24 Kasım 2018 Cumartesi

Tarih Yapan Sıradışı KADINLAR


Flormar İşçileri



Tarih Yapan Sıradışı KADINLAR


Yusuf KÖSE
Dünyanın her yerinde kadına şiddet konuşuluyor bugünlerde. Kadına şiddeti doğuran toplumsal sistemin savunucuları da “kadına şiddeti” bir kaç gün konuşmaya devam edecek.

 
Kadına şiddetin, kadını ikinci sınıf yerine koyan sistemin savunucuları ve kadını bir süs eşyası, bir meta olarak ele alan sitemin savunucularının “şiddet karşıt”lığı elbette sahte. Özellikle kadına karşı şiddetin ekonomik, siyasi ve idelojik toplumsal dokusunu oluşturan kapitalist sistem savunucuların “kadına şiddeti” konuşmaları ve karşı çıkışları inandırıcı olmaktan çok çok uzak.

Tarihi sömürücü egemen sınıfların dilinden yazan bir sistem savunucuları ile tarihi yapanların ve tarihi daha ileri taşıyanların aynı yazın içinde yer almaları da olsa değildir. Tarih, sıradışı insanların (emekçi kadın ve emekçi erkeklerin, daha çok da emekçi kadınların) sırtında taşınarak bugüne ulaştırılmıştır.

Kapitalist toplumla birlikte ücretli köle olarak burjuvaziye artı-değer üreten kadın işçilerin direnişleri, tarihi yapan sıradışı insanların öyküleri olarak tarihe geçmiştir.

Kadına şiddetin temelinde ekonomik ayrıcalıklar yattığını gizliyor burjuvazi. Kapitalist ekonomik sistemin kadına şiddeti saniye saniye doğurduğunu, kadını eve hapsetmenin kadını aşağılamanın ve toplumdan dıştalamanın temel öğelerinden biri olduğunu söylemekte çekiniyorlar.

Kadına şiddetin boyutu, cinsiyetler arasındaki ücret ayrımında da açıktan sırıtıyor. Burjuvazinin siyasal temsilcileri, “eşit işe eşit ücret”ten sıkça söz etmelerine ve çoğu ülkede ise bu yasal olmasına karşın, kadın ve erkek işçi arasındaki, kadın çalışan ile erkek çalışan arasındaki ücret farklılığını özelllikle korumaya çalıştıklarıda bir gerçektir.

Her fırsatta kadın ve erkeğin “aynı olamayacağını”, (“hadi 100 metreyi erkek ve bayan beraber koşsunlar” , “Kadın ve Adalet zirvesi” nde konuşan faşist Erdoğan yine “adalet” dağıtmış”) bu nedenle de aynı ücreti alamayacağını her fırsatta tekraralıyorlar.

Buradan hareketle, kapitalist toplumda kadına şiddetin boyutu, “cinsiyetler arası ücret farklılığında” ve kadını eve hapsetmede saklıdır desek yanılmış olmayız.

1857 yılında New York kentinde polisin fabrikaya kitlediği kadın işçilerden 129 yakılarak katledildi. Bu direniş 8 Mart Emekçi Kadınlar Günün yarattı.

24 Kasım 2013 tarihinde Dakka (Bangladeş) yakınlarında bir fabrikanın (Rana Plaza tekstil fabrika Binası) yanması sonucu tam 1138 işçi yanarak öldü ve 2500 işçi ise yaralandı. Fabrikada çalışanların %80’ni kadındı. Bu fabrika, “ünlü markaların” sahibi batılı emperyalist tekeller için üretim yapıyordu ve her türlü sosyal haklardan yoksun işçilerin aylık ortalama ücreti ise 38 dolar kadardı. (İşçiler beş dakikada diktikleri elbiseyi bir ay çalışmayla alamayacak kadar artı-değer üretiyorlar.) Bu tarihin en büyük kadın cinayeti ve kadınlara karşı doğrudan uygulanan tekelci burjuvazinin şiddetinin katliam halini almış biçimiydi. Ve bunların kadına yönelik şiddeti yeni değil, yine Bangladeş ve Pakistan’da aynı emperyalist tekeller için üretim yapan çoğu kadın olan işçiler yakılarak katledilmişti.1
 
Bangladeş’te 2005’ten Rana Plaza yangınına (2013) kadar toplam 700 işçi yanarak ölmüştür. İşçilerin katilleri tekeller ise, daha çok sermaye birikimi için işçileri yakmaya devam ediyorlar. İngiliz tekeli Primark’ın ve diğerlerinin neden “ucuza sattığı” ürünlerin üzerinde Rana Plaza yagınında ölen işçilerin kanı vardır.

Türk giyim firması LCWaikiki’de bu yanan fabrikada üretim yapıyordu. 
 
Giydiğimiz elbiselerde kadın işçilerin kanı var!

Çoğu kadın, Flormar işçilerin direnişi ise yedinci aynı doldurmak üzere. Flormar kadın işçileri, burjuvazinin her türlü şiddetine rağmen direnişlerini sürdürüyorlar. 
 
Burjuvazi, kadınlara ve erkek işçilere uygulanan bu şiddetten hiç söz etmiyor. Adeta “işçi olmanın fıtratında var” demeye getiriyorlar. Kadın emekçileri kızıl değil, “mor” renge büründürmek için çaba harcayanlarda bunlardan söz etmiyor nedense. Kadınlarınn ezilmesinin ekonomi politiğini manipüle ettikleri içinde Marx’ı “cinsiyet körü” gösterecek denli burjuvazinin argüman çöplüğüne uzanıyorlar.2

Kapitalist-emperyalist ülkelerde de kısa süreli yarı zamanlı işlerde çalışanların çoğu kadınlardır. Ve bu kadının, “işe yaramazlığı” kanıtı olarak gösterilmektedir. Almanya’da iki saatlik işlerde çalışanların ezici çoğunluğunu (yaklaşık üçte ikisi kadar) kadınlar oluşturmaktadır.

Dünyada ilk defa eşit işe eşit ücret Rusya’da 1917 Ekim Sosyalist Devrimi ile hayat bulmasına karşılık, kapitalist ülkelerde ise, resmi olarak ilk defa 1963 yılında ABD’de yasallaşmıştır. Ama bu sadece kağıt üstünde kalmak şartıyla... Çünkü kadınların mücadelesi sonucu gerçekleşen bu yasa, fiiliyatta uygulanmamış ve hala uygulanmaması içinde direniyorlar. İngiltere gibi gelişmiş kapitalist-emperyalist bir ülkede ise 1970 yılında, kadın işçilerin kararlı direnişleri sonucu yasallaşmıştır.

Bütün kapitalist ülkelerde, cinsiyetler arası ücret farklılığına bakıldığında, kadınla aynı işi yapan erkeğin en az %15,46 (2014 OECD ortalaması) daha fazla aldığı görülecektir. Türkiye’de ise TÜİK’e (2015) göre %21,52. Almanya’da ise %21 civarında. AB ülkelerinde cinsel ve fiziksel şiddet ortalaması ise %33 (2014 verileri) civarında. Yani yüz kadından 33’ü cinsel ve fiziksel şiddete maruz kalıyor. Bugün ise bu veriler düne göre daha da artmıştır. Gericileşme ve iç faşistleşme kadına yönelik şiddetin boyutunu ve oranını daha da artırmaktadır. İç faşistleşmenin faturasının ağır toplumsal yükü öncelikle kadınlara çıkarılmaktadır.

Ezilenlerin ezileni olarak kadınların dışatalanması, kriminalize edilmesi, ezilmesi, aşırı sömürülmesi ve ikinci sınıf yerine konmasını aynı zamanda eşit işe eşit ücret farklılığında aramak gerekiyor. Bu tek başına yeterli olmasada, kadınların üzrlerindeki cinsiyet baskısının kalkmasını ya da en azından azalmasını da beraberinde getirecektir.

Türkiye’de kadına yönelik şiddetin boyutu, TÜİK’in istatistiklerin de üstündedir. Faşist-dinci hükümetin tepesindekiler öncelikle kadın düşmanı bir yapıya sahiptirler ve her fırsatta kadınla erkeğin eşit olamayacağını vaaz etmektedirler.

Kadına uygulanan şiddeti, kapitalist sistemin kendisi yeniden ve yeniden üretmektedir. Bu sistem var olduğu sürece kadınların toplumda ezilenlerin ezileni olması da devam edecektir. Kadının kurtuluşu kadın ve erkek işçilerin birlikte mücadelesiyle kuracakları sosyalizm ile gerçekleşebilecektir. Kadınlar sosyalizm ile gerçek özgürlüğün kapısından adımlarını içeri atmış olacaklardır. Kadının kurtuluşu insanlığın gerçek kurtuluşu olacaktır. 25.11.2018

1 Bilgiler, Rote Fahne News’dan alınmıştır.
2 Bkz. Yusuf Köse, KADIN ve KOMÜNİZM, El yayınları



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder