Ekim Devrimi’nin 96. Yılını Kutlarken!...
Bu
Dünya Komünizmi de Yaşayacaktır!
Sınıf bilinçli bir devrimcinin, her zaman devrim beklemesi, onun düşünce ve
eylem diyalektiğinin bir gereğidir.
Yusuf KÖSE
1917 Ekim Devrimi gerçekleştiğinde, kimse inanamamıştı.
Hatta, bir zamanların ünlü “komünistleri” dahi, buna kaşı çıkarak, Rus liberal
burjuvazisinin özgürlüğünü savunmuşlardı. Ama, o “güvenilmez”, “baldırı
çıplak”, “cahil” ve “çapulcu sürüsü” Rus proletaryası, Boşleviklerin
önderliğinde tarihte bir ilki, Paris Komünü’nden yarım kalanı
gerçekleştiriyorlardı. Başta Rus burjuvazisi ve gericiliği olmak üzere dünyanın
bütün emperyalist burjuvazisine meydan okuyarak, dünya proletaryasının ve dünya
halklarının, üzerinde; “herkesin yeteneğine göre ve herkesin emeğine göre”
yazılı kızıl bayrağını Rusya toprakları üzerine dikmişlerdi.
Rus Çarı ve arkasındaki burjuvazi ve kendine “sol” diyen
reformist Menşevik ve diğerleri, “bunlar bir ay bile dayanamaz” diyerek,
proleter devrimi boğmak ve bastırmak için ele ele vermekten, uluslararası
emperyalist burjuvaziden destek almaktan bir sakınca görmediler.
Burjuvazinin bütün riyakarlığına karşın, Rus
proletaryası, öncüleri Bolşeviklerin yol göstericiliğinde, kendilerini
“çapulcu” gören, tarihin bu aymaz soyguncularına papuç bırakmadı. Her türlü
zorluğa göğüs gererek Marks ve Engesl’in bilimsel öngörülerini Lenin'in işaretiyle
Rusya’da gerçekleştirdiler. “Ayaklar baş olmuştu” bir kere. Prometheus, ateşi,
bu kez burjuva tanrılarından çalmıştı ve bu ateş, artık, proletarya ve ezilen
halkların elinde sosyalist devrim meşalesi olarak yanmaya devam edecekti. Ve bunun arkası da
gelecekti. Çünkü Marks ve Engels ve onların öğrencileri olan Lenin ve Stalin,
aynen böyle demişlerdi. Kapitalizm koşullarında burjuva diktatörlüğüne karşı proletarya
diktatörlüğü kaçınılmazdır! Bu kaçınılmazlık, tarihsel bir gerçeklik
kazanmıştı. Marksist-Leninist teori ete kemiğe bürünmüştü. Tarih kendi diyalektik akışını unutmamıştı.
Marx ve Engels, Komünist Manifesto’yu yazarlerken,
kapitalizm kendi mezar kazıcısını da beraberinde yaratıyor demişlerdi. Ve
onlar, proletaryanın zaferinin kaçınılmaz olduğunu tarihsel materyalizm
ışığında bilimsel olarak ortaya koymuşlardı. O görüşler, hala canlılığını
korumaktadır. Nasıl ki, Darwin’in biyolojik evrim teroisi her geçen gün kendini
yenileyerek bilimselliğini koruyorsa, Marksizm de aynı şekilde toplumların ileriye
doğru değişimindeki bilimselliğini korumaktadır. Tarihsel materyalizm
teorisinin doğruluğu, “organik dünyanın birliği” teorisinin doğruluğu kadar
gerçekçidir. Tersi ise, toplumsal ve doğa bilimlerinin reddidir.
Marksizmin kurucuları Marx ve Engels şöyle der:
“Geliştirmiş bulunduğumuz tarih anlayışı,
ensonu bize şu sonuçları da verir:
Üretici
güçlerin gelişmesinde öyle bir aşama gelir ki, bu aşamada mevcut ilişkiler
çerçevesi içinde ancak zararlı olabilen, artık üretici güçler olmaktan çıkıp
yıkıcı güçler haline gelen (makineler ve para) üretici güçler ve karşılıklı
ilişki araçları doğar, ve bu, bir önceki olaya bağlı olarak kazançlarından
yaralanmaksızın toplumun bütün yükünü taşıyan, toplumdan dışlanmış, ve zorunlu
olarak, bütün öteki sınıflara karşı en açık bir muhalefet durumunda bulunan bir
sınıf doğar, bu sınıf, toplum üyelerinin çoğunluğunu meydana getirdikleri bir
sınıftır, köklü bir devrim zorunluluğunun bilinci, komünist bir bilinç olan ve
elbette ki, kendileri de bu sınıfın durumunu gösterdikleri zaman başka
sınıflarda da oluşabilen bu bilinç, bu sınıfın içinden fışkırır.” (ME, Alman İdeolojisi, sf. 61-62)
Bu tarihi materyalist teoriyi burjuvazinin kabul
etmemesi, onun üretici güçlere egemen olmasından kaynaklanır. Ama, ya küçük
burjuva reformistlerine ne demekli? Onlar, proletarya diktatörlüğünü kabul
etmek yerine, adına “demokrasi” dedikleri
burjuva diktatörlüğüne hayır diyemiyorlar ve bu burjuva diktatörlüğünü,
insanlığın enson varacağı yer olarak işçi sınıfına yutturmaya çalışıyorlar.
İşçi sınıfının önüne, burjuvazinin kanlı mülkiyet yasalarını onaya sürüyorlar.
Burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki tarihsel mücadeleyi
yadsıma ve sosyalizmi, kapitalist sistemin liberalleştirilmesi olarak kabul
eden ve bunu “sosyalizm” olarak kitlelere sunanlar, elbette, ne yaptıklarının
billincindeler. Bunlar, Marksizm ortaya çıktığından beri, solu liberalleştirmek
ve onu burjuvazinin kabul edebileceği düzeye çekmek için çırpınıyorlar. Onlar, kapitalist
düzenin vahşi yüzünü kitlelerden gizlemek için şekere bulanmış zehirli
düşünceler üretmekle kendilerini görevlendirmişlerdir. Böyleleri, ne yazık ki, ülkemizde
de hayli çokca vardır.
Oysa, kapitalist toplumda iki sınıf vardır : Burjuvazi
ile proletarya. Marksizm, toplumlar tarihinin sınıflararası mücadele tarihi
olduğunu çoktan belirlemişti. Bu belirleme, toplumlar tarihinin incelenmesinin
sonucunda ortaya çıkmış bilimsel bir gerçeklik olarak, proletaryanın, zengin teorik hazinesinde yerini çoktan
almıştır. Ve tarih, Rus Ekim Devrimi sırasında, iki sınıfın, ölümüne iktidar
savaşına tanıklık etmiştir.
Sınıf mücadelesinin tarihsel gerçekliğinin reddi,
toplumlar tarihinin gelişimini değiştirmeye yetmiyor ve o kendi bildiği şekilde
tarihini yazmaya devam ediyor. Bu nedenle de, devrimin olması için nesnel ve
öznel çelişmelerin devrim için olgunlaşması, iç ve dış etmenlerin devrim için
uygun olması, devrim yapacak sınıfın çoğunluğunun bu mücadelenin içine
girmesi ve proletaryanın Bolşevikler gibi denenmiş, marksist teori ile donanmış
çelik disiplinli bir partiye sahip olması, Rusya’da devrimin gerçekleşmesini
olanaklı hale getirdi. Ve bu tarihi olayın arkası da dalga dalga kendiliğinden
geldi; dünya proletaryası, ezilen halkları ve ezilen ulusları sosyal ve ulusal
kurtuluş için baş kaldırılarını daha bir gür şekilde hızlandırdılar. Her yerde
sosyal kurtuluş ateşleri harlandı ve Rus Devrimi’nden yaklaşık 30 yıl sonra Mao
Zedung’un yol göstericiliğinde Çin proletaryası, yoksul köylülüğü de yanına
alarak, burjuvazi ve gericilik karşısında zaferini gururla ilan etti.
Çeşitli nedenlerle (elbette ciddi teorik nedenleri var[1])
sosyalist ülkelerin geriye dönmesi, kapitalizm karşısında yenilmeleri, sosyalizme
karşı burjuvazinin bir zaferi olmakla birlikte, burjuvazinin tarihi bir zaferi
değil, geçici bir zaferidir. Ne var ki, çelik aldığı suyu unutmamıştır ve
unutmasının da ne nesnel ne de bundan kaynaklı öznel nedenleri yoktur.
Proletarya, üretim içindeki yerinden kaynaklı devrimci bir sınıf oluşundan
dolayı, toplum içinde, burjuvazi karşısında ezilenleri de o temsil etmektedir. Ve
o, koşulları oluştuğunda, burjuvaziden iktidarı yeniden alacak ve bu kez daha
deneyimli olarak sosyalist devrimleri komünizme taşıyacaktır.
Marx ve Engels daha 1850’lerin ortalarında devrim
bekliyorlardı. Sınıf bilinçli bir devrimcinin, her zaman devrim beklemesi, onun
düşünce ve eylem diyalektiğinin bir
gereğidir.
Beklenen devrim 1871’de geldi.
Marx, Paris Komünü için;
“Paris’teki kaderi ne olursa olsun o bir dünya turu yapacaktır...” demişti.
Evet, Paris Komünü yenildi. Ama Marx’ın dediği gibi bir dünya turu yaptı ve bu tur hala devam etmektedir. Kapitalizmin içinde bulunduğu koşullar dikkate alınırsa, sosyalist devrimlerin yenilgisiyle sonuçlanan bu tur daha güçlü bir şekilde yeniden kesin zaferlerle yoluna devam edecektir. Çünkü proletarya, dünyanın her yerinde burjuvaziyi zorluyor. Bir çok yerde sınıf çatışmaları, direkt proletarya iktidarı için verilirken, bir çok yerde ise, sosyalist devrimlerin ön hazırlıkları ve devrimin ilk basamaklarının döşenmesi için yol almaktadır.
Günümüz dünya proletaryası, bir çok yerde ayağa
kalkmıştır. Kuzey Afrika proletaryasının ve emekçilerin mücadelesi buna
örnektir. Yine, Mısır işçi ve emekçilerinin peş peşe ayağa kalkışları ve bir
gecede en az 20-30 milyon insanın özgürlükler için sokaklara dökülmesi, tarihin
ilk defa tanıklık ettiği bu ayağa kalkış hiç de yabana atılacak bir durum
değildir. Yunanistan, Türkiye, Brezilya, Meksika ve dünyanın daha bir çok
yerinde işçi sınıfı ve emekçiler daha fazla özgürlük isterken, bu onların;
kapitalizme karşı baş kaldırışları, burjuvazinin ölüm çanları, sosyalizmin
yeniden ayağa kalkışının görkemidir. Yine, dünyanın her yanında ateşler
yanmaktadır. Kimi yerlerde “dincilik” adına, kimi yerlerde ulusalcılık adına,
ama çoğu yerlerde ise sınıf adına burjuva sisteminin altı oyulmaktadır. Emperyalist
burjuvazi, dinci gericilikle işçi sınıfının mücadelesini ötelemeye, kriminalize
etmeye ve sınıf mücadelesi gerçeğini mistik düşüncenin karanlığında boğmayı
denesede, bu onun düştüğü çukurun her geçen gün adım adım derinleşmesinin önüne
geçemeyecektir.
14 Yıl önce:
“Günümüzde burjuvazinin ‘sosyalizm öldü’ yaygaraları, sosyalizmin işçi
sınıfı ve emekçiler üzerindeki derin etkisini silemeyeceği gibi, bu ateşleyici
etkilerin, tarihi yeni bir sürece dönüştümekten, varolan kapitalist sistemi,
sosyalist toplum sürecinden geçirerek komünist topluma geçiremeyeceği anlamına
asla gelmiyor. Bu süreç, 1917 Ekim Devrimi ile başlamıştır. Sınıflı toplumlar
sürecinin ne zaman sonlaşacağını, bu sürece son verecek olan işçi sınıf ve onun
önderliğinde birleşmiş ezilen sınıfların mücadelesi belirleyecektir.”
Diye yazılmıştı. (Bkz. Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi)
Bu gün, bu, daha bir belirgin gerçeklik kazanmaktadır.
Birikim’ci liberal “sol” teorisyenlerinin işçi sınıfı düşmanlığı, burjuva dostluğu;
revizyonist gelenekçi TKP’li teorisyenlerin kemalizm hayranlığı, burjuva bayrak
düşkünlüğü ve diğer bilimum küçük burjuva revizyonist ve reformist görüşler, ne
denli işçi ve emekçileri zehirlemeye çalışsa da, toplumsal altüst oluşların ve
bunun ise sınıfların kıyasıya çatışmasıyla gerçekleştiği gerçekliğinin önüne
geçilmesinin olanağı yoktur. O gerçek, günü geldiğinde toplumlar tarihindeki
görkemli yerini alarak, toplumsal altüst oluş devrimci gerçekliğinin gerci
zırvalarla durdurmaya çalışan bütün metafizik düşünceleri tarihin derinliğine
gömecektir.
17 Ekim Devrim’lerinin öğretileri ve etkileri hala devam
ediyor. Dünya proletaryası o ışığı bir kere almıştır. Bir daha bırakmasının da
koşulu kalmamıştır. Komünizme varana dek, işçi sınıfının burjuvaziden çaldığı o
ateş yanmaya ve tüm uykuda olanları uyandırmaya devam edecektir.
Ve Marx’ın, Gotha ve Erfurt Programı’n da üzerine basarak
belirttiği:
Komünist toplumun
daha yüksek bir evresinde, bireylerin işbölümüne kölece boyun eğmesinin ve
onunla birlikte de kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin ortadan
kalkmasından sonra; emek, yalnızca yaşam aracı değil, yaşamın birincil
gereksinmesi haline gelmesinden sonra; bireylerin her yönüyle gelişmesiyle
birlikte, üretici güçlerin de artması ve bütün kolektif zenginlik kaynaklarının
gürül gürül fışkırmasından sonra - ancak o zaman, burjuva hukukunun dar
ufukları tümüyle aşılmış olacak ve toplum, bayraklarının üzerine şunu
yazabilecektir: "Herkesten
yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre!"
Bütün burjuvazi ve onun çanak yalayıcıları, kapitalist üretim biçimi ve metafizik düşünceleriyle; insanı kendine ne denli yabancılaştırmaya çalışırlarsa çalışsınlar, insanlığı ve doğayı ne denli tahrip ederse etsinler, bu düş, düş olmaktan
çıkıp, insanlığın varacağı tarihi bir nokta olacaktır. Ve varılacak yere er ya
da geç varılacaktır. Ekim Devrimi‘yle bunun yolu açılmıştır.***11.10.2013
[1]
Bu konun teorik nedenleri için
“Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi” adlı kitabıma
bakılabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder