29 Kasım 2020 Pazar

Özelleştirme ve Sermayenin Diktatörlüğü

 



 

 

Özelleştirme ve Sermayenin Diktatörlüğü

 

Yusuf KÖSE

 

Rejimin biçimsel yanı, sermayenin gereksinimlerine göre zaman zaman değişse de, sermaye devletinin özü değişmez. Çünkü o öz, bir sınıf diktatörlüğüdür. 

 

“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adını verdikleri yeni yönetim biçimi, “parlamenter sistem” dediklerinden özde farkılı değil, sadece biçimsel bir değişimden ibarettir.

 

Türk burjuvazisi, 12 Eylül’de askeri faşist cuntayla yeni bir sermaye birikim modelini hayata geçirmesi yetmedi, sermaye tıkanmaya, sık sık krizlere girmeye başlayınca, bu kez “ Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı altında, görünüşte “tek adam diktörlüğü”nü rejmini yasallaştırdı. 

 

Sermaye rejiminin bu biçimsel değişikliği; iki şeyi amaçlıyordu: Birincisi işçi sınıfı ve tüm demokratik hareketleri (Kürt Ulusal Hareketi’de dahil) susturmak, özelleştirmeleri hızlandırmak ve bu bağlamda köylünün elinde kalan toprakları alarak, onları bütünüyle mülksüzleştirmek. Yani, sömürüyü daha da artırmak ve, sermayenin birikim ve merkezileşmesini sağlamaktı. 

 

Bu mülksüzleştirme süreci, sermayenin büyümesine ve merkezileşmesine koşut olarak devam eder. Mülksüzleştirilenlerde, mülksüzleştirilenler tarafından yeniden mülksüzleştirilir.

 

Köylünün elinde kalan toprağı alacaklarını 2007 yılında, “darbeleri tarihe karıştırmak için Türkiye’de köylülüğü tasfiye edelim” diyen günümüz silah üreticisi tekelin sahiplerinden Ethem Sancak açıktan söylemişti. Ve bunu patronlar o zamanın tarım bakanına da iletirler.[1]

 

Burjuvazi, aşırı sermaye üretimi sağlayacak her şeye saldırır. Bugün, akan her derenin önüne HES yapılması, “maden çıkarma” gerekçesiyle, köylünün elinden toprağının zorla alınması ve ekolojik dengelerin hızla bozulmasına yol açan doğanın vahşice sermaye saldırısına maruz kalması; işçi ve emekçi karşıtı, neredeyse her ay yeni bir “torba yasaları”nın çıkarılması, tek adam diktatörlüğünü değil, tekelci sermayenin diktatörlüğünün vahşileşmesinin artışıdır.

 

Aşağıda  istatistiki verilerde de görüleceği gibi, özelleştirmelerde “aslan payını” kim aldıysa, Türkiye Cumhuriyeti devleti onların, faşist rejim de onların rejimidir. Erdoğan, Bahçeli ve diğerleri tekellerin emrinde birer siyasi piyon, olarak kitlelerin önünde tekeller adına önde tutulmaktadır.

 

Özelleştirmelerde, her ne kadar Sözcü gazetesi; “AKP iktidarı yerli ve milli olan her şeyi sattı” desede, en büyük pay yerli tekellerindir. Sözcü gazetesinin “sitemine”, küçük burjuva ulusalcıları da katılıyor. Ama belgeler hiçte öyle göstermiyor:

 

İşte veriler:

 

1986 yılından 2018 yılına kadar Türkiye’deki özelleştirme tutarı 70,2 milyar dolar* kadar gerçekleşmiştir.[2] Bu oldukça büyük bir rakamdır. Özelleştirme İdaresinin faaliyet raporu (2018) baktığımızda, 1986-2003 arasında 8.240 milyar ABD doları kadar özelleştirme yapılırken, 2004 ‘de 1.283, 2005 ve 2006’da 8’er milyar dolar ve 2009-2012 arası yaklaşık her yıl 3’er milyar dolar olurken, 2013 yılında birden fırlamış ve toplam 12.486 milyar ABD doları kadar gerçekleşmiştir. 2014 yılında 6.266, 2015-2019 arası ise 1’er milyar küsür doların üzerine çıkmamış. 2019 yılı içinde sadece 116 milyon dolarlık satış (özelleştirme) yapılmış. 1986-2019 yılları arasındaki özeleştirmenin toplam tutarı 70,3 milyar  dolar kadardır.[3] En fazla özelleştirmenin yapıldığı 2013 yılı aynı zamanda Haziran Ayaklanması (GEZİ)’nin olduğu yıldır.

 

Özelleştirmede Yabancı Sermayenin Payı:

 

TC Başbakanlık Özel İdare’nin 2015 Ağustos’una kadar olan süreçte sermayeye satılan bölümü buraya alalım. Çünkü, Türkiye’deki özelleştirmelerden daha çok yabancı sermayenin faydalandığı ya da onlara satıldığı yanlış bir yaklaşım var. Bu bilinçli bir çarpıtmadır. Türk tekelci burjuvazisini koruma ve ona “yerli” sıfatını yakıştırma girişimidir. Oysa, hiç bir tekelci, burjuvazinin “yerli” ya da “milli” olan bir yanı kalmamıştır ve yoktur. Devleti elinde bulundurmaları nedeniyle “yerli”dir. Ancak onların "yerli" ve "mili" olduğu yerde işçi ve emekçiler yabancıdır.

 

Aşağıdaki tablo’da da göreceğimiz gibi, yabancı sermayenin bu sürece kadar olan satışlardaki toplam tutarı verilmektedir.  Bu yıllar içinde yerli-yabancı ortaklığı tutarı 27 Milyar 389 milyon dolar. Bunun sadece 19.136 milyar  doları kadarı yabancı sermayeye ait.[4]

 

1986-2011 arasındaki satışlarda yabancı sermayenin payı %22 iken yerli sermayenin payı %78 olarak gerçekleşmiştir. Daha sonraki süreçlerde de bu oran değişmemiştir. 

 

Türk tekellerine satılanı görmeyip sadece yabancı tekellere satılanı görenler ya da öne çıkaranlar, küçük burjuva ulusalcılığının sosyalşovenist yanının kabarmasıdır. Türkiye’de devlet Türk tekelci burjuvazinin devletidir. 

 

Arazilerinde “Araplara satıldığı” bilinçli olarak yinelenir. Oysa, taşınmaz malların ve arsaların büyük bir bölümü “yerli” burjuvaziye ya da onun altındakilerine satılmıştır.[5] Yabancıların Türkiye’de toplam varlıkları (2019 yılı sonu itibariyle) 150 milyar ABD doları. Bunun 101 milyar doları Avrupa ülkelerine ait. En büyük pay Hollandalıların, onu Almanya izliyor. Hollanda’dan Türkiye yapılan yatırımların bir kısmının Türk tekellerine ait olduğunu belirtelim. Körfez  ülkelerinin (Bahreyn, Suudi Arabistan, Katar, BAE, Irak, Kuveyt, Umman, Yemen) toplam yatırımları (varlıkları) 31 milyar dolara yakın.[6] Bunun 25 milyar doları, son (BİST’in % 10’luk payının devri) yatırımlarla birlikte Katar’a aittir.

 

Bazı “sol” gazete[7] yazarları ise, “yerli”, “milli” ve “yabancı” ayrımı yapıyor. Ama TÜPRAŞ’ın KOÇ Holdinge’e satılmasını gölgelemek için Shell’in küçük bir payını eklemeyi unutmuyorlar. Oysa Shell’in TÜPRAŞ’taki payı (%2)  devede kulak bile değildir. Koç Holding, TÜPRAŞ’ı aldıktan sonra iki kat büyümüştür. Koç Holding, Tüpraş’ı almadan önceki (2005 yılı) yıllık cirosu 18 milyar dolardı. Tek başına Tüpraş’ın ciroso ise 20 milyar ABD dolar kadardı. 

 

Yabancıların sınai sektörlerindeki payı 2012 yılında (en yüksek olduğu yıl) yaklaşık 81 milyar dolar iken, 2019 yılında (2020’de daha da düştü) 46,6 milyar dolar.[8] Yani, küçük burjuva ulusalcılarının kaygılarının tam tersi gelişme olmuş.

 

Erdoğan’ın arkasında Koç, Sabancı, OYAK, Zorlu, Eczacıbaşı, Doğuş, İş Bankası, Rönesans ve “beşli çete” dedikleri uluslararası tekel durumuna gelmiş müteahhit  şirketler ve elbette diğerleri olmayacak’ta kim olacak. Ve Borsa’da (BİST) hakimiyet; esas olarak,  çok uluslu birer tekel haline gelmiş sayısı 10'u geçmeyen Türk tekeline aittir. İç pazarda payların büyük bölümü bunlara aittir. Ekonomi bunların çıkarları doğrultusunda yürütülür, kanunlar,   esas olarak, bunların çıkarlarını korur. Dış ilişkiler bunların çıkarlarıyla örtüşük şekilde yürütülür ve TC’de bunlara aittir. 

 

Ve işte, 2000’lerin başından itibaren uluslararası alanda Türk mali sermayesinin daha fazla boy göstermesi, diğer emperyalist tekellerle pazar hakimiyeti mücadelesi vermeleri, askeri olarak saldırganlaşmasının ve işgallerin arkasında bu özelleştirmeden alınan %78’lik payın devasa mali gücü vardır. 29.11.2020

 

***




 *Dolar: ABD doları cinsinden

[1] Radikal gazetesi, 21.09.2007, bkz. Yusuf Köse, Tarihin Önünde Yürümek, sf.286

[2] T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı Özelleştirme İdaresi Başkanlığı Faaliyet Raporu-2018 (sf. 54) ve 2019 yılı,  sf.63. pdf

[3] Kaynak. TCÖİB, sf. 29. Derleyen: M. Necati Doğan. https://docplayer.biz.tr/17702345-Türkiye-de-özellestirmenin.html

[4] TCBÖİB, sf. 50, Derleyen: M. Necati Doğan.

[5] M. Sönmez, “Araplara Satıldı”,  makalesinde, bunun doğru olmadığını verilerle ortaya koymaktadır. Al Monitor, 16 Ocak 2020

[6] TCMB, Uluslararası yatırım Pozisyonu, Tablo 12. “ Yurtdışında Yerleşik Kişilerin Türkiye’deki Doğrudan Yatırımları”, www.tcmb.gov.tr

[7] BirGün, 17 yılda sanayideki sermaye payı giderek yabancılaştı. 02.01.2020

[8] www.tcmb.gov.tr

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder