KÜRTLERİN SON SAVAŞI MI?
Yusuf KÖSE
Türk devletinin desteğinde
İŞİD’in Kobane’ye yoğun saldırısı ve yaşanan insanlık dramı nedeniyle
Türkiye’de, başta PKK taraftarları olmak üzere tüm ilerici kamuoyunu ayağa
kaldırması önemli bir gelişmeydi.
Özellikle, 7-8 Ekim tarihleri
arasında her yerde kitlesel protesto gösterileri, devlet güçlerinin kitlelere
saldırması sonucu yaşanan gelişmeler ve katliamlar, kitlelerin öfkesini daha da
artırdı. Hemen hemen tüm Kuzey Kürdistan’daki Kürt şehirlerinde kitleler sokaklara
çıktı ve devlet güçlerine karşı direndi. Devlet, bir çok Kürt ilinde ve
ilçesinde sokağa çıkma yasağı uygulamasına karşın, kitleleri sokaklardan evlerine
sokamadı.
Batı’da benzeri direnişler oldu
ve hala yer yer devam etmektedir. Bu aynı zamanda devrimci ve ilerici güçler
ile Kürt hareketinin ortak hareket edişi açısından da önemliydi. Ve bu sınıfsal bir dayanışmaydı. Kürdistan, Türk
devleti tarafından boğazlanırken, Batı sessiz kalmadı. Türk kitlesi de buna
önemli bir destek sundu. Bu, Kürt ve Türk işçi ve emekçilerinin ortaklaşa
hareketiydi. Ve özellikle Kürt illerinde yaşlısından gencine kadar çoğunluğun
sokaklara çıkması ve devletin vahşetine karşı baş kaldırması, “edi bese!”
(yeter artık) demesinin bir öfkesiydi. Devletin (ve önderliğin) oyalamalarına
karşı da bir öfke seliydi. Hırpalanmalara, aşağılanmalara, katliamlara,
sorgusuz sualsiz öldürme ve yargılamalara, işkencelere, kitlesel tutuklama ve ağır hapis
cezalarına, linç edilmelere, kimliklerinin ve dillerinin yok sayılmasına karşı
bir başkaldırıydı. Kobene olayı, bunu bir kere daha orta çıkmasının sadece
kıvılcımı oldu.
Ne var ki, bu gelişen hareket, Türk
devletini (devletleşen AKP’yi) telaşlandırdı ve hareketin daha da büyüceğinden
korkularak (ki büyüyecekti), bir taraftan direkt asker devreye sokulurken, öbür yandan ise, “müzakereci”
MİT elemanları hemen İmralı’ya gönderilerek, artık, ne olduğu, herkesçe malum
“derin müzakere”ye zarar gelmemesi için kitle hareketinin durdurulması istendi.
Hükümet’in isteği doğrultusunda Öcalan HDP’ye bir açıklama yaptırdı. Basına da
yansıyan HDP yöneticilerinin “basın toplantı”sında “terlemeleri” ve
“sıkıntıları”, kitleyle Öcalan-Hükümet ikilisi arasında kalmaları ve onların (müzakarecilerin)
isteklerini kamuoyuna açıklamalarıydı. Böylece hükümet derin bir soluk aldı ve bir kere daha "derin müzakere"nin yararını gördü.
Oysa, kitlelerin sokaklara
çıkmasının nedeni ortadan kalkmamıştı, üstelik en yetkili ağızlardan PKK terör
örgütü görülürken, çıkarılan “tezker”de ise, amaç İŞİD değil, “PKK terör
örgütü” tehlikesine dikkat çekiliyordu. Kobane’nin en büyük düşmanı İŞİD
değil, onu destekleyen Türk devleti olduğu görülmelidir. Ölümüne ayağa kalkan
kitleler bunu net olarak görüyor.
Bütün bunlara karşın “derin
müzakere”ye devam edilmesi, Türk devletinin isteklerinin Öcalan tarafından
kabul edilmesi ve Öcalan vasıtasıyla da PKK ve Kürt ilerici kitlesine dayatılmasıydı.
Bunlar olurken, Kobane yanmaya ve her geçen gün kan kaybetmeye ise devam
ediyordu. Ve Türk devletini İŞİD’e desteği ise çok yönlü olarak devam ettiği
ise bizzat PYD ve YPG’nin en yetkili ağızlarından, “görüntüleriyle” dünyaya
açıklanıyordu.
İlginç olan bir başka nokta
ise; “bayrak yakma”, “Atatürk büstünü kırma” ve “kamu malı tahribatı”nın devlet
tarafından bilinçli olarak öne çıkarılması ve bu karşı-devrimci propagandanın
kitle hareketinin karşısına HDP yöneticeleri tarafından da bir engel olarak çıkarılması
korkaklığıydı. 40’a yakın insanın katledilmesi, yaralamalar, gözaltılar ve
devletin kendi yasalarını çiğneme pahasına saldırması ve vahşeti ise “yasal”
gösteriliyordu. Ve öbür yandan ise sivil faşistlerin sokaklara polis koruması
altında salınması ve göstericilere saldırtılması ise görünmezden geliniyordu.
Varsa yoksa “bayrak yakma” hikayesi üzeriden kitle hareketi basıklanmaya,
pasifleştirilmeye ve niteliksizleştirilmeye çalışılıyordu.
Bu olaylar, bir kere daha
gösterdi ki; HDP, Öcalan’ın gölgesinden kurtulamayacak ve bağımsız olarak
hareket edemeyecektir. Bunu öncelikle HDP içinde yer alan devrimci hareketlerin
(bunların bir çoğu kendilerine marksist diyor) düşünmesi gerekiyor. HDP,
devrimci kitle hareketlerini, hükümetin isteği doğrultusunda pasifleştirme
partisi mi, yoksa, kitle hareketlerini daha ileriye götürme ve hükümetin faşist
baskılarına karşı koyma hareketi mi? Öncelikle buna karar vermeleri gerekiyor.
HDP eş başkanlarından Demirtaş;
“hükümetle ortak çalışarak olayları durduracağız” yönlü açıklaması ise, direkt
Öcalan jargonlu bir açıklamaydı. PKK’yı terör örgütü gören ve bu yönlü sık sık
açıklama yapan bir hükümet, yine kitlelerin en barışçıl yürüyüşlerini ve
protestolarını kanlı bir şekilde bastıran ve insan katletmekten çekinmeyen bir
hükümet var ortada. Ve böylesi bir hükümetle “ortak çalışma” açıklaması, olsa
olsa faşist AKP hükümetini temize çıkarıp, sokaklarda haklarını arayan
kitleleri “terörist” ilan etmeye kadar götüren bir yaklaşımı da, kitlelerin haklı
öfkesinin üzerine ağır bir yük olarak bırakıyor. Devlet terörü karşısında
kitlelerin haklı “terörü”nü öne çıkarmak, onu suçlayıcı yaklaşımlar sergilemek,
aymazlıktan öte sınıfsal bir bakışın ürünü olabilir.
Devrimci kitle hareketlerinin,
toplumsal sınfların saflarını netleştirici bir özelliği vardır. Bu tür
hareketler, küçük burjuvaların yüzünü daha net olarak ortaya çıkarır. HDP’nin kendi
içindeki tutarsızlığı ve korkaklığı ise bu büyük kitle hareketinin gücü
karşısındaki tavrıyla belirgin bir hal almıştır. Küçük burjuva sınıf uzlaşmacı
bir siyesetle devrimci kitle hareketi ileriye taşınamaz. Olsa olsa,
kitlelerin devrimci kalkışı karşısında korkaklığa kapılınır ve burjuvazinin sınıfsal
çıkarlarına kurban edilir. Olan ve yapılmak istenen budur.
Sosyal medyada, son kitle hareketine “kürtlerin son savaşı”
adı verildi. Ne yazık ki, hiç de “son savaş” olmayacak. Kitle, öncelikle
önündeki engeleri görmesi gerekiyor. “Hükümet ile ortak çalışarak olayların önünü
alacağız” diyen bir “müzakereci” anlayışı yıkması gerekiyor. Bu, sınıf
uzlaşmacı “derin müzakere”ler sürdüğü sürece, Kürtler daha çok savaş görecek ve
daha çok katledilecek.
Kobane olayı ve son kitle
hareketleri nedeniyle hükümet hem içte hem de dışta oldukça zor duruma
düşmüştü. Böylesi bir durumda hükümete kol kanat germek anlamına gelen
açıklamalar ve pratikler sergilemek, faşist AKP hükümeti ve devletine can
simidi olmak demektir.
Bir diğer nokta ise, nedense
“müzakere” MİT üzerinden yapılıyor. MİT ise kriminal bir örgüttür. Varoluş
nedeni ve tüm faaliyeti bu yöndedir. Hükümette başından itibaren PKK’yı siyasi
bir hareket olarak kabul etmedi ve halen bu anlayışını açık-seçik olarak devam
ettiriyor. PKK, öncelikle böylesi bir “müzakere” yöntemini reddetmelidir.
Bundan PKK kazançlı çıkıp hükümet zor durumda kalacaktır. Hükümetin PKK ile
“müzakere” yapıyor görüntüsünü vermesi boşuna değildir. Ancak, ortada gerçekten
de bir “müzakere” yoktur. Sadece tek taraflı işleyen bir "müzakere" konsepti var denebilir. Bugüne kadar olan gelişmeler bunu net olarak
gösterdi. Hükümetin amacı; PKK"yi önce zayıflatmak, eylemsel gücünü kırmak ve
zaman içinde de tasfiye etmektir. En azından, PKK’yı Türkiye ve Kuzey
Kürdistan’da eylemsizleştirerek kendine siyala güç kazandırmasıdır. Ama,
Rojava’ya karşı ise bütünüyle yüklenen bir Türk devleti var. Ayrıca bütün sınır
karakollarını “kalekol” yaptıran bir Türk devleti var. Bütün bu önlemler ve
hazırlıklar Türk devletinin PKK’ya yönelik hazırlıklarıdır.
Kandil ise, (kendi deyimleriyle) "önderlik" ile kitlelerin ileri talepleri arasında sıkışıp kalmış gibi gözüküyor. PKK kitlesi, son serhildanıyla beraber "önderlik"ten daha ileri bir noktada olduğunu ortaya koydu.
Kandil ise, (kendi deyimleriyle) "önderlik" ile kitlelerin ileri talepleri arasında sıkışıp kalmış gibi gözüküyor. PKK kitlesi, son serhildanıyla beraber "önderlik"ten daha ileri bir noktada olduğunu ortaya koydu.
Maalesef, Kobane’nin kuzeyinden
gelen güçlü kitle desteğini pasifleştirme siyaseti, Kobane halkına ve elbette
tüm Kürtlere, çok pahalıya mal olacak gibi gözüküyor. 11.10.2014
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder