BU
OYUNU ZOR BOZAR
Yusuf KÖSE
Tarihte, zorun rolü üzerine çok
şeyler söylenmiştir. Özellikle sınıfsal zorun ortaya çıkışı, varlığı ve
uygulanması konusunda, burjuvazinin ideologlarıyla Marksistler arasında ciddi
bir ayrım konusu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Burjuvazi, kendi sınıfsal zorunu
meşru görürken, ezilenlerin, özellikle de işçi sınıfının burjuvaziye karşı
uyguladığı devrimci zorun adını bile duymak istemediği gibi, bunu “toplumsal
etik dışı” olarak, son yılların burjuva moda deyimiyle, “terörist” eylemler olarak kriminalize etmeye
çalışır.
Tarihte zorun ortaya çıkması,
sınıfların ortaya çıkmasına koşuttur, ondan önce değil. Zor, toplumların
sınıflara bölünmesini yaratmadı, sınıflara bölünmüş toplum, zoru, bir sınıfın
bir başka sınıfı/sınıfları baskı altında tutmanın vazgeçilmez aracı haline
getirdi.
Ezen ve ezilen sınıflar arasındaki
mücadele de zorun belirleyici rolü tartışılmayacak kadar açıktır. Tarihte ki,
tüm ezen sınıflar, sistemlerini, yani iktidarlarını, ezilen sınıflar üzerinde
baskı uyulayarak ayakta tutmuşlar ve sürdürmüşlerdir.
Burjuvazi de, feodal
aristokrasinin iktidarını yıkıp kendi iktidarını kurarken, zora baş vurmuştur.
Zora baş vurmadan burjuvazi iktidar sahibi olamazdı. Aynı şekide, bugün de her
yerde ve her zaman kapitalist sistemi sürdürmek için zora, yani şidete baş
vurmaktadır. Söz konusu bu şiddetin boyutunu ise, ezen-ezilen sınıflar arasındaki
çelişmenin keskinlik düzeyi düzeyi belirlemektedir.
Kapitalist sistemde, işçi ve
emekçilerin örgütlü mücadelesi geliştikçe, burjuvazinin onlar üzerindeki zoru,
yani baskı ve şiddeti de artmaktadır.
En “demokrat” burjuva
cumhuriyetlerinden en zorba faşist devletlere kadar, bütün burjuva devletleri
ezilen sınıflar üzerinde zor uygular ve ezilen sınıflara rağmen zorla ayakta
durur. Zor olmadan, söylem yerindeyse, bir saniye bile ayakta duramazlar.
Gezi (Haziran Ayaklanması) ve
Mısır’daki gelişmeler ve peşinden katliamların yaşanması, sınıflar arasındaki
mücadelenin kaçınılmaz momentlerinin ortaya çıkışlarıdır. Sınıfların varlığı
kaçınılmaz olarak şiddet doğurur. Çünkü, bir başka sınıfı ezen sınıf, o sınıfı
kendi sınıf şiddetiyle ezer, baskı altında tutar.
Haziran Ayaklanması’nda, Türk
egemen sınıfları, kendi iktidarlarını korumak için, ayaklanan kitleler üzerinde
en ağır şiddetini uygulamıştır. Yani, “demokrat” görünümünü “zor”unu artırarak
sürdürmüştür. Ama, “demokrasi”, “özgürlük”, “insan hakları” vb. gibi artık
bayatlamış, ezilenler açısından, bu sözcüklerin hiç bir hükmünün olmadığı
biline biline burjuvazinin ağızından tekrar tekrar yinelenmiştir.
Burjuvazi, kendi sömürü
sistemini korumak adına, sokaklara çıkarak özgürlüğünü isteyen, baskılara isyan
eden kitleler üzerinde açıktan bir şiddet uygulamıştır. Bunun karşısında ise,
haklı taleplerle sokaklara dökülen kitlelerden ise “aman oyuna gelip polise el
kaldırmayın” şeklinde istemlerden bulunulmuştur.
Oysa, sınıflı bir toplumda,
sınıflar arasındaki mücadelede, zorun belirleyici bir rolü vardır. Burjuvazi zor
uygulayarak iktidarda kaldığı gibi, zor uyguladığı sınıf tarafından karşı bir
zor görmedikçe karşı-devrimci zor ortadan kalkmayacaktır. Bir başka söylemle,
işçi sınıfı ve emekçilerin burjuvazinin karşı devrimci şiddetine karşı devrimci
şiddetle karşılık vermediği sürece, insanlığı karanlığa mahkum eden ne
kapitalist sistem yıkılabilecektir, ne de bunun yerine insanlığı aydınlığa
götürecek olan sosyalist sistem, yani komünizm kurulabilecektir.
Kapitalist sisteme karşı
ayaklanan ilerici ve devrimci kitle hareketlerinin (din eksenli kitle
hareketleri, kapitalizmi dıştalar gibi gözükse de, kapitalizmin bir başka yüzü,
bir başka idame biçimi olduğu açıktır) burjuvaziye kaşı şiddet uygulanmasını
savunmak ve kitleleri bu doğrultuda eğitmek, yönlendirmek ve bilgilendirmek
devrimci olmanın bir gereğidir. Çünkü, kitleler devrimci şiddeti kuşanmadan,
kendine zor uygulayan, sömüren burjuvaziyi ve onun sistemini yıkamaz.
Bu bağlamda, Gezi ayaklanması
sırasında, reformist ve sol liberallerle beraber, CHP, İP gibi parti ve AKP’ye
karşı egemen sınıf kesimleri, ayaklanan kitlelerin şiddet kullanmaması için
sürekli propaganda yaptılar ve “marjinal” dedikleri devrimci örgüt ve grupların
“provaksiyonuna gelmemeleri”ni telkin ettiler. Bu tür anti-devrimci
propagandaların kitleler üzerinde olumsuz etkisinin yanı sıra, AKP hükümetini
bir derece rahatlattı ve kitlelerin daha aktifleşmesinin önüne geçen
etkenlerden biri oldu.
Mısır’da Askeri Cunta, dinci
İhvan’ı savunan kitlelere karşı katliam yapmıştır. Aynı egemen sınıflar, Mubarek’e
karşı ayaklanan kitlelere karşı da katliam yapmıştı. İktidara hakim olan
burjuvazi, kendine karşı ayaklanan kitlelere uyguladığı bir yöntemdir bu. Mısır
devletine sahip olan geleneksel egemen sınıflar, milyonlarca kitlenin Mursi’ye
karşı öfkesini de kullanarak katliam yapmaktan çekinmedi. Bu, sınıflar arası
mücadele de burjuvazinin vazgeçilmez bir sınıf refleksidir. Bu tür şiddet
karşısında kitlelerin devrimci şiddeti daha güçlü bir şekilde ortaya
çıkmadıkça, kitlelere karşı en modern silahlarla silahlanmış silahlı
burjuvaziyi yıkmak olası değildir.
Burjuvazinin zor oyununu bozacak
olan, bilinçli işçi sınıfı örgütünün etrafında örgütlenmiş olan geniş
yığınların devrimci zoru kuşanmış olması olacaktır. Günümüz koşullarında,
ezilen yığınların başka bir seçeneği de yoktur. Her yeni toplumun ebesi olan
zoru ezilenler icat etmedi. Ezenler, ezilenlere karşı icat etti ve devam ettiriyorlar. Bugün işçi
ve emekçiler kurtuluşları için, egemenlerin iktidar için icat ettikleri bu zoru
kullanmak durumundadırlar. Sadece Hindistan gibi bir ülkede 350 milyon, dünyada
ise 2 milyara yaklaşan kişinin günde bir doların altında yaşamaya mahkum
edilmesi, devrimci zorun ne kadar acil olduğunu göstermektedir.
Örgütlü ezilen yığınların
devrimci zorunun karşısında burjuvazinin zoru “kağıttan kaplan” kalır. 19.08.2013
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder