25 Mart 2012 Pazar

Şer ve Ehvenişer

Şer ve Ehvenişer

Yusuf Köse

İşçi ve emekçiler kendi tarihlerini doğru bidikleri oranda, sınıf mücadelesindeki duruşlarında da daha bir netlik olacaktır. Çünkü bugün, düne bakarak daha iyi okunup, çözümlenebilir. Yer ve ve zamanın değişmesine karşılık, sınıf mücadelesinde, sınıfların birbirilerine karşı duruşunda özünde bir değişiklik olmuyor. Dün, küçük burjuvazinin büyük burjuvaziye karşı tavrı neyse, bugün de aynı tavrı ve duruşu sergilemektedir. Küçük burjuva sınıfı, geçmişte nasıl ki, şer yerine ehvenişeri tercih etmişse, bugün de tercihi ve sınıfsal dünden farklı değildir. Bu, sınıfın, TC’nin kuruluşundan bugüne kadar olan tavrı incelendiğinde, dün nasıl kemalizmin yedeği durumuna düşmüşse, bugün de ya AKP’nin ya da “sosya-demokrat” etiketli CHP’nin yedeği durumuna gelmiştir. Lenin’in deyimiyle; “bir tas çorba için”, ezen sınıfları, ezilenlere hoş göstermenin gayreti içinde olmuşlardır.

TC tarihinde bunlar sıkça yaşandı ve hala yaşanıyor. Kemalist burjuvazi, önce halka bir seçenek dayattı. Tek partili CHP sistemini. Özünde bu sistem, yarı-askeri faşist bir diktatörlüktü. Kürt ulusu üzerinde estirilen terör, asimilasyon ve katliamların üzerinin örtülmesi için egemen sınıflar, kendilerini “ilerici”, Kürt ulusunu ise “gerici” ve “İngiliz kışkırtması” olarak kitlelere gösterdi, göstremeye çalıştı. Bunu da önemli ölçüde başardı. Egemenlerin bu başarısında, kendine “komünist” diyen o dönemin küçük burjuva TKP’sinin de önemli bir rolü oldu. Ne var ki, “ilerici” ve “anti-emperyalist” yafta, kemalizmin boynunda, 1970’lerin başına kadar asılı kaldı.

Bir taraftan kemalizmin kırbacını ve hapishanelerini sürekli üzerlerinde taşıyan bir küçük burjuvazi, öbür yanda ise ona “anti-emperyalist ve “ilerici” yaftasını yapıştırmakta bir sakınca görmeyen bir sınıfsal duruş. Egemen sınıflar, kendi duruşlarından hiç bir ödün vermezken, küçük burjuvazi tavizden tavize koşup duruyordu. Tavizin ise sınırı yoktu.

O süreçte egemen sınıfların sınıfsal niteliklerinin yanlış değerlendirilmesi, çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi ve emekçilerine çok pahalıya mal olmuştur. İşçi sınıfı, mücadelesinden saptırılarak kendini ezen bir sınıfın yedeği durumuna düşürülmüştür. O dönemin egemenleri burjuvazi ve toprak ağaları;, başta Kürt ulusu olmak üzere, Ermenilere, Rumlara ve daha bir çok azınlık ulusa karşı Türk şovenizmini şahlandırarak küçük burjuva aydınları kazanmasını da bilmişlerdir. Bu şahlandırmada küçük burjuvazinin de rolünü unutmamak gerekiyor. Kemalist diktatörlük, bunları yaparken, anti-komünizm ve anti-SSCB tavır ve duruşlarıyla da, kuruluşlarından beri Batılı emperyalistlerin desteğini almıştır. Ne var ki, küçük burjuvazi, kemalizmin emperyalzimle olan bu bağını ve işbirlikçiliğini görmezden gelmiştir.

Bu bağlamda, o dönemin TKP’nin işçi ve emekçilerin dünya görüşlerinin bulanıklaştırılmasındaki oynadığı rol oldukça ağırdır. Ve bu, uzun bir tarihi süreci de kapsamaktadır. Bu açıdan, küçük burjuva TKP’nin işçi ve emekçilere karşı, deyim yerindeyse, “günahı” çoktur. 1960’lardan sonra gelişen işçi ve öğrenci hareketlerindeki “kemalizm” sevdalılığı da yine bu partiden kalmadır. 1968 kuşağı öğrenci gençliğin, “ordu-gençlik elele”, “işçi-ordu-gençlik elele” sloganlarıyla meydanları doldurması ve ihtilalci öğrenci gençlik lidelerinin kendilerini; “ikinci milli kurtuluşçu”, “kemalist milliciler” olarak adlandırmaları da TKP’nin revizyonist görüşlerinin köklerinin derinliğini ortaya koyması açısından öğretici olmalıdır.

Örneğin, TKP MK üyesi Mihri Belli’nin 1945 İGB davasında mahkemedeki sorgusundan bir parça:

Atatürk dünya ölçüsünde, tarih ölçüsünde büyük bir adamdır. Yaptığı inkilap Türkiye için çok büyük ve ileri bir hamledir. ... Kemalizm inkilabı bütün gerilikleri yıkmış, Türk Milletine terraki (ilerleme. YK) yolunu açmıştır.”

Atatürk’ün inkilap ve savaş arkadaşı İnönü’yü de Kemalizmin büyük lideri ve en yüksek otoritesi olarak tanır ve hürmet ederim.” (1945 IGB Davası, sf.177-178, TÜSTAV)

Yine, kurucuların başında M. Belli olan İlerici Gençlik Birliğin 18 maddelik tüzüğünün 6 maddesi kemalizmin savunulması, diğerler maddeler ise bu altı maddeye bağlanmıştır. (Bak. Age, sf. 172)

Tarihin bu kesitindeki bu yaman çelişki, küçük burjuva solculuğun büyük burjuvazi karşısında duruşu olarak açıklanabilir.

... Atatürk’te ne özel bir demokrasi karşıtlığı, ne de Kürt aleyhtarlığı söz konusudur.” (A. Öcalan, savunmalar sf. 23)

Ben cumhuriyetin Kürt karşıtı olduğuna inanmıyorum. Cumhuriyet belki de bir Türk’ten daha çok Kürt için bir nimettir.” (A.Öcalan, İmralı Savunmaları,1-2-3, sf. 162)

Bu da, bir başka cepheden, Kürt küçük burjuvazisinin kendi celladına övgüsüdür.

Türk egemen sınıfları 2. Emperyalist savaşının bitimiyle beraber anında efendi değiştirmek zorunda kaldılar. Savaş boyunca Hitler Almanya’sını el altından destekleyen İnönü, savaş biter bitmez ABD’nin boyunduruğunu kabul etmek zorunda kaldı ve anti-SSCB ve anti-komünist faaliyetlerine ağırlık verdi. Bunun en iyi göstergesi de Tan olayıdır. Sertellerin çıkardığı Tan ve Sabahattin Ali’nin baş yazarlığını yaptığı yeni çıkan Yeni Dünya gazeteleri ve bunların basıldığı La Turquie matbası 4 Aralık 1945’te İnönü'nün() talimatı ile yerle bir ediliyor.)

Ne var ki, İnönü’nün anti-komünist çabaları ABD’nin gözüne girmeye, 1950 seçimlerini kazanmaya yetmiyor. Yeni kurulan DP, CHP karşısında, seçimi büyük bir farkla kazanarak ABD’nin sadık uşağı oluyor.

Türk egemenleri, CHP’yi “sol”, “sosyal demokrat”, diğer egemen sınıf partilerini de “sağ”, “muhafazakar” olarak adlandırmışlar ve halka, bu partilerinden birini tercih etmelerini dayatmışlardır. Özellikle 1970’lerin başında “Ortanın solu” yaftasını üzerine astıktan sonra CHP, orta burjuva ve küçük burjuva kesimlerin sığnak yerleri olmuştur. Ecevit’in “karaoğlan” dönemiyle beraber ise CHP, komünistlere karşı bir çıkış olarak gösterilmeye çalışılmış, işçi sınıfı ve emekçilerin partisi olarak lanse edilmek istenmiştir. Bu gelişmeden, küçük burjuva solculuğun önemli bir payı olduğu bir gerçektir.

Aleviler açısından da durum bundan farklı değildir. Bir nevi aleviliği ve onun ibadetini yasaklayan Kemalizm’e, aleviler genelde “sıcak” bakmış, bugün bile M. Kemal’in resimleri alevi derneklerinin baş köşelerinde asılı olmuştur. Alevilerin, 1924 yılında çıkarılan ”Tehvid-i Tedrisat” (öretim birliği) ve bunun hemen peşinden 1925 yılında çıkarılan “Takrir-i Sükün” (huzurun sağlanması) kanunlarıyla ibadet yerleri kapatılmıştır. O günden sonra aleviler, 1990’lara kadar cemlerini gizli yapmışlardır. Ve böylece, Osmanlıdan bu yana sunnilik, devletin resmi dini olarak koruna gelmiştir. Bu yasalar, M. Kemal döneminde onun hükümetleri tarafından çıkarılmıştır. Yine, 1937-39 arasında yapılan Dersim katliamı M. Kemal’in talimatlarıyla yapılmıştır.

Bütün bunların M. Kemal tarafından yapıldığı bilinmesine karşın, aleviler, burjuvazi ve onun izinden giden orta ve küçük burjuva aydınlar tarafından yanıltılmaya çalışılmıştır. M. Kemal, “alevi dostu” olarak tanıtılmak istenmiş ve bunu da önemli oranda başarmışlardır.

Bir zamanlar devrimci örgütler içinde yer alıp, daha sonra CHP’nin ileri kadroları olarak öne çıkanlar ve işçi ve emekçileri bu egemen sınıf partisinin peşine takmak da büyük payları olmuştur. Ve elbette bunlar, sınfsal olarak değişmelerine karşın, eski devrimci duruşlarını kullanmaktan kaçınmamışlardır.

Küçük burjuvazinin, kemalizmin “güneş dil teorisi” adlı ırkçı teorisi olsun ve daha sonraki 27 Mayıs cuntasını alkışlaması ve onu “ilerici” göstermesi de, yine egemen sınıfların kendi aralarındaki dalaşmada, işçi ve emekçileri yanıltma politikasının yalın bir örneğini oluşturur.

Dün, nasıl, kemalizm ve CHP kuyrukçuluğu ya da onların siyasal destekçiliğini yapmışsalar, bugün de TSK’ya karşı AKP yandaşçılığı yapmışlardır. AKP’nin “açılım”cıklarının en güçlü ve hararetli alkışçıları yine küçük burjuvaziydi. Bunların bir kısmı, ABD emperyalizminin kanatları arasında büyüyen başka bir sermaye (yeşil) kesiminin yanında; “şere karşı ehvenişer” mantığıyla saf tutmaktan ya da utangaçça onu desteklemekten kendilerini alamadılar.

Bunun en açık göstergesi 12 Eylül 2010 yılında yapılan “anayasa değişikliği” pakatine karşı tutumlarıdır. Bu, aslında sol için bir turnusol kağıdı olmuştur. AKP ve onun arkasındaki sermaye kesimleri, kitleleri bu yasa değişikliğine karşı “evet” demeye çağırıken, sermayenin diğer siyasal temsilcisi partiler ise “hayır” demeye çağırıyordu. Küçük burjuvazi ise ikiye bölünmüştü. Bir kısmı “yetmez ama evet” derken, bir kısmı ise “hayır” diyerek, Türk egemen sınıflarının kendi aralarındaki bölüşüm kavagasında ikiye bölünmüşlerdir. Kendi bağımsız tavırları olmamıştır. İşçi sınıfının siyasal temsilcileri, egemen sınıfların birisinden birisini desteklemek zorunda değil, tersine, tek başına da kalsa, azınlıkta da olsa, kendi siyasal bağımsız tavrını ortaya koyabilmelidir. Sermaye sınıfının bir kesmine karşı dğer kesimi tarafında yer almak, işçi sınıfının devrimci sınıf taktiği olamaz. Burjuvazi, işçi ve emekçileri her zaman, kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek ister ve bunun için özel bir çaba harcar. Bu çabanın içinde, zor olduğu gibi idelojik ve siyasal yönlendirmelerde beraberinde yürütülür. Küçük burjuvazi bu yönlendirmelerden ciddi şekilde etkilenir ve burjuvazinin gündemini, işçi ve emekçilerin gündemi olarak piyasaya sürmeye çalışır.

AKP’nin “Dersim özürü”nü burada bir kere daha vurgulamak gerekiyor. Bu aslında, egemen sıınıfları kendi aralarındaki iktidar dalaşında, bir kliğin diğer kliğe karşı halkı yanına çekme taktiğinin bir ürünü olarak okunmalıdır. AKP’nin bu tavrının olumlanacak hiç bir yanı yoktur, çünkü aynı katliam poltikasını, kendisi, başka söylemler altında, ama aynı sınıfın çıkarları doğrultusunda yapmaktadır. Bu olay, aynı zamanda, Adanan Menderes-Celal Bayar DP’nin 1956’da İnönü ve CHP’yi, 1943 yılılında yapılan Van-Özalp ilçesindeki 33 Kürt köylüsünün katledilmesin’den dolayı “yargılamak” istemesine benzeyen bir durumdur. Egemen sınıf klikleri, birbirilerine karşı üstünlük sağlamak için bu tür olayları kulandıkları bilinen bir gerçektir.

AKP-Gülen cemaati iktidarının liberal kesimler tarafından “demokrat” görülmesi, desteklenmesi analaşılabilir. Çünkü onların sınıfsal çıkarları bu kesimlerin çıkarlarıyla örtüşmektedir. Ancak, kendine “sol” diyen küçük burjuvazinin bu kesimlerle sınıfsal çıkarları uyuşmadığı gibi, bu egemen kesimler tarafından yine en fazla baskı ve zulme maruz kalanlar içinde kendileride yer alamktadır.

Tarihi, egemen sınıfların dayatmasından ve yazmasından, küçük burjuvazinin ise bulanıklaştırmasından kurtarmak gerekiyor. Genel de küçük burjuvazi, işçi sınıfının görüşlerini bulanıklaştırmış, onun burjuvazi ile uzlaşmaz olan sınıf çıkarlarını burjuvazi lehine uzlaştırma çabaları içinde olmuştur. Bugün, küçük burjuvazinin düzen içi “ehlileşmiş” bir solculuk sergilenmesini; başta işçi sınıfının dünya görüşüne olan güvensizliğinin yanı sıra, kitlelerin dönüştürücü gücüne güvensizliğinin bir sonucu, orta yolcu bir tavır sergilemesi olarak okunabilir.

İşçi ve emekçiler, küçük burjuva aydınlar ve küçük burjuva sol tarafından sürekli yanıltılmaya çalışılmıştır. Küçük burjuvazinin sınıfsal karakteri, sınıf atlama, yani burjuvalaşma eğilimindedir. Bu nedenle, o, işçi ve emekçilerden yana tavır alma yerine burjuvaziden yana bir eğilim sergiler. Ancak, o, ezilen bir sınıf olmasından dolayı, işçi sınıfı hareketi güçlendiğinde işçi sınıfının yanında yer alabilir. Buna karşın, ideolojik olarak işçi sınıfına uzak durmayı da ihmal etmez. Siyasal olarak da pratiksel tavrı şere karşı ehvenişer taktiğini izler.

İşçi sınıf adına hareket eden siyasal yapıların, işçi sınıfının dünya görüşünün bulanıklaştırılmasına, silikleştirilmesine, burjuvazi ile uzlaşmaz çıkarlarının üstünün örtülmesine ve de etkisizleştirilmesine hizmet edecek duruşlardan uzak durması, sosyalizm mücadelesinde en büyük kazanım olacaktır.10.03.2012

***


()Kırklı Yıllar-5 içinde Rasih Nuri İleri aktarıyor, Tüstav Yayınları Eylül 2006


() Burada, acı olan bir durum da, Tan gazetesi baskınına katılan İlhan Selçuk’a, 1996 yılında kurulan „Serteller Gazetecilik Vakfı“ tarafından 1997 yılında “demokrasi” ödülü verilerek ödüllendirilmesidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder