DİŞE DİŞ DÖVÜŞÜLMEDEN KAZANILMAZ
Yusuf KÖSE
Dünyada
tüm savaşlar, sınıfların birbiriyle savaşıdır. Sınıflararası savaşım gibi görülmeyenlerin gerisine bakıldığında
ise, yine sınıflararası çelişmelerden doğdukları görülecektir.
Günümüzde,
din adına savaşanların, ulusal hakları için dövüşenlerin, işçi sınıfıyla
burjuvazi arasındaki sınıf çatışmasının değişik görüntüleri olduğu görülebilir.
Günümüz savaşları, emperyalist dünya sisteminin içindeki çelişmelerden
doğmaktadır. Temel çelişme; işçi sınıfıyla burjuvazi arasındaki çelişmedir.
Diğer çelişmeler ve bunlardan doğan çatışmalar ise, bu temel çelişmenin
varlığında kendini bulur.
Özellikle
“islam” adına din savaşları çıkaranların, dinle hiç bir ilgisi olmayıp, esas
olarak emperyalist burjuvazi ve ona bağlı işbirlikçi burjuvazinin sınıf
çıkarları temelinde hareket etmeleridir. “Din adına savaş”, egemen burjuvazinin
dini kullanarak sürdürdüğü bir egemenlik aracından başka bir şey
değildir.
Emperyalizm
egemenlik peşinde koşarken, tüm çatışmaları körükleyip insanlığın tahribatından
kaçınmazken, yerel işbirlikçilerini de birbirlerine karşı kışkırtıp bölgesel
savaşları çıkarırlar.
Emperyalist
burjuvazi, bazan doğrudan (işgal biçiminde) bazan ise dolaylı (vekalet savaşı)
şeklinde savaşın içine girer ve egemenliğini, genellikle, sermaye ve sermayenin
hizmetindeki silahlı ordusuyla yapar. Kan döker. Sermaye ile giremediği yere
militaris gücüyle, militarist gücüyle giremediği yere sermayesiyle ya da
bölgedeki uşaklarını birbirine kışkırtarak ve para- militer güçler vasıtasıyla
yapar. Ama, mutlaka kan döker ve kan döktürür.
Halkların
dost olmasını değil, birbiriyle düşman olmasını ister ve elinden geldikçe
halkları birbirine düşman eder. Yerel burjuvazinin vasıtasıyla halklar arasında
yapay (suni) çelişmeler yaratmakta birebirdir. Halkların dini ve ulusal
farklılıklarını kaşımaya ve kaşıtmaya çalışır. Ve bu farklılıkları kullanır,
kışkırtır.
Emperyalist
burjuvazi, kendisi hıristiyan olsa dahi, Sünni'nin karşısında Şii’nin, Şii’nin
karşısında ise Sünni’nin yanında kolayca yer alır gözükür. Oysa, o hiç birinin
yanında değil, sadece ve sadece kendi emperyalist çıkarlarının yanındadır.
Amacı ise; din ve milliyet farklılıklarını kullanarak halkları birbirine düşman
etmektir.
Sermaye,
işçi sınıfı ve emekçilerle barış içinde yaşayamaz. Bu, kriz dönemlerinde daha
belirgin bir hal alır. “Barış” içinde yaşıyor gibi yaptığı süreçlerde dahi
işçilerin haklarını kısıtlamak için çaba harcar.
Burjuvazi,
sahip olduğu kapitalist üretim ilişkilerinin karakteri gereği, “barışçı”
olamaz. “barışçı” olduğu anda, işçi sınıfının sınıf mücadelesinin geliştiğinin
bilincindedir. Bu iki sınıf arasında bir barış olmayacağı için, işçiyi soyan
taraf her zaman kendini savaş içinde bulacaktır. Doğal olarak onun karşısında
yer alan işçi sınıfı da burjuvaziye karşı savaş durumunda kalmak zorundadır.
Sınıflararası
çelişmelerin ortaya koyduğu temel bir gerçek: İşçi sınıfı, kendini ezen ve
sömüren burjuva sınıfına karşı açıktan savaşmadıkça ne haklarını elde edebilir
ne de ezilmekten kurtulabilir ne de dünyayı yaşanabilir bir hale getirebilir.
Dişe
diş dövüşmeden hiç bir hak alınamaz. İşçi sınıfı, sömürüsüz, sınıfsız, sınırsız
bir dünya yaratmak için dövüşmek zorundadır. Barış içinde bir dünya yaratmak
için kavgadan kaçınılamaz.
Ne barış
kendiliğinden gelir, ne de zulmün kaynağı sömürü kendiliğinden ortadan
kalkar. Düşmanın tüm kalleşliğine ve alçaklığına karşın, işçi sınıfı kendi
sınıfsal hakları için meydanlara çıkıp dövüşmek zorundadır.
İşte o
zaman, 35 günlük Kürt bebekleri ensesinden vurulmayacaktır. Aylan bebekler, bir
avuç haydut emperyalist burjuvazinin egemenlikleri uğruna çıkardıkları savaş
yüzünden, denizde boğulmayacaktır.
İşte o
zaman, bir burjuva alçağını zengin etme
pahasına; ne Soma’da 301 maden işçisi diri diri toprağa gömülecek; ne de meydanlarda güle oynaya en demokratik haklarını
kullanmaya çalışan insanlar bombalarla parçalanacak; ne de insanlar salt “Kürt”
oldukları” için şehir ve köyleri tanklarla toplarla bombalanacak; ne de farklı
din, cinsiyet, ulus ve mezheplere sahip oldukları için katledileceklerdir.
İşçi
sınıfı, “denizdeki balıklar, havadaki kuşlar ve karadaki karıncalar gibi
çokturlar.” İşçi sınıfı ve emekçiler; toprak gibi verimli ve üretkendirler.
Canlı, doğurgan ve yaratıcıdırlar. Onlar, insanlığın dört mevsimidirler. Bütün
dünyada yaratılanlar onların eseridir. İşte bundan dolayı ezen sınıflar
onlardan korkarlar. İşçi ve emekçilerin örgütlenmelerinden korkarlar. İşçilerin
birliği, ezenlerin darlığı olduğunu bildiklerinden, öncelikle ezilenlerin
örgütlenmelerine saldırırlar. Çokların, çok olduklarının bilincine varmamaları
için her türlü zorbalık ve şiddeti uygularlar. Türk devletinin GEZİ’de işçi ve
emekçilere ve şimdi de Kürdistan’da Kürtlere saldırdığı gibi.
İşçi
sınıfı, hayatı yeniden ve yeniden üretenin kendisi olduğunun bilincine
vardığında ve sosyalizm bilinciyle kendisini donattığında, ne dişe diş
dövüşmekten kaçacaktır ne de düşmanı burjuvazinin kof saldırılarından
korkacaktır. İşçi sınıfı, sermaye sınıfının ve onun temsilcisi Hitler ardılı
Erdoğan’ın “kağıttan kaplan olduğunu” savaş alanında daha net görecektir.
Sosyalist
sınıf bilinciyle donanıp, örgütlenip faşist iktidarın zorbalığını yerle bir
etmek için harekete geçmeliyiz. Bu devrimci güce işçi ve emekçiler sahiptir!
İşçisiyle,
emekçisiyle; komünist, devrimci, demokrat, Kürt yurtsever, alevi, sünni; kadınıyla,
genciyle ve her türlü ayrımcılığa maruz kalan tüm ezilenleriyle: Biz çoğunluğuz,
güçlüyüz ve haklıyız!
Az, güçsüz ve haksız olan onlar. Yeter ki;
birleşelim, örgütlenelim ve harekete geçelim.
Örgütlü
gücünü zalimlere karşı kullanmaktan çekinmeyen halkların özgürlüklerini
kazandıklarına tarih hep tanıklık etmiştir. 02.01.2016
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder