SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER
Yusuf KÖSE
Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu
yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş
koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan
kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak,
onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime
türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman
gerçekleşebilecektir.
Niyetlerden bağımsız olarak, iki savaşan güç arasında
kurulan “barış masası” bir satranç tahtası gibidir. Özellikle haksız olan
taraf, haklı olan tarafı haksız düşürebilmek için tüm hilelerini ortaya koymaya
çalışıp, onu “barış masası”nda pes ettirmeye çalışarak, kendi üstünlüğünü ve
istemlerini kabul ettirmeye çalışır, “barış masası”ndan galip ayrılmaya ve
hatta karşı tarafı bütünüyle teslim almayı hedefler. Ya da, savaşan gücün bir tarafı, barış masasına, biraz
soluklanarak güç toplayıp yeniden daha güçlü bir şekilde saldırmak için oturur.
Bu savaş, ezen Türk ulusuyla ezilen Kürt ulusu arasındaki bir savaştır. Haksız olan ezen Türk ulusudur. Daha somutlarsak; haksız olan, Kürt ulusunun haklarını zorla gasp eden Türk egemen sınıflarıdır.
Bu savaş, ezen Türk ulusuyla ezilen Kürt ulusu arasındaki bir savaştır. Haksız olan ezen Türk ulusudur. Daha somutlarsak; haksız olan, Kürt ulusunun haklarını zorla gasp eden Türk egemen sınıflarıdır.
Türk egemen sınıfları, yeniden PKK ile “barış masası”na
oturmaya karar verdi. Bu, devletin ne ilk ne de son hamlesi olacaktır. Bu bir
taktik savaşıdır. PKK’nın barış istemesi kadar doğal bir şey yoktur. Çünkü o,
başka bir ulusun halklarını gasp etmek için değil, gasp edilmiş Kürt ulusunun haklarını
geri almak için savaşıyor.
PKK, ulusal haklarının en asgarisini isterken, devlet ise
tüm şiddetini kullanarak, ona hiç bir şey vermeden pes etmesini istiyor.
Kürt ulusu “barış masasına” otururken, Türk devletinden
her hangi bir taviz istemiyor. Türk devleti tarafından zorla gasp edilen en
doğal ulusal haklarını istiyor. Kürt ulusunun, Türk devletinden toprak talebi
olmadığı gibi, Türklerin ulusal haklarını kullanmasın, dilleri yasaklansın da
istemiyor. Türk devleti tarafından zorla alınan haklarını geri istiyor. Kendi
toprakları üzerinde egemenliklerinin kendi ellerinde olsun istiyor. Bütün savaş
da bunun içindir. Bu uzun vadeli bir istemdir.
Türk devleti ise, zorla işgal ettiği Kürtlerin
topraklarını terk etmek istemediği gibi, Kürtlerin ulus olmaktan kaynaklı
ulusal demokratik haklarının kullanılmasına da karşı çıkmış ve gasp etmiştir.
Kürt ulusuna zorbalık uygulamış, katliamlar yapmıştır. Kürt ulusunun istemi
dışında onların her türlü haklarını zorla ellinden almıştır, kendilerini ifade
ettikleri dillerini de elinden alarak,
onları ifadesiz bırakmıştır. Kürt ulusu da kendini savaşla ifade etmek zorunda
kalmıştır. Haksızlıklara karşı en iyi ifade etmenin yolu da budur.
Kürtler, ulus olmaktan kaynaklı kendi toprakları üzerinde
kendi devletlerini kurma hakları vardır. Ancak, PKK şimdilik bu haktan
vazgeçmiş, kısmi özerklik, ana dilde eğitim ve anayasal vatandaşlık hakkı
istiyor. Yani, Kürtler kendi en doğal hakları olan ulusal haklarının bir kısmını
kullanmakatan vazgeçerek, taleplerini oldukça daraltmışlardır. Kürtlerin
kullanmadıkları ulusal haklarını ise Türk burjuva devleti tepe tepe kullanmaya şimdilik
devam etsin demektir.
Türk egemen sınıfları, PKK savaşa ilk başladığı yıllarda,
onu, daha önceki Kürt ulusal hareketleri gibi kısa zamanda bastıracağını ve kısa zamanda dirilemeyecek şekilde ezeceğini hesaplamıştı. Bu,
1990’ların ortalarına kadar böyle devam etti ve sonra ise, bunun olmayacağını
gördü ve askeri bastırmanın yanında değişik yollarla tasfiyeye yöneldi. “Barış
görüşmeleri”ne orturmasının arka planında esas olarak bunun olduğunu söylemek
yanıltıcı olmayacaktır.
Türk egemen
burjuvazisi, Kürdistan’ı terk etmek istemiyor. Orayı bırakmaları, bir toprak
kaybından öte bir pazar kaybı ve beraberinde ise büyük bir sermaye birikimi
kaybı olarak görüyor. Aynı zamanda, Kuzey Kürdistan’ın kaybı, Türk egemen
sınıflarına çok yönlü bir güç (jeopolitik ve bölgesel güç olma hedefleri)
kaybını beraberinde getirecektir.
Sorunun bir yanı ise, dört egemen ülke tarafından
Kürtlerin dört parçaya bölünmesi. Bu, Kürtlere dillerini vererek, sorunu
“çözdük” demeye yetmiyor. Bunun arkasında ise parçalanmış ulusal parçaların
biraraya gelme “tehlikesi” var. Bu olasılık her geçen gün daha da güçleniyor.
Proletarya hareketlerinin ve proletarya devrimlerinin gelişmediği yerde bu
doğal bir gelişmedir.
Türk devletinin TC’nin kuruluşundan beri Kürtleri asimile
etmek için her yola baş vurmalarının bir yanı da, Kürtlerin bir araya gelmesini
önlemek içindir. Ancak, Türk egemen sınıfları ne denli zor uygularlarsa
uygulasınlar, parçalanmış Kürtlerin birleşme olasılığı artıyor. Bu, zor ve daha
uzun bir kanlı sürecin sonucu olacak gibi gözüküyor. Burjuva ulusal toplumsal
sistemlerde, ulusal burjuvazinin esas eğilimi bu yöndedir. Ulusal birliği
sağlama ve ulusal birleşik bir devlet olma isteğinin Kürtler de olmadığını
söylemek, ulusal hareketlerin genel eğilimini gözardı etmek demektir. Bugün,
Kürtlerin dört parçaya bölünmüş olmaları ve bunun devam etmesi, kendi
istemlerin dışında (zoraki) bir gelişmenin sonucu olmuştur.
Türk devletinin yeniden PKK ile ve de özellikle Öcalan’ı
direkt muhattap[1] alarak
“masaya oturması”, esas olarak Kürt sorununu çözmek için değil, PKK’nın
çözülmesi (bölme, zayıflatma vb...) amaçlıdır.
Devletin, bir taraftan yoğun olarak askeri saldırısı ve
buna bağlı olarak binlerce Kürdü tutuklamasının beraberinde “barış masası”na
oturması, bir çelişki gibi gözükmesine karşın, ortada bir çelişki yok. Devlet,
PKK’nın silah bırakmasını istiyor. Bir taraftan da PKK’nın ileri gelenlerinin doğru
olarak saptadıkları gibi; “Kürt kitlesini bir beklentiye sokma”ya çalışıyor.
Yani bu, sopa ve havuç politikasının birlikte yürütülmesi taktiğidir.
Türk egemen sınıfları, bir çok yönden sıkışmış
durumdadır. Suriye politikaları iflas etmiş ve kitleler tarafından destek
bulmamıştır. İkincisi, “bölgesel güç” olma, Osmanlı’yı yeniden canlandırma
hayalleri suya düşmüştür. Bunun günümüz koşullarında olması demek, Türk
burjuvazisinin emperyalist bir burjuvaziye ve Türkiye’nin de güçlü emperyalist
bir ülke haline gelmesi anlamına gelir ki, böyle bir durum söz konusu değildir.
Türk devleti, ABD ve Batının yarı-sömürgesi ve onlara bağlı bir ülkedir.
Efendilerinin çıkarları dışına çıkamazlar. Onlar tarafından Ortadoğu’da
jandarma olarak kullanılıyor.
Üçüncüsü; Türk egemen sınıfların içeride sıkışması söz
konusu. Kürt hareketinin yanı sıra, işçi ve emekçilerin baskıları, AKP
hükümetinin teşhirine yönelmiştir.
Dördüncüsü ise, önümüzdeki yerel ve Cumuhurbaşkanlığı
seçimlerinin varlığı, en azından Kürt ulusal hareketini pasifize olmasını ya da
eylemlerine bir süre ara vermesine gereksinim duyuyor. Türk egemen sınıflarını
esas olarak sıkıştıran güç Kürt Ulusal Hareketidir. İşçi sınıfı hareketi bunun gerisinden
gelmektedir. Ancak, iki hareketin demokratik istemlerde birleşmesi, burjuvaziyi
ürkütmektedir.
Beşincisi, her ne kadar Türk halkı içinde de Kürtlere
karşı ırkçılık ve şovenizm geliştirilse de, asker ve polis ölümlerinin artması
toplumda devlete karşı güvensiziliği artırıcı bir rol oynamaktadır.
Altıncısı ise, uluslararası kamuoyuna, “biz barıştan
yanayız, terörist PKK silahtan vazgeçmiyor” mesajının verilmesi...
Türk egemen sınıfları bir süre soluklanmak istiyor. Ve
buna bağlı olarak PKK’ya “silahları bırakarak siyaset yapın” yollu baskılarla,
silah bıraktırmaya ve bundan hareketle de Kürt kitlesinde, “silahları
bırakırlarsa barış olur” mesajını vermeye ve yerleştirmeye çalışıyor. Yani,
Kürtlerin en doğal ulusal demokratik taleplerini yine görmezden gelme, onları
gasp etmeye devam etmek istiyor.
Gelinen aşamada, Kürt Ulusal Hareketi’nin, devletin
oyununa gelme olasılığı söz konusu değil. Tecrübeli ve kendi ulusal
çıkaralarının nerede olduğunu biliyor. Ayrıca, konjonktürel olarak da avantajlı
durumdadır. PKK’da, devlet ile bu görüşmelerden ne çıkacağını-çıkmayacağını
tahmin ediyor. Bu kanlı satranç oyunun bir kaç masada bitmeyeceğini, daha uzun
yıllar kanlı geçeceğini ve silahlar olmadan “barışın”da hayal olduğunu biliyor
olmalıdır. Türk egemen sınıfları nasıl kendi sınıfsal çıkarları açısından
soruna yaklaşıyorsa, PKK da, soruna, temsil ettiği sınıfın çıkarları açısından
yanaşıyor. Çıkarları kesiştiği noktada uzlaşırlar, çatıştığı noktada ise
savaşırlar.
Kısacası, devlet tarafından, ortaya konduğu söylenen
“barış masası”nın kitlelere yönelik olduğu bilinmelidir. Buradan Kürt sorunun
çözümü çıkmayacaktır. Çünkü, Türk devletinin desteğini aldığı Türk halkı, Kürt
ulusunun ulusal haklarına sahip çıkabilmiş değil. Ne zaman ki, Türk halkının
önelmli bir kısmı, Kürt ulusuna yapılan baskının kendisine de yapılan bir baskı
olduğunu anlayıp, Kürt ulusunun ulusal haklarına sahip çıkarsa, kardeşçe çözüm
o zaman gerçekleşebilir. *** 08.01.2013
[1]
Aslında, devlet, her zaman Öcalan’ı esas muhattap görmüştür. Ancak, kamuoyuna
farklı yansıtmaya çalışmıştır. Ayrıca, Öcalan’da, devlete kendisinin içeride
olduğu sürece esas muhatabın sadece kendisinin olmadığını develete
bildirmiştir. Çünkü hareket, tek bir kişiye bağlı olmaktan çıkmış, geniş Kürt işçi, köylü ve emekçilerin desteğini de alan, ezilen Kürt
ulusal burjuvazisinin ortak çıkarlarına dönüşmüştür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder