İbrahim Balaban resmi
Ellez Emmim’in Traktörü
Yusuf KÖSE
Uzun
zamandır yazmak istiyordum. Bir tülü sıra gelmedi. Sorun sınıflarla, üretim ilişkileri
ve onun araçlarıyla ilgili ve bu gelişmeleri de direk yaşıyan bir köy olunca,
insan doğduğu köye değinmeden edemiyor.
Bizim
köyün adı Tersihan. Diğer yüzlerce köy isimlerinin akibeti gibi bizim köyün
ismi de sonradan değiştirilmiş ve milli bir isim olması için “Konaktepe”
konmuş. Irkçılık salt renk ve dinsel olmuyor.
insanların
tarihsel köklerini yok etmek ve kendine yabancılaştırmak için de, kendinden olmayan
isimlere karşı da baskı uygulamaktan geri durmadı, Türk egemen sınıfları.
Tersihan,
Kaypakkaya’nın incelediği Malatya-Kürecik’e 115 km uzaklıkta kalıyor ve yörenin
en yüksek köy yerleşim birimlerinden biri. İnsanlar, devlet baskısından kaçmak için
olsa gerek, sırtlarını bir dağa dayamışlar ve yüksek yerlere yerleşmişler.
Köyümüz 1970’e kadar 150 hane idi. Ogünün koşullarına göre aydın sayılabilecek bir köy ve okumuşları, özellikle 1968’lerden sonra hızla artarak çoğalmıştı. Çocuğunu okutmayan yok gibiydi. Okumuşları olmasına, uzak şehir yüzü görmelerine karşın, bir o kadarda bozkırı bol ve çorak bir yerdi. Bu çorak topraklar, toprak olarak yeşillenmedi, ama, 1968’lerden itibaren devrimcilerle siyasal olarak yeşillenmeye başladı. Ülkedeki siyasal gelişmelerden uzak kalmayan ve devrimci yetiştiren bir köy oldu. Örneğin ben, 1968 yılında devrimci gençlerin ve devrimci dergilerin köye geldiğini anımsıyorum.
Köyümüz 1970’e kadar 150 hane idi. Ogünün koşullarına göre aydın sayılabilecek bir köy ve okumuşları, özellikle 1968’lerden sonra hızla artarak çoğalmıştı. Çocuğunu okutmayan yok gibiydi. Okumuşları olmasına, uzak şehir yüzü görmelerine karşın, bir o kadarda bozkırı bol ve çorak bir yerdi. Bu çorak topraklar, toprak olarak yeşillenmedi, ama, 1968’lerden itibaren devrimcilerle siyasal olarak yeşillenmeye başladı. Ülkedeki siyasal gelişmelerden uzak kalmayan ve devrimci yetiştiren bir köy oldu. Örneğin ben, 1968 yılında devrimci gençlerin ve devrimci dergilerin köye geldiğini anımsıyorum.
Daha
sonra ise şehirlere dağılmış köylülerimizin çocukları devrimci örgütler içinde
bolca yer aldılar. Hapis yattılar ve şehit verdiler.
Bu kısa
anımsatmadan sonra, yazının esas konusuna gelelim. Konu; Ellez Emmim’in Amerikan
döküntüsü Massey Ferguson traktörüdür.
Ellez Emmim
1965 yılının bir yaz günü bir koca traktör alıp köye geldi. O güne kadar
traktör yüzü görmemiş köylüler ve biz çocuklar hem şaşkın, hem de çoşkulu ve
gururluyduk. Köye koca bir alet gelmişti. Ancak, ikinci mi yoksa üçüncü el mi
olan bu traktörün bir kusuru vardı. Kışın çalışmıyordu. O dönemin, deniz
seviyesinden 1800 metre yüksekliğin köy kışı düşünülünce, mazotu donmaktan
kurtarıp Massey Ferguson’u çalıştırmak zordu. Amerikan emperyalizmi (pardon malı)
bizim köyün kışına dahi dayanamıyordu.
Ellez
Emmim’in evi, köyün ortasından geçen derenin başında olduğu için, traktörü
çalıştırmak için yokuş aşağı dereye doğru bırakıyordu. Yine de traktör
banamısın demiyor ve bir türlü çalışmıyordu.
Bu kez
devreye, öküzler ve biz ilk okul çocukları sokuluyorduk. Traktörün önünde
öğrenciler, en önde de iki çift öküz yokuş yukarı çekmeye başlıyorduk. Ama
öküzler bu bozuk traktörü yokuş yukarı çekmekte, biz öğrenciler kadar istekli
değillerdi. Massey Fergouson’un Amerikan emperyalizmin tarihi olduğunu
bildiklerinden mi, yoksa kendilerinin işsiz kalıp sadece mezbaha malı
olacaklarını bildiklerinden mi bilinmez, bir daha hiç istekli istekli
çalışmadılar. Zaten, traktörün köye gelmesinden sonra, nüfusları hızla azaldı.
Öküzlerin
nüfusu azaldı, ama aynı zamanda köyün nüfusu da azalmaya başladı. Öküz nüfusu
ile insan nüfüsu aynı oranda düşmeye başladı. 1965’den 1970’e geldiğimizde
köyde iki çift öküz kalmıştı, iki elin parmağını geçmeyecek sayıda da köylü
kalmıştı. Köylülerimizin, 3-4 km ötemizdeki okulu olmayan Kürt köyüne karşı
övündükleri köy okulu, öğrenci sıkıntısı çekmeye başlamıştı. Sonraları ise okul
binası, ne öğrenci bulabildi ne de öğretmen. Öylesine çürümye terkedildi. Öğrenci
seslerinin yerini; o yıllarda okulun etrafın diktiğimiz söğütlerin, rüzgarda
sallanan dallarının, Farid
Farjad’ın hüzünlü keman sesi benzeri
sesleri aldı.
Köylüler
beş yıl içinde yok olmuştu. Öküzlerin yok olmasını anlamıştık anlamasına, ama
insanların yok olmasına anlayamamıştık. Meğerse bütün keramet ya da suç
Amerikan malı Massey Ferguson’daymış. Çünkü ondan sonrada köye bir çok traktör
girmişti. Ellez Emmim köye toplumsal bir üretim çelişkisi sokmuştu. Bu aynı
zamanda, eski ile yeni arasındaki bir çelişmeydi ve uzun süre birarada barış
içinde yaşamalarınada olanak yoktu. Bu çelişme,
köyün yerli malı öküzlerinin yok olmasına sebeb olduğu gibi, kadim
köylüleri toprağından koparıp çil yavrusu gibi şehirlere kaçmasına da sebep
olmuştu.
Galiba,
yarı-feodal sayılabilecek köy ekonomisi ortadan kalktığı gibi, kapitalizm, köye
saltanatını da kurmuştu. Demek ki, kapitalizm böylesi bir meretmiş. Üretim
araçları üretimi değiştirdiği gibi, yerleşim yerlerinin demografisini de
değiştirmişti. Ama bu değişiklikler olurken, ne ülkede bir devrim olmuştu ne de
bizim köyde traktör-öküz çatışması olmuştu. Yerli burjuva malı olmayan, “montaj
Traktör”, köylülere ve öküzlere karşı galip gelmişti. Çelişme traktörden yana
çözülmüştü. Köy çobanı olan babam, malı-davarı satıp “taşı-toprağı altın” olan
İstanbul’a gelmişti. Ondan sonra bana, hiç unutmayacağım bir çift söz
söylemişti: “Sizlerin anası
ağlayacağına, onların anası ağlasın, vurun” demişti. Bu ses; küçük toprak
parçalarından koparılan köylünün işçileşmesinin sesiydi. 17.05. 2015
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder