Yusu
KÖSE
Burada
seçimlerin işçi sınıfı açısından önemine değinmeyeceğim.
Burjuvazinin iktidarı altında, eğer koşulları varsa sosyalistler
seçimlere girmeli ve hatta bu olanakları zorlamalı, bu uğurda
mücadele de etmelidir. Kitlelere ulaşmanın bir aracı ve
sosyalistlerin kendi seslerini kitlelere duyurmanın bir yolu olarak
seçimlere katılır ve burjuvaziyi tam da kendi göbeğinden teşhire
yönelir.
Seçimlere
ittifaklar şeklinde girilebilineceği gibi, bağımsız olarak da
girilir. Sosyalistlerin kendi adayları ile seçimlere girmesinden
doğal bir şey olamaz. Eğer, ittifak kurulamıyorsa ve reformizm
kendini güçlü bir şekilde dayatarak, kendi istekleri
doğrultusunda hareket edilmesini istiyorsa, bu tür dayatmacılığın
karşısında yer alınmalıdır.
31
Mart Yerel seçimlerde öne çıkan yerlerden birisi de Dersim
olacaktır. Çünkü HDP ve birleşenleri ve özellikle de Kürt
Ulusal Hareketi (KUH), Dersim merkezde sadece kendi adaylarının
olmasını ve diğer devrimci-demokrat güçlerin ise kendilerini
desteklemesini istiyorlar. Onlar illeri istiyor. Diğer “ittifak
güçleri”nin ise, sadece ve sadece “ilçeler ve beldelerde
olabileceği” yaklaşımını sergiliyorlar.
HDP,
Kürt il merkezlerinde kendi adaylarının desteklenmesini istiyor.
Bunu açıktan söylüyorlar ve hatta “kırmızı çizgileri”
olarak ifade ediyorlar. Bu aslında sosyalistlere karşı bir güç
göstermesi, dayatmasıdır. Dersim’de SMF’nin (Sosyalist
Meclisler Federasyonu) adayı F. Mehmet Maçoğlu’nun aday olması,
HDP’yi öfkelendirdi. Ama bu öfke HDP’nin D’sinin gerçek bir
demokrat değil burjuva demokrat yanının daha ağır bastığını
ve aynı zamanda bu tavrı, onun demokratlığının kendi sınıfsal
çıkarlarıyla sınırlı olduğunu gösterdi.
HDP,
millletvekili seçimlerinde, “küçük ortaklarına” bir kaç
tane milletvekili vererek “ittifakı” sağlıyordu. Bu onun için
gerekliydi de. Ama iş Dersim merkezi olunca, gerçek niyetler ortaya
çıktı. Ulusalcı reformist, açıktan “sosyalistlere burada yer
yok” demeye başladı.
Bunu
değişik şekillerde dillendirselerde, sorunun özü bu.
Oysa
HDP’nin burada, dayatıcı
ve aba altında sopa
göstermesi yerine daha uzlaşıcı olması beklenirdi. Çünkü,
Kaypakkaya geleneğinden gelenlerin Dersim’de özel bir yeri olduğu
gibi, bu gelenkten gelenlerin; HDP ve öncelleri daha bu siyaset
meydanında yoklar iken, devletin ve sosyal şovenistlerin tüm
hışımlarına rağmen, Kürt ulusunun kendi kaderini özgürce
tayin etmesini hep savuna gelmişlerdir. Ayrıca, ezen ulus
milliyetçiliğine ve sosyal şovenizme karşı uzlaşmasız mücadele
vermişlerdir.
Bunlar
bir yana, Dersim’de sosyalistlerin tehdit edilmesi hiç bir şekilde
kabullenilemez. Kürdistan’ın bir çok ilini AKP ya da diğer
partiler alıyor. Aynı tehditler o partilere yapılmıyor. Ancak,
Maçoğlu’nun kişiliğinde sosyalistlere yapılıyor. Çünkü
KUH, “Türk Solu” olarak adlandırdığı sosyalistlerin
Kürdistan illerinde gelişmesini istemiyor. Bu modern anti-komünist
anlayışın dışa vurumudur.
HDP,
geçekten demokrat ise, taviz vermesini de bilmeli ve Dersim
merkezden, kendi adayını, Maçoğlu lehine çekmelidir.
Bu daha “kucaklayıcı” olacağı gibi, genel anlamda
destekleyicileri de artacaktır. Ancak, küçük burjuva reformist
ezen ulus ulusalcılığı, “küçük” gördüğü, “güçsüz”
gördüğü sol örgütlere karşı yaklaşımı, ezen ulus
burjuvazisinin yaklaşımından devralınan ideolojik bir yöntem
olarak pratiğe yansıyor.
HDP,
kendisi taviz vermek yerine sosyalistlerden fazlasıyla ve haksız
bir şekilde taviz bekliyor. Ve hatta “”kayıtsız-şartsız”
desteklenmesini istiyor ya da böyle bir beklenti içinde. İşçi
sınıfının dünya görüşü, ezilen ulus lehine ulusların kendi
kaderini kayıtsız-şartsız destekler. Ancak, bu
ilke, sosyalistlerin bağımsız hareket edemeyeceği şekilde
anlaşılmamalıdır.
Her
siyasi hareket, eylem birliklerinde “ajitasyon ve propaganda da
serbestlik” hakkına sahiptir. Ve bu özgürlük, aynı şekilde
bağımsız olarak kendi eylemlerini ve taktiklerini de -başkalarına
bağlı olmadan- üretebilir ve yaşama geçirebilir demektir.
Kürt
ulusu üzerindeki baskılar elbette kabul edilemez. Bugün, bir bütün
olarak Kürt ulusu üzerindeki ezen ulus devletinin baskısı aleni
bir hal almıştır. Bununla beraber yasalar çerçevesinde kurulmuş
HDP’ye yönelik baskılar ve sürek avıda görülüyor ve
biliniyor. Olmayan demokratik ortamda, faşist devletin her türlü
baskısıyla karşı karşıya olanların ve bu baskılara karşı
ortaklaşa mücadele verenlerin, kendi aralarındaki ilişkinin
demokratik olması beklenir.
Her
sosyalist ya da ilerici hareketin HDP ile ittifak kurması ya da
HDP’nin onlarla ittifak kurması “şartır” diye bir kural
yoktur. HDP nasıl kendi bağımsız tavrını alabiliyorsa, aynı
şekilde devrimci ve sosyalistlerde hiç bir ittifak içine girmeden
bağımsız olarak taktik belirler ve seçimlere girebilirler. “HDP
var iken siz seçime giremezsiniz” demek, devrimci-demokratik bir
tavır olamaz.
Elbette,
sosyalistlerin bütün isteği; Dersim’de de (ve diğer yerlerde)
devrimci-demokrat güçlerin anlaşıp ortak bir adayla seçime
girmesiydi. Ancak, bunun gerçekleştirilemediği görülüyor. Bu
durumda, isteyenin bağımsız olarak seçime girme hakkı vardır ve
bu hak, “egemen
ulus devletvari”
tehditlerle karşı karşıya kalmamalıdır.
HDP,
açıktan dillendirmesede üç büyük ilde (İstanbul, Ankara ve
İzmir) büyük şehir belediye başkanlığı için Millet İttifakı
(CHP-İyi Parti) lehine aday koymadı. Bunun anlamı; bu partileri
“kerhen” desteklemektir. Kendi tabanlarının o illerde adı
geçen partilere oy vermelerinde bir sakınaca görmüyorlar. HDP
cephesinden, nedense, bu partileri “kerhen”de olsa desteklemek
“özel savaş aygıtını” desteklemek (!) anlamına gelmiyor.
Ancak, Dersim’de sosyalistlerin, HDP’ye rağmen aday çıkarmaları
“özel savaş aygıtını” desteklemek olarak yansıtılmaya
gayret ediliyor. Oysa, Kürtlere
karşı “özel savaş aygıtı”nın asıl destekçilerinin
başında AKP-MHP ve CHP-İP gelir. Bunu HDP’nin bilmemesi olası
değil.
CHP-İP
ititfakının güçlenmesi Kürtler üzerindeki baskıları
azaltmayacaktır. Çünkü Türk egemen sınıfların Kürt
politikası, tek tek burjuva partilerin politikası değil, bütünlük
içinde bir devlet politikasıdır.
Sonuç
olarak; adı geçen büyük illerde CHP-İP adına seçime girmekten
feragat eden HDP, Dersim’de de SMF’nin adayı F.M. Maçoğlu
lehine kendi adayını çekmelidir. İşte
böylesi bir tavır, “özel savaş aygıtı”nın beklentisine
karşı verilmiş “birleşik devrimci” bir cevap olacaktır.
Böylesi bir tavırla, ilerici kitleler nezdinde, HDP kaybeden değil,
kazanan bir parti olacaktır. 10.03.2019
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder