19 Şubat 2020 Çarşamba

paylaşılmış alanları yeniden paylaşmak



Türk tekelci devleti, paylaşılmış alanları yeniden paylaşmak istiyor

Yusuf KÖSE

Somut durumun açıklanması yöntemi

Marksist-Leninistler, somut durumu daha gerçekçi bir şekilde diyalektik materyalist yöntemle yeniden üreterek, verili somut durumun çelişmelerini açığa çıkarıp bunun devrimci tarzda değiştirilmesi için mücadele ederler. Ve bu bir marksist analiz yöntemidir. Küçük burjuva oportünizmi ise, liberal “sol” burjuvaların argümanlarıyla somut durumları açıklamaya çalışırlar. Böyle bir yaklaşımla ve metafizik yöntemle somut durumların devrimci tarzda değiştirilmesi amaçlı doğru açıklaması yapılamaz. Küçük burjuvazi, bilimsel olmayan ya dogmatik ya da subjektif analizlerle, işçi sınıfı ideolojisine karşı burjuvazinin ideolojisini besleyici politikaların yeniden üretmine hizmet ederler.

Türk egemen sınıfların içinde bulunduğu durumu, kendi aralarındaki çelişmeleri ve bu çelişmelerden kaynaklanan çatışmaları; emperyalist ülkelerle olan egemenlik alanları için çatışmaları, somut olarak ortaya koyup analiz etmek, ancak ve ancak bu durumların diyalektik materyalist yöntemle açıklanmasıyla olabilir. İşçi sınıfının sosyalizmi gerçekleştirmek için mücadele taktikleri, daha doğru bir şekilde bu yöntemle sağlanabilir.

Bugün, Türk egemen sınıfların geldiği aşama, diğer emperyalistlerle aralarındaki çelişme ve yine kendi aralarındaki çelişme ve çatışmaların ne niteliği ne de pratik ve politik yöneliminin nedenleri doğru olarak analiz edilememektedir. Bu nedenle de emperyalist Türk tekelci devleti, işçi sınıfı ve emekçilere yanlış tanıtılmaktadır. Emperyalist bir devletin niteliği “emperyalizm” olarak konmuyor ya da konmaktan kaçınılıyorsa, orada sosyal şovenizmin etkileri söz konusudur. Özünde bu yaklaşımın içeriğinde; diğer emperyalistlere karşı, kendi ülke burjuvalarını - küçümseme görüntüsü altında- koruma eğilimi saklıdır.

İzlenen dış politikalar nedeniyle, burjuva liberaller, “devletimiz zarar görecek” diye avaz ederlerken, gerçekte kapitalist devletin zarar görmesinden çekinirler. Marksistler ise, kapitalist devletin izlediği bütün politikaları, ekonomik ve politik durumlardan ayrı ele almaz; burjuvazinin saldırganlığının ya da o an için “barış”çılığının toplumsal ekonomik yapıyla doğrudan bağını kuraralar. İzlenene politikalara hangi ekonomik ve politik çelişmelerin yön verdiğini marksist bilimsellikle açıklarlar.

Emperyalizmin saldırganlığı, işgalciliği, pazarlar uğruna ve egemenlik alanlarını genişletmek için birbirleriyle savaşları keyfi değil, tekelci kapitalist ekonomik yapıdan kaynaklanan çelişmelerin onları böyle bir eyleme, politikaya itmesinden kaynaklanır. Yani, bu, iradelerden bağımsız olarak kapitalist ekonomik politikanın önlenemez bir gelişmesidir. Türk egemen sınıflarının da işgalci, ihlakçı politikaları sahip oldukları ekonomik yapının iç çelişmelerinden kaynaklanan –kişilerden bağımsız- kaçınılmaz emperyalist serüvenidir. Bu serüven, “uşak-efendi” ilişkisi ile açıklanamayacak kadar basit olamaz. Bu tür açıklamalar; çelişmeleri ve çelişmelerden kaynaklanan çatışmalı gelişmeleri keyfi ve iradi olarak açıklamak ya da nedenleri öznelciliğe indirmek olur ki, tam da idealist-metafizik yöntem budur.


Paylaşılmış alanların yeniden paylaşımı savaşı

Türk Tekelci burjuva devleti, emperyalist amaçları doğrultusunda her fırsatı, büyük emperyalist devletler arası her çelişkiyi değerlendirip, kendi amaçları için kullanma politikası izliyor. Bu, burjuva politik temsilcilerinin çok “kurnaz” oluşundan değil, sermayenin yayılmacılığının devlet politikasını buraya zorlamasından ve yönlendirmesinden kaynaklanmaktadır. Sermaye büyüyüp merkezileştikçe, genel eğilimi yeni pazaralar bulmak olur. İzlediği dış politika da buna uygun olarak gelişir ya da geliştirmeye çalışır.

Emperyalistler arası ilişkilerde (bütün kapitalist devletler içinde bu geçerlidir), “dostluk” ilişkisi olmaz, çıkar ilişkisi olur. Yine emperyalistler arası bloklaşma da emperyalist çıkar ilişkileri üzerine kurulur ve dağılır. Bugün bir blok içinde olan, yarın bir başka blok safında ya da daha sıkı ilişki içinde olabilir. Keskin çıkar çelişmeleri nedeniyle, emperyalist bloklaşmalar da sık sık değişiklik gösterir.

Birinci dünya ve ikinci dünya savaşları farklı bloklaşmalara tanıklık etmiştir. Daha sonraki süreçte de bloklaşmalar, bloklar arası ilişkiler, bazılarının katı bazılarının gevşek olması ve özellikle günümüzde de, bir blokta yer alanın diğer blokla daha sıcak ilişki kurması (Türkiye) ve AB içindeki değişik ülkelerin değişik bloklarla iilşki kurması, yine Hindistan’ın BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) ve Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) içinde yer alıp, ABD ile sıkı ilişki kurması... 
 
AB içinde yer alan ülkelerden Fransa ve İtalya’nın (ve son yıllarda Almanya’nın) ABD ile ilişkilerinin hep soğuk olması ve özellikle Fransa’nın ABD ile bir çok alanda ciddi çelişkiye düşmesi ve ABD’den bağımsız olarak, AB’nin kendi emperyalist amaçlarını yerine getirecek işgal ve saldırı ordusunu kurmaya zorlaması vb. 
 
Ancak, geçmişte olduğu gübi günümüzde de hem savaş (ve çelişme) vardır ve hemde barış, birbirleriyle sıkı ilişkileri vardır. Kapitalist emperyalist ülkeler arasındaki bu ilişki, giderek daha da sıklaşmıştır. Sermayenin büyümesi ve merkezileşmesine ve de üretimin uluslararasılaşmasına bağlı olarak, ekonomik ilişkiler daha fazla iç içe geçmiştir. ABD ile Çin arasında dünya egemenliği konusunda büyük bir rekabet olmasına karşın, birbirlerinden kopmaları, ekonomik ilişkileri kesme ve hatta azaltma gibi bir eğilimleri söz konusu değildir. Her bir ülke, emperyalizmin ortaya çıkmasıyla, emperyalizmin birer halkaları haline gelmiştir. Ve son yıllarda “milli”cilik, “ulusal pazar” sözlerinin dile getirilmesi, kendi iç pazarlarına kapanma, sınırlara, göçmenlere kurdukları dev sınır (gümrük) duvarlarını örmek değil, tersine, sermayenin hiç bir zorlanmayla karşılanmadan sınırdan sınıra serbestçe geçebilmenin yollarını örmüşlerdir. Emperyalist sermaye için bunun geriye dönüşü söz konusu olamaz. Kapitalizm ayakta durduğu sürece bu ilişki daha da gelişecektir. Ancak, bu ilişkiler, savaşları, çatışmaları, bloklaşmaları ortadan kaldırmayacak, tersine emperyalistler arası çelişmeleri keskinleştirerek ilerleyecektir. Bu sermayenin çelişmeli doğısından, eşitsiz gelişme yasasından ve easas olarak da emek sermaye çelişmesinin her geçen gün yeniden ve yeniden üretilmesinden kaynaklanmaktadır.

Türk devletinin NATO, ABD, AB, Rusya, Çin vb. gibi ülkelerle çelişmeli ilişkilerine de bu çerçeveden bakılmalıdır. Bugün “dostum” dediğine, yarın rahatlıkla “düşmanım” diyebilir. Onun dorstunu ve düşmanını belirleyen, sermayenin politik temsilcisinin kişiliği değil, sermayenin genel çıkarları belirler. 
 
Türk tekelci devlet kapitalizmin politik temsilcilerinin son 17 yıllık süreçlerine bakıldığında, dost ve düşman sıkça yer değiştirmiştir. AKP iktidara iyice yerleşmek için, (bu süreç, aynı zamanda, Türk tekelci burjuvazinin emperyalist amaçları doğrultusunda devleti yeniden dizayn etme sürecidir de) önce AB “dost” olmuştur. AB dost olurken, ABD “düşman” olmuştur. Rusya, önce “düşman” (uçak düşürme olayı ve bundan kaynaklı iki ülke arasındaki sert söylemler ve diğer gelişmleri anımsansın), daha uçağın enkazı kalkmadan en sıkı “dostum”a dönüşebilmiştir. Suriye devlet başkanı Beşar Esad ile aile dostluğundan “ebedi düşmanlığa” dönüşmeyi ise burada açıklamanın bir gereği yoktur. Ve elbette ki, bu “sıkı düşmanlığın” yarın “sıkı dost”luğa dönüşmemesinin hiç bir garantisi de yoktur. Ve bu “dostluk” ve “düşmanlık”lar, yayılmacı siyaset ile doğrudan ilişkilidir. Türk egemen sınıfların emperyalist çıkarlarına engel olanlar “düşman”, çıkarlarına hizmet edenler ise “dost” olarak adlandırılmıştır.
Bu ilişkiler içinde burjuva politik temsilcilerinin öne çıkması, sorunun özünü, yani siyaseti belirleyen sermayenin kendisi olduğu gerçeğini değiştirmez. Bugün Putin, Trump, Şi Cinping, Erdoğan, yarın bir başkaları olur. Ama sermayenin kendisi somut bir gerçeklik ve belirleyici olandır.

Kısacası sermaye kesimi için dost ve düşman taktik bir sorundur. Sermaye güçlendikçe dost ve düşmanları da sık sık yer değiştirir. Çünkü, sermaye büyüdükçe yeni pazarlar isteyecektir ve pazarlar ise bir öncekiler tarafından çoktan tutulmuştur. O zaman paylaşılmış pazar kavgasının yeniden paylaşılması kavgası burada sıklaşır ve sertleşir. Bu silahlı savaşıma kadar varabilir. Bugün, Afganistan’da, Irak’ta, Yemen’de, Libya, Suriye ve dünyanın diğer bölgelerinde süren savaşlar, emperyalistler arası egemenlik savaşının bölgesel yanıdır. Bugünkü emperyalist konjonktürel durum, doğrudan emperyalistlerin kendileri arasında silahlı savaşıma dönüşmesinin olasılığı her geçen gün artmaktadır.

Liberal burjuva yazarlar ve onların etkisinde kalan kimi küçük burjuva “sol”cular, sorunu, burjuvazinin politik temcilerinin kişiliklerine bağlarlar. Böyle yaparak kapitalist-emperyalist sistemin özünü işçi sınıfından gizlemeye çalışırlar. Örneğin, ikinci dünya savaşını çıkaran olarak Hitleri gösterirler. Ya da Almanya’yı yönetenin Hitler olduğu izlenimini yaratıp, Hitler’in arakasındaki sermaye güçlerini (günümüz ThyssenKrupp, Siemens, BMW, Henkel, Bayer, BASF, Höchst AG, IBM vd.) gizlelerler. Burjuva liberal aydınları Trump’ı, Erdoğan’ı Putin’i ve diğer siyasi liderleri öne çıkarıp, kapitalizmin işçi sınıfı düşmanı karanlık yüzünü, yani, toplumsal çelişmelerin ana kaynağını gizlemeye özel bir önem verirler. Sanki, dünya bir kaç “siyasi manyağın kişisel kaprisleri” yüzünden karışıyormuş izlenimini yaratmaya çalışırlar. Tekelci sermayenin liberallerden istediği tam da böyle bir retoriktir.

Türk tekelci devletin esas sahipleri Koçlar, Sabancılar, Kalyonlar, Şahenkler, Enkalar, Rönesaslar, Yıldız Holdingler, Eczacıbaşılar, Cengizler, Kolinler, Zorlular, Anadolu Grubu, İş Bankası ve diğerleri özellikle gizlenmeye çalışılır.

Türk tekelci devleti, bölgedeki en zayıf noktaları, işgal ve ilhak ederek emperyalist egemenlik alanlarını genişletmeye çalışıyor. Irak, Suriye ve Libya şimdilik bu çemberin içine girmiş durumda. Özellikle Suriye’deki işgal ettiği bölgelerden çıkmak istemediği gibi, işgal alanlarını büyütüp ilhak etmeye ve hatta “ milli vatan sınır”larını buralara kadar genişletmenin politik-askeri savaşını veriyor. Bunu gizlemiyorda. Cumhurbaşkanları Erdoğan’ın ağızından açık açık dile getiriyorlar. İşgal ettiği Suriye (Güney Kürdistan’ın bir çok bölgesi) yerleşim bölgelerine kendi kaymakamlarını ataması, polisi gücünü ve diğer devlet kurumlarını kurması, ilhak siyasetinin kendisidir.

Bugün İdlip üzerinde çıkan kavga, aslında Türk Tekelci sermaye devletinin, Kuzey Süriye’yi (Güney Kürdistan’ı –Rojava-) bütünüyle işgal ve ilhak etme amacından ileri gelmektedir. Türk burjuvazisinin hedefi, “misak-i milli” sınırları, Musul ve Kerkük’ün de içinde olduğu alanlara kadar uzatmak. Petrol bölgelerine ulaşıp, buraları sermayenin hizmetine sunmaktır. İngiliz emperyalizminin, yüz yıllardır Kuzey İrlanda düşmanlığı ne ise, Türk devletinin Kürt-Kürdistan düşmanlığıda aynı içeriktedir.

Türk emperyalist sermayesi, Ortadoğu ile yetinmek istemiyor. Egemenlik alanlarını Doğu Akdeniz’den Libya içlerine kadar uzatmanın savaşını veriyor. Ve buralara asker gönderiyor, askeri üsler açıyor, askeri manevralar yapıyor ve buranın pazarlarını önceden kapmış emperyalist ülkeleri zorlayıcı politikalar izleyerek pazardan pay almayı zorluyor. Bu zorlayıcı politikalar salt politikayla sınırlı kalmayıp, askeri olarak da politikasını destekliyor.

Türk devletinin İdlip’ten çıkmak istemeyip, tersine, kendi paralı askeri durumuna getirdiği faşist-gerici dinci örgütlerle burada kalıcı olmak istiyor. Bu nedenle yerine göre ABD ile yerine göre ise Rusya ile ilişkileri geren politika izlemekten çekinmiyor.

Türk devletinin, Ortadoğu, Doğu Akdeniz,1 Balkanlar ve Libya’da karşısındaki güçler yarı-sömürge ya da bağımlı ülkeler değil, ABD, AB, Rusya gibi büyük emperyalist (ve İran) güçlerdir. Bu büyük güçler ile paylaşım savaşı içine girmiştir. Türk Tekelci devleti, yeni bir emperyalist devlet olarak paylaşılmış alanların yeniden paylaşımını zorluyor ve zorladıkça çelişmeleri keskinleştiriyor. Şimdilik bu paylaşım direkt emperyalistler arası silahlı savaşıma dönüşmemişse de, dönüşmesi için bütün koşullar eleverişli durumdadır. Ve giderek keskinleşen bu çelişme, daha büyük bir emperyalist savaşın kıvılcımı olabilecek içeriktedir.

Bütün bu somut gelişmelerin ortaya koyduğu bir gerçek: Türk emperyalist sermaye devletinin bölge halklarının en büyük düşmanları arasında yer aldığı ve barışın düşmanı olduğudur. 19.02.220
***

1 Doğu Akdeniz’de , “Libya da silahsızlanmayı korumak ”gerekçesiyle, AB’nin havadan ve karadan askeri devriye çıkarması, esas olarak Türk devletinin yayılmasını sınırlama ve önleme amaçlıdır. Ayrıca, Münih’de yapılan “Münich Güvenlik Konferansı 2020”de, AB burjuva temsilcileri, Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz’de Türkiye ve Rusya ile kapıştıklarını açıktan dile getirmişlerdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder