25 Mart 2012 Pazar

Korku Cumhuriyeti ve "Özür”

Geçmişte, köleci ve feodal devletlerin tarihleri, kendi halklarına, işgal ettikleri ya da sömürge haline getirdikleri ülke halklarına karşı kanlı bir tarihleri mevcut iken, aynı mirası devralan kapitalist devletlerin tarihi de, kendinden önceki özel mülkiyetçi sınıfların devletlerinden farklı değil, tersine daha vahşi ve daha bir kitlesel katliam ve zulümler tarihidir. Kapitalist modernite, işçi ve emekçiler üzerinde, ezilen ve sömürge uluslar üzerinde, vahşetin en ağırını uygulayan bir işleyişe sahip ola gelmiştir. Dünün engizisyon anlayışı, kapitalizmle beraber daha bir yaygınlaşmış ve emepryalist sistemin ayakta kalması için vazgeçilmez bir kuralı ve uygulaması haline getirilmiştir. Kapitalist bir devlet olan Türk devleti ve ona egemen olan kapitalist burjuvazi de, kendi sömürücü düzeninini ve egemenliğini ayakta tutmak ve koruyabilmek için, ülke halklarına karşı var olduğu günden bu yana kan ve şiddeti esas almıştır. Nasıl ki, Osmanlı’nın varlığı ve yayılması kan ve şiddetle varolmuşsa, Türk devletinin varlığı ve devam etmesi de bu kural üzerinden, -dün feodal toprak ağalarıyla ortak -, harket etmiş ve etmektedir. Bütün kapitalist ülkelerin tarihinde halka yönelik uygulamalar birbirinin benzeridir. Soykırımlar, katliamlar, işkenceler, toplu tutuklamalar, uzun yıllar sorgusuz-sualsiz tutukluluk, kısacası baskı ve şiddetin her türlüsü, işçilere, emekçilere, ezilen ve sömürge uluslara reva görülmüş ve görülmeye devam etmektedir. Ermeni soykırımı, Osmanlı’dan devr alınan bir uygulama ve bu uygulama azınlıklara karşı TC devleti sürecinde de uygulanmıştır. 1942 Varlık Vergisi davası, 6-7 Eylül 1955 olayları bunlardan sadece bilinen ve öne çıkanlarıdır. Kürtlere ise, TC kurulduğu günden itibaren baskı ve katliam uygulanmıştır. Amaç; Kürtleri Türkleştirmek olduğundan, Kürtler ağır bir asimilasyon, baskı ve yer yer katliamlara maruz kalmışlardır. Bunlardan en bilineni, 1925 "Şeyh Said İsyanı” ve 1938 Dersim "isyanı” dır. Ayrıca, sadece 1970’lerden bu yana olan tarih içindeki Türk devleti’nin katliam ve baskılarını ele alırsak, sayısız katliam ve buna benzer uygulamalar görülecektir. Bu baskı ve kaliamlardan çeşitli milliyetlerden işçi ve emekçilerin yanı sıra devrimci ve komünistlerde nasiplerini almışlar ve almaya devam ediyorlar. 1971 12 Mart Askeri darbesi ve akabindeki uygulamalar, 1977 taksim’de işçi katliamı... 12 Eylül 1980 öncesi ve sonrası uygulamalar dikkate alındığında, Türk egemen sınıflarının ne denli katliamcı ve baskıcı bir sınıf olduğu rahatlıkla görülebilir. Çorum, Maraş, Sivas katliamları, 12 Eylül Askeri Cunta yönetimi dönemindeki faşist uygulamalar; işkenceler, toplu tutuklamalar, gözaltında kayıplar, uzun süre gözlatında sorguda tutmalar, yargısız infazlar, on binlerce insanın sorgusuz-sualsiz hapishanelere doldurulması vb. vb... Ve özellikle de 12 Eylül sürecinde Kürdistan’daki baskı ve zulümleri saymakla ve yazmakla bitmez. Bugün, Dersim katliamının tartışıldığı bir ortamda, T. Erdoğan’ın "özür dilemek gerekiyorsa özür dilerim” demesi, özür olmaktan çıkıyor, dalga geçiyor. Oysa, dünya alem biliyor ki, Erdoğan başkanlığındaki hükümetin bugünkü uygulamaları, 1925 yılında uygulamaya sokulan "Tahkiri Sukün Kanunu”ndan hiç de farklı değil. Ayrıca Dersim Katliamı’nı meşru göstermek için o dönemin gazetelerinde atılan başlıklar ile günümüzdeki burjuva basının attığı başlıklar arasında hiç fark yoktur. "Bir avuç şaki”, "çapulcu”, "vatan hainleri”, "hepisi bertaraf edildi” vs. Bugün de Kürt Ulusal Hareketi’ne karşı aynı başlıklar atılmaktadır. Elbette devletin bu yaklaşımları, sadece Kürt ulusuna ve diğer azınlık uluslara karşı olmayıp, işçi ve emekçilere karşı da aynı yaklaşımı sergiliyorlar. Özellikle de devrimci ve komünistlere karşı daha vahşi uygullamaları ve yaklaşımları söz konusudur. bebek katili Bugün PKK için "bebek katli” diyenlerin tarihleri bebek, çocuk ve kadın katliamlarıyla bezelidir. Dersim’de olanlar, bunların en bilinen örneklerden sadece bir tanesidir. Eğer bugün birisine "bebek katili” denecekse, bunu hak eden katliamcı yüzü ve niteliğiyle faşist Türk devletinden başkası değildir. Türk burjuva basını, Kürt Ulusal Hareketini yıpratmak için çok kullandığı bu manşet başlığı, kendi devletlerinin katliamları için ise kullanmaktan özenle kaçınıdıkları gibi, devletin katliamlarını meşru göstermenin gayreti içindeler. Türk egemen sınıfların siyasal temsilcisi olan Erdoğan, Türk devleti’nin işçi ve emekçilere, alevilere, azınlık uluslara ve Kürtlere reva gördüğü baskı ve katliamlardan dolayı özür dilememştir. Çünkü bugün aynı uygulamaları kendileri yapmaktadır. Daha doğrusu niyet, "açılım” safsatalarında olduğu gibi, olayları kanıksandırmak, bu konularda kirlilik yaratmak ve olayın bir şekilde üzerini kapamak amaçlı olduğu açıktır. Kendi sınıfına ait bir katliamla ilgili olarak "özür” dileyen birisinin, önce kendisinin dürüst olması gerekiyor ve kendsinin ona benzer katliam ve baskılardan vazgeçmesi gerekiyor. Oysa, Erdoğan, şu anda Kürtler üzerinde yoğun bir baskı ve "siyasi soykırım” uygularken, bunu perdelemek için "Dersim özürü” dilemye çalışıyor. İşçi ve emkçiler üzerinde baskıları artırıp, Kürtlere karşı sürek avına çıkmış birisinin, "özürü”nün hiç bir samimiyeti yoktur ve olamaz. Alman Gazatesi "Der Tagesspiegel’in 25.11.11 tarihili haber yorum yazısında da vurguladığı gibi, Erdoğan, bunu şu anda Kürtlere karşı uygulamalarının üstünü örtmek için dış kamuoyuna karşı kullanmak amaçlı yapmıştır. Gazetenin bu yorumu, sorunun sadece bir yönü iken, esas yönü, iç kamuoyunu yanıltmak faşist uygulamalarının üstünü örtmek ya da perdelemek için yapılmaktadır. Nitekim, bazı liberallerin "açılım” safsatalarına mehtiyeler düzdükleri gibi, bunu da "demokrasi”nin bir gereği olarak övgüye değer görmeleri boşuna değildir. Türk devleti, TC’nin kuruluşundan beri Kürtleri Türkleştirme uygulamalarından vazgeçmeyerek, Kürtlere karşı her türlü baskı ve katliamları "vacip” bulmuşlardır. Bugün de yer yer "Kürt kardeşlerimiz” deselerde, "tek millet, tek dil, tek vatan” argümanından vazgeçmediler. Bugünkü hükümet bu konuda daha bir iddialıdır. Yani, kendisinden önceki hükümetlerin yapamadığını kendlerinin yapacağını; Kürtleri "Türkleştireceklerini” ya da en azından "beli kırılmış, boyun eğdirilmiş ve bir daha kolay kolay baş kaldıramayacak bir Kürt ulusu” yaratmaya soyunmuşlar. Ve bu nedenle de çok yönlü olarak Kürt hareketine ve ona destek verebilecek bütün muhalif çevrelere ve işçi-emekçi hareketlerine karşı saldırmaktadır. Bunu başarmak içinde, ABD ve Batılı emperyalistlerin desteğini almışa benziyorlar. Bunun karşılığı olarak da, onların çıkarlarının en iyi bekçi köpekliğine soyunmuş durumdalar. Tarihleri, çeşitli azınlık uluslar ve Kürt ulusu üzerinde soykırım ve baskılarla anılan, sunni olmayan dini inançlar üzerinde –başta aleviler olmak üzere- baskı ve yasak uyulamalarla dolu olan bir burjuva egemen sınıfının ve onun devletinin, kendi uygulamalarından "özür dilemesi” beklenmemelidir. Erdoğan’ın yaptığı da iki yüzlülük ve sahtekarlıktır. Samimiyetten bütünüyle uzak ve esas olarak da, devletin şu andaki faşist uygulamalarını perdeleme amaçlıdır. korku cumhuriyeti Bugün Türkiye’de bir korku cumhuriyeti vardır ve kitleler üzerinde korku yaratılmıştır. Devlete ve hükümete karşı çıkan, eleştiren sorgusuz-sualsiz tutklanmaktadır. Tutuklananlar neden tutklandığını dahi bilmemektedir. Ve bu baskıların boyutu günden güne de artırılıyor. Korku Cumhuriyetinin başı bir başbakanın, Türk devletinin yaptığı bir katliam için "özür” dilemesi, gerçekçi olabilir mi ya da ciddiye alınabilir mi? Bunu ciddiye almak, bugünkü uygulamalarını normal göstermek anlamına gelir ya da bunun arkasındaki gerçekleri ve siyasi çıkar hesaplarını görmemek demektir. Ayrıca, alevi düşmanı olan ve bunu her fırsatta dile getiren, alevilerin ibadet yeri olan cemevlerini, "cümüş yeri” olarak adlandıran bir hükümet ve onun başından "demokratik” bir tavır beklemek, abesle iştigalden başka bir şey değildir. Ayrıca belirtmek gerekiyor ki, varlığı katliam ve baskılar üzerine kurulu bir kapitalist devletin, onlara maruz kalanlardan özür dilemesi söz konusu olamaz. Almanların yahudilerden özür dilemesi, Alman emperyalist devletini yenilgisi sonrası olmuştur. Özürden başka seçeneği yoktu. Kanada devletinin olmayan soyu tükenmiş kızılderililerden özür dilemesi, olmadıkları içindir. Türk devleti ne Kürtlerden ne de Ermenilerden özür diler. Eğer bir gün Ermenilerden "özür” dileyecek duruma gelirse, uluslararası alanda çok zor durumda kaldığı zaman olabilir ya da içerde işçi ve emekçilerin yoğun mücadeleleri ve bu doğrultuda istemleri karşısında olabilir. Kendiliğinden "özür” dilemez. Erdoğan’ın bugün ağzından çıkan özür ise, özür olmaktan öte, biraz da suçu CHP’ye yıkmak ve devleti temize çıkarmaya çalşmaktır. Evet CHP bir devlet partisidir ve ogünkü katliam’dan birinci derece de bu parti sorumludur. Çünkü o zaman –deyim yerindeyse- CHP demek devlet demekti. Bugün de egemen sınıfların bir kesiminin partisi olan CHP, kendi geçmişiyle yüzleşmez. Bu partiye de egemen olan anlayış faşist kemalist devlet anlayışıdır. Yarın CHP iktidara geldiğinde ise, Ergonekon tutklularından devlet adına özür dileyebilir, ve bu özür, aynı T. Erdoğan’ın "özürü” gibi bir özür olur. Egemen sınıf klikleri arasındaki dalaşmada, bir birlerine karşı bazı açıkları kullanbilirler. Bunlar, birbirleri arasındaki iktidar dalaşının araçları ve taktikleridir. Kapitalist sistemde ne katliamlar, ne savaşlar ne de işçi ve emekçiler üzerinde baskılar ortadan kalkmaz. Ve kapitalist sistem, kendi varlığını şiddet üzerine kurmuştur. Bu şiddet, devamlı olarak işçi ve emekçiler üzerinde sürdürülürken, Türkiye gibi çok uluslu ülkelerde ezilen uluslar üzerinde de baskı ve şiddet eksik olmaz. Bu nedenle de işçi ve emekçilerin sömürü ve baskılardan kurtuluşu bu düzenin yıkılması ve yerine sosyalist sistemin getirilmesiyle olacaktır. Aynı şekilde Kürt ulusunun ulusal özgürlüğü de bu sistemle güvence altına alınabilecektir. Bu bağlamda, bu korku cumhuriyetine karşı ortaklaşa mücadeleyi her alanda, her ortamda yükseltmek gerekiyor. Türk devleti tüm devrimci güçleri ve örgütlenmeleri sindirmek ve baskı altına almak istiyor. Şu anda emperyalist tekellerin ve onun işbirlikçisi Türk egemen sınıflarının da istedikleri budur. Buna karşı dişe diş bir mücadele ve örgütlülük gerkiyor. Bu ülkeye demokrasiyi getirecek, sömürü ve baskıları ortadan kaldıracak yegane güç, sınıf bilinçli işçilerin önderliğindeki bir devrimdir. Burjuvaziden ve onun kemik yalayıcılarından demokrasi beklemek, hayalcilik, kitleleri kandırmak olur. Çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri alanlara çıkarak kendi sorunlarına sahip çıkmadıkları sürece, Erdoğan ve benzerleri kanlı salyalarını akıtmaya devam edeceklerdir. 26.11.2011 Yusuf KÖSE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder