Yusuf Köse
Bin yıllardır taşıyarak bugüne
getirdik. Her geçen gün sırtımızdaki yük azalacağına, ağırlaştıkça ağırlaştı.
Birinin indiğinde bir başkası bindi. Sırtımızı hiç boş bırakmadılar.
Biz silkelendikçe, onlar
kırbaçlarını çıkardı. Emdikçe emdiler kanımızı, iliğimizi kuruttular. Sesiz
kaldıkça daha çok emdiler. Bütün canlılar doymak nedir bilirken, bu asalaklar
doymayı bilmediler.
Önce ortaklaşa mülkiyeti yıkıp,
özel mülkiyeti getirdiler ve insanları sınıflara böldüler, arkasından dinlere, arkasından derilerinin rengine ve peşinden ise
milletlere böldüler. Bunlarla da yetinmediler. İnsanları hücrelerine kadar
bölmeye gitiler. Halkı halka kırdırmanın hep bir yolunu bulup, kendi soygun ve
zulüm düzenlerini devam ettirdiler.
Ulusu ulusla, ülkeyi ülkeyle çarpıştırdılar
ve böylece bütün ülkelerin egemenliğini ele geçirdiler. Devlet denen zulüm
kırbacını icat edip, halk üzerinde sömürü ve baskıyı artırdılar.
Yağmaladıkça güçlendiler. Güçlendikçe
öldürdüler. Öldürdükçe sermayelerini artırdılar. Emperyalizm ile birlikte bütün
dünyayı ele geçirdiler.
Cennet vaad ettikçe, cennetimizi
elimizden alıp, cehennemleri bize yaşattılar. Sermayelerini büyütmek için kardeşi
kardeşe, halkı halka kırdırmanın adına “vatan savunması” dediler.
Vatan dedikçe, toprağımızı,
aşımızı elimizden aldılar, millet dedikçe, bizi birbirimize kırdırıp,
üzerimizde poza pişirdiler. Devlet dedikçe, zenginliklerine zenginlik kattılar.
Yoksulu ise daha yoksul yaptılar.
Gavur, müslüman, hiristiyan,
yahudi, budist vb... diyerek böldükçe böldüler bizi. Birliğimizin önünde suni
duvarlar ördüler. Din buğsu ile dipsiz bir kuyunun içinde bizi birbirimize boğdurup,
tepemizin üstünde rahatlıkla tepiştiler.
Doğduğumuz yerlerden göç ettirip
topraklarımızı elimizden aldılar. Yollarda öldük, kıyımlara uğradık.
Ölümlerimiz istatistiklere sığmadı, acılarımızı ise sayfalar almadı.
Bizi kendilerine asker
yaptılar. Polis, bekçi, koruma yaptılar. Asalakları koruma adına, bizi bize
katil, bizi bize hain yaptılar. Kendilerini bir tas çorbaya satanlarla
etraflarını duvar gibi bize karşı ördüler.
Üreten biziz, ürettiklerimize
sahip çıkan onlar oldu. Kendi ürettiklerimize bizi yabancılaştırdılar. Kendi
ürünleriymiş gibi el koydular ve bize karşı kullandılar. Bizim kanımızı emerek
besleneler, bize “ekmeğinizi ben veriyorum” dediler.
Bir avuç asalak; “demokrasi”,
“insan hakları” dedikçe, daha çok zulüm görüp, daha çok acılara maruz kaldık.
Topluca işten atıldık, işsiz kaldık. Açlıkla bizi terbiye etmiye çalıştılar.
Onurumuzun üzerine basa basa yürüdüler...
Bilim geliştikçe daha çok
yoksullaştık, teknoloji geliştikçe daha çok öldük. Kendi yarattığımız teknoloji
ile kendimizi vurduk. Silahı biz ürettik, bizi vurmaları için ise tetiği
asalaklara verdik.
7 milyar insanın yaşadığı
dünyada, bir avuç asalağın kölesi olduk. Her şeyi yaratan biz, her şeyi üreten
biz, zulümden zulüm beğenen yinen biz olduk. Yarattığımız cenneti onlara
verdik, cehennemi biz aldık ve bunu, değişmez bir kader olarak bellettiler
bize...
Bir avuç asalağın gücü, bizim
gücümüzün yanında hiçtir. Tükürsek tükürüğümüz de boğulurlar, üfürsek
üfürüğümüz de yok olurlar. Kendi gücümüzün farkında değiliz. Bizim
dağınıklığımız ve örgütsüzlüğümüz asalakların gücüdür. Birleştikçe çoğalırız, örgütlendikçe
güçleniriz. Asalakların bütün korkusu budur.
Sırtımızda taşımaya devam
ettikçe bu sermayederları biz, daha çok cefalar çekeceğiz biz.
Her ne kadar, bütün suçu bize
yıkmaya kıyamamışsa da Nazım usta,
Suç bizim, be kardeşim!
Suç bizim!
Atmadıkça bu kan emicileri
sıtımızdan, dünyayı cehnnem yapmaya devam edecekler bizlere.
Dünya taşıyla, toprağıyla, bütün
canlılarıyla cehnnemleşmeden ve “ballı incirleri hep beraber yiyebilmek için”
Atın bu asalakları sırtınızdan!
***
22.07.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder