22 Kasım 2024 Cuma

Toplumsal Tarihi Gerilerden Takip Etmenin Kaçınılmaz Eklektik Duruşu

 



Toplumsal Tarihi Gerilerden Takip Etmenin

Eklektik Duruşu1




Yusuf Köse

TKP-ML, 2. Kongresi'ni yaptığını kamuoyuna duyurdu.1 Şu anda, aldıkları kararların ve siyasal ve sosyal saptamalarının geniş açılımı elimde yok. Ancak, kamuoyuna yaptıkları “TKP-ML Merkez Komitesi“ imzalı açıklamada, özellikle Türkiye'nin toplumsal ve siyasal gelişmeleri, devrimin strateji ve taktiklerini, maddeler halinde açıkladıkları için, kısa bir ön değerlendirme için yeterli materyal var. Buradan hareketl'e ben de kısa bir değerlendirme yapacağım.

Komünistlerin elinde güçlü bir bilimsel silah var. O, diyalektik materyalizmdir. Komünist partileri diyalektik ve tarihsel materyalizmden koptuğunda, ondan uzaklaştığında kaçınılmaz olarak teorileriyle, politiklarıyla ve pratikleriyle tarihi gerilerden takip ederler. Materyalist diyalektiğin olmadığı yerde eklektizm, subjektivizm ve dogmatizm olur. Aşağıda, „2. Kongere“ kararlarında da göreceğimiz gibi, ülkenin toplumsal durumunu somut olarak analiz etme yerine, sosyal duruma „kafalarındaki ilkelere“ uydurmayı esas hale getirince, birbiriyle çelişen eklektik bir „analiz“ ortaya çıkmıştır. Oysa, Engels der ki:

İlkeler, araştırmanın çıkış noktası değil, sonucudur; doğaya ve insanların tarihine uygulanmazlar, doğa ve insan dünyası ilkelere uymaz, ilkeler ancak doğa ve insan tarihine uydukları ölçüde doğrudur. Sorunun tek materyalist anlayışı budur.

Esasta, 2. Kongre kararlarında “nitel değişiklikten” söz etsede, eski anlayışlarından farklı bir şey ortada yok denebilir. Temel „formasyon“ feodalizm, „yarı“ olmaktan çıkıp „kalıntılara“ dönüşmüş olmasına karşın, bu öyle bir „kalıntı“ ki, hem „hakim“, hem de temel ve baş çelişmenin asli unsurları arasında yerini korumayı başarmış.

Günümüzde başlıca çelişmeler arasındaki temel çelişkinin, emperyalizm, komprador kapitalizm, feodal kalıntılar ile geniş halk yığınları arasındaki çelişki olduğunu; Demokratik Halk Devrimi sürecinde baş çelişkinin ise komprador kapitalizm, feodal kalıntılar ile geniş halk yığınları arasındaki çelişki olduğunu belirledi.“ (TKP-ML'nin adı geçen açıklamasından -aga- açYK)

Görüldüğü gibi, yarı-feodal „formasyon“ gitmiş, ama kalıp gibi „feodal kalıntılar“ gelip demokratik devrimin karşısına dikilmiş. Temel ve baş çelişmenin esas öğeleri arasında Komprador Kapitalizm ve feodal kalıntılar varsa, bu sıradan önemsiz bir „feodal kalıntı“ olamaz. Demek ki, toplumsal yapıda küçümsenmeyecek ve ancak bir devrimle saf dışı edilebilecek denli „kalıntı“ var anlamına gelir.

Ancak, aşağıda şöyle bir saptamada var:

Demokratik Halk Devrimi mücadelesinde şehirler ve işçi sınıfı içinde çalışmanın esas; kırlarda ve yoksul köylüler içinde çalışmanın tali duruma düştüğünü...“ (aga)

Şehirlerde işçi sınıfı içinde çalışmanın esas, köylülük alanlardaki çalışma tali“ duruma düştüğü saptanıyorsa, feodal kalıntı ne oluyor? „Başından sonuna kadar silahlı mücadelenin esas“ ne oluyor? Kimse küsmesin diye „

silahlı toplu ayaklanma“da bir deyim olarak, eklektik metinin içinde yerini almış.

Böyle bir MLM dünya görüşünden yoksun analiz çorbasına, „ne yardan ne serden“ vazgeçilmiş dense yeridir. Yani, „yarı-feodal“ yerini, „feodal kalıntılara“, „halk savaşı“, yerini, „silahlı gerilla mücadelesine“ bıraktırılmış. Ülkeye açıktan kapitalist dememek için, "koprador kapitalizm ve şehirlerde işçiler içinde çalışma (oysa kırsal alanlardada işçi snıfı var) esas." Ama hala sosyalist devrim yok, daha önce savunulan „demokratik halk devrimi“ aynı şekilde yerinde duruyor, ama, öbür yandan, „Türkiye devriminin niteliği ve yolunun değiştiğini tespit etti.“ deniliyor. Galiba, „Halk savaşı ile yapılacak demokratik halk devrimi“ ile, „gerilla mücadelesi ile yapılacak demokratik devrim“ arasında bir nitelik fark görüyor olmalılar.

Ülkenin „yarı-feodal“ savunusu yapıldığı zamanda bir tarafında komprador kapitalizm vardı. Şimdi de koprador kapitalizm ve „feodal kalıntılar“ yeni bir nitel değişiklikmiş gibi öne sürülüyor.

İşçi sınıf içinde çalışma esas hale gelmişse, ülkenin ekonomik yapısına damgasını vuran kapitalizmdir. Bunun, MLM literatürde başkaca bir anlamı ve açıklaması yoktur. „Feodal kalıntılar“ dendiği zaman adı üstünde, kalıntıdır. Yani, temel, belirleyici ekonomik yapının içinde önemi olmayan, ama şu veya bu oranda var olan kapitalist ekonomi içinde çan çekişen anlamına gelir. O zaman bu baş çelişmenin içinde yer almaz. „Kalıntılar“ baş çelişkinin içinde yer alırsa, kapitalist ekonominin içinde yer alan daha bir çok küçük verilere de yer verilmesini öngörür.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan istatistikleri incelendiğinde bir feodal kalıntı olmadığını, en ücra köşelere kadar kapitalizmin girdiğini göstermesine gösteriyor, ancak, somutu, diyalektik materyalist anlayışla analiz etmek olmayınca, metafizik ve idealizm, devrimci idealleri „marksizm-leninizm-maoizm“ adına teslim alabiliyor. Ve ortaya tam anlamıyla, dogmatizm, eklektizm ve subjektivizm çıkıyor. 52 yıllık bir partinin teorik birikimi bu olamaz ve olmamalıdır. Ve bunun adı partinin adında var olan „ML“ ve böyle bir parti işçi sınıfının bilimsel öncü gücü asla olamaz.

Türkiye’nin toplumsal formasyonunun komprador kapitalist ve feodal kalıntıların hakim olduğu bir ekonomik ve sosyal yapıda olduğunu, buna bağlı olarak Türkiye devriminin niteliği ve yolunun değiştiğini tespit etti.“ (aga) (aç.yk)

Türkiye devriminin niteliği ve yolu değişmişse, yerine konan ne? „Gerilla savaşı, silahlı mücadele“

Galiba, „halk savaşı“ndan vazgeçtik bari, onun yerine „silahlı mücadele“ koyalım diye düşünülmüş olmalı. Sosyal olgulardan kopuk tipik küçük burjuva düşünce tarzı.



Açıklamada, silahlı mücadelede çok iddialı şöyle bir belirleme var:

„...devrim mücadelesinin başından sonuna kadar silahlı mücadele temeli üzerinden yükseleceğini; silahlı halk ayaklanmasını hedefleyen ve fakat “küçük gruplar, büyük cüretler” temelinde, gerilla mücadelesinin devrimin başından sonuna kadar uygulanabilir olduğunu tespit etti.“

Devrim mücadelesi başından sonuna kadar silahlı olacaksa ve „köylülük bölgelerde çalışma tali“, „şehirlerde işçi sınıfı içinde çalışma esas“ olacaksa, bu silahlı mücadele şehirlerde olacak anlamına geliyor. Yani, fokoculuk? Özellikle şu saptama: “küçük gruplar, büyük cüretler” temelinde, gerilla mücadelesinin devrimin başından sonuna kadar uygulanabilir olduğunu tespit etti.“ (aga, açyk) Bu saptama, 52 yıllık kendi tarihinin eleştiri-özeleştiri temelinde bir öğretici olarak ele alınmadığı izlemini veriyor. „Küçük gruplar büyük cüretler“ öncü savaşı analayışının bir devamı ve sosyal koşullara rağmen „iman gücüyle“ devrim gelişmiyor. Kitlelerden kopuk bir avuç „önder“ militanın devrim yapacağı anlayışının cüretli hali, derde deva olmuyor. Devrimci teori, somut koşulların somut tahlilini öngörür.

Ancak, „devrimin niteliği ve yolu“ değimiş olmasına karşın „TİKKO“ duruyor. Yani, „silahlı ordu“ları var ya da kuracaklar. Nerde? Şehirler esas olduğuna göre, büyük olasılıkla burada!

Burada kısaca belirtmek gerekiyor. TİKKO Komutanlığı şöyle bir mesaj yayınlıyor: „2. Kongremiz Silahlı Mücadele Bayrağını Yükseltmenin Andıdır!“2 52 Yıldır bu parti bu sloganı sürekli yineleniyor. Her geçen yıl ise, „silahlı mücadele“nin seviyesi düştükçe düşüyor. Nedense bundan ders çıkarılmıyor. Rojava'dan seslenmenin Türkiye gerçekliği ile hiç bir ilgisi yoktur. Bu görülmelidir. Subjektif düşünceler, yaşamın kendi gerçek kalın duvralarına çarpmaktan kurtulamaz.

Şehirlerde işçi sınıfı içinde çalışmanın esas alındığı saptamasının yapıldığı bir yerde; „gerilla mücadelesinin devrimin başından sonuna kadar uygulanabilir“ oluşu anlayışı, Kaypakkaya'nın TKHP-C ve THKO'yu eleştirdiği yere dönülmüş. Kırılık bölgeler taliyse, halk savaşı gibi bir strateji yoksa, köyden şehirlere doğru bir strateji yoksa, bu gerillalar nerede savaşacak? 2. Kongre'nin saptamalarına göre, elbette şehirlerde, çünkü orası esas hale gelmiş. Ya da „laf“ olsun diye böyle bir karar alınmış. Çünkü uzun zamandır ne kırda ne de şehirlerde, bu tür mücadeleleri savunanların „silahlı bir mücadelesi“ söz konusu değildir. Ve bu, yapmak istememekten kaynaklı değil, ülkenin koşulları böyle bir mücadeleye elverişli olmadığı içindir. Ülkenin koşulları toplu ayaklanmaya elverişlidir. Hayat öğretici, ancak ondan öğrenmesini „cüret etmek“, komünist partisini kitlelerle buluşturur.

Hatırlansın, MKP'de, „Halk Kurtuluş Ordusu“ ve şehirler için „Partizan Halk Güçleri“ „kurmuştu(?)3 Ancak, kağıt üstünde alınan bu kararların pratik halini göremedik. Sadece, sosyal koşullardan kopuk subjektif teoriler üretmek, Marksizmi Leninizmi ve Maoizmi savunmaya yetmiyor. Bu dünya görüşü temelinde sosyal koşulları doğru analiz etmekle MLM olunabilir. Ve ülke gerçeklerinden kopuk teoriler ile MLM'in genel evrensel ilkelerini savunmak da MLM olmaya yetmez. Sınıf mücadelesinden kopuk teori ve pratik, toplumsal marjinelleşme yöntemleri olmaktan başka bir işlevi olamaz. Toplumsal tarihi gerilerden takip etmenin teorisi, yeniyi asla inşa edemez, kitlelerden bütünüyle kopmayı beraberinde, kaçınılmaz olarak getirir. Burada, kuşun taşa çarpma olasılığı bile yoktur.

ve Mao'nun dediği gibi:

Dünyada sadece tek doğru vardır; o da objektif gerçeklikten çıkarılan ve gene objektif gerçeklik tarafından doğrulanan teoridir. Bizce, başka hiç bir şey teori olarak anılmaya layık değildir.4

Birincisi, Türkiye'de feodal kalıntı dahi kalmamıştır. Kürt aşiretlerin varlığı feodalizm üzerinde değil, kapitalist ilişkiler üzerinde yürümektedir. Büyük toprak sahipleri tamamıyle birer kapitalist çiftlik sahipleridir ve üretimleri doğrudan sanayi üretimine bağlıdır.

İkincisi, Türkiye burjuvazisi komprador değil, emperyalist bir burjuvazidir.5 Ülkenin ekonomik ve siyasal yapısına damgasını vuran bu bir avuç tekelci burjuvazidir. GSYH'nın 1 trilyon ABD dolarını aşan Türk devletini bağımlı göstermek, onun emperyalist yayılmacılığını, işgalciliğini ve yaklaşık 70 milyar ABD dolarına varan sermaye ihracını görmezden gelmek, bilimsel bir yaklaşım olamaz.

Türkiye'de devrimin yolu;Mao'nun6 kapitalist ülkeler için formüle ettiği şekilde gerçekleşebilime olasılığı daha güçlüdür. Bu Rusya'da Sovyet Devrimi ile doğrulanmıştır. Yani, uzun süre legal mücadele içinde kitlelerin hazırlanması ve devrimin olgunlaştığı anda silahlı ayaklanmanın gerçekleştirilmesidir. İktidarın silah zoruyla ele geçirilmesi evrensel ilkesiyle, başından sonuna kadar silahlı mücadelenin esas olması farklı şeylerdir.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da var olan köylülük, feodal ya da yarı-feodal ilişkiler içinde olmayıp bütünüyle kapitalist ilişkiler içindedir. Yapılan üretim kapitalist üretimdir. Kapitalist büyük toprak sahiplerini, „feodal toprak ağası“ yerine konuluyorsa, bunlardan ABD'de, Brezilya'da, Hindistan'da ve daha bir çok ülkede bolca var. Hatta Suudi Arabistanlı bir çok tekel, ABD'de yüzlerce dönüm toprak satın alıp üretim yapıyorlar.7

Türkiye devrimin niteliği sosyalistir. Bu gerçek ne yazık ki kabul edilmiyor, onun önü, eklektik, dogmatik ve subjektif düşünce tarzıyla kapatılmaya çalışılıyor. Bu bağlamda, 2. Kongre kararlarındaki, „Türkiye devriminin niteliği ve yolunun değiştiğini tespit etti“ belirlemesi, kendilerinin „demokratik halk devrimi“ nitelemeleriyle çelişiyor. O zaman hangi nitelik değişti? Daha öncede „demokratik halk devrimiydi“ 2. Kongre kararlarında da devrimin niteliği aynı: „ Demokratik Halk Devrimi“ olarak karar kılınmış. Yani, ortada bir „nitelik değişim“ yoktur.

Sonuç olarak, 2. Kongre kararlarına damgasını vuran temel anlayış; dogmatizm ve salt askeri bakış açısından kurtulma yerine, kuşun taşa çarpmasını bekleme düşünce tarzı egemen olmuş. 20.11.2024









1Kusura kalmayın, „dost acı söylermiş“

1https://www.tkpml.com/tkp-ml-merkez-komitesi-yasasin-2-kongremiz/

2https://www.tkpml.com/tkp-ml-merkez-komitesi-yasasin-2-kongremiz/

3Eleştiriler İçin bkz. Yusuf Köse, Marksizmi Ortadoksça Savunmak, El Yayınları 2014

4Mao Zedung, Seçme Eserler C. III, sf. 40, “Partinin Çalışma Tarzını Düzeltelim” 1 Şubat 1942

5Yusuf Köse, Emperyalist Türkiye, El Yayınları 2022

6Mao Zedung, SE, C 2, sf. 261 Aydınlık Yayınları 1979

7https://www.csmonitor.com/Environment/2016/0328/Why-Saudi-Arabia-bought-14-000-acres-of-US-farm-land

7 Kasım 2024 Perşembe

SOL'da BİRLİK


 

SOL'da BİRLİK


Yusuf Köse


Sol'da Birlik” sorunu, “sol”un ortaya çıkmasından bu yana tartışıla gelmektetedir. Ve bu sorun, bazı süreçlerde devrimci ve komünistlerin ana sorun olmuştur. “Sol” dendiğinde genelde sosyalist düşünceleri savunan, yani, kapitalist sistem yerine sosyalizmi savunan ve onun uğrunda mücadele edenleri kapsamaktadır. Tabi ki, bu kavramın içeriğini bulandırma, revize etme de söz konusudur. Yani, “sol”un içi, içeriği, kapsamı, niteliği iyice aşındırılmış ve zaman zaman burjuva sosyal demokrat partileri (SPD) bile “sol” olarak adlandırılmaktadır. 1. dünya savaşından önce gerçekten de “sol” olan SDP, o günden bu yana burjuvazinin gerçek temsilcileri olmuştur. Yani, işçi sınıfı saflarını terk ederek burjuvazi saflarına geçmişlerdir. Bugün bu partiler emperyalist burjuvazinin ve “yerli” büyük burjuvazinin partileridir.


Sol Birlik”, “Sol sosyalistlerin Birliği” vb. gibi adlandırmalar olsa da, Türkiye'de bu konu “sol” ortaya çıktığı günden itibaren tartışıla gelmiştir. Sol-sosyalist-komünist entetlektüel ve ilerici kesimler arasında sıklıkla tartışılmıştır ve tartışılmaya devam edecektir. Ta ki, sosyalizmin inşasına kadar bu tartışmalar sürecektir. Ondan sonrada başka bir şekilde devam edebilir. Bu “birlik” ve elbette “ayrılık” tarışmaları bir sınıflı toplum özelliğidir. Genel de ise, “ayrılmalıyız” değil, “birleşmeliyiz” şeklinde tartışmalar sürdürülmektedir. Daha çok, “birleşmeliyiz” tartışmasının sürdürülmesi; başta üretim araçları olmak üzere, devleti elinde bulunduran burjuvazinin baskısına maruz kalanların, daha fazla bölünmesinden kaynaklanmaktadır. Bu da, işçi sınıfı ve emekçilerin “birleşme” eğilimini ortaya koyan bir gösterge olması yanında, bu kesimlerin, birleşerek burjuvaziye karşı koyabileceklerinin de bilincinde olduğunu göstermektedir.


Kapitalist toplum, esasta, burjuva ve işçi sınıfı olarak ikiye bölünmüş olsa da, iki sınıf arasında kalan, bujuva ve işçi sınıfına ait olmayan orta ve ve küçük burjuva kesimlerde vardır. Üretimdeki yerleri nedeniyle, burjuva görüşlerinden daha fazla etkilenselerde, işçi sınıfına yakın olan küçük burjuva tabakalardır. Orta burjuvazi, burjuva sınıfına daha yakın iken, işçi sınıfına ise bir o kadar uzaktır. Küçük burjuvazi, her ne kadar büyük burjuva olma hayalleri taşısada, işçi sınıfına en yakın kesimdir ve büyük burjuvazi karşısında ezilirler ve her geçen gün ellerinde ve avuçlarında varolanı da kaybederek, yani mülksüzleştirilerek, işçi sınıfı saflarına itilirler.


Bu kesimler işçi sınıfının dünya görüşü olan marksist-leninist-maoist görüşlerden etkilenirler. Bu görüşleri kendi görüşleri olarak da kabul ederler, ancak, sınıfsal yapıları gereği, dünyayı yorumlamaları farklılaşır. Diyalektik materyalizm yerine metafizik idealist ideolojiden de bir o kadar etkilenirler. Bu nedenle de, burjuvazi ve işçi sınıfı gibi kendilerine özgü bir sınıf tavrına sahip değillerdir.1


Sosyalizm ve komünizm uğruna mücadele ettiğini söyleyen örgütler, belki uzun vadeli hedefte aynı şeyleri savunuyor gözükmelerine karşın, yol ve yöntemlerde farklılaşırlar. Bu farklışama çoğu kez devrimi önleme metodlarına, burjuvaziye hizmet etme taktiklerine ve mücadele biçimlerine dönüşebilir ve dönüşüyorda. Genelde, hepsi, kendisini işçi sınıfının partisi ve öncüsü olarak nitelendirse de, gerçekte böyle değildir. Bu bağlamda da kendine işçi sınıfının örgütü olarak adlandıran her örgüt ve parti, teori ve pratik duruşuyla işçi sınıfının partisi ve örügütü olamaz.


Bu örgüt ve partiler arasındaki farklılık, esasta idealizm ile materyalizm, metafizik ile diyalektik dünya görüşleri arasındaki bir farklılık ve çatışmadır. Sınıflı toplum varolduğu sürece bu ideolojik farklılıklar olacaktır. Yani, “sol içindeki bölünme”den çok şikayet edilse de, yakınılsa da, bu bölünme nesneldir. Bu bölünmeyi ortadan kaldırmanın, sınıflı toplum olan kapitalist toplum içinde olasılığı yoktur. Ancak, bu parçalanmaları aza indirme ve uğruna mücadele edilen bazı konularda asgari birlik sağlanabilme olasılığını ve gerçekliğinin de ortadan kaldırmaz. “Sol”da bölünmeyi salt “karyerist amaçlar” nedenine indirgemek, tam olarak sorunu açıklamaya yetmez. Bu tür amaçlarla hareket etmeler ve bunun sonucu bölünmeler olsa da, bölünmenin belirleyici nedeni olamaz. Bunun özünde de sınıfsal karakter, sınıfsal yaklaşım, sınıfsal ideoloji vardır. Yani, esas olarak, bölünmenin temelini farklı ideolojik ve siyasal yaklaşımlar oluşturur.


Burjuva sınıfları arasında da bölünme vardır. Burjuvazyi temsil eden büyük partilerin olmasına karşın, irili ufaklı parti sayısı da çoktur. Örneğin, Türkiye'de şu anda resmi olarak kurulu 157 parti vardır. 2 Bunlar legal partilerdir. Bir de illegal parti ve örgütler vardır. Bunların sayısı da az değilidr. İllegal partiler içinde kendilerini sol-sosyalist/komünist olarak adlandıran partilerde vardır. 157 partinin içinde büyük burjuva partilerinin yanı sıra sayısı hayli kabarık olan irili ufaklı burjuva dünya görüşüne daha yakın, yani kendini “sol” olarak değerlendirmeyen partiler vardır. Ve bunların içinde faşist, dinci, kemalist miliyetçi ve daha bir çok görüşe sahip olanlarda vardır. Örneğin Almanya'da parti sayısı 95 olarak veriliyor.3 Hangi ülkede olursa olsun bir çok partinin tabela partisi olduğu da bir gerçektir.


Burada söylemek istediğim, Türkiye'de burjuva partileri arasında da ideolojik olarak aynı olsalarda, (kapitalist sistemin sürdürülmesi), farklı görüşler nedeniyle ve esas olarak da iktidarın nimetlerinden daha fazla yararlanma amaçlı çıkar farklılıkları ve kavgaları vardır. AKP ve CHP'nin arasındaki ikidiarı ele geçirme savaşı gibi. Ama ikisi de devlete esasta egemen olan farklı burjuva kliklerin siyasal temsilcileridir. Bu her iki partide Türk egemen sınıfların partisi ve Türk devletinin “bekası” için, bu “bekayı” yıkmak isteyen sınıf bilinçli örgütlü işçi sınıfına karşı mücadele ederler. Bu burjuva partileri kapitalist sistemin sürdürülmesi için her türlü çaba ve kararlılığı gösteren partilerdir.


Sol' da Olan Birlikler


Türkiye özgülünde bu sorun ele alındığında, kendini “sol” olarak değerlendiren örgütler arasında bir çok birlik/ittifak vardır. Bu eylem birlikleri ve ittifaklar örgütsel birlik olmayıp, bir çok örgüt ve partinin belli konular etrafında kısa ve uzun vadeli olarak bir araya geldikleri ve ortak hareket ettikleri, etmeye çalıştıkları taktiksel birlikteliklerdir. Bunlar cephe şeklinde stratejik değil, taktik birlikteliklerdir. Cephe ise, ikidar hedefli stratejik bir bilikteliktir. Hedef ve program içeriği daha farklıdır. Bu birliktelikler, sosyalist ya da komünist birbirlikler değil, demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması ve savunulması konusunda bir araya gelmiş bilikteliklerdir.


Örneğin, silahlı mücadeleyi savunan illegal örgütlerin 2016 yılında oluşturduğu Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) var. Bu birtelikteliğin (kendileri bu birlikteliğin “stratejik” olduğunu açıklamışlar) içinde kendine komünist diyen örgüt ve partiler olmasına karşın, genel de demokratik devrimi hedefleyen, bunun yanında sosyalizme de atıfta bulunan birlikteliktir. “Birleşik Devrim”den söz edilmesine karşın, içinde yer alan parti ve örgütler kendi dünya görüşüne göre pratik ve teorik bir hat izlemektedir. Bunun içinde yer alan örgüt ve partiler illegal örgütler, legal örütlenme ve mücadeleyi reddetmeyen, ama illegal örgütlenmeyi esas alan örgüt ve partilerdir.


Bunun dışında daha önce HADEP, sonra DEM Parti'si olarak faaliyetini sürdüren partinin bileşimi, esas belirleyiciliğini “Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi”nin legal kanadının yaptığı, bir demokratik birliktir. İçinde kendilerini sosyalist olarak adlandıran örgüt ve partiler var. Örneğin Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) bunlardan biridir. Bu ittifakın dışında “Birleşik Mücadele Güçleri” adıyla legal olarak bir /birliktelik/ittifak kuruldu.


Seçim dönemlerinde oluşturulan legal parti ve örgütlerin “seçim ittifakları” var. TKP ve SOL Parti ve diğer bazı partilerin içinde yer aldığı “Sosyalist Güç Birliği (SGB)” ittifakı, DEM Parti, EMEP, TİP , SMF ve daha bir çok parti ve örgütlerin oluşturduğu “Emek ve Özgürlük İttifakı (EÖİ)” vardı. Bu “ittifaklar” adı üzerinde olduğu gibi seçim içindi ve seçim bittikten sonra sürdürülmedi. EÖİ 'nı seçim sürecinde destekleyen, ama doğrudan bu ittifakın içinde yer almayan örgüt ve partilerde vardı.


Feminist kadın örgütlenmeleri de, faşizme karşı demokratik hak ve özgürlükler cephesinde yer alan bir oluşumdur. Radikal feministler, anti-komünist duruş sergileselerde, kadın yürüyüşlerine katılanların hepsinin feminist dünya görüşünü benimsediği anlamına gelmez. Feminist “gece yürüyüşleri”ne katılanların içinde devrimci ve komünist kadınlarda yer alamaktadır.


Ayrıca, yüzyıllardır dinsel-mezhepsel ayrımcılığa tabı tutulan, katliamlar uygulanan Alevi örgütleri de anti-faşist demokratik hak ve özgürlükler cephesinde yerini almalıdır, objektif olarak alıyorlar da.


2016 yılında kurulan Demokrasi İçin Birlik (DİP) oluşumu içinde 100'e yakın örgüt ve kurumun olduğu söyleniyor.4 DİP, kapitalist sistemle hesaplaşması olmayan, onun içinde kalarak, burjuva anlamda daha geniş demokrasiyi savunan, anti-sosyal şovenist, anti-faşist demokrat nitelikli ve Faşizme Karşı Birleşik Cephe içinde yer alaması gereken bir oluşumdur.


Yukarıda adı geçen “ittifaklar” içinde iki özellik ortaya çıkıyor. SGB, esasta Kürt ulusal demokratik hareketinden uzak duran ve Türk ulusalcılığı ağır basan ve “ulusalcı sol” denmesini, -ideolojik ve politik yapısı gereği- hak eden bir çizigide olan sosyal şovenist bir oluşumdur. EÖİ ise, Kürt ulusal demokratik hareketiyle birlikte hareket eden ya da etmeye çalışan örgüt ve partilerdir. Burada TİP için bir not düşmek gerekiyor. Seçim sisteminin getirdiği barajı aşmak için bu ittifakın içinde yer almıştır. Ulusalcı “sol” dediğim SGB ittifakına, dünya görüşü olarak daha yakın olmasına karşın, pragmatist yaklaşıp “milletvekili seçtirmek” amacıyla bu ittifak içinde yer almış, ama aynı zamanda ittifak içinde ayrı seçime girerek, ittifaka zarar vermiştir. TİP'in bu oportünist ve pargmatist tavrı, seçim sonrası ezen ulus “ulusalcılığına” tepki olarak kendi içinde ciddi bir bölünme yaratmıştır.


Yukarıda adlarını saydığımız birlik/ittifak gibi oluşumlar, hiç de Türkiye'de “sol biraraya gelmiyor” görüntüsü vermiyor. Biraraya geliyorlar, ama, toplumsal beklentiye karşılık olamıyorlar denebilir. Bu beklentinin başında, Erdoğan iktidarının yıkılması gelmektedir. Erdoğan giderse, burjuva anlamda demokrasinin geleceği beklentisi vardır. Ama “sol” GEZİ gibi toplumsal ayaklanmalarda biraraya gelebiliyor. Ancak, subjektif istemlerle sosyal gerçeklik her zaman uyuşmuyor. Subjektif istemler sosyal gerçekliğe uyduğu ölçüde, başarılar elede edilebilir. Bu nedenle Türkiye ve Kuzey Kürdistan “sol”unu, “hep bölünüyorlar, birleşmiyorlar” gibi karamsar bir tablonun içine oturtmak, sosyal gerçeklikten uzaklaşan bir yaklaşımdır. Burjuva liberallerin (örneğin “sol” liberal entellektüellerin yayın organı Birikimciler vb.leri), kitlelere,“sol”u küçük göstermek istediği yerde durmak sosyalistlerin işi olamaz. Tabi ki, bu gerçeklik, birleşmeyi zorlama, ayrılıkları eleştirme hakkını ortadan kaldırmaz.


Türkiye'deki “sol neden birleşemiyor” ya da “sol'da birlik” gibi tartışmalar, daha çok da “sol”u reformize etme, düzen içine hapsetme gibi amaçlarla yapılmaktadır. Bir kısmı, “sol”u ulusalcılığa çekmeye çalışırken, bir kısım “sol” liberal anlayışlarda, “sol”u kendi politik ve ideolojik bağlamından koparmayı “gerçek sol” olarak kitlelere sunuyor. Bu tür yaklaşımlar, sosyalist mücadelenin bittiğine inana liberal anlayışlardır. Bunlara karşı tavizsiz mücadele verilmelidir.


Kendini “sol-sosyalist” diye tanımlayan bazı kesimlerdeki (esasta reformist), beklenti ise,Yunanistan'daki Sryza, Almanya'daki küçük burjuva yapılanma reformist Die Linke (Sol Parti) gibi güçlenip hükümete gelemiyorlar. Sryza, sol sosyal demokratlar (reformistler), troçkistler, kendine komünist ve maoist olarak adlandıran irili ufaklı, ama esas ağırlığı “demokratik sosyalizm” savunusu yapan kesim oluşturuyordu. Programı ise reformist içerikliydi. İktidara geldikten sonra, kendi reformist programını devre dışı bırakıp AB emperyalistlerin baskılarına direnemeyip, uluslararası emperyalist tekelerin burjuva (kemer sıkma) programını harfiyen uyguladı ve kitlelerin tepkisini çekti ve sonunda iktidarı kaybetti. Almanya'daki Die Linke'de önceleri eski Doğu Almanya'da yer alan eyaletlerde güçlüydü ve eyalet hükümetlerinde yer alıyordu. Eyalet hükümetlerinde yer aldığı sürece, burjuva partilerin programnın uygulanmasına ortaklık etmiştir. Bu da, kitlelerin ondan uzaklaşmasını getirmiştir. Bu adı geçen partiler gerçek anlamda sosyalist değil, 1960-70'lerin Sosyal Demokrat Partileri gibi programlara sahiptir. Kapitalizmle hesaplaşma gibi bir girişimleri ve istekleri olmadı.


DEM Parti birleşenleri içinde kendine “sosyalist”, “komünist”, “ML” diyen örgüt ve partiler olmasına karşın, reformist bir programa sahiptir. Yani, hükümete geldiğinde, kapitalist sistemin bazı yanlarını torpülemenin ötesine gidemeyecektir. Genel çerçevesi, demokratik hak ve özgürlüklerin korunması, geliştirilmesi, sömürünün azaltılması, doğanın korunması, Kürtler üzerindeki ezen ulus baskısına son verilmesi, ve “barış” gibi hedefleri vardır. Genel anlamda, anti-emperyalist, anti-faşist reformist bir programa sahiptir. Kapitalist sistemi var eden “ücretli kölelik” olarak adlandırılan ücretli işgücü sistemini ortadan kaldırmayı hedeflemiyor. Bunu hedeflemeyen bir program sosyalist olamaz.


Türkiye'de sosyal şovenist düşünce yapısına sahip örgüt ve partiler esasta Kürt ulusal hareketi ve buna yakın anlayışta olan örgüt ve partilerden uzak duruyorlar. Örneğin, Sol Parti, CHP ile birlikte olmak ya da onun listesinden belediye ya da millet vekilliği için aday olabilirken, DEM Parti ile böyle bir ilişki içine girmekten uzak duruyor. Ulusalcı TKP de, demokrasi mücadelesi veren legal Kürt parti ve örgütlerinden uzak durmaya özellikle dikkat ediyor. TUSAŞ olayını kınıyor, burada ölenler için başsağlığı mesajı yayınlıyor, aynı gece Türk devletinin bombalarıyla ölen Rojavalı çocuklar ve halktan insanlar için başsağlığı mesajı bir yana, bu katliamı kınamaktan özellikle kaçınıyor. Bu da onu, ezen ulus egemen sınıfın devleti yanında “yurtseverlik” gösterisi sergilediğini net olarak göstermeye yetiyor. Rojava'nın Türk devletinin “Filistini” olduğu gerçeğini göremeyecek kadar sosyal şovenizm bataklığına batmış bir siyasal yapılanmanın adı dışında komünist bir nitelik taşımıyacağı bir gerçektir.


Oysa, Türkiye'de, genel anlamda burjuva anlamda dahi olsa demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması mücadelesinde DEM Parti ile birlikte hareket etmemek, faşist iktidarın istemlerine boyun eğmek olurken, ezen ulus şovenizmin savunuculuğunu yapmaktır. En asgarisinden demokratik hak ve özgürlüklerden yana olanların, bu uğurda mücadele eden güçlerle birlikte hareket etmemesi (eylem birliği ya da ittifak şeklinde) işçi sınıfı ve emekçilerin demokrasi, özgürlük ve sosyalizm mücadelesine zarar verir.


Nasıl Bir Birlik?


Her örgütlenme bir ihtiyaçtan doğduğu gibi, toplumsal gelişmeler de birlikleri zaman zaman “aynıların aynı yerde olması” prensibini daha acil olarak dayatır. Çünkü soyut bir birlik olamaz. Toplumdaki somut gelişmelere göre birlikler oluşur ve oluşturulmalıdır. Yani, özellikle komünist ve devrimci parti ve örgütlerin birliği işçi sınıfın mücadelesinin gelişmesiyle yakından ilgilidir. Ve birlikler, sınıf mücadelesinin gelişmesine hizmet etmelidir.


Komünistlerin örgütsel birliği, sosyalizm mücadelesi için “yüce bir birlik” dense yeridir. Çünkü işçi sınıfının komünizm davası, insanlığın kurtuluş davasıdır. Bu bağlamda yücedir. Komünistler arasında, dünya görüşü açısından komünist olmalarına karşın bazı yorumlama ve bakış açılarındaki farklılıklar nedeniyle siyasal ve teorik ayrımlar olabilir. Ama, buna rağmen MLM dünya görüşü açısından bir yakınlık ve benzerlik olabilir. Bu tür partiler, eğer aralarında ideolojik aynılık varsa, iradi ve yoğun tartışmalarla kendi aralarındaki ilkesel olmayan farklılıkları giderebilirler. Tabi, burada, bu örgütlerin yönetici kesimlerinin bu konuda samimi olmaları, kapitalizmi yıkıp sosyalizmi kurma iradesinde kararlı olmaları, daha doğrusu iktidar perspektifine sahip olmaları halinde, birleşmenin önündeki programsal ve örgütsel farklıklarda, proleter tartışma kültürü ışığında aşılıp, birlik gerçekleştirilebilir.


Birlik” adına, oportünist uzlaşmacı, ciddi ideolojik ve teorik farklılıkları görmezden gelerek, salt “birlik olsun da ne olursa olsun” anlayışıyla hareket edilirse, elbette bu birlik, derin çelişmeleri de beraberinde getirir ve daha yıkıcı/yıpratıcı bir ayrılığa neden olabilir. Komünistlerin örgütsel birliğine bir eylem birliği olarak yaklaşılamaz. Program ve tüzük üzerinde anlaşılan, dünya görüşü konusunda farklı tereddüt ve ayrım yaşanmayan tam bir örgütsel birlik olmalıdır.


Birleşmek isteyenler, birlik sorunun canlı bir şekilde gündemde tutanlar, kendi aralarındaki tüm farklılıkları derinlemesine tartışmalıdır. Bu tartışmaya, birleşmek isteyen örgütlerin üyesinden en ileri tabanına kadar aktif olarak tartışmaya katılmaları sağlanmalıdır.


Bugün Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da kendini Marksist-Leninist (ML), Marksist-Leninist-Maoist (MLM) olarak adlandıran partiler var. Bunlar dışında sosyal şovenist TKP gibi ulusalcı “komünist(!)” partiler de var. Sosyalizm ve komünizm mücadelesinde kararlı ve ciddi olan partiler, “aynıların aynı yerde olması” prensibi gereği, iradi olarak başta her alanda eylem birlikteliklerini sıklaştırıp canlı tutarken, aynı zamanda örgütsel birlik içinde çaba harcamaları gerekir. Bunun yolu; proleter devrimci tartışma külütürü içinde, canlı siyasal tartışma ortamının sağlanmasından geçer. Kendine komünist diyen siyasi parti ve örgütler ne yazık ki, uzun bir zamandır birbirini eleştirmediği bir gerçektir. Bu suskunluk ya da duyarsızlık oprtünizmle uzalşama analyışının ta kendisidir. Teorik ve politik canlı bir tartışmanın olmadığı yerde, işçi sınıfı içindeki sınıf bilinçli örgütlenme de gelişemez.7.11.2024
















1Stefan Engel, İşçi Hareketi İçinde Düşünce Tarzı İçin Mücadele, sf. 130, Verlag Neuer Weg, 2001 Türkçe Basım

2https://www.yargitaycb.gov.tr/item/1093/siyasi-parti-genel-bilgileri

3https://de.wikipedia.org/wiki/Liste_der_politischen_Parteien_in_Deutschland

4https://demokrasiicinbirlik.com/hakkimizda/