Savaş
Başladığı Yerde Kazanılır
Yusuf KÖSE
Çeşitli milliyetlerden Türkiye
işçi sınıfı için Taksim’in tarihsel bir önemi vardır. Bu önem, sınıfın siyasal
savaşımın genel olarak bu alanda verilmesinden kaynaklıdır. Bu gerçeği bilen
Türk egemen sınıfları yıllarca Taksim’i 1 Mayıs’larda işçi sınıfına
yasaklamıştır. Yasaklamakla kalmayıp 1 Mays 1977 yılında onlarca işçiyi
katlederek burjuva sınıf tavrını net olarak ortaya koymuştur. İşçi sınıfı da
aynı kararlılıkla mücadele ederek bugüne gelmiştir. Ve işçi sınıfı, Taksim’i,
ölüler verek kazanmıştır. Bu nedenlede, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak için
direnmiş ve savaşmıştır. Tersi bir durum, işçi sınıfının tarihsel sınıf tavrı
niteliği karşısında geri bir adım olacaktı. Eli kanlı burjuvazinin istediği de
buydu. İşçi sınıfı ve emekçiler, geri adım atmadı. İstanbul ve Ankara’da en
bilinen meydanları zaptetmekte kararlı gözüktü ve bunun için dövüştü ve
dövüşmeye devam edecektir.
Çünkü savaş başladığı yerde kazanılır, bittiği yerde ise zafer ilan edilir.
Taksim, bir nevi işçi sınıfyla burjuvazinin savaş alanı haline gelmiştir.
Haziran 2013 Ayaklanması’nın (GEZİ) başladığı yerde burasıdır. Burada yakılan küçük bir kıvılcım, bozkır
haline dönüşmüş bütün Türkiye ve Kürdistan’ın şehirlerinde, dalga dalga
yayılarak bir alev topuna dönüşmüştü. AKP’nin bir korkusuda alev topunun
yinelenmesiydi. Bu nedenle en sert önlemlerini aldı. Bütün polislerini ve
militarist güçlerini İstanbul’a yığdı ve Taksim’e çıkan tüm yolları kapattı.
Ancak, yaşamı üretmesini bilen işçi ve emekçiler, şehrin iki yakasını bir araya
getirmesini de yakında öğrenecektir.
Hükümetin, İstanbul’da 1 Maysı
günü, ilan edilmemiş sıkıyönetim uygulaması, onun işçi sınıfından korktuğunun
bir işaretidir. Bu sıradan bir korku olmayıp, tarihsel kökleriyle birliket
burjuvazinin zihninden atamadığı sınıfsal bir korkudur. Onların deyimiyle, “bu
baldırı çıplaklar”, ayak takımı”, “çapulcular”, hayatı yaratan bu onurlu sınıf,
varolduğu günden beri burjuvazinin kokulu rüyası olmuştur. Burjuvazi bu nedenle
işçi sınıfı üzerindeki baskıyı eksik etmemiştir. Ancak, baskılar daha fazla
birleşmeyi, birlik olmayı ve birlikte karşı koymayı da yaratmıştır. Emin
adımlarla ilerleyen direngen bir işçi sınıfının doğduğunu, daha doğru bir
söylemle, siyasallaşmaya başladığını söylemek abartılı olmayacaktır.
Taksim’e giden yollar üzerine
kurulan barikatların işçi ve emekçiler tarafından yıkılamamasının bir çok
nedeni var. Başta bürokrat sendika merkezlerinin bu konuda gönülsüz
davranmasıdır. Özellikle DİSK’in, sorunu gönülsüz bir şekilde ele almasının
özel bir yeri vardır. “Dostlar alış-verişte görsün” hesabı soruna yaklaştı.
“Kararlı” gibi görülmesini istedi, ama karasız ve korkak davrandı. Oysa DİSK,
işçi sınıfının uzun soluklu zorlu mücadelesi ve büyük bedeller ödemesi sonucu kurulmuştu. İşçi sınıfı, DİSK'i reformist küçük burjuva bürokratların elinden almasını da bilecektir.
Polis barikatlarının yıkılması,
daha fazla kitlenin sokaklara çıkmasını ve
aynı oranda cüretkar bir tavır gerektiriyor. Yine
de işçi sınıfı ve emekçiler boş durmadı. Bulundukları bütün alanları 1 Mayıs mücadele
alanlarına çevirdiler. Neredeyse Taksim hariç, İstanbul’un çoğu semtlerinde 1
Mayıs kutlandı. Mücadele, tek bir noktada değil, İstanbul’un hemen hemen her
yerine yayıldı. Adeta “her yer Taksim her yer direniş” oldu.
İşçi sınıfının kararlı
mücadelesi karşısında, burjuvazinin kendini koruyacağı tek bir güç var. Polis
ve asker. Bu 1 Mayıs’ta da bu ortaya çıktı. Daha fazla baskı ve yıldırma. Kendine
bağlı sendikaları başka illere gönderse de bu pek bir işe yaramadı ve işçi
sınıfının kararlılığını boşa çıkaramadı.
Ayrıca, Türkiye ve Kürdistan’ın
çoğu illerinde 1 Mayıs kutlandı. Bir önceki yıla göre daha kitlesel ve daha çok
alanlarda işçiler ve emekçiler hükümete ve düzene karşı öfkelerini haykırdılar.
AKP, ne denli zulüm uygularsa
uygulasın, sınıfın mücadelesini ve giderek artan öfkesini ve bu öfkenin
sokaklara taşmasını önleyemeyecektir. Bu salt Türkiye’de değil, bütün
kapitalist ülkelerde böyledir denebilir. Özellikle demokratik hak ve
özgürlüklerin daha fazla gasp edildiği ülkelerde 1 Mayıs’lar daha bir kitlesel
olmaya başladı. İşçi sınıfı ve emekçiler, 1 Mayıs’ları mücadele günü olarak
kutlamaya devam ediyor. Bu onlar için sınıf savaşımını kazanmanın okulu da
oluyor.
AKP ve Erdoğan, toplumun bir
kısmını baskıyla sindirmeyi ve susturmayı amaçlamış, bir kısmını ise elindeki
medya ile yalan-dolan haberlerle alıklaştırmayı hedeflemiştir. Şimdilik bunun
sonuncusunu başarıyor. Aynı Mısır’da Mübarek, Tunus’ta Bina Ali’nin yaptığını
yapıyor. Onlar bir 30 yıl iktidarda kalmışsa “ben niye kalmamyayım” diyor ve
onların uygulamlarını kendine örnek alıyor. Bunun koşulu ise, İsrail ve ABD ile
anlaşmak olmalıdır. Özellikle ABD emperyalizmin maşası olunması gerekiyor. Bu
konuda Erdoğan’ın bir karşı duruşu yoktur. Efendisinin kendisini kabul etmesini
bekliyor. Onun bölgesel siyasetine uygun hareket edeceğinin siyasetini yapıyor.
Ancak, işçi ve emekçiler hiç bir zaman AKP ve Erdoğan gibi emperyalist
uşakların yakasını asla bırakmayacaktır.
Faşist Türk devleti ve onun
hükümeti, baskıyla ayakta kalıyor. Ama onu yıkacak olanda yine baskı uyguladığı
kitleler olacaktır. AKP ve Erdoğan faşist diktatörlüğünü işçi sınıfı ve
emekçiler sokaklarda yıkacaklardır. Ve bu sokakların, gelinen aşamada
baskılarla sesini kesmenin, sindirmenin koşulları da yoktur. Erdoğan, nüfusun
%40’larını arkasına alması, sorunu değiştirmeyecektir. Arkasındaki kitle
desteği, her geçen gün erimeye de devam edecektir. O kitle kendi sınıfsal çıkarının nerede
olduğunu görecektir. Bu
nedenle AKP ve Erdoğan, işçi ve emekçilere karşı açtıkları savaşın kurallarından
kaçamayacaklardır. İşçi sınıfı, Erdoğan'ın kendilerine karşı sallandırdığı ipi
mutlaka bir gün onun boynuna dolayacaktır.
Ve varılacak yere dövüşülerek
varılacaktır. İşçi sınıfı bunu bilince çıkarıp eylemleştirdiğinde; Taksim’e
mutlaka çıkacak ve bir gün, kendi sınıfının özgürlük sembolü olan ve Paris
Komünü’nden buyana dalgalanan enternasyonalin kızıl bayrağını oraya dikecektir.
03.05.2014***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder