ZULMÜN ZAFERİ OLMAZ
Yusuf KÖSE
Kitlelerin
katledildiği, polis ve askerlerce kuşatılan bir ülkenin ortasına kurulan
“demokrasi” sandığından “barış” değil, katliam çıkabiliridi, nitekim aynen öyle
oldu.
Faşist
diktatörlüğün en azgın bir şekilde sürdüğü hangi ülkede seçimle “diktatör”
devrilmiş? Tersine, askeri darbeler dışında seçimle gelen bir sürü diktatör
örneği var. En bilineni ise Nazi faşizmidir.
Türkiye’de de
Nazi Almanya’sında olduğu gibi “kristal geceleri” yaşandı. toplu
tutuklamalardan tutunda, özellikle Kürdistan illeleri savaş alanlarına çevildi
ve devletin aleni kitle katliamlarıyla halka korku verildi. Kitleler
kendilerini devletten korumanın yollarını arar oldular.
Bütün Akp ve
çevresi, kitleleri ölümle açıktan tehdit etti. “Ya bize iktidarı tam verirsiniz
ya da ölümlerden ölüm beğenin” diye... Ve bunu, Kürdistan’ın tüm illerinde,
Diyarbakır’da Suruç’ta, ve Ankara’nın göbeğinde 100’den fazla insanı katlederek
gösterdiler de... Ve beş ay içinde Türkiye ve Kürdistan’da toplam 700’e yakın
insan öldü. Beşbine yakın insan tutuklandı.
Devletin,
AKP’nin sandıktan tek başına iktidar olarak çıkması için tüm baskı güçleriyle
terör estirdiği bir ortamda yapılan “1Kasım seçimi” AKP’nin “başarısı” değildir.
Çünkü, burjuva demokrasisinin normal standartları içinde yapılan bir seçim
değil, AKP’yi tek başına iktidara getirebilmenin seçimiydi. AKP, sialh zoruyla
seçimi “kazanmıştır.” Nasıl ki, bir zamanlar Mısır’da Mübarek vbç faşist
diktatörlerin sürekli seçimleri “ezici çoğunlukla” kazanması gibi.. Ya da
ülkemiz’de 12 Eylül Askeri Cuntası döneminde 1982 Anayasa’sının neredeyse yüzde
yüz bir oyla kabul edilmesi gibi...
Bu daha
baştan bilinmesine karşın, AKP’nin istediği koşullarda seçime gidilmesi kabul
edildi. Egemen sınıfların dayatmaları kabul edilecek diye bir şey yoktur.
Tersine, buna karşı devrimcilerin kitleleri uyarması ve aktif mücadele
taktikleri bensimsemesi gerekirdi. HDP reformizmi etrafında toplanan devrimci
ve demokrat güçler, kendilerini egemenlerin seçim kuralına uymaya mecbur
ederek, sanki reformizmden başka seçenek yokmuş gibi hareket ettiler.
Bütün
baskılara ve engellemelere karşın HDP’nin barajı aşması “başarı”dır. Eğer,
ortada bir başarı varsa, bu, HDP'ye oy vermek isteyen kitlelere ya ölüm ya
hapishane ikileminin dayatılmasına rağmen sandığa gidip oy veren kitlelerindir.
Ancak, bu zalimin iktidarını durdurmaya yetmeyecektir. Mücadeleyi sandık
etrafından çıkarıp sokak ve açıktan mücadele alanlarına kaydırmak gereklidir.
Ve kitleleri, reformist lapalarla oylamanında düşmana hizmet ettiği
görülmelidir.
7 Haziran
2015 seçimlerine katılmak doğruydu ve gerekliydi. Ancak, devlet, buradaki
sonuçtan hareketle savaş konseptini devreye soktu. Bu çok yönlü bir taktikti.
Hem milliyteçiliği geliştirmek, MHP’nin oylarını almak, hem de devrimci-demokrat
kesimleri terörize ederek, seçimlerde hareket edemez hale getirmenin yanıda
daha uzun yıllar iktidarda kalmanın alt yapısını oluşturmak içindi.
Bu
bağlamda, faşizm, geçici olarak istediğini aldı.
Ve
önümüzdeki süreçte, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonrada meclis tek taraflı
olarak AKP’ye, yani Türk egemen sınıflarına çalışacaktır. HDP’nin mecliste hiç
bir etkisi olmayacaktır. Buna müsade etmeyeceklerdir. Bölgedeki ve ülkedeki
gelişmeler dolaysıyla dokunulmazlıklara dahi kaldırılabilir. Ancak,, dış ve iç
kamuoyuna karşı “demokrasi” oyunu çerçevesinde baskı altında meclis içinde
tutmaya çalışacaklardır. Bu onların daha çok işine gelecektir.
MHP’nin
oy kaybetmesi, artık onun gereksiz bir parti olmasından dolayıdır. Çünkü onun
savunduklarının fazlasını iktidar partisi savunmakta ve uygulamaktadır. Doğal
olarak milliyetçi faşist kesimlerin AKP’ye oy vermesi doğaldır. Diğer yandan
BBP ve SP gibi partilerinde saflarında olanların beklentileri AKP’de vardır. Bu
nedenle de büyük çoğunlu AKP’ye oy vermiştir. Yani, ırkçı, şovenist ve dinci
kesimler AKP etrafında birleşerek, kitlelerin önemli bir bölümünüde yanlarında
götürmüşlerdir.
Demokratik hak ve özgürlüklerin gaspına, katliamlara, ekonomik zorluklara,
işsizliğe rağmen, kitlelerin AKP’ye oy vermesini yadırgamakta yanlıştır. Çünkü,
ülkedeki basılı ve görsel yayınların % 95’inden fazlası ktileleri uyutma
aracıdır. Bunun %90’ı AKP’nin lehine propaganda yapmaktadır. %5’de Sözcü,
Aydınlık vb. gibi faşist ırkçı yayınlardır.
AKP muhalifi gibi gözüken Hürriyet ve Sözcü gazetesi ile AKİT gazetesi
arasındaki fark, birbirlerine küfür ettikleri kadar uzak değildir. Egemen
sınıflar arasındaki sömürüden daha fazla pay alma çıkar dalaşının dışa
vurumudur. Ve aralarında kalın bir ideolojik ve siyasal ayrımda söz konusu
değildir. Bu fark türban kalınlığındadır. Birleştikleri yön ise; ırkçılık,
şovenizm, sosyalizm ve ve komünizm düşmanlığı kadar çoktur.
CHP’ye oy
verenlerin en az yarısı Hürriyet ve Sözcü ayarındaki gazetelerden beslenirler.
Durum bu iken, kitlelerin AKP ve Erdoğan faşizminin gerçek yüzünü neden
göremediklerini buradan çıkarabiliriz. Ayrıca, CHP bir sol parti değil, düzenin
sadık şovenist partilerinden biridir. Kitlelerin demokratik hak ve özgürlükleri
yerine, burjuvazinin çıkarını korur. “Sosyal-demokrat” kılıfı altında, işçi
sınıfı ve emekçilerin demokratik hak ve özgürlüklerini elde etme mücadelesinin
önünde önemli engellerden birisidir.
Bütün
egemen sınıf kesimleri (TÜSİAD’da dahil)
Erdoğan’ın “başarısının” yanıda saf tutacaktır. Alman emperyalist
burjuvazisinin sevgili “kanzlerin” Merkel’i, desteğini, seçimden iki hafta önce
Erdoğan’ın ayağına kadar gelerek göstermişti. Bütün bunlar, işçi ve emekçiler
üzerindeki sömürü ve devlet terörünün daha fazla yansıması şeklinde kendini
gösterecektir.
***
Önümüzdeki
günlerde, baskı ortamları daha da ağırlaşacağı bir gerçek. Buna karşı, işçi
sınıf başta olmak üzere tüm komünist, devrimci-demokrat ve Kürt yurtseverlerin
ortaklaşa mücadelesi daha da gelişltirilmeli ve bu birliktelik, burjuva
sınırları içine hapsedilerek boğulmasına müsade edilmemelidir. Komünist ve
devrimciler, HDP ve Kürt ulusal hareketini daha devrimci taktiklere yönelmeye
zorlamalıdırlar. Eğer, normal şartlar içinde yapılmayan 1 Kasım seçimleri güçlü
bir şekilde boykot edilseydi, işçi sınıfı ve emekçilerin kazanımı daha farklı
olacaktı. Moral bozukluğu yerine, en azından Kürdistan illerinde kitlelerin
kazanımı somut bir hal alabilirdi. Bu, Batı’daki devrimci-demokrat cepheye de
moral verecekti. Tersine, reformist ve liberal kesimleri küstürmeme ve en geri
kitleleri kaybetmeme adına, faşizmin seçim sandığına hapsedildi. Halkların,
demokratik haklar için mücadelesinin
meşrutiyeti, adeta burjuvazinin süngüleri arsına gizlediği sandıkta arandı. Oysa, sandıkları tekmelemenin
meşrutiyeti daha çoktu.
AKP iktidarı, Suriye ve Irakta gelişen (ve
Rusya’nın direkt silahlarıyla sahaya inmesinin yarattığı) durumlardan ve göçmen
sorunlarından dolayı ABD ve AB desteğini almaya devam edecektir. Ancak,
ülkedeki durum hiç de onların istediği gibi gitmeyecektir. Egemen sınıfların
ekonomisi iyiye değil, kötüye doğru bir eğilim içindedir. Diğer yandan, Kürt
sorunu kendini daha fazlasıyla dayatacak ve devletin baskı ve sindirme
operasyonlarına karşı mücadelesi gelişecektir. Kürdistan halkı geri adım
atmayıp, daha ileri mevzilere yürüme potansiyelini korumaktadır. Direnmek ve
savaşmaktan başkaca şansı da yoktur. O bunu yapmaya devam edecektir. Önüne
barikat olarak konan uzlaşmacı reformizmi reddecektir.
AKP her
ne kadar tek başına hükümet kurmayı garantilemiş olsada, iktidarını “barış”
içinde sürdüremeyecektir. Yıllardır mücadele içinde büyük bir tecrübeye sahip
devrimci-demokrat kesim ve işçi sınıf hareketi, bunun yanıda Kürt Ulusal Hareketi'nin
durumu, egemenlere istedikleri “huzuru” vermeyecektir.
Zalimin
zulmünün zaferine, tarih tanık olmamıştır. İşçi sınıf ve emekçiler faşizme karşı
daha örgütlü ve kararlı mücadeleyi yürütecektir. Düzen içine haps olmadan
kitleleri örgütleyecek ve harekete geçirecek her türlü mücadele biçiminin
geliştirilmesi ve yürütülmesi komünist ve devrimcileri bekliyor.
İşçi
sınıf ve emekçilerin gerçek kurtuluşu; kitlelerin sosyalizmle buluşturulması ve
bunun geliştirilmesiyle başarılacaktır. 02.11.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder