Bu, sermayenin intiharının fotoğrafıdır!
Sermaye, çocuğu kurtarmayı değil, önce ondan ne kadar para kazanacağını düşünür.
Böyle yaptığı içinde bu fotoğrafı çeken fotoğrafçı gibi kendi intiharını hazırlar.
SERMAYE
HUZURU NEREDE BULUYOR?
Yusuf KÖSE
Bilinen bir gerçek var: Burjuvazi,
deyim yerindeyse, varlığını huzursuzluğa borçludur. Bu huzursuzluk, kitlelerin
sermayeye karşı olan huzursuzluğundan farkılı olanıdır. Ezilen kitlelerin
kendilerini huzursuz edenleri huzursuz etme yerine, kendi kendilerini huzursuz
etmeleridir.
Emek-sermaye arasındaki çelişki
temel bir huzursuzluk, daha çok da işçi ve emekçilerin burjvaziye karşı
huzursuz olmasını sağlayan en önemli olgulardan birisidir. Burjuvazi, bunu
bildiği için, emek-sermaye çelişkisini öteleyerek, kitleler içinde daha farklı
çelişkiler –dinsel, mezhepsel, ulusal aidiyet vb.- yaratmaya çalışarak “böl ve
yönet” politikasını uygular. Bunu yaratamadığı zaman, işçi sınıfının ve
emekçilerin sınıf bilinciyle ve bu bilinçten doğan direnişlerle karşı karşıya
kalır. Bu ise, tüm sermaye çevrelerin korkulu rüyasıdır. Onların tek korkusu;
örgütlenmiş, az çok sınıf bilinciyle donanmış yığınların ayağa kalkmasıdır. Ve
bu yığınları örgütleyen sınıf örgütleri ve esas olarak da kitlelerle kaynaşmış
işçi sınıfının sınıf bilinciyle donanmış partileridir.
Burjuvazi, tarihi boyunca hiç
bir zaman sınıf örgütlenmelerini savunmadı. Emperyalizmle birlikte ise en
gerici dönemine girdi. Gericilik adına ne varsa üstlendi ve gericiliği kitlelere
“ilerici öğeler” olarak sundu.
1970’lerden sonra, (sosyalist ülkelerin
tarihsel yenilgisiyle beraber) özellikle de 1980’lerden itibaren kitleleri
huzursuz etmek için yoğun bir çaba harcadı. Kitleleri kendi sınıf gücünden
yoksun bırakarak etkisiz hale getirmenin yolu; sınıf örgütlenmesini, sınıf
mücadelesini geri plana itip, esas olarak burjuvaziye değil, tersine burjuvaziyi
güçlendiren, fakat kitlelerin kendilerine zarar verecek olan dinsel, mezhepsel,
ulusal vb. çatışmaların içine sokulmasıdır.
Bin yılların gerici dinsel
kültürüyle beslenen kitlelerin, dinsel gerici gücün etki alanının içine yeniden yeniden girmesi çok zor
değildir. Özellikle sınıf bilincinden yoksun kitlelerin yoksulluktan,
ezilmişlikten ve de horlanmışlıktan kurtulmanın yolu olarak din vb. gerici
öğeleri kabullenmeleri, sınıfsal kurtuluştan daha önce gelebilmektedir. Kitlelerin
üzerindeki bu ölü toprağın, tarihsel gerici mirasın, tarihsel şekillenmeyle
yakından ilgisi olduğu gibi, tarih boyunca gericiliğin ve günümüz
burjuvazisinin sürekli bu tür gericilikleri kitlelere empoze etmelerinin rolü küçümsenemez. Bu olgu, kitleleri gerçek kurtuluşlarından uzaklaştırıcı ve kendi kendilerine
yabancılaştırıcı bir siyasal-ideolojik unsur olarak varlığını sürdürmüştür.
Marks’ın; “ölülerimizin bize miras olarak bıraktığı bir kabus” olarak
nitelendirdiği şey de budur.
Kitlelerin, dinsel, ulusal vb.
gerici kimliklerin içine sokulması ve bu aidiyetlar üzerinden kurtuluşlarını
aramaları, kendi kendilerini bitirmeleri, kendi gerçek kurtuluşlarına
yabancılaşmalarıdır. Burjuvazinin istediğide budur. Burjuvazinin kabusu,
örgütlenmiş işçi ve emekçilerin burjuvaziye karşı sınıf mücadelesi
vermeleridir. İşçi ve emekçilerin kendilerini bitiren kabus ise, sınıfsal
olmayan kimlikler içinde birbirlerini elimine etmeleri, bir başka söylemle
birbirlerini boğazlamalarıdır. Bu ise, kitlelerin, kendi özgürlüklerini kendi
elleriyle boğmalarının adıdır.
Emperyalist burjuvazi,
1970’lerden itibaren Müslüman halkları “yeşil kuşak” dediği gerici projenin
içine soktu. Yani, müslüman halklarını birbirine kırdırarak, kendi sömürü ve
egemenliğini pekiştirmek. Bunu ise, o ülkelerdeki gerici yönetimler
vasıytasıyla yaptı ve yapmaya devam ediyor. Türkiye’de AKP’de bu politikanın
ürünü olarak doğdu, beslendi ve geliştirildi. AKP, Ortadoğu’da, kadim ABD uşağı
İsrail bir kenera bırakılırsa, müslüman ülkelerde Mübarek’ten sonra ABD’nin en sadık
uşaklarından ve beslemelerinden biri haline getirildi.
Emperyalist sermaye ekonomik krize girdiğinde beraberinde siyasal bunalımın içinede giremiyebiliyor.. Bu ikisinin birlikte olması,
kitlelerin devrimcileşmesini de beraberinde getirecektir. Ne var ki, burjuvazi,
siyasal bunalımını kitleleri bir birine karşı kırdırarak aşıyor. Bunu
Ortadoğu’da en iyi şekilde yapıyor. Kitleleri birbirine kırdrmanın pilot
politik alanı burasıdır demek, pek de yanlış olmayacaktır. Emperyalist
sermayenin krizi aşmanın yollarından bir olarak Ortadoğu kullanılıyor. Bugün
yine Ortadoğu emperyalistler arası çatışmanın odak noktası olarak varlığını
sürdürüyor.
Bugün dünyada birbirini
boğazlayan halklar müslüman ülkelerde daha çok oluyor. Gericilik buralarda diz
boyu. Kendine “allahın askeri” diyen bir kişi, rahatlıkla düşman belletilen
kişinin kalbini ya da ciğerini çıkarıp yiyebiliyor. Bu tür unsurlar, bu denli insani
kimliğine yabancılaştırılmış ve insani kimlikten uzaklaştırılmıştır. Hayvanlar,
karınlarını doyurmak için avını öldürür. Bunlar ise, “allah” belledikleri
emperyalist burjuvazinin ya da uşaklarının hizmetinde onların isteklerini yerine getirmek için “cihat”
yapıyorlar. Gericiliğin sınır tanımadığı nokta da burasıdır. Adı ne olursa
olsun, gericilik, emperyalizmden bağımsız ele alınamaz. Onun, ya dolaylı ya da
direkt hizmetindedir. Bugün Suriye’de “cihat” yapanlar, emperyalist
burjuvazinin ve uşaklarının direkt hizmetinde paramiliter güçlerdir. Onlar,
Suriye’de ezilen yığınların kurtuluşu için Esad gericiliğine karşı
savaşmıyorlar, tersine, emperyalist burjuvazinin çıkarlarını egemen kılmak için kitleler üzerinde
vahşet üretiyorlar.
Reyhanlı’da olan da bu vahşetin
küçük bir parçasıdır. Bu vahşet, Reyhanlı için büyük, ancak dünyada olanlar
için ise küçük bir parça. Pakistan, Afganistan, Irak, Suriye, Türkiye ve daha
bir çok müslüman ülkelerde ya da Afrika’nın geri ülkelerinde, Latin Amerika’nın
paramiliter güçlerle korunan modern Latifundialarında yaşananlar, Çin,
Hindistan ve Bangaldeş ve daha bir çok Güney Asya ülkelerindeki köle işçilerin
ve köle işçi çocukların varlığı, emperyalist ve yerli (!) sermayenin
çıkarlarından, onların politikalarından ayrı ele alınamaz. İşte, genel anlamda
sermayenin huzuru budur. Kitleler için huzursuzluk olan; can güvenliği, yoksulluk,
her türlü alçaltılma ve aşağılanma, burjuvazi için ise gerçek bir huzurdur.
Burjuvazi sermayesini böylesi koşullarda büyütüyor ve krizini bu tür yollarla
atlatmaya, egemenliklerini bu yollarla kitlelere kabul ettirirmeye çalışıyorlar.
Irak savaşının arifesinde o
zamanın ABD dışişleri bakanı Powell’in, “maliyetimiz en fazla 9 bin ABD askeri
olacak” demesiyle, C. Çandar vb. gibi kirli mendillerin Reyhanlı’ı vb. burjuvazinin
kitle katliamlarını “maliyet” olarak hesaplamaları, sermayenin kitlelere bakış
açısının dışa vurumudur. Aslında, bunların “maliyet” dedikleri de ölen insanlar
değildir. O olay sırasında sermayenin giderleridir. Çünkü sermaye için her şey
metadır. Bu nedenle, burjuvazi de insani bir his aramak, daha baştan her şeyi
kaybetmek demektir.
Şu anda Avrupa’daki halkların
huzuru pek kaçıtrılmıyor. Ancak, buralarda da sınıf mücadelesi geliştiğinde ya
da emperyalist sermayenin ekonomik-siyasal krizi derinleştiğinde, diğer
ülkelerde izlenen politikalar buralarda da izlenecektir. Tarih bunun
tanıklığını yapmıştır.
Kürdistan’da savaş sürerken,
Türk sermaye kesimi büyümüş ve oldukça palazlanmıştır. Yine ABD Afganistan,
Irak vb. ülkeleri işgal ederken, ABD burjuvazisi sermayesine sermaye katar.
Egemenlik ve sömürü alanlarını genişletir. Yani, söz yerindeyse, savaş
burjuvaziye antibiyotik ilacı gibi gelir. Bu nedenle de, bunların huzur bulduğu
ortam; kitlelerin birbirini boğazlamaları ve kitlelerin üzerine tonlarca bomba
atmalarıdır. Eğer, “savaş çıkacak” sözü dahi, burjuvazinin kumarhanesi
borsalardaki endekslerin yükselmesini sağlıyorsa, katilin kanlı gömleğinin nerede
aranması gerektiği de kendiliğinden ortaya çıkar.
Burjuvazi, bugün meydanlarda at
oynatıyorsa, her atrafta savaş çıkartabiliyorsa, bu sınıf mücadelesinin
geriliğinden kaynaklanıyor. Sosyalizmin kitleler üzerindeki etkisinin
olmamasından kaynaklanıyor. Kitlelerin yoksulluğu, devrimci direnişe her zaman
yol açmıyor. Kuzey Afrika (Tunus, Mısır vb.) ülkelerinde olduğu gibi,
kitlelerin hoşnutsuzluğu ya da direnişleri, sınıf örgütlerinin önderliğinden
yoksun olunca rahatlıkla başka kanallara aktarılabiliyor. Bu aynı zamanda
sosyalizmin kitleler üzerinde etkisinin olmamasından ya da da ha geri düzeyde
oluşundan ileri geliyor.
Bütün bunlara karşın, sosyalizm
olgusu, sınıf mücadelesi olgusu ve emek-sermaye çelişkisi bir gerçektir.
Emek-sermaye çelişkisi her an sınıf çatışmasını üreten sosyal bir gerçekliktir.
Bunun siyasal alana yansıması, bunun kitlelere yansıması, yansıtılması
gerekiyor. Sermaye, kitleleri bir birine kıradırarak huzur bulurken, başta işçi
sınıfı olmak üzere tüm ezilenlerde örgütlü sınıf mücadelesi çerçevesinde
hareket ettiklerinde, sermayenin huzuru kaçarken, kendi huzurlarını
kazanacaklardır. Yani, kendi iktidarları sosyalizmi kazanacaklardır.
Burjuvazinin kitleler
karşısında en büyük silahı, yalandır ve
yalanlar etrafında örgütleyerek onları kendi sınıfsal çıkarları
doğrultusunda çatıştırmak ve ehlileştirmektir. Devrimcilerin ise en büyük
silahı gerçeklerdir. Kitlelerin kendi gerçeklerini kitlelere taşımak ve onları
sınıf mücadelesi doğrultusunda örgütleyerek mücadeleye sevk etmektir.
Sınıfın öncülerinin ve ileri
unsurlarının sosyalizme olan inancı geliştikçe, işçi sınıfının ve emekçilerin
sosyalizme inancı yendien kazanılacaktır. Sosyalizme inanmayanlar, yenilgi
döneminde kalarak, onunla yatıp onunla kalacaklardır. Bu da burjuvazinin
kitleleri ideolojik-siyasal olarak manipüle etmesine hizmet edecektir. Çünkü
direnmeden kazanmanın, çatışmaya girmeden ise karşı-devrimin kalelerinin yıkılma
şansı hiç yoktur. 20.05.2013
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder