8 Eylül 2012 Cumartesi

Suriye ve Politikalar




1 eylül hatay



Suriye ve Politikalar
Yusuf KÖSE
Türkiye’nin, başta ABD olmak üzere batılı emperyalistlerinin „savaş üssü“ olduğunu bir yıl önce 03.09.2011 tarihli yazımda dile getirmiştim. Gelinen aşamada ise bunun gizlenecek bir yanı olmadığı gibi, açık bir şekilde Türk egemen sınıfların siyasal temsilcileri tarafından dile getirilmektedir.  Şu anda Türkiye hem PKK ile hem de Suriye ile bir savaş içindedir. Suriye’ye kendisi asker göndermese de, Suriye’ye yönelik paramiliter güçlere, kendi topraklarında askeri üs de dahil her türlü desteği vermektedir. Bu durumun ise her an daha büyük bir çatışmaya dönüşmesinin koşulları hızla oluşmaktadır.

Türk egemen sınıfların, ABD emperyalizmin yönlendirmesi doğrultusunda hareket ettiği en sıradan liberal burjuva aydınların dahi kabul ettiği bir gerçektir. Elbette Türk burjuvazisi, bunu, kitlelere, kendi bağımsız politikası olarak göstermeye çalışıyor. Başbakan Erdoğan’nın sık sık muhalif basına yüklenmesi, ilerici, demokrat ve bazı burjuva yazarların dahi üzerinde baskı oluşturulması, işlerinden atılmaları ve aynı zamanda devrimci-demokrat muhalif gazetecilerin yoğun bir şekilde tutuklanması; kitlelerin, emperyalist ve işbirlikçi burjuvazinin savaş politikasına hazırlanması içindir. Kısacası,  kitleler ve onların ileri unsurları üzerinde bir korku imparatorluğu yaratılmaya çalışılıyor. Öbür yandan ise, geniş yığınlar içinde, her türlü dini ve ulusal ayrımlar öne çıkarılarak, ezilen yığınların birliğinin önüne suni (sınıfsal olmayan) ayrımlar çıkarılıyor.

Suriye’de süren „iç savaş“, iç savaş olmaktan öte ABD ve batılı emperyalist güçlerin Esad yönetimini yıkma savaşıdır. Bunu, esas olarak da, (Suudi Arabistan, Katar’da dahil olmak üzere) Türk egemen sınıfları üzerinden yapıyorlar demek yanlış olmayacaktır. Batılı emperyalistlerin derdi, demokrasi olmayıp, Suriye’yi bütünüyle kendi denetimleri altına almaktır. Onların, „Suriye halklarının dostu“ olmak bir yana, Suriye halklarının düşmanı ve katili oldukları ise ayan beyan ortadadır.

Suriye üzerindeki savaş, batılı emperyalistler ile Çin ve Rusya arasındaki egemenlik hesaplaşmasıdır. Emperyalistler arasındaki bu egemenlik savaşında, Esad rejimi, elbette işçi ve emekçiler tarafından desteklenecek bir rejim değildir. Buna karşın, emperyalistlerin buraya yönelik her türlü  baskı ve müdahalelerine karşı da aktif mücadele edilmelidir. Çünkü bu savaş, emperyalistlerin çıkarlarına yönelik bir savaş olduğu gibi, Başta ABD olmak üzere batılı emperyalistlerin Ortadoğu’yu kendi çıkarları doğrultusunda şekllendirme savaşımıdır. Bu savaşı kazanmak için de, halklar arasındaki, tarihin derinliklerinden gelen/getirilen dinsel, mezhepsel ve ulusal ayrımları kullanarak, kendi çıkarlarına uygun bir ortam hazırlamaya  çalışıyorlar.

Esad rejiminin „Nusayri-alevi“ olması, ülkemizdeki alevi kesimlerin Esad rejiminin desteklenmesi yönünde tavırları söz konusudur. Esad rejimi alevi de olsa, bu rejim işçi ve emekçi düşmanı bir rejimdir. Suriye devleti, Suriye burjuvazisinin Suriye halkına karşı kurulmuş bir devletidir. Nasıl ki, Türk devleti için sünni Türk işçi ve emeçilerin devleti demek yanlışsa, Suriye devletini de „alevi“ devleti olarak adlandırmak yanlıştır. Bu tür adlandırmalar, burjuvazinin kitleleri aldatma, yanlış yönlendirme ve sınıfsal kimliğin üstünü kapatıp dini yönü öne çıkaran idelojik argümanlarıdır. Bu tür sınıflandırmalar ya da ayrımların komünistlerin kullandığı termonolojinin içinde yeri olamaz. Komünistler, soruna sınıfsal yönden, esas olarak da işçi sınıfının çıkarları yönünden bakarlar. Sınıfsal bakış açısını, özellikle de proletaryanın bakış açısını gözardı eden yaklaşımlar, her zaman kitleleri burjuvazinin yedeği haline getiren yaklaşımlar olmuştur.

Batılı emperyalistlerin ve Türk hükümetinin „Alevi Esad rejimi Sunni çoğunluk üzerinde baskı uyguluyor“ şeklinde bir propaganda yapmaları, özellikle Türkiye’de, sünni çoğunluk üzerinde kendi çıkarları doğrultusunda etki yapmak içindir.

Suriye’ye yönelik her türlü emperyalist müdahaleye karşı mücadele etmek, karşı çıkmak, nesnel olarak iktidardaki Suriye burjuvazisine destektir. Böyle bir nesnelliğin, emperyalist müdahale ya da işgali desteklemeyi getirmez ve getirmemelidir. Burada, esas sorun, emperyalizm ve mücadelenin ana yönünü emperyalizme çevirmektir. Bazı küçük burjuva kesimlerin ileri sürdüğü gibi, emperyalizme karşı Esad rejimini desteklemek ilericilik değildir. Böyle bir yaklaşım, Suriye işçi ve emekçilerini yanlış yönlendirme ve kendi cellatlarına karşı silahsızlandırmadır. Başta işçi sınıfı olmak üzere, ezilen yığınları, emperyalizmin „mağduru“ burjuvazinin kuyruğuna takmak, onun destekçisi durumuna getirmek, Marksist bir yaklaşım olmadığı gibi, işçi sınıfının sınıfsal politikasını yok saymak demektir. İşçi sınıfı, ülke emperyalist işgal altındayken, emperyalist işgale karşı çıkan ülke burjuvazisi ile bağımsız örgüt yapısını korumak koşuluyla,  ittifak yapabilir. Ancak, ülke burjuvazisini, işçi ve emekçilere karşı güçlendirecek taktiklerden uzak durmanın ilkesel taktiklerini de asla unutmadan!

Suriye konusunda, batılı emperyalistlerin piyonu olarak başat rol üstlenen Türk egemen sınıflarına karşı, sınıf bilinçli proletaryanın ve emekçilerin görevi; egemenlerin savaş politikasına karşı çıkmak, mücadele etmek ve her alanda emperyalist işgal ya da müdahaleyi teşhir etmek ve bunu geniş protestolarla dile getirmek olmalıdır. Bu konuda birleşilebilecek en geniş güçlerle birleşmek ve anti-emperyalist savaş ittifakını geliştirmek olmalıdır. Bu durumda, sınıf bilinçli proletaryanın en yakın müttefiki, Türk egemen sınıflarına karşı ulusal hakları için savaşan Kürt ulusal hareketiyle beraber alevi kesimlerdir.  Türk egemen sınıfların bu savaşta üstün gelmesi, Kürt ulusal hareketinin de (ve elbette bütün işçi ve emekçilerin de) aleyhine olduğu gözden ırak tutlmamalıdır.

Egemenler, bu savaşı kazanmak için, demokrat bir muhalefet olan alevi kesimleri de sindirmek için her türlü çabayı harcadıkları gibi, halk arasında alevi-sunni çatışmasının ortamını da hazırlıyorlar. Ezilen yığınları, Kürt-Türk, alevi-sunni çatışmaları içine sokarak, kendi egemenliklerini sürdürmenin çabası içine girmişlerdir. Bu tür politikalar; burjuvazinin,  kitleleri aşağılatmanın ve de sınıf mücadelesini geriletmenin en alçakça politikalarından biri olarak sık sık gündemde tutlmaktadır.

 Türk egemen sınıflarına bu konuda geri adım attırmak, geniş yığınların sokaklara dökülme oranıyla doğru orantılıdır. Dinci-faşist AKP hükümetinin en küçük muhalefeti dahi susturmak için her türlü şiddeti ve tehditi kullanması, kitleleri emperyalist çıkarların arkasına almak içindir. Bu savaşa karşı geniş yığınların örgütlenmesi ve harekete geçirilmesi, Türk egemen sınıflarının politikasını boşa çıkaracak yegane güçtür. Bu potansiyel güçlü bir şekilde var ve bunu iyi bir şekilde örgütlemek en başta komünist ve devrimcilerin görevidir. Burjuvazi de bu gücü yanına çekmek ya da en azından belli kesimini  tarafsız bırakmak için çalışıyor. Oysa, kitlelerin çıkarı burjuvazinin çıkarlarıyla ters düşerken, komünist ve devrimcilerin politikalarıyla uyuşmaktadır. Bu avantaj, iyi bir şekilde değerlendirildiğinde devrimci-demokrat cephe karlı çıkacaktır.

Şu anda  güçlü gibi gözüken AKP hükümeti ve onun arkasındaki sermaye güçleri en zayıf  günlerini yaşamaktadır. Dış koşullar bunların aleyhine geliştiği gibi, iç koşullarda bunların lehine değildir. İçte bunlara karşı çıkan güçlerin baskı ve tehditlerle sindirilmiş olması söz konusudur. Biraz güçlü kitle hareketi bunların bütün çelişkilerini ortaya çıkararak geri adım atmalarını da beraberinde getirebilecektir.08.09.2012

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder