“KORKU
KITASI”* AVRUPA’DA IRKÇILIĞIN
FELSEFESİ
Avrupa’da ırkçılık yayılıyor. Bunu, Der Spigel dergisi gibi burjuva basını
da sık sık dile getirmek zorunda kalıyor. Diğer yandan ise aynı basın, karşı
gibi göründükleri ırkçılığın gelişmesi için ideolojik ve siyasal zemini de
hazırlamaktan, ayrımcılık (diskriminierung) yapmaktan geri durmadıkları gibi;
yabancı ve göçmenlerin “suçlarını” sıralamaktan, “uyumsuzluklarından”, “entegre
olmamalarından” sıkça şikayet ettikleri ve bunları sıkça manşetlere yine kendilerinin
çıkardıklarını unutuyorlar(?) Ve bunu, kitleler üzerindeki etkisini bilerek
yapıyorlar.
Emperyalist burjuvazinin, kapitalist medeniyetinin “modern beşiği” olarak
gösterdiği Avrupa, yine kendi deyimleri ile tam bir korku kıtası haline
getirilmiş durumdadır. Sermayenin borsasındaki dalgalanmalar gibi, ırkçılık da
bazan geriliyor, bazan ise ilerliyor. Son on beş yıldır ise mutlak oranda bir
artış gösteriyor.
Kapitalizmin krizine koşut olarak gelişen ve geliştirilen
ırkçılık, hemen hemen bütün AB üyesi ülkeleri, özellikle de, “ileri
demokrasi”nin örnekleri olarak öne çıkarılan, İsveç, Danimarka, Hollanda,
Almanya, Fransa, Belçika, İsviçre, Norveç, Finlandiya, Avusturya, İtalya’yı ve daha bir
çok ülkeyi sarmış durumdadır. Bugün 16 AB ülkelesinin parlamentosunda ırkçılar
yer almaktadır. Bu ülkelerin bazılarında ise ırkçılar, hükümet ortakları olarak
varlıklarını sürdürüyorlar.
Irkçı-faşist partiler, Avrupa
ülkelerinin parlamentolarına yerleşmiş durumda. Fransa gibi ülkelerde (2002)
başkanlık yarışına katılacak duruma gelmişlerdir. Almanya’da ise Neonazi
faşistleri devlet eliyle besleniyor, devletin gizli istihbarat ajanları
tarafından yönlendiriliyor. Neonaziler tarafından salt yabancı oldukları için
öldürülen (sekizi Türkiye’li biri Yunanlı) insanların soruşturulmasında bu
ortaya çıktı. Kendilerini “yaktıkları” iddia edilen neonazi hücre elemanlarının
evinde Federal Anayasayı Koruma Dairesi tarafından sadece gizli servis
çalışanlarına verilen kimlikler bulundu. Bu bilgiler, her hangi bir sol basın
da değil, ırkçılığın baş körükleyicisi Alman Bild gazetesinde yer aldı.
Avrupa sermayesinin ahmak siyasal temsilcileri “ırkçılığı önlemek” için
“yasalar” çıkartıyor, karşı demeçler veriyor, öbür yandan ise, kapitalizmin
derinleşen krizinin sorumlusu olarak göçmenleri gösteriyorlar. Özellikle seçim
dönemlerinde, göçmenlere karşı yapılan ayrımcılığın boyutu oldukça yükseliyor.
Kitlelerin kapitalizme olan tepkisini göçmenlere yöneltmeye çalışıyorlar.
Kapitalizmle yaşıt olan ırkçılık, burjuvazinin sürekli el altında
bulundurduğu bir korku sopası ve kitlelerin kapitalizme olan tepkilerini başka
yönlere yönlendirme eylemi ve aynı zamanda, kitleleri sermayenin tam emri
altına alma aracıdır. Sermayenin krizi derinleştikçe, ırkçı-faşist
propagandaların dozajı da artıyor.
Burjuvazi, kitlelerin sosyal devrimlere yönelmelerini önlemek için de
ırkçılığı geliştiriyor. Kitleler
üzerindeki ırkçı propagandaların etkisi, sermaye tarafından, demokratik
hak ve özgürlüklerin kısıtlanması ve hatta ortadan kaldırılmasında sessiz
kalmaları, bunların nedenlerini başka yerlerde aramaya kolayca
yönlendirilmelerinde kendini gösteriyor.
Bu durum, 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası Almanya yaşandı. Alman
burjuvazsi, komünistlere karşı Hitlerin başını çektiği Nazileri örgütledi ve
güçlendirdiler. Kitlelerin büyük bir bölümü ırkçı propagandalar ile adeta
uyuşturuldu ve Alman emperyalist burjuvazisinin birer savaş aracı haline
getirildi.
Bu kısa yazıda, Korku Kıtası Avrupa’da, tek tek ırkçılığı ele almanın fazla
bir yararı yok. Bunlar günlük basında sıkça yer almaktadır. Kısacada olsa,
ırkçılığın beslendiği ideolojik ve
felsefi kökenlerine de inmek gerekiyor.
Marksist felsefenin karşısına çıkarılan ırkçı felsefenin en gelişmiş ana
damarları Nietzsche’ye kadar uzanmaktadır. Hitler Nazizmin felsefi ideologu
Alferd Rosenberg olarak bilinir. Rosenberg’in kaynağı ise Friedrich Wilhelm
Nietzsche’dir. Marksist felsefeci Franz Mehring’in de belirttiği gibi;
Nietzsche, “kapitalizmin kutsayıcısı”dır. Bütün ırkçılar gibi, Nietzsche’de
işçi ve emekçilerin düşmanıdır. Onun
toplumsal tahlili biyolojiktir. Toplumun sınıflara bölünmüşlüğünü kabul etmez.
Aynı günümüz ırkçı felsefenin ideologlarından olan Peter Sloterdijk gibi.
Nietzsche, Marks ve Engels’i okumadığı gibi, onlardan hiç söz etmemiştir,
adeta onları yok saymıştır. Marksizmin en popüler olduğu bir süreçte,
Marksizmden söz etmemek, işçi ve emekçilere karşı burjuvazinin yanında açıktan
saf tutmanın bir başka adıdır.
Günümüzün meşhur ırkçı feslsefecilerinden olan P. Sloterdijk, aynı
Nietzsche gibi, insanın genetik yapısıyla oynanarak, yeni tipte insan
(fabrikalarda, bant usulü) üretilmesini savunan faşizmin ideologlarından
biridir. Çünkü, bunlara göre insan bir metadır. Sermayeye baş kaldıran insan
"iyi insan" olamaz. Sermayeye hizmet edecek ve sermayeyi büyütecek
insan gerekli. Bunun için de sermayeye uygun insan üretilmelidir.
O, “Hümanizm ölmüştür”, “insanın yapay olarak üretilmesini düzenleyen antropo-teknik bir kurallar dizisine sahibiz” diyerek, sermayeye baş kaldırmadan onun hizmetinde mikro-biyo insanların üretilmesinden yanadır. Gen teknolojisinin gelişmişliğinin boyutu dikkate alınırsa, bu tür “felsefecilerin” boşuna türemediği ve tekelci sermaye tarafından beslenmeleri ve desteklenmeleri kendiliğinden anlaşılır.
O, “Hümanizm ölmüştür”, “insanın yapay olarak üretilmesini düzenleyen antropo-teknik bir kurallar dizisine sahibiz” diyerek, sermayeye baş kaldırmadan onun hizmetinde mikro-biyo insanların üretilmesinden yanadır. Gen teknolojisinin gelişmişliğinin boyutu dikkate alınırsa, bu tür “felsefecilerin” boşuna türemediği ve tekelci sermaye tarafından beslenmeleri ve desteklenmeleri kendiliğinden anlaşılır.
“Üstün insan”, “ari ırk” kavramları da Nietzsche’den devr alınmış ve bugün,
ırkçı Sloterdijk ve benzerlerinin sıkça gündeme getirdiği, gen tekniği ile “iyi
insan”ların üretilmesini savunmaktadır. Onun bütün eserlerinde, konuşmalarında
ve TV programlarında bunları bulmak olasıdır. Neredeyse hepsi Türkçe olarak
yayınlanmış kitaplarında, ırkçılığın “yeni bir şeymiş” gibi propagandası da
yapılmaktadır. Bazıları ise, bu sözlerin ve de anlayışların kapitalizm
karışıtıymış ve de onun alternatifiymiş gibi piyasaya sürmeleri, kabul
edilebilir gibi değil. Sloterdjik, kapitalizme karşı değil, kapitalizmin akıl
hocası, sermayenin büyümesi ve güvenliği için ona hizmet edecek yeni bio-insan
üretilmesinden yana. Bundan aşağılık bir düşünce olabilir mi?
Burjuva idealist feslsefesinin günümüzde artık buraya kadar gelmesi,
kapitalizmin çoktan bittiğinin bir sonucudur. Kapitalizm, tarihi misyonunu
doldurduğu için, Sloterdjik gibi ırkçı feslsefecilerlerle insanın yok edilmesi
üzerine çalışmaya başlamıştır. İnsanın yok edilmesi, doğanın yok edilmesi ile
aynıdır. Bu tür felsefi görüşler, kapitalizmin her yönüyle bititğinin bir
açıklamasıdır.
Irkçı felsefeciler, tarihleri kendileri ile başlatıp kendileri ile
bitirirler. İnsanlığın binlerce yıllık belleğini, toplumsal belleğini yok
sayarlar ki, tarihi ileriye taşıyanların ezilenler olduğu unutulsun ya da
görülmesin diye. Bir on yıl önce de Fukuyama diye bir CIA yazarı, “Tarihin
Sonu”nu ilan etmişti. Sonra, o son kendi sonu oldu. Burjuvazi halkların direniş
belleklerini yok etmek ister. Doğanın ve toplumların tarihsel diyalektiğini yok
sayarlar. Irkçı felsefeciler de toplumların tarihini, kapitalizmle başlatıp
kapitalizmle bitiriyorlar.
Bütün burjuva idealist felsefecileri, dünyayı yorumlamak için değişik
argümanlalar kullanmaya çalışmış olsalarda, onların felsefesinin kökü
idealizmdir. Bu ise diyalektik materyalist felsefenin tam karşıtıdır. Her şey
akla-kara olmamakla beraber, kapitalizmle birlikte iki sınıf ortaya çıkmıştır: Burjuvazi
ile proletarya. Her alanda olduğu gibi felsefi alanda da bu iki sınıfın
çatışması ortaya çıkar. Günümüz ırkçı felsefecileri kendilerini, arkalarına
sermayenin gücünü de alarak, proletaryanın Marksist düşüncesine saldırmakla var
edebiliyorlar. Ne pahasına, insanlık düşmanlığı pahasına...
Bundan hareketle, Alman tekelci sermayesinin P. Sloterdijk’i el üstünde
tutması, onun “günümüzün büyük felsefecisi” olarak tanıtması da boşuna
değildir, diyebiliriz. Böyle felsefecilerin olduğu bir kıtada ırkçılığın gelişmesinin
ideolojik ve siyasal zemini de var.
Marks;
“Sermaye, kar olmadığı zaman ya da az kar edildiği zaman hiç hoşnut
olmaz, tıpkı eskiden doğanın boşluktan hoşlanmadığının söylenmesi gibi. Yeterli
kar olunca sermayeye bir cesaret gelir. Güvenli bir yüzde on kar ile her yerde
çalışmaya razıdır; kesin yüzde 20, iştahını kabartır; yüzde 50, küstahlaştırır;
yüzde 100, bütün insani yasaları ayakları altına aldırır; yüzde 300 kar ile
sahibini astırmak olasılığı bile olsa, işlemeyeceği cinayet, atılmayacağı
tehlike yoktur.” (Karl Marks, Kapital, C.1, sf. 801, Dipnot, Birinci Baskı,
Sol Yayınları)
Marks’ın söylediklerinde hiç bir abartma yoktur. Dünyada, sadece son on
yıllık gelişmeler dikkate alındığında, burjuvazinin canilikte hiç sınır
tanımadığı görülebilir. Sermayenin ırkçılığı desteklemesi, geliştirmesini de bu
çerçevede ele alınmalıdır. Bunun ekonomi-politik temeli budur. Avrupa tekelci
burjuvazisinin, ırkçılığı işçi ve emekçilere karşı geliştirmesi, kullanması,
sermayenin kan emici karakterinden kaynaklanmaktadır. Geriye, anlı-şanlı ırkçı
filozoflara da bunun felsefesini yapmak kalıyor.
Irkçılığın gelişmesi karşısında, Avrupalı bazı hümanist entellektüeller
ise,; “Avrupa kendi değerlerini yok ediyor” diye sitemde bulunuyorlar. Oysa,
kapitalizmin doğuşuyla beraber yaratılan burjuva değerler, 1800’lü yılların
sonlarından bu yana geçemedi. O günün burjuva değerleri, tarihin o sayfasında
yazılı kaldı. Şimdiki değerler ise, çürümüş, kokuşmuş emperyalist burjuvazinin
değerleridir. Son yüz yılı aşkın bir süredir yeni ve ileri değerlerin
temsilcisi Marksist felsefeyle donanmış proletaryadır.
İşçi sınıfı, kapitalist sistemi bir an önce yıkmazsa, tekelci burjuvazi,
Marks’ın dediği gibi, sahibini asacağı gibi, insanlığı da yok edebilecek
teknolojiye sahiptir. Bunu gerçekleştirmek
içinde her hangi bir tereddüt geçirmez. 02.11.2012.***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder