OLASI
BİR YAĞMA SAVAŞI ve “ÜÇ VAKTE KADAR”
Yusuf
KÖSE
Gelinen aşamada, AKP hükümeti, siyasi geleceğini, ABD
önderliğinde olası bir Suriye’ye karşı emperyalist yağma savaşına bağladığı
bilinen bir gerçektir. Bu o kadar açık bir hale geldi ki, bütün siyasal
yatırımlarını bu yağma savaşı üzerine kurmuş durumdalar. Başka da çıkar yolları ve kendilerini ayakta tutma çareleri kalmadı gibi. Bunlar için yolun
sonu; “üç vakte kadar” gözükmüştü. Bu vakitlerden ilki ve en önemlisi
devrimci-demokrat kamuoyuna boyun eğdirememesi. Bu, kitlelerin politik
özgürlüklerini çiğnetmeyeceklerine karar verdikleri Haziran Ayaklanması ile burjuvazinin
elinden çekilip alındı. İkincisi,
Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarıydı. Mısır halkının ayaklanması ile bu
sürece de son verildi. Esas olarak Geriye kaldı bir vakit. Bu da, Suriye’ye
saldırarak ülkede, işçi ve emekçiler karşısında yeniden üstünlüğü ele geçirme
hayalleri. Bu, onların son çırpınışlarıdır dersek, pek de yanılmış olmayız. Buna,
Küçük uçurumdan kurtulmak için daha büyük uçurumdan atlama siyasetiyle
yeniden başa dönme taktiği denebilir. Küçük uçurumları atlayamayanların büyük
uçurumları atladığı ise toplumsal mücadeleler tarihinde görülmüş bir şey
değildir.
2020 Olimpiyatlarına dahi bu denli sarılmaları ve büyük
önem vermeleri ise, yabancı sermayenin yanında ülkede rant sermayesini daha da
artırma uğraşlarıydı. Bu da hüsranla sona erdi. Eğer alabilselerdi, bu olay
özgülünde, siyasi bir kazanım da elde etmeyi umuyorlardı.
Batı’nın Avrupa ile Asya arasında bir İsrail’i olmaya
çalışan AKP siyasetçileri, ne yazık ki, emperyalistler arasındaki dengeleri ve
egemenlik savaşlarını iyi okuyabilmiş değillerdir. Uşak burjuvaziye, görevi
olarak; büyük güçler arasındaki çatışmada, her zaman, piyonluk rolü düşmüştür.
ABD’nin gönüllü piyonu’da AKP olmuştur. Ama, İsrail olmayı kabullendiremediği
için kızgınlığını gizleyememektedir.
Türk devletinin ekonomisinin trendi ise giderek dibe
doğru hızlı bir eğilim içine girmiş durumdadır. Emperyalist sermayenin, AKP ve
arkasındaki sermaye güçlerini kurtarabilecek bir durumda olmadığı görülüyor.
Bütün ekonomik göstergeler, birikmiş iç ve dış borç stokları, cari açıklar bunu
gösteriyor ve en ‘sol’undan en sağına kadar ekonomistlerin birleştiği
noktalardan birisi de bu. Yani, AKP ve avenası, ekonomide de “üç vakti”
doldurmuş durumdadır.
Eylül ile birlikte kitlelerin siyasal talepleri daha da artmaya
başladı. Beklenildiği gibi, öncelikle öğrenciler cephesinde bir hareketlenme
başladı. Kitleler sokakları yeniden hareketlendireceğe benziyor ve bazılarının
düşlediği gibi “bir atımlık” değil, uzun vadeli olacağının da sinyallerini
veriyor. Bunun siyasal ve ekonomik koşulları oluşmuş durumdadır. Kitleler
açısından, Haziran’daki çatışma, kendini tanıma, gücünün bilincine varmaydı.
Şimdi ise, kazanımlar ve başladığını bitirme sürecine girilmiştir. AKP’yi
bitirenler de ne Mısır ne de Suriye’dir. Bunlar sadece yan etkenlerdir. Esas
olarak, ülkedeki kitlelerin politik istemler için ayağa kalkması ve bunda
ısrarlı olmasıdır.
Bu, devrimci ve komünüstler için iyi bir gelişmedir.
Kitlelerin sokakları zaptetmesi, mücadelenin daha da boyutlanacağının
habercisidir. Haziran tecrübesinin desteği ve moraliyle, daha güçlü sokak
mücadeleleri kapıyı çalabilir ve çalmalıdır da.
Bunların yanısıra, eğer Suriye’ye saldırı gündeme
gelirse, köşeye sıkılmış olan AKP arkasındaki sermaye güçleri, “savaş”
bahanesiyle daha güçlü bir şekilde kitlelere saldıracaklardır. Bundan hiç
kimsenin kuşkusu olmasın. Bütün ilerici ve devrimci kitle muhalefetini ağır bir
şekilde ezmeyi ve dağıtmayı deneyecektir ve kontrolü altındaki medya aracılığıyla
“savaş tamtamları” propagandasını yoğun şekilde yaparak, geri kitleleri
“vatan-millet-bayrak-ümmet davası” ile savaş kışkırtıcısı çemberinin içine
çekmeye çalışacaktır. Bu çirkefliğe daha şimdiden başlamıştır.
Buna karşı devrimci mücadelenin daha şimdiden
örgütlenmesi, kitlelerin buna hazırlanması da Türk egemen sınıfların saldırı
siyasetini boşa çıkarmak için bir o kadar önemlidir.
Buna bağlı olarak, anti-emperyalist savaş cephesi oluşturmak
komünist ve devrimcilerin birinci görevi olsa gerek. Bir taraftan emperyalist
yağma savaşların iç savaşa çevrilmesi prensibiyle örgütlenmek ve hazırlanmak
sorunu ciddiyetini korurken, diğer yandan ise daha geniş bir anti-emperyalist
savaş çephesinin oluşturulması da kendini dayatmaktadır. Haziran Ayaklanması
bunun ayağını kısmen oluşturmasına karşın, İP vb. karşı-devrimci provakatör
güçlerin “savaş karşıtı gözükmeleri” ve anti-emperyalist savaş cephesinin
içinde yer alamaya çalışmaları, demokratik güçleri zor durumda bırakmaktadır.
Bu tür güçlerin böyle bir cephe içine alınmaması, teşhir edilmesi önemlidir.
TKP[1]
gibi zaaflı ilerici güçlerin ise, İP ve ulusalcı güçlere “kardeş” siyasetiyle
yanaşmaları, başka bir zaaflı yanı oluşturmaktadır. Ancak, tutarlı
anti-emperyalist güçlerin birlikte hareket etmesine öncelik verilmesi ve diğer ilerici
güçlerin ise buna bağlı olarak ele alınması siyaseti, daha doğru bir yaklaşım
olacaktır.
Devrimci ve komünist örgütler, kitleler içinde
etkinliklerini anti-emperyalist savaş cephesiyle de aratırabileceklerdir ve bu,
en önemli mücadele araçlardan birisi haline gelebilir ve savaşa karşı çıkan
kitleleri örgütlemenin ve mücadele içine çekmenin iyi bir aracı haline
dönüşebilir. Devrimci-demokrat ve komünistlerin eylem birliklerinin önünde,
elbette, bir çok, örgütsel, siyasal ve ideolojik engeller mevcuttur. Ancak,
dostlar arasındaki var olan zorları başarmak, daha büyük karşı zorların
üstesinden gelmenin ön hazırlığıdır. Sınıf mücadeleleri tarihi, ilkeler de
katı, taktiklerde ise alabildiğine esnek olmayı öğretmiştir.
Kürt ulusal hareketi’de böylesi bir anti-emperyalist
savaş cephesi içinde yer alabilecek ya da en azından yakın bir ittifak içinde
olabilecektir. Türk devletinin de içinde olduğu böyle bir savaşta, en büyük zararı,
başta Rojava olmak üzere Kürtler görecektir. Türk devleti, güney sınırlarının
bir Kürdistan ile çevrilmesine kolayca göz yummayacaktır. “Savaşı” fırsat
bilerek, Kürtlere yönelik saldırısını yoğunlaştıracaktır. Kürt ulusal hareketi
de bunu görmüş olmalı ki, son aylarda söylemlerini radikalleştirmeye
başladılar.
Kısacası, AKP içeride kaybetti, dışarıda kazanarak
içeride yeniden üstünlüğü ele geçirmeye çalışıyor. Ancak, elinde tek bu “Suriye
kozu” kaldı. Bunun ömürü de uzun sürmeyecektir. Böylece “vakit”lerini doldurmuş
olarak, yeni bir toplumsal siyaset evresine girecektir.
Toplumlar, bağrında taşıdığı karşıt temel sınıfları
arasında ki savaşım da, bu evrilmelerin birikimi ve devrimci zorun devreye
girmesiyle kendini nitlel bir sıçramaya/dönüşüme bırakmak zorunda kalıyor. 08.09.2013
***
[1]
TKP’nin bu “zaafı”, tarihi boyunca
sopası sırtından eksik olmayan “kemalizm hayranlığı”ndan ve egemen ulus
ulusalcığı zaafından kaynaklanmaktadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder