25 Mart 2012 Pazar

Bahar Gelmeden Yeşillenmek Ve Özgür Gelecek Gazetesi

Sosyalistler için ittifakalar ve eylem birlikleri önemlidir. Kiminle, ne zaman ve nasıl sorularına doğru yanıtlar vermek ve bunları tam yerinde ve zamanında yapmak, sosyalist mücadelenin gelişmesi açısından tarihi önemde bir yer edinmektedir. Sınıf bilinçli işçi sınıfı hareketi, ittifaklar sorununda, öncelikle kendi sınıf çıkarlarını esas alır. Bu, salt işçi sınıfı için değil, işçi sınıfı dışındaki diğer sınıflar içinde aynen böyledir. Burjuvazi de, esas olarak kendi çıkarlarını esas alır ve ona göre hareket eder. Küçük burjuvazi de aynı şekilde ittifaklarını ve eylem birliklerini belirler. Sınıf bilinçli proletarya, devrimi gerçekleştirmek için halk safında gördüğü bütün sınıf ve tabakalarla eylem birlikleri ve uzun süreli ittifaklar gerçekleştirmek zorundadır. İşçi sınıfı, devrim için, köylülüğü ve şehir küçük burjuvazisini yanına çekmek, onlarla sıkı bir ittifak kurmak ya da onları kazanmak durumundadır. Bunları kazanmadan devrimi gerçekleştirmesi olanaksızdır. Devrimci örgütler arasındaki eylem birlikleri de bu temelde olur. Eylem birlikleri, "eylemde birlik, ajitasyon ve propaganda da serbestlik” ilkesi üzerinde yürümek durumundadır. Ajitasyon ve propaganda da serbestlik olmadan eylem birliği sağlanamaz. Ajitasyon ve propaganda da tam bir serbestlik olmadan yapılan bir eylem birliği, eylem birliği içinde yer alan örgütlerin esasta bir örgüte tabi olması anlamına gelir. Devrimci örgütler arasında gerçekleştirilen eylem birlikleri ya da ittifaklar, karşılıklı tavizler üzerinde gerçekleşir. Bu tür birlikler de, bir örgütün kayıtsız şartsız desteklenmesi, onun görüşlerinin kabul edilmesi, diğer örgütleri, bu örgütün payandası durumuna düşürür ya da kendini siyasal örgüt olarak gören örgütlerin, hiç bir şart koşmadan ya da karşılıklı tavizleri içermeyen bir birlik oluşturması, kendi siyasal ilkelerini geçersiz sayması anlamına gelir. Genelde kimi küçük burjuva örgütleri bu tür eylem birlikleri içinde yer alırlar. Kendinden üstün gördüğü örgütün dayatmalarını kayıtsız-şartsız kabul eder. Salt kendsinin kabul edilmesi ya da kendi varlığını bu şekilde sürdürebileceğini düşüğündendir. Bu durum, küçük burjuva sınıflarına özgü bir duruştur. Küçük burjuva sınıfı kendine güvenmediği için, kendisinden güçlü olan sınıfların gölgesinde yaşamayı kabul eder, edebilirler. Bu, bugün ülkemizde mevcuttur. Proletarya, küçük burjuvaziden bütünüyle farklıdır. O, kendine güvendiği gibi, kendi bağımsız siyaseti mevcuttur. Çünkü o, iktidarı ele geçirmeyi hedefler ve sahip olduğu siyaseti gereği, örgütlenmesini ve tüm çalışmalarının odağına iktidarı burjuvaziden almayı koyar. İttifaklarını ve eylem birliklerini de bu hedefi gerçekleştirmek için yapar. Kendi bağımsız siyaseti dışında bir başka sınıfın -bu küçük burjuva devrimci sınıfı da olsa-, siyasetinin gölgesi altına girmez ve giremez, onun bayrağını, kendi sınıfsal bayrağı yerine geçirmez. Sınıf bilinçli proleterya, devrimden çıkarı olan bütün sınıfları kendi kızıl bayrağı altında toplamaya çalışır. Sayı olarak az da olsa, örgütsel olarak çok zayıfta olsa, çok güçlü gibi gözüken bir küçük burjuva örgütün ya da ülkemiz açısından, bugün için güçlü olan ezilen ulus hareketinin bayrağı altına sığınamaz, onun ezilen ulus milliyetçisi argümanlarını kendi argümanları olarak alamaz. Söz konusu ulusal hareket, devrimci-demokrat olduğu sürece, işçi sınıfı hareketinin dostu olduğu sürece, sınıf bilinçli proletarya hareketi, ezilen ulus hareketi ile demokratik haklar çerçevesinde ortak hareketler örgütleyebilir ve ittifaklar yapabilir. Bu konuda, hedefler ve ittifakların içeriği yeter ki net olsun. Ülkemizde, uzun bir zamandır, ezilen Kürt ulusal hareketinin, yani PKK’nin devrimci hareketler üzerinde etkisi olduğu ya da etkilediği bilinen bir gerçek. Mücadele açısından sınıf hareketinin ilerisinde olan bir ulusal hareketin, devrimci siyasetleri etkilememesi düşünülemez. Özellikle, ulusal hareketin ileri sürdüğü sloganlar demokratik haklar çerçevesinde ise, -sınıf hareketlerinin hedefleri daha ileri de olsa- -mücadelenin yer yer ortaklaştığı ve kesiştiği noktalar da mevcut olur. PKK’nin geniş yığınları etkilemesi, harekete geçirmesi, güçlü bir örgütlülüğe ve savaş kabiliyetine sahip olması, "sol” hareketleri ciddi bir şekilde etkiliyor ve onların saflarında mücadele eden militanlar üzerinde olumlu etki bırakıyor ve onların, PKK’ye karşı daha bir sempati ile bakmalarına neden olduğu gibi, bu durum, sınıf mücadelesinin keskin çizgilerinin belirsizleşmesine neden olabiliyor. PKK’nin önderliğinde yürütülen Kürt ulusal hareketinin pratiksel, örgütsel ve kitleleri harekete geçirme açısından çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi sınfı hareketinden ileri oluşu, ulusal hareketi, teorik anlamda, sınıf hareketinin yerine koyamayacağı gibi, işçi sınıfı hareketlerinin kendi sınıfsal çizgilerini belirsizleştirmeyi ya da ulusal hareketin hedefleri ile aynılaştırmayı getirmez ve getirmemelidir. Kürt ulusal hareketi genel çizgisi ve bu çizgi etrafındaki mücadelesi, kendini nasıl adlandırırsa adlandırsın -sahip olduğu program gereği-, o ulusal bir hareket ve ezilen Kürt ulusunun ulusal haklarını savunuyor. Hedefleri koşullara göre değişiyor. Bugün ortaya koydukları hedef; "demokratik özerklik” dedikleri bir program çerçevesindedir. Dün ayrılmayı, ayrı devlet kurmayı savunuyordu, bugün ise bu ulusal taleplerinden vazgeçmişler. Eğer, ayrı devlet kurma koşulları oluşsa, Kürt ulusal burjuvazisinin "ayrı devlet” kurma ya da ayrı bir devlete sahip olma davasından vazgeçmesi ulusal burjuvazinin karakteri gereği gerçekçi değildir. Kürt işçi ve emekçileri Türk işçi ve emekçileriyle ortak yaşamı savundukları durumda dahi, Kürt ulusal burjuvazisi ayrılmayı ve de ayrı devlet kurmayı savunacaktır. Bu, ulusal hareketlerin sınıfsal yapısıyla ilgili bir durumdur. Bugün, PKK, ayrı devlet hariç, Kürtlerin diğer ulusal demokratik haklarını ana programları haline getirmişlerdir. Programları ulusal burjuva reforumcu bir programdır. İşçi ve emekçilerin sınıf çıkarlarını savunan bir program değildir. Abdullah Öcalan’ın "Demokratik Cumhuriyet” dediği, özünde ise Kürt burjuvazisine de sömürüden pay verilmesi ve Kürtlerin kültürel kimliklerinin –Kürt kimliği ve Kürt dilinin resmileştirilmesi temel talep- tanınmasından başka birşey değildir. Ve en son, BDP’nin ilan ettiği "demokratik özerklik programı” ise reforumcu bir programdır. Yani, düzenin bazı yerlerinin törpülenmesi dışında fazla bir şey yoktur. Bu programın desteklenebilecek yanı, Kürtlerin ulusal demokratik haklarının verilmesi yönündeki istemleridir. Burada, PKK’nin programı ve de BDP’nin programları tartışılmayacak. Bu ayrı bir yazı konusu olabilir. Ancak, esas sorun, ittfaklar ve eylem birlikleri tartışılmalıdır. Kendine sosyalist diyen, Marksist dünya görüşünü savunuduğunu iddia edenlerin, ittifak ve eylem birliklerine yaklaşımları da Marksist bakış açısına göre olmalıdır. Bu, yukarı da kısaca ortaya konmaya çalışıldı. Bugün, Kürt ulusal hareketi ile demokratik haklar çerçevesinde eylem birlikleri ve de ittifaklar yapılmaz mı? Elbette yapılabilir ve yapılmalıdır. Ülkede demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması, genişletilmesi ve de Kürt ulusu üzerindeki tüm baskıların kaldırılması konusunda eylem birlikleri ve ittifaklar söz konusu olabilir. Günümüz de, bu, daha acil bir gereksinim durumuna gelmiştir. Özellikle AKP-Cemaat faşist hükümetinin başta Kürt ulusu olmak üzere işçi, emekçi ve onların siyasal temsilcileri devrimci ve ilericiler üzerinde baskılarını yoğunlaştırdıkları bir süreçte, demokratik hak ve özgürlüklerin korunması, genişletilmesi ve bu baskılara karşı mücadele etme ve geriletme çerçevesinde en geniş eylem birlikeleri yapılabilir. Bu kısmen gerçekleşmesine karşın, daha geniş bir birliktelik sağlanabilmiş değil. Devrimci, demokrat kesimlerin ve Kürt ulusal hareketin bu baskılara karşı mücadele etmeleri, karşı durmaları genel anlamda bir birlikteliğin ifadesidir. Ancak, daha örgütlü ve planlı hale gelmesi, devrimci-demokrat güçlerin asgari oranda bazı noktalarda anlaşmaları ve birliktelik sağlamaları gerekiyor. Bu genel çerçevede, Özgür Gelecek gazetesinin 8-12 Şubat 2012 tarihli 26. Sayısında eylem birlikleri konusundaki anlayışı ciddi sorunlar taşımaktadır. Derginin 2. Sayfasında "Halkların Demokratik Kongresi” (HDK) başlıklı kısa yazıda, Marksist olmayan bir yaklaşım söz konusudur. Her ne kadar ÖG, HDK konusunda da eklektik ve sağcı bir politikaya sahip olmasına karşın; "Çatışma ve direniş dinamiklerinin güç biriktirdiği günümüzde sarı, kırmızı yeşille daha fazla bezenmek, diğer direniş güçleriyle daha sıkı ilişkiler kurmak için daha güçlü bir pratik hat tutturmak önemlidir.” (açÖG) diyerek, neye bezeneceğini net olarak söylemiş oluyor. Bunu okuyanlar, eylem birliğine katılanların rengini ortaya koymuş diyebilir. Ancak, hiçte öyle değil. Çünkü sarı, kırmızı ve yeşil Kürt ulusal hareketin ulusal bayrağının rengidir. İşçi sınıfının dünya görüşünü savunduğunu söyleyenlerin daha fazla bezenmesi gereken renk tonları sarı, kırmızı ve yeşil değil, kırmızı olmalıdır. Proletaryanın kendi bayrağının rengi kırmızıdır. ÖG, bunu öne çıkaracağına son zamanlarda bir "sarı, kırmızı, yeşil” tonu tuturmuş gidiyor ve buna da, proletaryanın bağımsız sınıf politikası demekle yanılıyor. Bu yaklaşım, kendi sınıfına güvensizlik ve aynı zamanda, sınıfın görüşlerini belirsizleştirme, onu sarıya boyama çabalarının yanı sıra, ezilen ulus hareketinin reformist-ulusalcı politikasının peşinden sürüklemektir. Daha genel anlamıyla; ulusal hareketin, Kürt işçi ve emekçilerini harekete geçirmesi, ÖG’i yanlış bir yöne itmişe benziyor. ÖG, proletaryanın kırmızı rengi ile Kürt ulusal ve küçük burjuvazisinin sarı tonlarını birbirine karıştırıyor ve kırmızı rengi sarı renge feda ediyor. Öte yandan yine ÖG’in adı geçen sayısının 3. Sayfasında Kürdistan’daki baskıları anlatırken yazıya koyduğu başlık ise şöyle: "Toprağın altı sarı, kırmızı, yeşil! Üstü isyan, direniş, özgürlük!” ÖG, bu karışık renkleri çok sevmiş gözüküyor. Derginin bu sayısında proletaryanın kızıl bayrağını dalgalandırma yok. Buna, bahar gelmeden yeşermek denir. ÖG’de bahar gelmeden yeşillenmişe benziyor. Erken yeşillenmenin sonu erken sararıp solmaktır. ÖG için "eklektizim” eleştirisini de getirirken, HDK’e yaklaşımından hareket ediyorum. Bu konuda görüşleri net değildir. Daha baştan utangaçca bir yaklaşım sergilemiş, önce görüşlerini net olarak ortaya koymayarak sorunu sürece yaymış ve süreç içinde ise şu noktaya gelmilştir: "Bilindiği üzere Kongre çalışmalarına katılma biçimimiz, yönetici komite ve meclislerde yer almama ancak Kongreye bağlı komisyonlarda ve yerel konseyler-meclisler aracılığıyla yürütülecek mücadeleye katılmak şeklindedir.” (açÖG) Kongre’nin yönetiminde yer almamalarının gerekçesini ise şöyle açıklıyor: "Kongrenin kendine stratejik bir misyon biçmesinden, iktidara alternatif olmayı amaçlamasından ve kendini bir iktidar organı olarak tanımlamasından dolayıdır.” ÖG’nin gerekçeleri ve düşünceleri kısaca böyle. ÖG özünde HDK katılıyor, ancak en üst yönetiminde yer almıyor ve bunu doğru buluyor. ÖG’nin buradaki tavrı 12 Haziran 2011seçimlerinde "Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu”na karşı yaklaşımıyla örtüşüyor. "Seçimlere katılmıyorum”, "sizden hiç bir şey istemiyorum”, ama "sizi destekliyorum.” Yani, kendiliğindenci ve akıntıda yüzme tavrı. Ortada netlik yok. ÖG’nin politikası belirsizliklerle dolu. O, son zamanlarda kendini sarı, kırmızı, yeşilin akıntısına bırakmış gidiyor ve buna da işçi sınıfının "bagımsız politikası” adını veriyor. 24.02.2012 Yusuf KÖSE

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder