Umudun Şiarı: “Size Verdiğimiz Süre Doldu!”
Emperyalist
sermayenin uluslararası bir kaç merkezdeki dönüş hızına bağlı ve orantılı
olarak, dünya halklarının direniş hızı da artıyor.
Yusuf KÖSE
Yaşadıklarımız reddedilmelidir!
Emperyalist sermayenin çok az
bir azınlığın ellerinde toplanması, büyümesi ve bir kaç merkezden idare
edilmesi; bölgesel savaşları, işgalleri, yıkımları, tahribatları, açlığın ve
yoksulluğun artmasını, insanlığın aşağılanmasını ve insanlığın belleği olan
binlerce yıllık kültürlerin yok edilmesini, doğanın geriye dönüşümsüz
tahribatının artmasını da beraberinde getiriyor. Esas olarak, Londra, Newyork,
Tokyo arasında dolaşan sermayenin büyüklüğü ve hızı arttıkça, yukarıdaki
belirlemelerin oranı da artmaktadır. Aşırı üretim artıkça, işçi ve emekçiler
üzerindeki baskılar ve sömürü oranı da artmaktadır. Emperyalist sermayenin
büyüklüğü ve her geçen gün aşırı üretimin ala bildiğine artması, arttırılması; kitlelerin
zenginleşmesi ve refahının artmasını değil, ters orantılı bir yaşam seviyesini
doğurmaktadır.
Üretimin bolluğu ve buna karşın
insanlığın yoksunlaştırılması ve yoksullaştırılması da aynı oranda büyümektedir
ve bu gelişmeler emperyalist sermayenin temerküzü ve birikiminden ayrı ele alınamaz.
Emperyalist sermayenin temerküzü, kaçınılmaz olarak, üretim araçlarına sahip
olanlar ile olmayanlar arasındaki çelişmenin keskinleşmesini ve derinleşmesini
de beraberinde getiriyor. Bu durum, bir başka olguyu da, emperyalistler
arasındaki varolan çelişmelerin keskinleşmesinin de artırıcı bir unsuru oluyor.
Sermaye büyüdükçe kitleler üzerindeki sömürü ve baskı oranı da doğru orantılı
bir şekilde artıyor.
Son yılllarda, özellikle de
müslüman ülkelerde dinciliğin geliştirilerek toplumsal tarihin geriye
götürülmek istenmesi, emperyalist burjuvazinin insanlığın tahribatını nereye
kadar indirgediğinin bir göstergesi olmaktadır. Yanı başımızda Suriye’de olan
gelişmeler, insanlığına yabancılaştırılmış şeriatçı katil sürülerinin
üretilmesi, emperyalist burjuvaziden ve elbette gelişen üretici güçler
karşısında gerici ve engelleyici bir özelliğe sahip kapitalist üretim ilişkilerinden
ayrı ele alınamaz. Afganistan, Pakistan, Irak, Yemen, Somali ve en açık olarak
Suriye’de insanlığın ve onun yarattığı kültürün katledilmesi, emperyalist
burjuvazinin gericiliğinin geldiği nokta olarak görülmelidir. Ve gözlerden
ırak(!) Afrika’da yıllarca kabilelerin birbirine kırdırılması ve insanlığın
derin tahribatı, tekelci burjuvazinin insanlık düşmanı politikalarının ürünü
olarak hala devam ettirilmektedir.
Emperyalizmin poltikasının
“böl-yönet” olduğu bilinir. Sözde, burjuva medeniyeti ilerledikçe, insanların
alt kimliklere bölünmesi olgusu da artmaktadır. Farklı dinlere bölünmek
“normal” (!) karşılanırken, gelinen aşamada, her din içindeki kitleleri küçük
mezheplere bölme olayı yaygınlaştırıldı ve derinleştirildi. Sınıfsal kutuplaşma
ve mücadele yerine, alt kimliklerle kitlelerin birbirine kırdılması ve sınıfsal
hedef karartılması geliştirildi. 1789 da devrimci “burjuva aydınlanması”nı
yaratan burjuvazi, artık o günün değil, ondan da önceki toplumsal süreçlerin
gericiliğini kitlelere empoze etmeye başlamıştır.
Kapitalizm koşullarında ne
insanlığın ne de doğanın tahribatı önlenebilir. Kitleleri oyalamak ve tepkileri
geçiştirmek ya da pasifleştirmek için yapılan ufak tefek rötuşlar, ekolojik (ve
elbette insanın) dengenin geriye dönüşümsüz bozulmasını önleyemez. Batılı
emperyalist burjuvazi, doğayı kurtarmak için “çabalıyor” gözükmesi, sermayenin
birikimi ile çelişir. Emperyalist sermaye niyet tanımaz. O kendi doyumsuz ve
yok edici kanununu işletir. Onun için tek kural budur. Diğerleri buna hizmet
ettiği sürece “yasaldır” ve “kabul” görür. Sermaye birikiminin önündeki her engel, burjuvazi için “yasadışı” ve “terörizm”dir. Onun açısından
sorun karmaşık değildir. Her şey nettir. Onun önündeki engel, işçi sınıfının
direnişidir. O soruna sınıfsal bakar. Kendi sınıf çıkarları için ne
gerekiyorsa, -dünya üzerindeki yaşamın hızla tüketilmesi pahasına- yapar. Ve olan
da bundan başka bir şey değildir.
Burjuvazi, her yönüyle
gericileşmiştir. “demokrasi”, “insan hakları” sermayenin çıkarlarıyla örtüştüğü
ve ona hizmet ettiği ve onun toplumsal
tahribatlarının üstünü küllediği sürece vardır ve içerikleri de bununla
ilişkilidir. Bu nedenle de bütün yarı-sömürge ülkelerde ne kadar gerici ve faşist
yönetimler varsa bunları destekler, onların arkasında durur. Bütün “küçük” kral
ya da Tayip Erdoğan vb. gibi faşist despotlar, emperyalist burjuvazinin
beslemeleridir.
Burjuvazi ve onun kapitalist
sistemi, insanlığın ne bugünü ne de yarını için bir alternatif oluşturabilmiş
değildir. Onun toplumsal miadı çoktan dolmuştur. Ancak bu meftayı ortadan
kaldıracak olan işçi sınıfıdır. Sınıf bilinçli proletarya (komünistler) önderliğinde
işçi ve emekçilerin kapitalizmi yıkıp sosyalizmi kurmasıyla sınıfsız, sınırsız
ve sömürüsüz özgürlükler deryası (komünizm) yeşerecektir.
Alternatif sosyalizmdir!
Emperyalist sermayenin
uluslararası bir kaç merkezdeki dönüş hızına bağlı ve orantılı olarak, dünya
halklarının direnişlerinin hızı da artıyor. Sermaye büyüdükçe ve çok az bir
azınlığın elinde toplanma süreci durmaksızın geliştikçe, işçi cephesi de
direnişlerini büyütüyor, yaygınlaştırıyor, birbirine destek veriyor ve
birbirini motive ediyor.
Artık, işçi sınıfının yoğun
olduğu direniş merkezlerinin isimleri ülke isimlerinin önüne geçiyor. Direniş
nerede olursa olsun, “burası Taksim”, “burası Tahrir”, “burası Syntagma”, “burası
Puerta del Sol” vb. adlarla anılıyor. Bu da, halkların direnişlerinin birbirine
benzerliğini, birbirlerinden destek almalarının ve birbirini kabullenmelerinin
ifadesi oluyor.
Dünya halkları, adeta, bir toplumsal meftayı (kapitalizmi) ortadan
kaldırma uğraşı verirken, yeni bir yaşamı yaratmanın doğum sancısını da yaşıyor.
Ölüm ve yaşam ikisi birlikte var oluyor. Kapitalizmi ortadan kaldırmak ya da
onun tahribatlarına karşı mücadele sesleri yükselirken, onun karşısında yeni
bir yaşamın ayak seslerini duymamak olası olmuyor. Kitleler, burjuvazinin
kendilerine “kader” olarak sunduklarına karşı isyan ediyor. Bir gün Roma’da,
Paris’te ayağa kalkıyor, ertesi gün Rio de Janerio, Sao Paulo ve aynı gün işçi
ve emekçi merkezlerinin bir kaçında birden ayaklanma sesleri, emperyalist ve iş
birlikçi burjuvazinin soygun ve sömürü düzenine karşı itiraz sesleri
yükseliyor.
Dünya halkları, adeta, özellikle 21.
Yüzyıl başından beri “her yer Taksim her yer direniş” sloganları ile ayakta
gibi duruyor. Suskunluk fazla sürmüyor. “işçi sesleri kısıldı” dendiği bir anda
Tahrir meydanı ve Mısır sokakları tarihin yeni bir görkemli direnişini
yaratabiliyor. Ya da Brezilya’da ya da Lizbon, Hartum, Johannesburg ve Pretoria’da
sokaklar yeniden direniş alanları haline gelebiliyor. En gelişmiş kapitalist
ülkelerden en geri ülkelerin işçi ve emekçi sınıflarına varıncaya kadar,
emperyalist burjuvazinin sistemine karşı direnişler, “barıçşıl” olmaktan çıkıp,
burjuvazinin saltanatına karşı çatışmalı direnişe dönüşüyor.
İnsanlık yeni bir toplumsal
özgürlüğün doğuş sancılarının ciddi bir şekilde çelişkilerini yaşıyor ve bu
çelişmenin doğurduğu yeni bir süreci hızla ortaya çıkarmaya çalışıyor. Bunun
başını işçi sınıfı çekiyor. Direnişler, işçilerin yoğun olduğu kentlerde,
sömürü ve baskının yoğun olduğu her alanda boy veriyor. Burjuvazi, modern
silahlarıyla, paramiliter güçleriyle, medyası ve diğer baskı güçleriyle
kitlelerin mücadelesini daha baştan boğmak ve bastırmak için uğraşmasına,
katliamlar yapmasına karşın, korku duvarlarının çoktan yıkıldığını görmekten
korkuya kapılıyor.
Direnişler büyüdükçe, kitlelerin
umutları da büyüyor, güçleniyor ve iktidarı zaptetme mücadelesine dönüşüyor.
İşçiler ve emekçiler, direniş meydanlarına, burjuvazinin kendilerine dayattığı
alt kimlikleriyle değil, sınıf kimlikleriyle çıkıyorlar. Sınıfsal dayanışmayı
ve sınıf mücadelesi gerçeğini kuşanıp, sınıf düşmanının karşısına sınıfıyla çıkıyor.
Kitle direnişlerinin ve
ayaklanmalarının esas hedefi; kapitalist sistem ve onun tahribatlarıdır. Bazı
yerlerde direkt sosyalizm savunulmasa da, bazı yerlerde kapitalizme karşı
sosyalist alternatif ortaya konmaktadır. Kitleler, ara çözüm istemiyor.
Sömürüsüz ve baskısız bir yaşam istiyorlar. Bunun adı sosyalzimdir!
İşçi ve emekçilerin
mücadeleleriyle doğru orantılı olarak sosyalist dünya yaratmanın umutları da
büyüyor. Tahrir’de işçi ve emekçilerin: “defolun başımızdan!”, Taksim’de işçi
ve gençlerin: “bu daha başlangıç!”, Brezilyalı işçilerin; “aşk
bitti!”, İtalya’lı öğrencilerin Roma’nın Repubblica meydanında
burjuvaziye; “Size verdiğimiz süre doldu” demeleri, 21. Yüzyılın işçi ve
emekçilerin direnişlerinin direkt kapitalizme yöneldiğinin göstergesi oluyor.
*** 03.11.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder