtuluşunu geri plana atarak, ezen ulus
baskısına karşı ezilen ulus burjuvazisinin peşinden gitmeyi tercih etti.
İbrahim Kaypakkaya’nın, sınıf
bilinçli proletaryanın programını öz olarak şöyle açıklıyor:
“Demokratik halk (ve de proletarya Y.K'nin notu) diktatörlüğü
sisteminde bütün ulusların ve dillerin tam hak eşitliği garanti edilecektir.
Hiç bir zorunlu dil tanınmayacak, halka bütün yerli dillerin öğretildiği okullar
sağlanacaktır. Halk devletinin anayasası, her hangi bir ulusun, her hangi bir
ayrıcalığa sahip olmasını ve ulusal azınlığın haklarına her hangi bir tecavüzü
kesinlikle yasaklayacaktır. Her ulusa kendi kaderini tayin etme hakkı
tanıyacaktır. Bütün bunların gerçekleşmesi için, özellikle yaygın bölgesel
özerklik ve tamamen demokratik yerel kendi kendine yönetim gereklidir. Bu özerk
ve kendi kendini yöneten bölgelerin sınırları ekonomik ve toplumsal koşullar,
bizzat yerel nüfus tarafından belirlenecektir.
Ulusal sorundaki temel
şiarımızı bir kere daha tekrarlayalım:
“Bütün uluslar için tam hak
eşitliği; ulusların kendi kaderini tayin
etme hakkı; bütün ülkelerin işçilerinin (ve ezilen halkların) birleşmesi”.
(İ. Kaypakkaya, Seçme Yazılar, sf. 263-264, Umut, açİ.K)
İşte, ulusal sorunda komünist
bir program. Ulusal sorunun çözümünün tek garantisi, işçi ve emekçilerin
birliği ve birlikte mücadelesi ve birlikte iktidarıdır. Burjuva iktidarının hiç
bir garantisi yoktur. Irak ve İran’da bunlar yaşanarak görüldü. Burjuvazi,
istediği zaman tanınan “özerkliği ya da ototnomiyi” geri aldı. Ve hiç bir zaman
ezen ulus baskısını da eksik etmedi, Demoklesin kılıcı gibi, en iyi
dönemlerinde dahi ezen ulusun başında sallandırdı.
Kaypakkaya’nın ulusal çözüm
programının içinde, işçi ve emekçilerin sosyal kurtuluşu da yer almaktadır. Ve
Kürt ulusal sorunu buna bağlı olarak ele alınmıştır. Ancak, Kürt ulusal
hareketinin programında sınıf sorunu, sınıfsal baskı ve sömürüden kurtulma
sorununa yer verilmiyor. Birinci bölümde, sözünü ettiğimiz gibi, muğlak
ifadelerle ezilen ulus burjuvazisinin programını kotarma, sosyal kurtuluş
görüntüsü verme yer almaktadır. Ancak, bu programda; Kürt köylüsünün, işçisinin
ve emekçilerinin payına, sınıfsal baskı ve sömürü düşmektedir.
Ne yazık ki, Kürt köylüsü ve Kürt emekçilerinin önemli bir bölümü komünist bir programı tercih etme yerine, Kürt ulusal burjuvazisinin
kurtuluşunu esas alan programı tercih etmiştir. Bu bağlamda, “Kürt ulusal
çelişmesi baş çelişme alınsaydı, orada proletarya hareketi gelişirdi” vb...
gibi soyut tartışmalar yürütmenin pratik teorik bir geçerliliği yoktur. Orada,
Kürt köylüsü, toprak sorununu ve sınıf sorununu esas alan bir programı elinin
tersiyle itmiş, kendi kurtuluşunu Kürt ulusal burjuvazisinin kurtuluşunda
görmüş ve elbette ki yanılmıştır.
Her şey olması gerektiği gibi
olmuştur. Nasıl ki, Fin işçi ve köylüleri Sovyet devrimi yerine Fin
burjuvazininin bencil çıkarları peşinden gitmişse, Kürdistan da olan durumda
budur. Kürt işçi ve köylüleri üzerinde yıllarca uygulanan asimilasyon
politikası, başta Kürt köylüsü olmak üzere onları, önce “ulusun egemenliği”
çerçevesinde ayrı devlet kurma ve süreç içinde ise kimlik ve dil sorunun
taraftarı ve savaşçı öznesi durumuna itmiştir.
Bütün bunlar yaşanırken,
“ezilen ulus çelişkisinin baş çelişki alsaydık” gibi yakınmalar, olsa olsa
ezilen ulus burjuvazisinin hizmetinde ve onun bencil çıkarları peşinde gözü
kapalı gitmenin siyaseti olabilir.
Ayrıca belirtmek gerekiyor ki;
bir hareketin gelişmesinde belirleyici olmasa da, bir zamanlar Suriye’nin PKK’ya verdiği destek ve
bugün Kandil’de PKK’nın barınması, sınıf hareketine tanınmazdı. Ayrıca,
uluslararası emperyalist güçlerin tavırları çok farklı olurdu. Bunlar, sınıf
sorununu gözardı edenler için görünmezden ve de bilinmezden geliniyor.
Ezen ulus proletaryası da,
ezilen ulus çelişmesini baş çelişme
olarak ele alamaz. O, her türlü ulusal eşitsizliğe ve ulusal baskılara karşı
amansız mücadele etmesine karşın, Kürt proletaryasının ve emekçilerinin sınıfsal
baskıya maruz kalması yönünde siyasal bir çizgi de izleyemez. Kurtuluşu
birlikte görür ve ulusal sorunun gerçek çözümünü de proleter devrimle olacağını
bilir.
Komünistler, bazı istisnaları
gözardı etmemekle beraber, özellikle Ekim Devrimi’nden sonra sorunun çıkış
noktasını: “Devrim tezi, ulusal programın çıkış noktası olmalıdır” (Stalin) şeklinde belirlemiştir. Bu sübjektif
bir belirlemeden öte, emperyalizm ve proleter devrimler çağının ortaya
çıkardığı yakıcı nesnel gerçekliğidir. Ulusal sorunu salt bir anayasal soruna
indirgeyenlerin görüşlerini de gelecek yazıda ele alacağız.***
Son
yazı: Kürt Ulusal Hareketi Bağlamında “Barış Görüşmeleri” ve “Yeni” Anayasa
Üzerine
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder