İşçi Sınıfı ve Devrimci Şiddet
Yusuf KÖSE
Sınıflar arası mücadelenin esas
aracı şiddettir. Tarihteki bütün toplumlar, sınıflar arası mücadeleninin yoğun
şiddetiyle altüst olmuşlardır. Burjuvazi ile proletarya da birbirlerini alt
etmenin esaslı aracı olan, eski toplumsal sınıfların birbirine karşı
kullandıkları şiddeti, aynı şekilde kullanmış ve kullanmaya devam ediyorlar.
Bu, toplumlar tarihinin defalarca doğruladığı bir gerçektir. Sınıflar varolduğu sürece bu gelişimi değiştirmenin
koşulu yoktur. Sınıflar varsa, ve bunlar arasındaki çelişki antagonist ise,
mücadele de kaçınılmaz bir şekilde, içereceği bütün şiddeti içerecektir. Ve
yaşananlarda bunu fazlasıyla doğrulamış ve doğrulamaya devam etmektedir.
Burjuvazi nasıl ki, kendi
iktidarını sürdürmek için, her türlü şiddeti sömürdüğü sınıflara karşı
uyguluyorsa, başta işçi sınıfı olmak üzere sömürülen/ezilen tüm sınıflar da,
bulundukları ortamda kurtulmak ve daha iyi bir yaşam elde etmek istiyorlarsa
aynı şekilde karşılık vermek zorundadırlar.
Burjuvazinin şiddeti
gericiyken, işçi sınıfının şiddeti devrimci bir şiddettir. Çünkü, işçi sınıfı
geleceği temsil etmektedir. Toplumu daha ileri götürebilecek tek sınıf,
üretimdeki yeri nedeniyle işçi sınıfıdır.
Komünist ve devrimciler
açısından bu genel doğru tartışma götürmeyecek kadar açıktır. İşçi sınıfının
örgütlenmesi de bu şiddeti örgütleyebilecek ve
uygulayabilecek şekilde olmalıdır. Uzlaşmaz sınıflar arasındaki bu
gerçeklerin göz ardı edilmesi; işçi sınıfı ve onun müttefiklerinin burjuvazi tarafından
sömürülmeleri ve baskı altında daha fazla tutulmalarının tarihi sürecini
uzatmasını da beraberinde getirmektedir.
Gelinen aşamada Türkiye ve
Kuzey Kürdistan’daki işçi sınıfını nicel ve nitel olarak küçümsemek, daha
baştan burjuvaziye karşı yenilgiyi kabul etmek demektir. Burjuvazi, işçi
sınıfının gücünü bildiği ve onu küçümsemediği için, her fırsatta onu örgütsüz bırakacak yasal
kararlar almaktadır. Yani, işçi sınıfını örgütsüzleştirmek için en sert
yasaları yürülüğe sokarken, ideolojik ve siyasal olarak da işçi sınıfını teslim
almanın, bu da olmazsa, önünü görememesinin idelojik-siyasal
koşullarını sürekli canlı tutmaya çalışıyor. Bu, sosyalizme karşı bir burjuva kara kampanyası
olduğu gibi, toplumdaki tüm ayrımları (etnik köken, din vb.) kullanarak, her
türlü burjuva ideolojisinin yeşermesini sağlama yolunu giderken; aynı zamanda, işçi sınıfını, sınıfsal düşünce ve eyleminden uzaklaştırmaya çalışıyor ve
bu konuda geçici de olsa başarılar elde ediyor.
İşçi ve emekçilerin sınıf
dünayasından uzaklaştırarak, burjuvazinin iktidarının ayakta kalmasına yarayan
etnik, dinsel ve mezhepsel vb. bölünmelerin içine sokulması, daha doğrusu alt
kimliklere hapsedilmesi, onlara vurulan en büyük zincirdir.
Sermaye sınıfı, işçi sınıfını sınıf kimliği bilincinden ve sınıf mücadelesinden uzaklaştırmak için karşı-devrimci şiddeti (yasalar ve devletin tüm baskı araçlarıyla) uygulayarak, onu boyun eğmeye zorlamaktadır.
Burjuvazinin en büyük korkusu,
işçi sınıfının sınıfsal ve sınıf bilinçli örgütlenmesidir. Bunu yolu da en alt demokratik
örgütlenmelerden geçerek gerçekleşir. Yani, sendikal örgütlenmelerin
yasaklanması ya da oldukça kısıtlanması, daha baştan işçi sınıfını örgütsüz
bırkamak demektir. Bugün yapılan budur. İşçi sınıfının ekonomik-demokratik
örgütleri olan sendikaların yasaklanması, baskı altına alınmaları ve de
sermaye lehine teslim alınmaları, işçilerin bilinçlenme ve örgütlenmelerine
vurulan en büyük darbelerin başında gelmektedir.
Bütün bunlar, sendikalar
içindeki çalışmanın önemini ortaya koyarken, işçiler içindeki çalışmanın ve
örgütlenmenin esas alınması da kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bu doğru, salt
teorik düzeyde değil, pratik olarak da işçi sınıfı içindeki çalışma ve
örgütlenmeye önem vermeyi zorunlu kılar. Kendine işçi sınıfının öz örgütü diyen
siyasal örgütlenmelerin esas dayanak noktaları burası olmalıdır.
Bugün çalışanların önemli bir
bölümünü ücretli kesim oluşturmaktadır. Yani, ezici çoğunluğu işçi sınıfını kapsamı içindedir, sermaye ve onun iktidarına en büyük darbeyi de bu sınıf
vurabilir.
Öte yandan Türkiye işçi
sınıfının tarihi, bir yerde mücadele tarihidir. Bu, işçi sınıfının sınıfsal
karakteri gereği böyledir. Üretim araçlarından koparılmış ve burjuvaziye salt
artı-değer yaratma aracı olarak kullanılan ve toplumsal üretimi gerçekleştiren
bir sınıfın, başka türlü olmasını beklemek de oldukça saflık olur.
15-16 Haziranları yaratan bir sınıfın, devrimi
de gerçekleştirmemesi için hiç bir nedeni yoktur. İşçi sınıfının en büyük
silahı, kendi sınıfsal ideoloji doğrultusunda örgütlenmesi ve ideolojik olarak
silahlanmasıdır. Bunu sağlayacak olanlar da komünistlerdir.
Marksit-Leninist-Maoist bilinçle donanan işçi sınıfı, burjuvazi karşısında
dik durmayı ve onu yenmeyi de bilecektir. Marksist idelojinin işçi sınıfının
örgütlenme ve mücadelesinde ete-kemiğe bürünmesi, onun burjuvaziden iktidarı
almasının da vazgeçilmez koşulu olacaktır.
İşçi sınıfının kendiliğinden
bilinçlenmesini beklemek, sınıfı kendi kaderine terketmek demektir. İşçi
sınıfına bilinç dışarıdan götürülmelidir. Bu bilinç onları sınıf mücadelesi
saflarına aktif bir şekilde katılmasını ve sınıfsal gücünün neye kadir
olduğunun farkına varmasını da sağlayacaktır. İşçi ve emekçilerin özgürlüğünü işçi sınıfının ideolojisi ve mücadelesi dışında arayanlar, geçmişte olduğu gibi günümüzde de burjuvaziyle aynı safta olduklarını kabul etmemeye devam edeceklerdir. *** 09.02.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder