9 Eylül 2013 Anakara Tuzluçayır
Devrim Bir Maceradır[1]
Yusuf KÖSE
Devrim bir
maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen
bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada
kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.
Geceyi
gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği
yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır
devrimcilik.
Korkmadan bu
maceraya gireceksin. En güzel yaşam, en zorlu uğraş bu macerada vardır.
Kalleşliğin nereden geleceğini, dostluğun ne olduğunu bilirsin. Niçin neden
savaştığını, seni sömüreni, ezeni bilerek ve dünyayı tanıyarak yaşarsın. Ufkun
ala bildiğine açıktır, gitmenin ve bilgi deryasında süzülmenin sınırsızlığını
yaşayarak görürsün.
Militan bir ruha sahip olunmadan devrimcilik yapılamaz. Militan ruh ise
kitlelerin devrimci çoşkusundan, Marksizmin bilimselliğinde alır enerjisini.
Devrimcilik sosyalizme inanmaktır. Sosyalizm ve komünizme inanmayanlar devrimci
olamaz. Devrime katılmak ayrı ama, devrimcilik ise devrime katmaktır geniş
yığınları.
Devrimcilik gözü kara militanlığı şart koşar. Özellikle gençleri içine
çeker ve gençler devrim ateşini harlayarak yürür yollarında. Ve bu çoşku işçi
ve emekçilerin çoşkularıyla birleşince, önünde hiç bir güç duramaz. Onlar için
artık 24 saat devrim için vardır ve onun dışında başka bir zaman yoktur.
Kitlelerde böyle bir maceraya atılmadan eskiyi yıkıp yeniyi, kendilerini
özgürleştircek sistemi kuramayacaklardır.
Devrimcilik, tarihi kökleri derinlerde olan büyük bir tarihsel maceradır.
Kopuştur eskiden, eskilerden. Kopuştur hayatı durduran çürümüşlüklerden,
kokuşmuşluklardan ve hantallıklardan. Büyük bir macerayı göze alamayanlar
devrimci olamazlar, olsa da onlar sözde devrimcilerdir. 1960-1970’lerin genç
kuşakları düşünüldüğünde ve onların maceraları göz önüne alındığında,
arkalarına bakmadan yürüdükleri görülecektir. Onlar, geride kalmasın diye
gölgelerini yanlarında taşıyan bir kuşağın temsilcileriydiler.
Ya da 15-16 Haziran 1970 Türkiye işçi sınıfının direnişi düşünüldüğünde,
işçiler kendilerini o maceraya attıklarında tankları bile çiğneyip geçmişlerdi.
Aynı Tahrir Meydanı’nda olduğu gibi. (Ya da Haziran’da “her yer Taksim”
de olduğu gibi)[2]
Ezilen yığınların maceracılığı yıkıcı ve yakıcıdır. Bir kere başladığında
sonun nereye varacağı pek kestirilemez. Önünde ise düşmanın kıyıcı dev orduları
bile duramaz, ayak altında ezilirler. O bir sel gibi, tusunami gibidir. Kenarda
duranları da içine alarak ve her adımda büyüyerek ilerler. En büyük en güzel
insanlık macerasıda budur. Özgürleşmek için devrim saflarında maceraya
atılmaktır doğru olan.
Yenilgi günlerin devrimciliği zor olmasına karşın, en iyi devrimcilik ve
devrimci kalmak böylesi günler için vardır. Bu kara günleri ezip geçenlerin
maceraları ise, geleceğin çimento taşları, çoşkulu devrim günlerinin
hazırlayıcıları olurlar ve olmuşlardır.
En büyük devrimciler ayağa kalkmış ezilen kitlelerdir. İşçi ve emekçilerdir.
Onların devrimciliği zorbalardan zorla alınan ateşle harlanmış gibidir. Bin
yılların ezilmişliklerini, kölelik zincirlerini kırarak fırlatıp atarlar. Çünkü
onlardır her şeyi yaratan ve onlardır yine en güzel tarihleri yazacak olanlar.
Buna inanmak ve onlarla birlikte olmak, onların karanlık yanlarını aydınlatmak
bu maceranın en özgün yanlarıdır.
Kitlelerin zaman zaman büyük bir sessizliğin içine çekilmesinden korkmamak
ve ürkmemektir devrimcilik. Böylesi durgun zamanlar, kitlelerin kendilerini tanıma
ve yeni atılımlar için enerji toplama anlarıdır. Böylesi dönemlerde devrime ve
devrimciliğe sövüp sayanların haddi hesabı yoktur. Bilirsin bunların ne diye it
gibi bağırdıklarını ve de uluduklarını. Onların devrime karşı salya akıtmaları,
uşaklıkta bir yer edinme telaşıdır. Onlara baktığında insanın insan olmaktan
çıktığının resmini görürsün.
Bazan ölüm seni ve bazan sen ölümü kovalarsın, ama ölüm hep senin önün sıra
yürümesine karşın, sen onu görmeden düşünmeden yaşarsın. Sen ölümden değil,
ölüm tüccarları senden korkar.
Her özel mülk bir başka ezilenden çalınan hayattır. Mülk edinme ve özel
mülkiyet sahibi olmanın ağırlığı yoktur üzerinde. Bu nedenle yaşamı yaşayarak
yaşarsın. Devrimcilerin yüreklerinin bir bahar yeri gibi olması bundandır.
Yaşamın en güzel yanı da budur. Çünkü mülk ya da özel mülkiyet edinme hırsı
ağır bir zincir gibi dolanır insanın bacaklarına. Kısıtlar insan gibi yaşamı
yaşamayı. Özürlüğün prangasıdır onlar. Elinin tersi ile iterek bu tür
anlayışları silmek için uğraş, onu yer yüzünden silerek tarihin çöplüğüne
atmaktır devrimcilik.
Kitlelerden kopmamak, onlarla içiçe bir yaşam sürdürmektir devrimcilik. Bir
deryadır kitleler, ne varsa onlarda vardır. Gelecek onların elleriyle
biçimlenecektir, zorbalık onların sıkılı yumruklarıyla yıkılacaktır. Onlara
güveneceksin ve onlarsız bir yaşam hayal etmeyeceksin. Hayal ettiklerin onların
avuçlarının içindedir çünkü.
Beklemesini bilmektir devrimcilik. Kitleler kış uykusuna yattıklarında
sabırsızlanmayacaksın, telaşlanmayacaksın, umutsuzluklara kapılmayacaksın. O
anı sabırla, iğneyle kuyu kazar gibi beklemektir en büyük devrimcilik. O anın
her an gelebileceğini düşünerek yaşamak ve hazırlıkları ona göre yapmaktır
devrimcilik. Yer çekimine karşı korcasına yaşlanmadan yaşayacaksın, o anın gelmesini
bekleyerek.
Tarih boyu devrimler insanlığın en büyük maceraları olmuştur.Tarihe not
düşenler ve yön verenler yalnız ve yalnızca bu maceralar olmuştur.
Devrimcilikte mayasını bu büyük insanlık maceralarından almıştır. Bu maya insan
var olduğu sürece mayalanmaya devam edecektir.
Ve her nesil bir sonraki nesilden daha militanca mücadele içinde bulacaktır
kendisini. Çünkü baldırı çıplak dev kış uykusundan uyanmaya çoktan başladı.
Zorbaların telaşı ve zorbalıklarını artırmaları bundandır.
Kokuşmuş düzenin uyuşukluğundan ve yaşamı ağırlaştıran köhneliğinden
kurtulmak istiyorsan, bu macera seni bekliyor. 16 Mayıs 2011
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder