İSLAMCI
FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜN KORKUSU
Yusuf KÖSE
Adı resmileşmemiş, ama fiiliyatta TC artık islamcı faşist
bir diktatörlüktür. Egemen sınıflar arasında bu konuda bir anlaşmazlık var. Ancak,
gelişmeler bunun resmi bir hal alacağıdır.
Mussolini, Hitler
ve Franco, faşizmi açıktan savundukları gibi, Erdoğan ve arkasındaki sermaye
ise, açıktan “islamcı” bir iktidarı savunuyorlar. Meclis Başkanları bunu
açıktan dile getirdiği, Erdoğan ve diğerleri ise teyit etti. Teyit etmelerine
de gerek yok, 14 yıllık savunu ve uygulamaları islamcılığı bütünüyle
yerleştirmek ve Suudi Arabistan benzeri Selefi iktidar kurmaktır.
İslamcı faşist diktatörlüğün arakasında, bazıları
çekimser gözüksede, hemen hemen bütün sermaye kesimleri var. Kapitalizm
koşullarında islamcılık, emperyalizmin neoliberal poltikalarından ayrı düşemez.
Tam da emperyalist burjuvazinin istediği karlı bir iştir.
Çünkü, bütünüyle kitleler susturulmuş, dinle
afyonlaştırılarak sersemleştirilip alçaltılmış, biat etmeyen ve baş
kaldırıanlar ise devlet teröriyle yok edilmiş ve edilmesinin toplumsal önü
açılmış olması ve böylece, kelimenin tam anlamıyla sermaye özgürlüğüne kavuşmuş
olur.
ABD ve batılı emperyalistler bunu 12 Eylül Cuntasından
beri planlamışlardı. Ecevit’li koalisyon hükümetinin devrilip peşinden AKP’nin
hızla iktidara getirilmesi ve ona yüklenen misyon şu anda uygulama halinde
olandır.
Erdoğan ve tayfasının Batı’ya, ABD’ye ya da İsrail’e
içeride “dayılanması”, emperyalizme biatın perdelenmesi sahnesidir. Onların
sıkça kullandıkları deyimle: “fıtratlarında” emperyalizme biat etmek vardır.
Onların desteği olmadan ayakta kalmaları, diktatörlüklerini uzun bir üsre sürdürmeleri
söz konusu olamaz.
Kürt şehirlerinin yerle bir edilmesi ve Kürt katliamı ile
ayakta kalmaya ve islamcı faşist diktatörlüğünü pekiştirmeyi hedefleyen sermaye
kesimi, arkasına böylece CHP ve MHP gibi gerici ve faşist burjuva partilerini
de almışlardır. Kürt soykırımı ve Kürtlerin elimine edilmesi konusunda bütün
Türk sermaye kesimi hem fikirdir.
“Laik” kemalistlerin en çok güvendikleri ve “laik”
olduklarına inandıkları “Türk ordusu” da islamcıların cihadcı İŞİD rolünü
üstlenmiştir. TC tarihinin en kanlı ve kirli işlerinde bu ordu kullanılmıştır.
Bugün Kürtlere karşı kullanıldığı gibi...
Bütün sermaye kesimleri bu konuda kanlı bir ittifak kurmuşlardır.
Burjuvazinin kendi aralarında çelişme olmasına karşın,
Erdoğan’a karşı bir alternatif yaratamamışlardır. Esasında böyle bir dertleride
ciddi anlamda yoktur. Kendi tarihlerinin en karlı dönemini yaşıyorlar. Sermaye
birikimleri son 15 yılda 15 kart artmıştır. Burjuvazi, sermayesinin böyle artışı
karşısında bütün diktatörlerin önünde eğilir ve onu cansiperhane korurlar. Marx’ın
söylemiyle; böyle bir kar oranıyla yapamayacakları hiç bir pis iş yoktur.
AB’nin kendi burjuva basınında Erdoğan’ın teşhir
edilmesi, yine kendi kamuoyuna ve Erdoğan karşısında ellerini güçlendirmek
içindir. Borsada dönen paraların %70 bunların elindedir. Oldukça karlı bir iş.
Bilinen deyimle, “taş atıp kolları yorulmadan”, az bir sermayeyle gelip yüklü
bir sermaye ile gidiyorlar. Emperyalist burjuvazi, “demokratlık” derdinde
değil, sermayenin artırılması derdindedir. Onlar, yüzde yüz kar ettikleri bir
rejimde,“insan hakları” vb. gibi, burjuvazinin ilk çıktığı
dönemdeki savunuları akıllarına gelmeyeceği gibi, bu tür söylemleri artık kendi
önlerinde bir engel olarak görüyorlar.
Burjuvazi ülkeyi daha kanlı bir sürece sürüklediği gibi,
kanlı diktatörlüğünü halkın üzerinden bir daha kalkmamacasına bir kabus gibi
yerleştirmeye çalışmaktadır. Burjuvazinin aralarındaki çelişmelerden kaynaklı,
“kırk katır mı kırk satır mı” politikalarıyla, Erdoğan’a karşı Gül’ü piyasaya
sürmeye çalışması ise onun doğasına
uygundur. Halk kendi alternatifinin yaratmadan kendisi, halka yine kendi
temsilcilerinden birini alternatif olarak sunmaktadır. Oysa Gül, bugünkü
islamcı faşist diktatörlüğün yerleşmesinde Erdoğan’dan sonra ikinci sorumludur.
Sermaye, halka, kötü polis rolü oynayana karşı iyi polis rolü oynayan siyasi
oyuncuyu sahneye sürmek istiyor.
Ne
Yapılmalı?
Burjuvazinin ne yaptığnı açık ve net olarak işçi sınıfı
ve emekçilerin gözüne sokmaktadır. İslamcı faşist diktatörlüğün baskıları artıkça, işçi sınıfına yönelik kölelik
yasaları da günden güne ağırlaşmakta ve yasallaşmaktadır. Son olarak “özel
istihdam büroları”nın yasallaşması, işçi sınıfının direnme ve birlikte hareket
etme olanakları da bütünüyle elinden alınmaya çalışıldığı gibi, böylesine bir ücretli kölelikle; sınıfın ağır sömürü ve
baskı altına alınmasının yasal zemini de yaratılmış oluyor.
Erdoğan ve arkasındaki sermaye güççlerini yıkacak ya da
en azından kısa vade içinde geriletecek yegane güç işçi sınıfıdır. İşçi sınıf
bugün bilinen nedenlerle örgütsüzleştirilmiş, geriletilmiş ve kendi içine
çekilmesi sağlanmıştır. Bu onun suçu değildir. Bu konuda devrimci ve
komünistlere önemli, bir o kadarda kararlı ve militanca görevler düşmektedir.
Çok ağır baskı koşulları olmasına karşın, sınıf içinde ciddi örgütlenmeye
gitmek ve bunu asla aksatmamak gerekiyor. Legal (ki, bunun koşulları da hemen
hemen ortadan kalkmış gözüküyor) ve illegal tüm mücadele ve örgütlenme
biçimleri koşullara uygun şekilde geliştirilmeli ve yürütülmelidir.
İslamcı faşist diktatörlüğün esas korkusu: Kendi
içlerindeki ayak oyunları değil, işçi sınıfı ve emekçilerden gelecek bir
direniştir. Ve onları yıkacak olanda bu cepheden gelecek mücadele
olacaktır.
DP ve Menders’e son darbeyi 27 Mayıs Cuntası vurmak
zorunda kalmıştır. Çünkü, son yıllarda işçi ve öğrenci ayaklanmmaları
başlamıştı. ABD’nin telkiniyle burjuvazi güçlü bir halk hareketinin
gelişmesinin önüne geçmek için 27 mayıs 1960 cuntasını getirmiş ve kendi
aralarındaki hesaplaşmayı kanlı bir şekilde yapmışlardır.
Bugün de Erdoğan’ı ve arkasındaki sermaye gücünü yıkacak
ve tahtından edecek olan işçi sınıfı hareketidir. Sınıf içindeki örgütlenme,
ekonomik krizin getirdiği sosyal sorunlarla birleşince, daha hızlı bir şekilde
gündeme gelebilir. Erdoğan’ın elindeki tek koz, ordu, bürokrasi ve polis
gücüdür. Kürdistan’da PKK’nın geliştirdiği direniş ise, Ordu ve diğer
paramiliter güçlerin ne kadar kof
olduğunu bir kere daha göstermiştir. Çünkü işgalci gücün halkın birleşik
direnişi karşısnda şansı yoktur.
AKP ve Erdoğan’ın sık sık GEZİ’yi anması boşuna değildir.
Erdoğan, en büyük korkuyu o zaman yaşadı. Ve hala o korkuyu yaşamaktadır. O
burjuvazinin bütün kanatlarıyla uzlaşabilir, ama işçi sınıfyla uzlaşamaz. Çünkü
işçi sınıfının devrimci eylemleri burjuvazinin en temel korkusudur.
Bugün, bütün komünist, devrimci ve demoktar güçlerin
ortaklaşa hareket etmesinin zarureti ortadadır. CHP’yi yanına almaya çalışanlar
yanılır. Sosyal demoktar partilerin tarihi, en gerici güçlerle işçi sınıfına
karşı ittifak kurduklarının gerçeği ile doludur. En yakın ve bariz örneği Nazi
Almanya’sıdır. Alman SPD’si, Komünistlere (KPD) karşı nazileri açıktan
desteklemişlerdir. Naziler, SPD’nin desteği ile komünistleri ezdikten sonra,
geride kalan SPD’yi de biçmiş ve kapatmıştır. Bu nedenle CHP üzerine siyaset
üretmek isteyen küçük burjuva demokratların bu sınıfsal tutumdan ders
çıkarmaları gerekir. Liberal burjuva demokratların dahi CHP’den kestikleri
umudu, küçük burjuva demokratların beklemesinin açıklayıcı tek yanı; küçük
burjuva sınıfın kendine güveni olmaması gerçeğinde aşikardır.
İslamcı faşizme karşı, “demokrasi, eşitlik ve özgürlük” temelinde bir araya gelinerek her
alanda ortaklaşa mücadeleyi öne çıkarmak gerekir. Bu mücadele içinde PKK’yı
dışarda tutmaya çalışmak ve onun bu alandaki mücadelesine destek olmamak tam da
islamcı faşist diktatörlüğün istediği bir gelişme olacaktır. Çünkü şu anda islamcı faşist yönetime karşı en büyük
demokratik direnişi Kürtler vermektedir. Bazı küçük burjuva sosyal şovenler,
islamcılığa karşı gibi gözükürken, devletin milliyetçi-ırkçı yanını okşar bir
çizgide durmaları, küçük burjuva sınıf tarihinin tekerrürü gibi sırıtmaktadır.
İslamcı faşlist diktatörlük, işçi ve emekçilerin tüm
direniş umutlarını baskı ve şiddetle kırma yolunu tutmuştur. Kitleler içinde
karamsarlığı geliştirmeye çalışıyorlar. Her şeyden önce sınıfı psikolojik
olarak teslim alarak mücadele moralini deformize etmek istiyorlar. Yenilgi
dönemlerin en kötü yanı; kitleler içinde karamsarlığın ve yenilgi
psikolojisinin egemen olmasıdır.
Güçleri birleştirip her alanda direnişleri geliştirerek
bu yenilgi atmosferi kırılabilir ve kırılmalıdır. İşçi sınıf ve emekçilerin
önünde başka seçenek yoktur. İçinde işçi sınıfının olmadığı bir mücadele biçimi
demokratik hak ve özgürlükleri kazanıp geliştiremeyeceği gibi, sosyal kurtuluş
mücadelesini de geliştiremez.
Faşist islamcı diktatörlüğün korkusu büyütülmeli ve bu
bir gerçek halini almalıdır ve alacaktır!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder