Yusuf KÖSE
“AKP-Gülen Savaşı” içinde yolsuzlukların çok
az bir kısmının dışa vurumundan sonra, siyaset, bu kirli güçler arasındaki
savaşıma odaklandı. Bunun böyle olması doğal. Bu olay, özellikle Haziran (GEZİ)
Ayaklanması’ndan sonra hızlanan ve beklenen bir durmdu. Daha önce yazdığım “üç
vakte kadar” başlıklı bir yazıda, hükümet açısından “iki vaktin” bittiğini, “üçüncü
vaktin” ise içinde olunduğunu yazmıştım. Bu herkes tarafından da bilinen bir
gerçekti. Haziran Ayaklanması var olan süreci hızlandırmış ve daha kaçınılmaz
bir hale getirmiştir. Burjuvazi, Haziran’dan sonra aynı ata oynayamazdı ve
oynamakta istemedi. O ayaklanma, salt bir AKP hükümetine karşı değil,
bütün kokuşmuşlukları AKP iktidarında toplanmış olan burjuvzinin sistemine karşı bir baş kaldırıydı. Burjuvazi için ise
kapitalist sistemin bekası önemlidir. Kitleler içinde başkaldırı ve örgütlü
sınıf bilincinin gelişmesi, sermayeyi en çok ürküten ve sermaye tarafından
kabul edilemeyecek bir gelişmedir.
Son yolsuzluk olayının bakanlar
düzeyinde “deşifre” edilmesi, egemen sınıflar arasındaki savaşında boyutunu
gösteriyor. Oldukça yüksek perdeden seyrediyor. Kılıçlar çekilmiş ve yenilenin
kellesi gidecek düzeyde sürdürülüyor. Egemen sınıf klikleri arasındaki bu çıkar
ve iktidar dalaşı (bu ikisi birbirinin tamamlayıcısıdır) ya uzalaşamayla
sonuçlanacaktır ya da birinden birinin yenilgisiyle. Her iki durumda da savaş
bitmeyecektir. Burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki savaşın sürmesi gibi,
egemen sınıf klikleri arasında da sömürüden daha fazla pay alma savaşımı; bu sömürü,
soygun, yolsuzluk ve baskı sistemi var olduğu sürece her zaman var olacaktır.
İşçi sınıfı bu her yönüyle kokuşmuş kapitalist sistemi ortadan kaldırmak
isterken, burjuvazi bu sistemi sürekli ayakta tutmaya çalışacaktır. İki sınıf
arasındaki temel karakteristik ayrım buradadır.
Yolsuzluk, kapitalist
sistemlerin, doğal ve kaçınamayacakları bir koşuludur. Kapitalist sistem artı-değerleri
gasp ederek sermaye birikimi üzerine kurulu olduğundan ve sistem, bütün
gelişmleri (hukuk, siyaset, yasalar vb.) sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda
hazırladığı için, yolsuzlukta onun bir parçası olarak gelişir. Borsanın varlığı
dahi yolsuzluğun resmilerştirlmesidir. (Ki, burası sermaye birikimi için çok
önemli bir alandır.) Diğer, “yasa dışı”
yolsuzluk olarak ortaya çıkarılanlar ya da deşifre edilenler ise, “yolsuzluğun”
kendi aralarında “adaletli” bir şekilde paylaşılamamasından çıkan sorunlardır.
Bir kesim daha az pay aldığı için, “yolsuzluk var” diye ortaya çıkabilir, bugün olduğu gibi.
Elbette AKP’ye yönelik
operasyonun görünen yönü “yolsuzluk” olarak kamuoyuna sunulmasına karşın, sahne
arkasında başka nedenler durmaktadır. Başka yan nedenlerin de birikimi olmakla beraber, esas olarak iki neden öne çıkmaktadır:
Birinci neden; Emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişmeye bağlı
olarak, ABD ve AB’li emperyalistlerin gelinen aşamada AKP’nin çıkarlarına ters
düşmesidir. Son dış gelişmeler, Suriye olayı, İran ile ABD ve Batılı güçlerin
anlaşması ve her şeyden önce, “Şangay Beşlisi”nin önde gelenleri ile ABD ve
AB’li güçlerin Ortadoğu konusunda kısmen uzlaşmaya varmaları, AKP’nin dış
siyaseti ile örtüşmüyor. AKP onlar için kirlenmiş bir mendildir ve atılması
gerekiyor. Aynı Ecevit başbakanlığındaki koalisyon hükümetinin düşürülmesi (2002)
ve Ecevit’in başına gelenler (partisinin parçalanması) de olduğu gibi.
İkinci neden; Türk egemen sınıfları da, birinci nedene bağlı
olarak, artık AKP ve özellikle de T.
Erdoğan ile büyük sermayenin çıkarlarının örtüşmediğidir. Çünkü, Erdoğan ve
arkasındaki sermaye, diğer sermaye kesmine (örneğin Koç grubu ve diğerleri,
yani TÜSİAD) zararlar vermeye başladı ve sömürüden daha fazla pay alma ve sermaye
birikimi konusunda önlerine engel olundu ve bu alenen yapılmaya başlandı.
Bu savaşımı salt, Gülen-AKP
olarak göstermek ya da görmek, sorunun görünen yönünü görmek olur. İçinde,
Emperyalist ve TÜSİAD bileşenlerini görmemek büyük bir yanılgı, siyasal
saptırma olur. Gülen ABD emperyalizminden ayrı hareket etmez. Sermayenin genel
karakterinde olduğu gibi, Gülen hareketi de pragmatisdir. Gülen sermaye grubu kimlerin
elinde büyüdüyse, onların zararına hareket etmez. Gülen hareketinin tarihi
gelişmi de böyledir.
Son onbir yıllık AKP iktidarına
bakıldığında, AKP’nin kendi burjuvazisini büyük ölçüde büyüdüğünü ve bir
çoğunun uluslararası tekeller durumuna getildiği, ülke içindeki kaynakların
büyük bölümünün bunlara aktarıldığı ve özellikle inşaat dalında muazzam bir
sömürü yaşandığı gözlemlenebilir. “Kentsel Dönüşüm” vb. adı altında rant
vurgunları ayyuka çıkmış durumdadır. Ve bunların büyük bir çoğunluğu AKP’nin
temsil ettiği sermaye kesiminin elindedir. TOKİ’nin yaptıkları ve burada dönen
sermaye AKP’yi ayakta tutan önemli bir alandır. Burjuvazi, burada dönen sermaye
için birbirinin kellesini rahatlıkla götürebilir.
Erdoğan’ın “kabadayılığı”, herkese “meydan okuması” (yeri geldiğinde
ağlayabilir de), arkasındaki sermayenin gücüyle direkt ilgilidir. Ancak, son
bağırmaları türbünlere yöneliktir ve ipinin çekildiğini kendisi de bilmektedir.
Sünğüsü Haziran Ayaklanması ile düştü, kendini iktidara bağlayan bağlar
zayıflatıldı ve kopmaya hazır ipi ise temsil ettiği sınıf çekti. Çünkü bu tarihi
işçi ve emekçi ayaklanması, sermayenin kendi arasında var olan çelişmeleri
açığa çıkardı, çelişkilerin kızışmasını sağladı, egemenlik alanlarını daralttı
ve bir arada sessizce durmalarının koşullarını da ayaklarının altından çekip
aldı ve peşinden gerisi geldi. Ve bu duruma dış gelişmeler de eşlik etti. Ve
sonuç, kendini “YOLSUZLUK” olarak dışa vurdu.
Sermaye, kitlelerin çıkarına
göre değil, kendi çıkarına göre hareket eder ve verili siyaseti kendi çıkarlarıyla örtüştürür ya da örtüştürmeye çalışır. Büyümesinin önündeki engelleri,
ucunda ölümde olsa, ortadan kaldırmaya çalışır ve savaşır. Bir zamanlar
kendilerine hizmet etmiş en iyi “adamını” da (örneğin Menderes’de olduğu gibi)
asmasını bilir. Ya da saf dışı eder.
Soruna, sınıflar arası mücadele
açısından bakmak gerekiyor. İşçi sınıfıyla burjuvazi arasındaki savaşım,
elbette uzlaşmaz olarak devam eder. Ancak burjuvazinin kendi arasındaki savaşım
uzlaşır. Birbirlerini yeselerde, birbirlerini saf dışı etselerde (sermayenin karakteri
gereği bundan kaçamazlar), burjuvazi her zaman işçi ve emekçiler karşısında
birleşir. Bu nedenle, son gelişmelere, sermayenin kendi arasındaki savaşımı
olarak görmek gerekir. İşçi sınıfı ve emekçiler bu klikler arasındaki savaşımda
birinden birini desteklemek değil, yolsuzluğun üzerinin küllenmemesi için çaba
harcarken, bütün kesimlerin yargılanmasını da istemelidir. Ve her yönüyle
dökülen, çürümüş bu kapitalist sistemin yıkılmasını kendine hedef edinmelidir.
Sadece AKP iktidarı süresince, Türk devletinin sıradan bir muz cumhuriyeti
hukukuna sahip olduğu, siyasal gelişmelerden uzak insanlar tarafından bile çok
net görülmüştür. Kitleler bunu, her gün yaşayarak görüyor.
Türk devleti, “adalet”sizliğiyle,
hukuksuzluğuyla, yolsuzluk ve sömürüsüyle, baskı ve vahşetiyle, kendi
yasalarını dahi hiçe saymasıyla, kısacası her yönüyle çürümüş bir sistemdir.
Kürtlere, alevilere ve diğer azınlık ulus mensuplarına yapılan katliamlar,
baskılar ise günlük yaşanan olağan gelişmeler haline gelmiştir. Burjuvazi, “yolsuzlukların
üzerine gidiyor” görüntüsü vererek çürümüş ve kokuşmuş kapitalist sistemi,
kitleler nezdinde olumlamaya çalışıyor. Bu sistemden kurtulmanın tek
çaresi var; yıkılması ve sosyalizmin kurulmasıdır. Adaletsizliklerin,
yolsuzlukların, ulusal, cinsel, dinsel vb. eşitsizliklerin, sömürü ve baskıların
kalkacağı; ezenin ve ezilenin, sömüren ve sömürülenin olmayacağı sistem o
zaman gerçekleşebilecektir. ***18.12.2013
[1] AKP-Gülen kirli ittifakı
üzerine çok yazılar yazıldı ve tarihsel gelişmeleri en küçük ayrıntısına kadar
basında yer aldı. Ben burayı tekrarlamayacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder