9 Şubat 2013 Cumartesi

İşçi Sınıfı ve Devrimci Şiddet






İşçi Sınıfı ve Devrimci Şiddet

 Yusuf KÖSE


Sınıflar arası mücadelenin esas aracı şiddettir. Tarihteki bütün toplumlar, sınıflar arası mücadeleninin yoğun şiddetiyle altüst olmuşlardır. Burjuvazi ile proletarya da birbirlerini alt etmenin esaslı aracı olan, eski toplumsal sınıfların birbirine karşı kullandıkları şiddeti, aynı şekilde kullanmış ve kullanmaya devam ediyorlar. Bu, toplumlar tarihinin defalarca doğruladığı bir gerçektir. Sınıflar varolduğu sürece bu gelişimi değiştirmenin koşulu yoktur. Sınıflar varsa, ve bunlar arasındaki çelişki antagonist ise, mücadele de kaçınılmaz bir şekilde, içereceği bütün şiddeti içerecektir. Ve yaşananlarda bunu fazlasıyla doğrulamış ve doğrulamaya devam etmektedir.
 
Burjuvazi nasıl ki, kendi iktidarını sürdürmek için, her türlü şiddeti sömürdüğü sınıflara karşı uyguluyorsa, başta işçi sınıfı olmak üzere sömürülen/ezilen tüm sınıflar da, bulundukları ortamda kurtulmak ve daha iyi bir yaşam elde etmek istiyorlarsa aynı şekilde karşılık vermek zorundadırlar.

Burjuvazinin şiddeti gericiyken, işçi sınıfının şiddeti devrimci bir şiddettir. Çünkü, işçi sınıfı geleceği temsil etmektedir. Toplumu daha ileri götürebilecek tek sınıf, üretimdeki yeri nedeniyle işçi sınıfıdır.

Komünist ve devrimciler açısından bu genel doğru tartışma götürmeyecek kadar açıktır. İşçi sınıfının örgütlenmesi de bu şiddeti örgütleyebilecek ve  uygulayabilecek şekilde olmalıdır. Uzlaşmaz sınıflar arasındaki bu gerçeklerin göz ardı edilmesi; işçi sınıfı ve onun müttefiklerinin burjuvazi tarafından sömürülmeleri ve baskı altında daha fazla tutulmalarının tarihi sürecini uzatmasını da beraberinde getirmektedir.

Gelinen aşamada Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki işçi sınıfını nicel ve nitel olarak küçümsemek, daha baştan burjuvaziye karşı yenilgiyi kabul etmek demektir. Burjuvazi, işçi sınıfının gücünü bildiği ve onu  küçümsemediği için, her fırsatta onu örgütsüz bırakacak yasal kararlar almaktadır. Yani, işçi sınıfını örgütsüzleştirmek için en sert yasaları yürülüğe sokarken, ideolojik ve siyasal olarak da işçi sınıfını teslim almanın, bu da olmazsa,  önünü görememesinin idelojik-siyasal koşullarını sürekli canlı tutmaya çalışıyor. Bu, sosyalizme karşı bir burjuva kara kampanyası olduğu gibi, toplumdaki tüm ayrımları (etnik köken, din vb.) kullanarak, her türlü burjuva ideolojisinin yeşermesini sağlama yolunu giderken; aynı zamanda, işçi sınıfını, sınıfsal düşünce ve eyleminden uzaklaştırmaya çalışıyor ve bu konuda geçici de olsa başarılar elde ediyor.

İşçi ve emekçilerin sınıf dünayasından uzaklaştırarak, burjuvazinin iktidarının ayakta kalmasına yarayan etnik, dinsel ve mezhepsel vb. bölünmelerin içine sokulması, daha doğrusu alt kimliklere hapsedilmesi, onlara vurulan en büyük zincirdir. 

Sermaye sınıfı, işçi sınıfını sınıf kimliği bilincinden ve sınıf mücadelesinden uzaklaştırmak için karşı-devrimci şiddeti (yasalar ve devletin tüm baskı araçlarıyla) uygulayarak, onu boyun eğmeye zorlamaktadır. 

Burjuvazinin en büyük korkusu, işçi sınıfının sınıfsal ve sınıf bilinçli örgütlenmesidir. Bunu yolu da en alt demokratik örgütlenmelerden geçerek gerçekleşir. Yani, sendikal örgütlenmelerin yasaklanması ya da oldukça kısıtlanması, daha baştan işçi sınıfını örgütsüz bırkamak demektir. Bugün yapılan budur. İşçi sınıfının ekonomik-demokratik örgütleri olan sendikaların yasaklanması, baskı altına alınmaları ve de sermaye lehine teslim alınmaları, işçilerin bilinçlenme ve örgütlenmelerine vurulan en büyük darbelerin başında gelmektedir.

Bütün bunlar, sendikalar içindeki çalışmanın önemini ortaya koyarken, işçiler içindeki çalışmanın ve örgütlenmenin esas alınması da kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bu doğru, salt teorik düzeyde değil, pratik olarak da işçi sınıfı içindeki çalışma ve örgütlenmeye önem vermeyi zorunlu kılar. Kendine işçi sınıfının öz örgütü diyen siyasal örgütlenmelerin esas dayanak noktaları burası olmalıdır.

Bugün çalışanların önemli bir bölümünü ücretli kesim oluşturmaktadır. Yani, ezici çoğunluğu işçi sınıfını kapsamı içindedir, sermaye ve onun iktidarına en büyük darbeyi de bu sınıf vurabilir.

Öte yandan Türkiye işçi sınıfının tarihi, bir yerde mücadele tarihidir. Bu, işçi sınıfının sınıfsal karakteri gereği böyledir. Üretim araçlarından koparılmış ve burjuvaziye salt artı-değer yaratma aracı olarak kullanılan ve toplumsal üretimi gerçekleştiren bir sınıfın, başka türlü olmasını beklemek de oldukça saflık olur.

 15-16 Haziranları yaratan bir sınıfın, devrimi de gerçekleştirmemesi için hiç bir nedeni yoktur. İşçi sınıfının en büyük silahı, kendi sınıfsal ideoloji doğrultusunda örgütlenmesi ve ideolojik olarak silahlanmasıdır. Bunu sağlayacak olanlar da komünistlerdir. Marksit-Leninist-Maoist bilinçle donanan işçi sınıfı, burjuvazi karşısında dik durmayı ve onu yenmeyi de bilecektir. Marksist idelojinin işçi sınıfının örgütlenme ve mücadelesinde ete-kemiğe bürünmesi, onun burjuvaziden iktidarı almasının da vazgeçilmez koşulu olacaktır.

İşçi sınıfının kendiliğinden bilinçlenmesini beklemek, sınıfı kendi kaderine terketmek demektir. İşçi sınıfına bilinç dışarıdan götürülmelidir. Bu bilinç onları sınıf mücadelesi saflarına aktif bir şekilde katılmasını ve sınıfsal gücünün neye kadir olduğunun farkına varmasını da sağlayacaktır. İşçi ve emekçilerin özgürlüğünü işçi sınıfının ideolojisi ve mücadelesi dışında arayanlar, geçmişte olduğu gibi günümüzde de burjuvaziyle aynı safta olduklarını kabul etmemeye devam edeceklerdir. *** 09.02.2013
 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder