25 Mart 2012 Pazar

TAŞERONLUK, UŞAKLIK VE "YENİ ANAYASA” YUTTURMACASI

 

 

 TAŞERONLUK, UŞAKLIK  VE  "YENİ ANAYASA” YUTTURMACASI

 

 

 

 

Türkiye’deki son gelişmeler, devrimci ve komünistleri yanıltmadığı gibi, burjuva siyasetini bilenleri de pek yanıltmamıştır. "Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur” özdeyişinde vurgulandığı gibi, Türk devletinin gelişi ve gidişi de başından beri bellidir. 

Bundan önceki "ABD’nin Savaş Üssü Türkiye” başlık yazımda, Türk devletinin ABD ve AB’nin güdümünde savaşa sürüklendiğini ve devletin iç örgütlenmesini de buna göre yaptığı vurgulanmıştı. 

Devlet yönetimini ele geçiren dinci AKP-Gülen ittifakı’nın arkasındaki sermaye kesiminin, ayakta kalması ve daha da palazlanması için savaşa ve saldırganlığa gereksinim duyduğu, daha doğrusu başta ABD emperyalizmi olmak üzere diğer batılı emperyalistlerin desteğine gereksinim duydukları açık. Bu aşamada onların denetiminden çıkmaları söz konusu olmadığı gibi, onların denetimi ve yönlendirmesi altına daha fazla girdikleri de bir gerçektir. Aslında, bu konuda bütün sermaye kesimleri uzlaşmıştır.

Dinci sermaye ile çelişkileri olan diğer sermaye kesimlerinin de şu andaki AKP hükümetine karşı çıkmadıkları, tersine AKP hükümetinin işçi ve emekçi düşmanlığı ve sermaye kesimini alabildiğine kollayan uygulamalarını, bununla beraber emperyalizmin piyonluğu ve taşeronluğunu yapan hükümeti açıktan destekledikleri bir gerçektir.

 Büyük emperyalist tekellerin destekledikleri ve onların taşeronluğuna soyunmuş bir hükümete karşı çıkmaları olası değildir. Böyle bir duruma karşı çıkmak, sermayenin kar ve büyüme eğilimine terstir. Burjuva sınıfının, kendi aralarında çıkar çelişmeleri ve bu çelişmelerden kaynaklı dalaşları söz konusu olsa da, işçi ve emekçi sınıfı karşısında uzlaşmaları esastır. Şu anda olan budur. Dün AKP ve Erdoğan’nın düşmanı gibi gözüken bazı sermaye kesimleri –Doğan Holding’te olduğu gibi- onun dostu pozisyonuna geçerler. Çünkü onlar için geçerli olan sermayelerini büyütmek ve bu büyümenin önünün açılmasıdır. Türk devleti ve onun hükümetinin, dış siyaset konusunda tamamiyle ABD’nin denetimi ve yönlendirmesi altına girdiğini söylemek abartılı bir saptama değildir. AKP hükümeti bir taşeron, onun şefi Erdoğan ise iyi bir piyondur. Bu bağlamda, ABD, eğer Türkiye’nin İran’a saldırmasını isterse, onun alt yapıları oluştururlur. Erdoğan ve hükümeti de buna hayır demez. Uzun bir süredir alttan alta böyle bir çaba var. Libya ve Suriye konusu bunun örneklerini oluşturuyor. Hükümetin ve onun başı Erdoğan’nın taşeron ve piyon olduğunu en iyi örnekleri burada kendini açıktan ele vermiştir. Emperyalist burjuvazi istediğinde bu tür ülkeleri nasıl kullandığının birer göstergesidir. Ayrıca, çok önceleri -2006-, Erdoğan’ın fındık tüccarı bir danışmanı –Cüneyt Zapsu-, ABD’li yetkililere; "onu deliğe süpüreceğinize, kullanın daha iyi” diyerek sorunu net olarak açıklamıştı. 

 Başta ABD ve AB’li emperyalistler, Türkiye’de kendilerine bağlı güçlü ve saldırgan bir hükümet yaratmak istiyorlardı ve bunu önemli ölçüde başardılar. Öncelikle, Kürt ulusal hareketinin ve işçi emekçi sınıfların muhalif çıkışlarının ezilmesi ve örgütlenmelerinin engellemesi yer aldı. Emperyalist burjuvazi bu konuda AKP hükümetine açık destek verdi ve vermeye devam ediyor. Erdoğan ve hükümeti, esas gücünü burdan alıyor. Türkiye’nin taşeronluğu yeni değildir. Özellikle 2. Paylaşım savaşı sonrası, emperyalistler arası dengelerin değişmesi ve ABD’nin öne geçmesi ve peşinden ülkede bu emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda Menderes önderliğinde bir hükümetin iş başına getirilmesi, o günün koşulları gereği idi. O günden bu yana da taşeronluk görevi sona erdirilmiş değildir. Emperyalist burjuvazi, kendi çıkarlarını sivil hükümetlerle koruyamadığı yerde, askeri cuntalarla korumaya çalışmıştır. Türkiye, dün "komünizmin yayılmasına karşı bir tampon bölge” iken, bugün ise, emperyalist tekellerin bölgedeki ekonomik ve siyasal çıkarlarını korumaya yönelik taşeronluk görevi verilmiştir. ABD’nin bölgedeki çıkarlarını en iyi koruyacaklarına dair, AKP ve onun destekçisi olan sermaye kesimleri (Fettullah Gülen ve çevresi de dahil), başından beri bu konuda ABD’ye açık çek vermişlerdir. Konjonktürel ve emperyalistlerin içinde bulunduğu durum itibariyle, bu konuda Menderes Hükümeti ile AKP hükümetinin benzer yanları çoktur. Bugün ise, ABD ve Batılı emperyalist tekellerin çıkarlarına ters düşen komşulara -özellikle müslüman ülkelere- yönelik, saldırgan bir görevle üstlendirilmiştir. Yani, emperyalistler arası çelişkilerden kaynaklı, enerji yataklarının korunması ve ABD’nin denetimine sokulması ve bölge halklarının baskı altında tutulması ve de ABD ve Batılı tekellerin çıkarlarına ters düşen devletlerin yönetimlerini değiştirmek için saldırgan bir güç olarak kullanmak... Bütün bunlar ortaya bir gerçeği çıkarmaktadır. Emperyalist burjuvazinin, "demokrasi” havarisi kesilmesi, kendi çıkarlarını korumaktan başka bir şey değildir. Bu dün de böyleydi bugünde böyledir. Bugün, dünden farklı olarak, "demokrasinin” kendi çıkarları demek olduğunu açıktan söylemeleridir. AB emperyalistlerinin Yunanistan ve İtalya’da yaptıkları bunun açıktan görünen örneklerini teşkil etmektedir. Emperyalist burjuvazi, o denli gericileşmiştir ki, artık burjuva anlamda dahi demokrasi oyunlarına tahammülü kalmamıştır. Bu kapitalizmin ne denli çürüdüğünün ve kokuştuğunun bir göstergesidir. Durum bu iken, emperyalist burjuvazinin Türkiye’deki faşist uygulamalara ses çıkarmaları düşünülemez. Kürtlere, ilerici aydınlara, devrimcilere ve komünistlere yönelik yoğun baskılar, kendi yasalarında dahi hukiki olmayan uygulamalar ve tutuklamalar, diğer tüm muhaliflere karşı saldırgan uygulamalar, tam emperyalistlerin istediği doğrultudaki gelişmelerdir. AKP hükümetinin "yeni anayasa çalışması” ise, aynı "açılımlar”da olduğu gibi, siyasi taktiklerinden biridir. AKP’nin hazırlayacağı bir anayasa, şu anda yürürlükteki 1982 faşist anayasasından hiçte farklı olmayacak, tersine, belki de daha baskıcı ve faşist bir nitelikte olacaktır. Olacak olan, bazı maddelerin yerlerinin değiştirilmesi, bazı maddelerin kısaltılması ve bazı maddelerin ise birbirleriyle birleştirilmesi şeklinde olacaktır. AKP’den "bütün toplumu ve siyasal çevreleri kucaklayıcı, azınlıkları gözetici” bir anayasa bekleyenler, halkı yanıltmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Emperyalizmin bir piyonu ve uşağı faşist bir sermaye kliğinden asgari ölçülerde de olsa "demokratik bir anayasa” beklemek saflık değil, düpedüz faşist bir düzenin aleti ve onun kollayıcısı olmak demektir. Ve özellikle de, AKP’nin hazırlayacağı bir anayasa’da, "Kürt sorunun çözümünü” beklemek, yaklaşık 90 yıllık faşist Türk devletini tanımamak, onun uygulamalarından hiç bir ders almamak ve hatta şu anda yaşananları yok saymak gibi bir şeydir. Buna, iyi niyetli siyasi körlük değil, sahtekarlık, kitleleri aldatmak denir. ABD ve Batılı emperyalistler, AKP ve arkasındaki sermaye kesiminden baskıların daha da artırılmasını talep etmekte ve AKP’de ayakta kala bilmek için var olan baskı ve şiddeti, devlet terörünü daha da artıracaktır. Bunu görmemek burjuva sisteminin işleyişinden bihaber olmak anlamına gelir ki, komünist ve devrimciler için bu hata bağışlanmaz ve ağır bedelleri olur. Türkiye’deki siyasal gündemler günlük değiştiği için, işçi ve emkçilerin yanıltılması da kolaylaşıyor. Burjuva basını anında gündemi değiştirebilme yeteneğine sahiptir. Çünkü, demokrat muhalif ve sol kesimlerin güçsüzlüğü, karşı-devrimci kesimlerin işini iyice kolaylaştırmaktadır. Bugünün Türk egemen sınıflarının siyasetinin ne olduğu, kendilerinin nasıl bir uşak ve piyon olduğu komünist, devrimci ve bazı demokrat kesimler tarafından net olarak bilinmektedir. Bunu kitlelere anlatmak, faşist devleti ve onun hükümetini en iyi şekilde kitlelere teşhir etmek ve bu çabayı hiç bir şekilde gevşetmemek, birleşilebilecek güçlerle birleşerek ortaklaşa eylem birliklerini güçlendirmek tarihi bir önem taşımaktadır. Elbette, burada işçi sınıfının sınıf bilincini yozlaştırıcı, reforme edici sapmalara karşı ideolojik uyanıklığı elden bırakmadan! 20.11.2011 Yusuf KÖSE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder