14 Ekim 2019 Pazartesi

ağzında zeytin dalı tutan sırtlan



"ağzında zeytin dalı tutan sırtlan"1
Yusuf KÖSE

Türk devleti, Rojava Kürdistan’ı işgal ederken, işgal hareketlerinin adlarını; “zeytin dalı” ve son olarak da “barış pınarı harekatı” koymakta bir sakınca görmemiştir. Hasan Hüseyin Korkmazgil’in bir şiirinde söylediği gibi; rolü oynuyor. Bütün emperyalistler ve işgaşlciler, bir başka ülkeye savaş açtıklarında ya da işgal ettiklerinde “barış ve huzur” için oraya girdiklerini ya da savaş açtıklarını söylerler. ABD’nin yakın zamanda Afganistan’ı, Irak’ı ve daha bir çok ülkeyi işgalinde ve saldırısında olduğu gibi. Barışın düşmanları, sıkça “barış”tan söz etmeleri, kendi gerçek yüzlerini gizlemek istemelerinden kaynaklanır.

Türk devletinin Afrin işgalinden sonra Rojava’yı işagal savaşı, bütünüyle Kürtlerin kazanımlarına yönelik top yekün bir saldırıdır. Türkiye-Suriye sınırı boyunca “güvenlik koridoru” dedikleri şey; Kürt nüfusunun yerlerinden edilmesi ve Türk devleti tarafından oluşturulan, “Milli Ordu” ya da “ÖSO” diye adlandırdıkları İŞİD’li çetelerin o bölgeye yerleştirilmesidir. Kürt nüfusun bölgeden ve topraklarından kovulması amaçlanmıştır. Bu bir etnik temizliktir.

Dört parçaya bölünmüş Kürdistan’ın kaderi, emperyalistler ve Kürdistan’ı işgal altında tutan ülkelerin elinde olmuştur. Geçmişten beri, İran, Türkiye, Irak ve Suriye devletleri, Kürt kazanımları karşısında birleşmilşler ve Kürtlerin bağımsızlıkları ve kendi kaderlerini özgürce tayin etmeleri önünde engel olmuşlardır. Bu engel, salt bir siyasal baskıyla değil, katlimlar ve her türlü faşist şiddeti yağınlaştırıp ve Kürtler üzerinde kurumsallaştırarak başarmışlardır. Bugün de yaşanan onun bir devamıdır.

Rojava Kürdistan’ın Türk devleti tarafından işgal edilmesinin nedenleri:

Birincisi, Türk devleti Kürt halkının tüm kazanımlarını yok etmek istiyor. Ve aynı zamanda Kuzey Kürdistan ile Batı Kürdistan’ı (Rojava) birbirinden koparmak istiyor. Bunu araya 30 km derinlikte bir “arap kemeri” ile yapmak istiyor. Şimdilik!

İkincisi, Türk devleti, Suriye’nin parçalanma fırsatından yararlanarak buradan toprak almak istiyor. Bunu, ABD, Rusya ve İran’a rağmen yapmak istiyor. Ve bu emperyalist güçler ile anlaşarak Afrin, Cerablus işgal etmiştir. 
 
Üçüncüsü; bütün emperyalistlerin Suriye üzerinde büyük hesapları vardı ve bu bitmiş değil. Özellikle ABD, AB, Türkiye, Suudi Arapistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Suriye’nin cehenneme çevrilmesinde birinci derecede rol oynadılar. İran ve Rusya ise Suriye devletinin yanında yer alarak, Batılı emperyalistlere ve bağlaşıklarına Suriye’yi bırakmak istemediler. Rus emperyalizmi, bölgede etkinliğini yeniden sağlama fırsatını kaçırmadı.

Türkiye ise, Rusya’nın Suriye’de ağırlık koymasıyla birlikte, çok taraflı oynamaya başladı ve Rusya’nın oluru ile Kürtlerin önemli bir bölgesi olan Afrin’i işgal etti.

Rojava’nın işgali Rus emperyalist sermayesinin günümüz Çar’ı Putin, Ruhani ve Erdoğan’ın Ankara görüşmesinde netlendirilmiş ve yeşil ışık yakılmıştır. Suriye devleti’de kendisine “yar” olmayacak bağımsız ya da özerk bir Kürdistan’ın yıkılmasına razıdır. Afrin’de olduğu gibi Rojava’nın Kürtlerden temizlenmesine destek veriyor.

ABD ise, Türkiye’nin NATO’da kalmasının yanı sıra, Türkiye’nin iyice Suriye’ye yerleşerek gelecekte Rusya ve İran ile Türkiye’nin karşı karşıya kalmasının koşullarını yaratmak içinde “yeşil ışık” yakmış olabilme olasılığı göz önünde bulundurulsa da, sorunun özü emperyalistler arası bir anlaşmanın sonucu olarak görülmelidir:

Rojava’nın işgali ve Kürtlerin demokratik haklarının yok edilmesi ve Suriye’nin geleceği konusunda esas olarak ABD ve Rusya’nın anlaştığına dair emareler daha fazla gibi gözüküyor. Daha büyük emperyalist çıkarlar için “Kürtlerin feda edilmesi”, emperyalist haydutların nezdinde küçük bir teferruat olarak kalıyor.

Bu nedenlerle ABD emperyalizmi, Türk devletinin Rojava’yı işgaline yeşil ışık yakmış, hava sahasını ise bütünüyle açarak, işgali Türk devleti için iyice kolaylaştırarak, demokratik Kürt hareketi ve demokratik Rojava yönetiminin kısa zamanda boğulmasını amaçlamıştır. 
 
Türk devleti, Bölgede büyük emperyalistler arası çelişmeden yararlanmasını bilerek, kendi işgalci emperyalist emellerine, bir çok baskı, tehdit ve şantajlarla kendine yol açabilmiştir. 
 
Dördüncüsü; ABD emperyalizminin, Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG), Türk devletine karşı koruma gibi bir amacı olmaz ve olamaz. Her şeyden önce Rojava’nın toplumsal yönelimi kapitalizmin sermaye birikimi modelinin dışında bir modeldir. Yani, ilerici bir yönetim modeli ve uluslararası sermaye ile içiçe değildir. Emperyalist sermaye, sermayesini büyütecek ve daha fazla birikim sağlayacak pazarlar ister ve amaçlar. Rojava’nın böyle bir durumu söz konusu değil. Ama, işgalci Türk devleti ise uluslararası sermaye ile içiçe ve onun bir parçasıdır. Ve oldukça büyük bir sermaye ve meta pazarıdır ve bu pazar her geçen gün büyümektedir. Emperyalist bir güç, ilerici bir hareketi destekleyerek, onun bölgede kök sağlamasına destek olmaz, tersine köstek olur. Bugün ABD’nin SDG’ye yaptığı gibi.

Kürt Ulusal Hareketinin bundan ders çıkarması gerekir. Emperyalizmden asla dost olmaz. Çünkü emperyalizmin çıkarları ile ezilen halkların ve ezilen ulusların çıkarları birbirinin zıddıdır. 
 
Beşincisi; bölgede Rojava devrimi, diğer halkalara da örnek olabillir. Böyel bir potansiyel de taşımaktadır. Bu, hem AB’yi hem de ABD’yi rahatsız etmiştir. ABD, Suriye’deki petrol bölgelerindeki varlığını, Suriye devletiyle de anlaşarak koruyabilir. Suriye’nin güney’deki petrol bölgeleri şimdilik ABD’e bırakılmışa benziyor.

Altıncısı; Türk devleti faşist ve aynı zamanda emperyalist bir devlettir. Ortadoğu’da yayılmacı politika izlemektedir. Libya’da, Irak’ta ve Suriye’deki varlığı bu amaçlıdır. Yine Nijerya ve Somali’deki gerici cihatçı çetelere destek vermesi, yayılmacı politikanın bir sonucudur. Ayrıca, Kıbrıs işgalinden beri, işgal ettiği bölgelerden çıkmadığı gibi, kendine bağlı, “ordu” adı altında çetelerde oluşturmaktadır. Yani, bir taraftan kendisi direk işgal ederken, bir taraftanda vekalet savaşı yürütmektedir. Ve işgal ettiği bölgeleri Türkiye’nin bir parçası haline getirmektedir. 
 
Rojava Türk devletinin Ortadoğu’daki emperyal hedefleri önündeki önemli engellerden birisiydi. Ne şekilde olursa olsun bu toplumsal yapıyı yok etmek istiyor.

Yedincisi: Suriye sınırları içinde olan Kürdistan topraklarının Türk devletine bırakılması, salt bir lutüf değil, emperyalistler (ABD, Rusya, Türkiye ve İran) arası bir anlaşmanın sonucudur. Türk egemen sınıfları, adı geçen emperyalist devletlerle girdiği çeşitli anlaşmaların sonucu, Suriye’nin kuzeyini kendi payı olarak koparmıştır. Gerisi, askeri işgal ile orayı Kürtlerden temizlemek kalmıştır, onu da yine diğer emperyalistlerin desteği ile ele geçirmeye çalışıyor. İşte sorunun özü budur. İran’ın bu işgale onay vermesinin esas nedeni ise; bağımsız bir Kürdistan’a giden yolu tıkamak içindir. Çünkü kendisi de aynı sorunla karşı karşıyadır. Öbür yandan Rusya ile beraber Türkiye’yi ABD ekseninden uzaklaştırabilmek içindir.

Kısacası Suriye, ABD, Rusya ve Türkiye arasında paylaşılmıştır. Ama, Türk devleti’nin işgal ettiği bölgelerde “huzur içinde” işgalci olarak kalması kolay değil. Kürtleri bütünüyle karşısına almıştır. Üstelik Kürtler, örgütlü, silahlı ve yıllardır savaşma tecrübesi olan silahlı güçlere sahiptir. İşgalcilerin hiç biri işgal ettikleri bölgelerde kalmadığı gibi bunlarda kalamayacaktır. Kürdistan ile Kıbrıs aynı değildir. Bu unutulmamalıdır. Kürdistan dinamik bir yapıdır. Bu dinamik yapı işgalcilere rahat yüzü vermeyecektir. Rojava’yı kurtarmak için 11 binin üzerinde evladını şehit veren Kürt halkı, işgalcileri topraklarından kovmak için bir kaç onbir binin daha feda etmekten çekinmeyecektir. 
 
Sekizincisi; Türk devleti Suriye Kürdistanı’nı işgalle sınırlı kalmayacak, Irak Kürdistanı’nı da işgal etme olasılığı her zaman vardır. Fırsatı’nı bulduğunda işgal etmekten kaçınmayacaktır. Ve Türk devletinin işgaller serisi Rojava ile sınırlı kalmayıp, çevresindeki olası gelişmeleri değerlendirerek, zayıf düşen komşusunu işgal etmekten çekinmeyecektir. Bu emperyalist sermayenin hegomanik karekteristiği ile doğrudan bağlantılıdır. Silahlanmış yeni bir emperyalist güç, yayılmacı eğiliminin eyleme dökmekten kaçınmayacaktır.

Türk egemen sınıflarının bütün kesimleri işgale onay vermişler ve desteklerini açıklamışlardır. Özellikle tüm sermaye kesimleri, Türk ordusuna “başarı” dilemişlerdir. Çünkü, kendi emperyalist yayılmacı emellerini orduları vasıtasıyla yaşama geçiriyorlar. Sermaye, hiç bir zaman barışçıl olmaz. Doğuşu kanlıdır ve birikimini artırdıkça daha daha fazla kanla beslenmeye (birikime) ihtiyaç duyar. En “barışçıl” göründüğü dönemlerde de işçi sınıfının mücadelesinin buna izin vermemesindendir.

Sermaye, savaş dönemlerinde daha fazla kar elde eder. Sermaye birikimlerini artırırlar. Çünkü, kitleler üzerinde daha fazla baskı artarken, işçi sınıfı üzerindeki sömürü de artar. Sermaye, savaş tamtamları arasında, ekonomik kriz altında ezilen kitleleri milliyetçilik afyonu ile susturmaya çalışacaktır.

Türk ekonomisinin içinde bulunduğu krizle beraber tek adam rejminin de kriz içinde olması, işgalci savaşı; bu krizleri ötelemek amaçlı zaman kazanma aracı olarak kullanacaklardır. Bütün burjuva görsel ve yazılı medyasında savaş naralarının atılması ve mehter marşı eşliğinde propaganda yapılması kitleleri kendi sorunlarından uzaklaştırarak, sermayenin gündemine odaklanmalarını sağlamaktır.

Dokuzuncusu: Türk devletinin Rojava’yı işgal harekatını salt “iç krizin yönünü değiştirmek”, hükümetin “içerde zayıflamasına” bağlamak, sorunun özünü ya görememek ya da çarpıtmaktır. Kürtler söz konusu olduğu zaman, “iç sorunlar”a bağlanıyor. Seçim dönemlerinde Kürtlere yönelik saldırıların boyutunun artması da “seçimi kazanmaya” bağlanıyor. Oysa, TC var olduğu günden beri Kürtlere saldırıyor. Afrin’in işgal edilmesi de “iç hesaplara” bağlanmıştı. Liberal burjuva aydınların Türk devletinin Kürtlere yönelik saldırıları bu şekilde yorumlamaları normal karşılanabilir. Ancak, kendine marksist diyenlerin böyle yorumlamaları, işgalci güçlerin sınıfsal niteliklerini yanlış değerlendirmelerinden kaynaklanmaktadır. Devletin işgalci karakteri ve işgal girişimleri esas olarak iç sorunlarından değil, emperyal amaçlı hareket etmesindendir. Bu gözden kaçırılmamalıdır. Elbette, iktidardaki güçler, bu işgal savaşını kendi lehlerine çevirmek içinde kullanacaklardır ve kullanıyorlarda. İktidarda kalmak ya da iktidar ömrünü kullanmak için, iktidardakiler bunu hep yapar. 
 
Onuncusu: Türk devleti, işgalci saldırılarıyla güçlü gibi gözükmesine ya da kendisini güçlü göstermesine karşın, şu anda en zayıf olduğu andır. Kuzey, Güney ve Batı (Rojava) Kürdistan’ında savaş içindedir ve düşmanlarını giderek çoğaltmaktadır. Ayrıca, Akdeniz’de “gaz” arama çalışmalarıyla da, krizlerine yeni bir kriz daha eklemiştir. İç ekonomik ve politik krizin yanında bu kadar dış kriz ile karşı karşıya kalan bir devletin, daha büyük bir krizle karşılaşma olasılığı oldukça yüksektir. İşgal savaşı ekonomik ve politik krizi kısa bir süre “ötelesede”, krizi daha da derinleştirecektir.

Rojava’nın işgali, Türk devletini, işgal boyunca kızgın demir üzerinde yürümeye zorlayacak ve yakın bir süreçte gelişmeler, Kürtlerin özgürleşmesinin daha güçlü bir şekilde yolunu açacaktır. Aynı şekilde ülkede de pompalanan ezen ulus miliyetçiliği, işçi sınıfının kendi sorunlarının üzerini uzun süre örtemeyip, sınıf mücadelesinin gelişmesini durdurmaya yetmeyecektir.

İçeride, işçi ve emekçileri bir süre “milliyetçilik” afyonu ile sustutabilir, ancak, yaşamın gerçekleri karşısında ne din ne de milliyetçilik, insanların direkt karşı karşıya olduğu yaşamsal araçların yerini alamaz. Çok yönlü baskıların ve devlet terörünün şiddetinin arttırılmaya devam etmesi de, tek adam rejminin ömrünü uzatmaya yetmeyecektir. İçerde pompalanan Kürt düşmanlığı ve işçiler arasındaki kutuplaştırma politikaları da işçi sınıfı ve emekçileri daha fazla oyalayamayacağı bir gerçektir.

Ve Rojava’nın kaybı, başta işçi sınıfı olmak üzere ezilen dünya halklarının kaybı olacaktır. Her şeyden önce de Türk, Kürt ve diğer azınlık uluslardan işçi ve emekçilerin kayıbı olacaktır.
İşgalin başarıya ulaşması halinde, işçi sınıfı üzerindeki baskı ve sömürü daha da ağırlaşacaktır.

Türk işçi sınıfı ve emekçileri bunları dikkate alarak, emperyalist işgale karşı mücadelede en ön saflarda yerlerini almalıdır. 13.10.2019

1 HH Korkmazgil’in ‚Tuhaf‘ şiirindeki bu mısralarını, Gazete Duvar’da, Tolga Tören’in, „ Volksvagen neden Türkiye’yi seçti?“ başlıklı yazısından aldım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder