25 Mart 2012 Pazar

Küçük Burjuva Reforumculuğu, İşçi sınıfına Tek Seçenek Olarak Gösterilmek İsteniyor

Türkiye sınıf mücadelesi tarihinde kendini "sol” olarak adlandıranların "birlik” meseleleri de bir o kadar eskidir. Bundan her birliğin "iyi” olduğu anlamı çıkmadığı gibi, her birliğin işçi ve emekçilerin sınıf mücadelesini geliştirici olarak okumakta doğru olmaz. Özellikle küçük burjuvazi, kendini her zaman bir ilkesiz birliğin içine hapsetmeye ve herkesi de bu hapishanenin içine toplanmaya çağırır. Bu tür çağrılar, burjuvaziyle mücadelenin keskinleştiği ve de burjuvazinin yoğun olarak saldırdığı dönemlerde, reformcu talepler etrafında herkesin birleşmesini ve bu birliği de "halkların kurtuluşu”nun tek yolu olarak gösterilmesi sıkça karşılaşılan bir durumdur. Türkiye’de küçük burjuva reformist kesimlerin bir çok "birlik” meselesi olmasına karşın 1970’in başındaki "sosyalist kurultay” girişimi bunların ilklerinden sayılabilir. 1971 askeri muhtırasından sonra bunu da gerçekleştiremediler. Bu girişimin başını, o dönemde, günümüz Aydınlıkçıları çekiyordu. Bu oluşuma ilk karşı çıkan ve tasfiyeci bir anlayış olarak değerlendiren Kaypakkaya olmuştur. Daha sonraları da bu tasfiyeci girişimler küçük burjuvazi tarafından hep gündemde tutlmuştur. 15-16 Ekim 2011 tarihinde Ankara’da kongresi yapılan "Halklarin Demokratik Kongresi” de, küçük burjuva reformistlerin son girişimleri olarak tarih sahnesindeki yerini aldı. Doğal olarak, r reformizmi göklere çıkararak... Uzun zamandan beri bir "çatı partisi” adı altında bir küçük burjuva klübünün oluşturulması için başta Öcalan olmak üzere bir çok küçük burjuva reformistleri epey bir çaba harcadılar ve koşulların elverişli olması nedeniyle de kısmen de olsa başarmış oldular. İşçi sınıfından ve Marksiszm-Leninizm-Maoizm biliminden umudunu kesenler, bu görüşlere hiç bir zaman inanmamış küçük burjuva reformistleri, sosyalizmle pek ilişkisi olmayan ve 1970’lerin sosyal-demokrat politikalarını özleyenler bu çatı altında, yani yeni adıyla "Halkların Demoktratik Kongresi”inde buluştular. Bu oluşumun başını çekenlerin başında hiç kuşkusuz Kürt Ulusal Hareketi geliyor. Bu anlamda BDP bu işin bel kemiğini oluştururken, diğerleri de onun etrafında toplanıyor. Bunlardan ilki reforumculuğu temel siyaset haline getirmiş olan EMEP’tir. Ve diğer bir ikincisi ise, kendini Kürt Ulusal Hareketin ellerine bırakmış olan Sosyalist Demokrasi Partisi geliyor. Yani eski Kurtuluşçular. Ayrıca irili ufaklı bir çok küçük burjuva örgütlenmeler, ve de disisplinli örgütlenmeden öcü görmüş gibi kaçan ve işçi sınıfının devrimci örgütlenmesinden asla hazetmeyen bireyler yer almaktadır. Kürt Ulusal Hareket’inin böyle bir oluşumu neden istediği açık. Kendi etrafını güçlendirmek istiyor. Devlete karşı pazarlıkta ve de mücadelesinde geniş bir kesimi yanında tutuğunun mesajını vermeye çalışıyor. Onun derdi, Kürt ulusal "kimliği”nin meşru bir hale gelmesi ve kendilerine biraz yer açılmasıdır. Bu nedenle de kendi açılarından anlaşılabilir bir yaklaşımdır. Bu, onların sınıfsal bakışlarının bir gereğidir. Onun siyaseti, işçi sınıfı ve emekçilerin sömürü ve zulümden kurtulması değildir. Esas amacı ve tek hedefi Kürt "kimliği”nin özgürleştirilmesidir. Bu bağlamda, komünistler açısından, Kürt ulusal burjuvazinin mücadelesinin hedefleri net ve açıktır. Sosyalizme yer yer atıfta bulunması, sosyalizme sıcak baktığından değil, ona sıcak bakanları –kendi içindekiler de dahil- kendi birleşenleri ya da en azından müttefiki durumuna getirmek içindir. "Çatı Partisi” oluşumunun en çok propagandasını yapanların başında EMEP gelmektedir. EMEP, kendi denetimi altındaki görsel ve yazılı yayınlarında "kongre”nin tek seçenek olduğunu, bu olmazsa "kurtuluşun olmayacağını”, "tarihi bir fırsat olduğu”nu yazıp duruyor. Reforumcu küçük burjuvazi için bu böyle olabilir. Gerçekten de reforumcular için iyi bir yol denebilir. Onların istediği geniş yığınların kendilerini desteklemeleri ve şu veya bu oranda varlıklarını sürdürmeleridir. Şaşalı bir şekilde de olsa aydınların bir çoğundan destek almaları ve basında adlarının sık sık çıkmasıdır. İşçi sınıfı ve emekçilerden kopuk kesimlerin ve aynı zamanda Marksizmden oldukça uzak duranların "sol”cu olarak lanse edilmeleri, onları onure eder. Ama, işçi sınıfının uzun vadeli mücadelesini kesintiye uğratır ve onu egemen burjuvazinin güzergahına hapseder. Halklarin Demokratik Kongresi (HDK) adı verilen bu çatı partisinin hazırladığı programın içeriğinde reforumculuktan öte bir şey yoktur. Öbür yandan salt bir "seçim partisi” olarak ele alındığı da bir gerçek. Parlamentoya girmek için can atan bir çok küçük burjuva reforumcu grubun bu sayede belki bir kaç adamlarını milletvekili olarak parlamentoya göndermeyi umduklarını hesapladıkları gizlenemeyecek kadar açıktır. Bu reforumcu girişime bu denli övgü dizmelerinin esas nedenlerinden ilki budur. Çünkü, kendi aralarında ne ideolojik bir birlik ne de siyasal bir beraberlik söz konusu değil. En küçük bir olumsuzlukta dağılacak gibi durdukları da açık. Ve bu birliğin kaderinin, daha çok da, omurgasını oluşturan BDP’nin yani PKK’nın devlet ile ilişkisine de bağlı olduğu bir gerçektir. ÖDP ve TKP’nin bu birlikten uzak durmalarının tek nedeni; Kürt Ulusal Hareketi’ne karşı şovenist yaklaşımlarıdır. Her ne kadar Kürt ulusunun demokratik haklarını tanıdıklarını ve Kürtler üzerindeki egemen ulus baskısının kalkmasını savunur gözükseler de, özünde Kürt ulusunun ayrılma hakkına karşıdırlar. Yani Türk egemen sınıfları ile aynı kulvarda yer almasalarda ayrılık hakkı olmaması noktasında birleştikleri söylenebilir. Bu da sosyal şovenist bir yaklaşımdır. Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkını tanımayanların demokrat dahi olamayacakları bilinen bir gerçektir. Lenin’in bu saptaması salt o güne özgü değil, ezilen uluslar var olduğu sürece geçerli olan bir yaklaşımdır. Konumuza dönersek, HDK, küçük burjuva reformistleri tarafından iddia edildiği gibi işçi ve emekçilerin tek seçeneği olamaz. Ve onların tek seçeneği kendi örgütlü sınıf mücadeleleri ve bu mücadelenin sosyalizm ile taçlandırılması ve komünizme ulaştırılmasıdır. Burjuvazinin gericiliğine karşı ilerici reformlar reddedilmez, ama reforumculuk işçi sınıfının nihai hedef değildir. Diğer yandan ilkesiz ve reformist bir birlik, işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesini egemen sınıflara karşı başarıya ulaştıramaz. Olsa olsa işçi sınıfı ve emekçilerin devrimci mücadelesini kösteklemeye ve burjuvaziye yedekleme misyonu oynar. Tarihte bunun çok örneği yaşanmıştır. İşçi sınıfı her zaman eylem birlikleri ve ittifaklar yapabilir. Ama, bu, onun bağımsız örgütlenmesinin yok edilmesi, kendi sınıf ilkeleri yerine küçük burjuvazinin ve ezilen ulus burjuvazisinin çıkarlarını öne çıkaran reformizmle yetinmesi anlamını asla taşımaz ve taşımamalıdır. İşçi sınıf mücadelesinin gerilediği ya da geri olduğu dönemlerde bu tür reforumcu rüzgarlar kitlelere kurtuluş olarak gösterilmek istenir. Bugün ise Kürt Ulusal Hareketin reformist yolu, onun ulusal demokratik hakları işçi ve emekçilere kurtuluş yolu olarak gösterilmeye çalışılıyor. Ezilen ulusun ulusal demokratik haklarını desteklemek ve savunmak ayrı, onu işçi ve emekçilerin sınıf çıkarları olarak göstermek ise kabuledilebilecek bir siyasal duruş olamaz. Sınıf bilinçli işçi sınıfı, her zaman, UKKTH savunmuştur. Kürtler özgülünde de bu böyledir. Sınıf bilinçli proletarya hareketi, Kürt Ulusal Hareketi ile de eylem birlikleri ve ittifaklar yapabilir. Ezilen ulus hareketi ilerici bir rol oynadığı sürece. Ancak bu, işçi sınıfı hareketinin ona tabi olması anlamına gelmez ve gelmemelidir. İşçi sınıfın kendi bağımsız çizgisi vardır ve onun doğrultusunda hareket eder. Ve işçi sınıfı bütün ezilen sınıfları kendi siyasal çizgisi etrafında toplamaya çalışır, kendisi başkalarına; daha doğrusu küçük burjuvaziye ve ezilen ulus burjuvazisinin programına tabi olamaz. Tersini savunanlar işçi sınıfının devrimciliğinden umudunu yitirenlerdir. Çatı Partisi olan HDK’ni değerlendirirken onun içeriğini böyle okumanın daha doğru olduğu düşüncesindeyim. 22.10.2011 Yusuf Kose

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder