Yusuf KÖSE
Seçimleri herkes kendi sınıfsal
penceresinde değerlendirmeye devam ediyor ve edecektir. Bazıları bu seçimlerden
büyük anlamlar yükledikleri için, büyük beklentiler içine girdiler ve sonuçlar
ortaya çıktığında hayal kırıklıkları yaşadılar. Ayrıca, seçimlerin sonuçları
seçim öncesinden belliydi. AKP % 40’ın altına düşmeyecekti. Bütün veriler ve
kamuoyu yoklamaları bu doğrultudaydı. AKP ve Erdoğan’da bunu bildiği için rahat
davranıyordu.
Seçimlerde iki sermaye grubu
çatıştı. Biri AKP’nin temsil ettiği sermaye grubu ve diğeri ise CHP ve MHP’yi
öne çıkarmak isteyen TÜSİAD’ın önemli bir kısmı. Birinciler galip geldi,
ikinciler ise seçimin mağlübu oldu. Ancak, her ikisinin de kazandığını söylemek
doğru bir saptama olmaz. Bu seçimlerde, egemen sınıflar için bir “istikrar”
tablosu değil, kaos çıktı. Sermaye grupları arasındaki çelişki giderek daha da
keskinleşeceğe benziyor. Çünkü,
Hükümette olan kesim, diğer sermaye gruplarının egemenlik alanlarına
müdahale ediyor, onların hareket alanlarını daraltıyor ve daraltmaya çalışıyor. Bu sermaye grupları
arasındaki savaşın genel doğasıdır. Ancak bu, bazan sertleşir, silahlı
çatışmaya kadar varır, bazan ise barış içinde geçer. Şu anda barışçıl yön
kapanmışa benziyor.
Bu seçimde olduğu gibi önümüzdeki
genel seçimde, halka iki seçenek dayatılacaktır. Egemen sınıf kliklerinden
birinden birinin tercih edilmesi. Zaten, kapitalist sistemde seçimin niteliği de
böyle değil midir? Halkın ezici çoğunluğu, egemen sınıflar arasındaki çelişkinin aracı haline
getirilir. 30 Mart yerel seçimlerinde bu daha net olarak görüldü. Halka, “kırk
katır mı kırk satır mı” politikası dayatıldı. Halk, kendi sınıfsal çıkarları
doğrultusunda oy kullanmadı ve bunun nesnel koşulları da yoktu. Burjuva yönetimi
altında demokratik bir ortamın yaratılması da söz konusu olamaz. Burjuva
klikleri, geniş yığınları kendi sısnıfsal çıkarları doğrultusunda yönlendirdi.
Özellikle burjuva
demokrasisinin yerleşmediği ya da pek yaşanmadığı geri ülkelerde, seçimler egemen sınıf klikleri
birbirlerinin kirli çamaşırlarını ortaya serme olayaları sıkça yaşanır. Bu
seçimin de en önemli özelliği bu oldu. Bu daha da devam edecektir. 12 yıldır
iktidarda olan AKP’nin kirli çamaşırları oldukça fazla. Tek başına hükümet
olması, oy oranının yüksekliği, ona pervasızca davranmayı getirmiştir. Yani,
iktidarı diğerleriyle kısmen paylaşma yerine bütünüyle kendi egemenliği altına
almaya çalışınca, bütün pislikleride ortaya döküldü.
Ne var ki, AKP seçmeni için,
bunun fazlaca bir önemi olmadığı açığa çıktı. Aslında, halkın en geri kesimleri
için, bunların fazlaca bir şey ifade etmediği bellidir. Bu tür yolsuzluk
olayları Demirel hükümetleri döneminde de sık sık gündeme getirildi. Buna
karşın Demirel yedi defa iktidara geldi ve en son ise Cumhurbaşkanlığı ile
ödüllendirildi. Yani, halkımızın büyük bir kesimi için, yolsuzluk ve çalma
olayları normal gözüküyor. Bu yüzyıllardır böyle olmuş. Geniş yığınlar için
önemli olan, geçim sorunlarının çözülmesidir.
AKP ve Erdoğan’ın
yolsuzlukları, hırsızlıklarının ortaya dökülmesi, kitlelerin önemli bir kısmını
etkilemedi. Çünkü, AKP’nin seçim propagandasının ekseninde, kitlelerin alt
kimliğini öne çıkarma ve biribirine karşı düşmanlığın geliştirilmesi ve
derinleştitilmesi ve ekonomik gelişme ve “istikrar” vardı.
Erdoğan, uzun zamandır bu
politikayı sürdürüyor. Kitleleri birbirine düşman etme, cepheleştirme... Geri kitleleri bir dikkatör etrafında tutmanın
yoluda buradan geçiyor. Hitler, geniş yığınları, “yahudi düşmanlığı”nı üzerinde
kemikleşmiş bir taban haline getirdi. Kitlelerin yahudilerden başka hiç bir
“düşmanı yok” idi. Oysa, en büyük düşmanları kendilerini yönetendi. Bunu çok
geç anladılar, ancak iş işten geçmişti.
Geri yığınlar için “özgürlük ve
demokrasi” de fazla bir şey ifade etmiyor. İfade etseydi, seçim sonuçları biraz
daha farklı olabilirdi. Önemli olan, ekonomik durumları ve alt kimliklerine “halal”
gelmemesi.
Haziran Ayaklanması, politik
özgürlüklerine sahip çıkan kitlelerin eylemiydi. Ancak, bu eyleme katılanlar, Türkiye
geneline oranla azınlık bir kitleydi. Büyük bir kitle ise, poltik özgürlüklerin
neler olduğundan heberi bile yoktur.
Yukarıda saydığım etmenlerin
yanı sıra, bir önemli nokta ve hatta belirleyici olan ise ekonomik durumdur. AKP’nin
“başarısını” ekonomik gelişmelerden ayrı ele almak doğru olmaz. Eğer kitleler
oldukça yoksul ve ekonomik bir çıkmaz içinde olsalardı, seçimde tercihlerini
değiştirebilirilerdi. Demek ki, ekonomik anlamda, halkımızın önemli bir kısmı
için “bıçak kemiğe dayanmış” değildir. 12 yıldır aynı iktidar tarafından
yönetilen kitleler, yoksullaşmaya karşın aynı partiye oy vermezler. Mutlaka
farklı tercih denemelerine girişirler. Açlık ve geçim koşulları, her şeyin
başında gelir. Dinsel ve diğer alt kimliklerin öne çıkarılması ve bunlar
üzerinden düşman cephelere bölünmesi, bu denli uzun bir süreci kapsamaz. Bu
seçimde hala aynı partiyi tercih ettiklerine göre, kitlelerin geniş bir
kesminde ekonomik yoksullaşmanın olmadığını gösteriyor.
16 Mart’da Radikal Gazetesi’nde şöyle bir haber çıkmıştı;
“Borç, seçmenin kamçısıdır“ başlıklı yazıda çeşitli
veriler sıralanırken, şöyle deniyordu:
„AK Parti'ye desteğin en
önemli sebebi ekonomi. Verilere göre Anadolu'da bir 'kredili refah' dönemi
yaşanıyor. Ev ve araba satışlarının, yükselen yaşam standardının kaynağı gelir
artışı değil banka kredileri. Vatandaş istikrarın bozulmasından korkuyor ve
seçmen tercihlerini bu endişe belirliyor.
TÜİK’in en 2012 sonunda yaptığı yaşam koşulları
araştırmasına göre, 2009’da her 100 kişiden 29’u konut masraflarını
karşılamakta zorlandığını söylerken, 2012 sonunda bu sayı 22’ye düştü. Yüzde
25’lik bir azalma var. Borç taksitlerini ödeyemeyenlerin oranı ise yüzde 14
azaldı. Yeni giysi alamayanların oranında yüzde 20 gibi yüksek bir düşüş söz
konusu. Buna karşın bir haftalık tatil bile yapamayanların oranı yüzde 3,
beklenmedik masrafları karşılayamayanların oranı sadece yüzde 1 azaldı. „
Bu yorumların ve verilerin yabana atılamaz. AKP’nin
yüksek sayılabilecek bir oy alması, salt, kitlelerin alt kimliklerini
kışkırtmasından kaynaklı olmadığı açıktır. Düşmanlaştırma ve cepheleştirme politikası
AKP’ye oy kazandırsada esas neden ekonomik nedenlerdir. Kitlelerin refah
düzeyinede gerileme olduğunda, alım güçleri düştüğünde, seçim zamanı parti
tercihleride değişecektir. Erdoğan’ın bu denli parlayıp gürlemesi, tüm muhalif
kesimleri tehdit etmesinin bir nedeni de arakasında böylesi bir seçmen
kitlesinin olmasıdır. Bu nedenle, önümüzdeki süreç, daha baskıcı bir süreç
olacaktır. Ancak, AKP ve Erdoğan’nın işi hiç de kolay olmayacağı da bir
geçektir. Hem egemen sınıf klikleri
arasındaki çatışma keskinleşirken, hem de demokratik hak ve özgürlüklerine
sahip çıkan kitlelerin bir kısmı ise yine sokaklarda olacaktır.
Bu seçim, ABD ve Batılı
emperyalistlerin beklentilerine de karşılık vermedi. Onlar’da bir şekilde
Erdoğan’ın gitmesini istiyorlar. Ancak bunu şimdilik askeri darbe yoluyla
değil, “demokratik usul” dedikleri
“seçim” yoluyla gitmesini istiyorlar.
BDP ve HDP ise, her zamanki oy
oranını aldı. Kürtler, kendi seçimlerini yaptılar. Diğer sol partilerin ise, böylesi bir seçim atmosferi içinde
fazlaca bir şansları yoktu. Zaten, genel kitlenin durumuda sol partileri tercih
etmeye koşullu değildi. Birincisi, sol partilerin kitleler içindeki zayıflığı
ve ikincisi ise, sol partilere oy vermeyi oyların bölünmesi ve AKP’nin
kazanması olarak gördükleri için, tercihlerini CHP’de yaptılar.
Kısacası, önümüzdeki süreç
devrimci ve komünistler içinde zorlu geçecektir. Baskı ortamı daha da
artacaktır. AKP, kitleleri apolitize etme ve cepheleştirme çabalarını daha da artıracaktır. Bu onun kitleleri kendi sınıfsal kimlik ve çıkarlarından uzaklaştırma politkasıdır. Ancak, buna karşın kitleler yine sokaklara çıkacak ve baskı yasalarına karşı mücadele edecektir. Gezi'nin ruhu daha uzun bir süre devam edecektir.
Komünist ve devrimci kesimler ise, AKP faşizmine karşı ortaklaşa bir mücadeleyi geliştimekle karşı karşıyadırlar. Hem geniş yığınları etkilemek ve onlara siyasal bilinç götürerek
demokratik hak ve özgürlükleri elde etme mücadelesi içine çekmek için, hem de
daha örgütlü ve militan bir mücadele için kitle politikalarının üretilmesi
gereklidir. İşçi sınıfı ve geniş yığınlar içinde derininliğine ve genişliğine örgütlenme çabaları usanmadan sürdürülmelidir. 02.04.2014***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder