Emperyalizm Savaş, Sosyalizm Barış Demektir!
Yusuf Köse
Bugün yanı başımızda savaşlar sürerken ve bu savaşların ülke içine hızla yayılma potansiyeli taşırken, evrenseli unutup yerelle yetinmek ve bunun üzerinde siyaset yapmak zorunda
kalıyoruz. Kürdistan’ı da içine alacak birbiçimde Ortadoğu’un bütünü, Asya ve Afrika’nın yarıdan fazlası,
Latin Amerika’nın üçte biri fili bir savaşla içiçe bir yaşam sürdürüken,
bunların nedenlerini ve bu savaşları çıkaran sisteme fazla dokunmadan ya da
görmezden gelerek, salt yerel sorunlarla sınırlı kalıyor çözümlemelerimiz.
2005 yılında yayımlanan “Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi”[1]
adlı kitabım, aslında günümüze ilişkin sorunları ve çözümlelmeleride içeren bir
doluluğa sahiptir. Dünyamızda olan gelişmeler, çelişmeler, savaşlar ve bunların
ekonomik ve siyasal nedenleri özlü olarak orada ortaya konmuştur.
Emperyalizmin yayılmacılığı, böl-yönet politikaları ve
sürekli olarak bölgesel savaşları körüklemesi ve bunun üzerinden egemenliğini
sürdürmesi ve sermaye birikimini genişletmesi, adı geçen çalışmamda ele alınan
konuların başında geliyordu.
Emperyalizm, ortaya çıktığından beri hiç bir zaman
“barış” olmadı. Barış, haksızlıkların olmadığı, üleşimin adil olduğu, sömürenin
ve sömürülenin, ezen ve ezilenin olmadığı, yani sınıfların ortadan kalktığı bir
sistemde gerçek halini alabilir.
Silah üretimilerinin her geçen gün artığı ve en yoksul
ülkelerin dahi hızla silahlandırıldığı, bütçelerinin önemli bir bölümünü
silahlanmaya ayırdığı bir ortamda “barış”tan söz etmek, savaşı gizlemenin bir
argümanından başka bir şey değildir.
Afganistan, Irak, Süriye,
Yemen, Libya, Sudan ve daha bir çok ülkede ortaya çıkarılan savaşlar ve
burada yaşayan halkların emperyalistlerce üretilen silahların deneme tahtası
haline getirilmesi, emperyalist egemenlik savaşından ayrı ele alınamaz.
Emperyalizm savaşsız yaşayamaz. Emek-sermaye çelişmesinin
damgasını vurduğu bir sistemde, barıştan söz etmek söz konusu olmadığı gibi,
halkların barış içinde yaşamlarını dinamitleyen ve sürekli savaş ortamında
tutan bir ekonomik-politik işleyiş vardır.
Her türlü gericiliğin ortaya çıkması ve bunların kitleler
içinde yer bulması, emperyalist politikalardan ve onun sisteminden ayrı ele
alınamaz. Nasıl ki, faşizm emperyalizmin ürünüyse, günümüzde “din” adına
sürdürülen savaşlarda emperyalist politikaların ürünüdür. El Kaide, İŞİD ve
diğer gerici oluşumlar, emperyalist burjuvazinin egemenliklerini sürdürme
araçlarıdır.[2]
AB de emperyalist bir birliktir ve uzun süre yaşama şansı
yoktur. Çünkü, halkların gönüllü birliğinden doğan bir birlik olmayıp, Almanya,
Fransa ve İngiltere gibi emperyalist ülkelerin dayatmları sonucu
oluşturulmuştur. Bu nedenle de yıkılmaya mahkumdur.
Ülkelerin ve halkların birliği sosyalizm altında gerçek
olabillir. Bu kanıtlanmıştır. Emperyalizm yıkıcı ve bölücüdür, sosyalizm ise
yapıcı ve birleştiricidir.
Emperyalizm, karakteri gereği birleştirici olmaz. O
yıkıcı, dağıtıcı ve parçalayıcıdır. İçinde taşıdığı ekonomik ve siyasal
çelişmeler, ona birleştirici bir rol yüklemez. AB içinde Yunanistan’ın durumu
bunun bir örneğidir. Yunanistan halkına zorla dayatılan yağma ve ağır sömürü
politikası, AB emperyalist burjuvazisinin karakteristiğidir. Emperyalist büyük
sermaye tekelleri, sermaye birikiminin önündeki tüm engelleri yıkmadan
yaşayamaz. Ya yıkacaktır ya da yıkılacaktır. Başka bir seçeneği de yoktur.
bir
tarafta zenginliğin öbür tarafta yoksulluğun birikimi
Dünyada yedi milyar insanın yaklaşık bir milyarı aşkını,
günde bir doların altın bir gelirle
yaşamak zorunda bırakılmıştır. Yani, altı kişiden biri, kapitalist sistemin
insanlara biçtiği bu “kaderi” paylaşıyor.
Bazı insanların zenginleşmesine ve de zenginliğin her
geçen gün daha az ellerde yoğunlaşması ve birikmesi, çalışan emekçilerin daha
fazla yoksullaşmasını da beraberinde getiriyor.
Kapitalist üretimin artması, teknoloji ve bilimin
gelişmesi yoksulluğu ve yoksullaşmayı ortadan kaldırmadığı gibi her geçen gün
artan ölçüde yeniden üretmektedir. Sermaye üretimi artarken yoksulluk üretimi de
ona ters orantılı olarak artmaktadır. Kapitalist sistemin karakteri budur.
Zenginlik üretim araçlarını ellerinde bulunduran burjuvazinin olur. Üretime,
üleşime ve onun nasıl tüketileceğine onlar karar verir.
“Dünya da 85 kişinin serveti 3 milyar
insanın gelirine eşit” (Dünya Ekonomik Formu). Sivil yardım örgütü
olan OXFAM’ın belirttiğine göre de, dünya
servetinin yarısını bu 85 kişi alırken, geri kalan yarısını ise nüfusun %99
alıyor. Dünya Ekonomik Formu ve OXFAM gibi örgütler, „ayıp oluyor, biraz da
az alın“ demelerine karşın, kapitalist sistemin doğası gereği, hiç bir burjuva
tekeli „az kazanayım“ demez. Sermaye birikiminin sınırı olmaz. Burjuva tekeli,
dünyaya tek başına egemen olmak ister, Savaşlarda bu yüzden çıkar. Daha fazla
sermaye birikimi ve daha fazla egemenlik, savaşları kaçınılmaz kılan bir ilişki
biçimidir.
Bu denli yoksullaşmanın olduğu, üretimin bu denli
eşitsiz dağıtıldığı, çalışanın az, çalıştıranın ise neredeyse hepsine el
koyduğu bir toplumsal sistemde, savaş sözcüğünün kapladığı yerle „barış“
sözcüğünün kapladığı yer aynı olamaz. Emperyalist burjuvazi ve gericiliğin
dilindeki „barış“, kendi çıkarlarını koruma ve kendi savaşlarını haklı çıkarmak
amaçlıdır.
OECD[3]’nin
Mayıs 2015 yılında açıkladığı yoksullaşma raporu da yukarıda yazılanları
doğrular niteliktedir.
En zengin % 10 ile en yoksul % 10 arasındaki
gelir farkı 9,6’dır. Bu oran 1980 yılında 7 katmış. Bütün bu veriler aşırı
üretime ve yüksek teknolojik gelişmelere karşın, yoksullaşmayı azaltmıyor, tersine
artırıyor. Zenginlik ise her geçen gün daha az ellerde yoğunlaşıyor. Türkiye
ise, 34 OECD ülkesi arasında en yüksek gelir eşitsizliği sıralamasında Meksika
ve Şili’den sonra 3. Sırada geliyor.
Dünya gelirinin yarısnın dünya nüfusunun %1‘nin elinde olması, aslında kapitalizmin ne
olduğunu net olarak anlatıyor ve bunun üzerine başka söz etmeyi bile anlamsız kılıyor.
Buna karşın bunun ne anlama geldiğini ve nasıl
bir görünüm sergilediğini kısaca da olsa ortaya koyalım.
Dünya
gelirinin yarısına nüfusun %1’nin elkoyması ne anlamına geliyor:
Filistin, Afganistan, Irak, Suriye, Libya, Yemen
ve diğer benzerlerinin kaçınılmaz olarak varolacağı, halkların birbirine
kırdırılacağı, dinsel motifli savaşların körüklendiği ve körükleneceği...
Ve bu tür ülkelerde her türlü gerici
örgütlenmelerin ve bunların emperyalistler tarafından desteklenmesi, beslenmesi
ve savaş araçlarıyla donatılması, İŞİD, Boko Haram, El kaide vb. Dinci katliam
örgütlenmelerinin yaratılması ve bunların kolayca taraftar bulabilmesi…
Yılda yaklaşık 60 milyon insanın yerinden
yurdundan edilmesi ve göç yollarında katledilmesi, perişan edilmesi ve ölümle
yaşam arasında gidip gelmesi …
Akdenzide her yıl binlerce yoksul ve savaş
mağduru insanın gemilerinin batırılarak öldürülmesi …
Afrikanın açlığa ve savaşlara mahkum edilmesi,
ebola gibi emperyalist kırım virüslerine teslim edilmesi…
Her tarfta en dipsiz gericiliğin, ırkçılığın ve
ayrımcılığın geliştirilmesi …
Türkiye’de
AKP, MHP gibi faşist ve ırkçı partilerin varlığı ve bunların safında insanların
örgütlendirilmesi…
Türkiye’nin AB emperyalizminin coğrafi komşusu
olarak uzak Asya‘nın Pakistanı‘na çevrilmesi…
AB ülkelerinde ırkçılığın geliştirilmesi ve ırkçı
partilerin taraftar bulması…
ABD’de siyahlara yönelik ırkçılığın geliştirilmesi
ve ırkçılığın kitleler içinde yer bulabilmesi…
Ve en önemli noktalardan birisi de, her ülkede
sermaye birikiminin gereksinimi olan işsiziler ordusunun artan ölçüde yaratılması
anlamına geliyor.
Dünya gelirin yarısının nüfusun %1 tarafından el
konulmasının anlamı daha da uzatılabilir. Ancak, yoksullaştırılan, her tülü
zulme maruz bıraktırılan ve kendine yabancılaştırılan insanların, kolayca
emperyalist beslemesi karanlık örgütlerin içinde yer alması, kendi sınıfına
karşı, ezen sınıfın koruyucusu ve tetikticisi olması başka türlü açıklanamaz.
Dünya silah üretiminin artışına orantılı olarak
savaşların da artması kaçınılmazdır. SIPRI’nın[4]
verdiği bilgiye göre, 2014 yılında dünya askeri harcamaları yaklaşık olarak
1776 milyar US dolar. Bir başka söylemle bu korkunç rakam, dünya GSYİH’nın
2,3’ne eşit. Bu rakamın içinde bir önceki yıllar alınan silahlara harcanan para
yok. Sadece bir yıl içinde bütçelerden ayrılan askeri harcamaları içeriyor.
Oysa bu rakamı aşan harcamalar mevcuttur.
Dev silah (ölüm) tekkellerinin olduğu ve bu
alanda büyük bir sermayenin döndüğü yerde, „savaşsız“ bir dünya hayal etmek
yanıltıcıdır. Bu silah tekelleri, „barış“ değil, savaş ister. Ne kadar savaş
olursa sermaye birikimi de o oranda artar. Askeri malzeme üreten savaş
tekelleri, bunları süs eşyası diye üretmiyor. Tüketilsin diye üretiyor. Bunun
tüketimi ise ancak savaşla olabilir. Yani, en yakın süreçten başlarsak,
Yugoslavya parçalansın, en modern silahlar Belgrad üzerinde denensin diyedir.
Yine, Asya, Afrika ve Ortadoğu ülkeleri üzerinde bombalar patlatılarak,
tekellerin yaşamları cennete, halkların yaşamları ise cehnneme çevrilsin
diyedir.
Savaşı üreten temel gerekçeler gizlenerek, savaş çıkarmanın
gerkçesi ise tarihte her zaman sudan sebepler olarak ortaya sürülmüştür.
Emperyalist burjuvazi savaş üretmek için neden bulmaktan hiç bir zaman
zorlanmaz. Çünkü sermayenin varlık nedeni; işçi sınıfına karşı açılmış bir
savaşa dayanır. Bu savaşın bitirilmesi ise sosyalizmi ve komünizmi
doğuracaktır. Ve o zaman bir daha hiç savaştan söz edilmeyecektir. Bu sonucun
ortaya koyduğu esaslı bir gerçek: Bu savaşların sınıf çelişmelerinin bir ürünü
olduğudur. Sınıflar ortadan kalktığında ise savaşların ve tüm eşitsizliklerin
ortadan kalkacağı gerçekliğinin insanlığı umutla beklediğidir.
Emperyalist burjuvazinin siyaseti ve dünyay
biçtiği rol kendisi gibi karanlıktır. Ancak, bunu aydınlığa çevirmenin yolu her
zamankinden daha fazladır. Dünya işçi sınıfı ve emekçilerin önemli bir bölümü
burjuvazinin bu karanlık yüzünü görebilmektedir. Bu, da sosyalist bir gelecek
yaratmamız için önemli bir dayanaktır. Dünya işçi sınıfı, burjuvazinin toplumsal
yapının üretim ilişkilerini belirleme egemenliğine son vererek komünist bir
dünyayı yaratma gücüne sahiptir. Önemli olan işçi sınıfı içinde militan
devrimci örgütlenmeden şaşmamak gereklidir.
Umutlu olmak için çok nedenlerimiz var:
ODTÜ’lü gençlerin mezuniyet törenlerinde açtığı
bir pankarta söyledikleri gibi: İnadına
barış, inadına sınıfsız toplum ve inadına aşk! Yine Arçelik LG işçilerinin
çoşkuyla şirlaştırdıkları: İşçiler
birlik olsa dünya yerinden oynar! Bu
şiarlar gençlik ve işçi sınıfı için sözün ve eylemin başladığı yerdir. Dünya
proletaryası ve ezilen halkları, dünyamızı bu şiarlar etrafında mutlaka bir gün
döndürmesini başaracaktır. İşte o zaman, yeryüzünde sadece ve sadece zenginlik
ve barış olacaktır. 05.07.2015
***
[1] Bkz. Yusuf Köse, Emperyalizm ve Marksist Tarih
Çözümlemesi, 2005, El Yayınları
[2] Ayrıca bkz. 30.08. 2014 tarihinde yayınlanan(emperyalizm
ve gericilik): http://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/emperyalizm-ve-gericilik
malatya haber Olarak Sizi Takip Ediyorum Başarılarınızı Diliyorum İyi Bloglamalar :)
YanıtlaSil