Küçük
Burjuva “Sol”culuğun Açmazları
Yusuf
KÖSE
Küçük
burjuva “sol”culuğu birleştirici değil, dağıtıcı ve
yıkıcıdır. Onun bu nitelikleri, sınıfsal karakterinden ileri
gelir. Kapitalist sistem içinde, o her şeyini yitirmiştir.
Burjuvaziye kin duyar ve kinini bazen anarşist bir şekilde ortaya
koyarken, bu, bazen ise sınıf uzlaşmacılığı şeklinde ortaya
çıkar.
Kitlelerin
ve paroleteryanın mücadelesine güvenmez. Bunlardan sıkça söz
etmesine karşılık, izlediği “sol” taktikler onu kitlelerden
uzaklaştırır. O uzun soluklu mücadele yerine, ani vuruşlarla
burjuvazinin yıkılacağını öngörür. Sabırsızdır. Ancak,
değişimler karşısında da bir o kadar duyarsızdır. Sınıf
mücadelesi içinde onun için tek bir yol ve tek bir mücadele
biçimi vardır.
O
burjuvaziyi ve proletaryayı kaba bir şekilde görür. Bu iki sınıf
arasındaki derin ekonomik ve siyasal çelişmeleri ve bundan
kaynaklı mücadele biçimlerinin binbir türlü oluşunu göremez ve
kabullenemez. Toplumsal yapının niteliği, içindeki iç
çelişmeleri, kitlelerin ruh hali, ekonomik ve siyasal yapıları ve
bunların düzeyi, onu fazla ilgilendirmez. Onun için toplum, ne
ilerler ne de geriler.Her şey durağan ve aynı tempoda bir
devamlılık gösterir. Burjuvaziye karşı savaşımda, bellediği
taktiğin dışına çıkmayı sınıfsal karakterine uygun bulmaz.
Bunu “geri” bir adım olarak görür. Çünkü, onun iktidar
perspektifi yoktur. Varmış gibi yapar. Ancak, burjuva
diktatörlüğünü yıkmak için, burjuva diktatörlüğü altında
ezilen kitleleri, başta da işçi sınıfını görmezden gelir.
Onda “vurduğu zaman kitleler gelir” anlayışı yaygın ve
yerleşiktir. Kitleler ile öncüyü birbirine karıştırır.
İzlediği taktikler kitlelere göre değil, öncüye göredir. Bu
nedenlede kitleselleşemez.
Bu
bağlamda, küçük burjuvazinin mücadele diyalektiği, dogmatizm ve
subjektivizm arasında gider gelir. Ya çok esner sınıf
uzlaşmacılığına kadar işi vardırır ya da “dik durma” adı
altında taktiklerde esnemeyi kabul etmeye yanaşmaz. Ama her halde
de kitlelerden uzaklaşmanın teorisini yapar, pratiğini uygular.
Küçük
burjuvazinin iktidar perspektifi olmadığı için, toplumsal
yapının ekonomik ve siyasal durumunu tekleştirir. Onun için
gelişmeler durmuştur. O, “somut koşulların somut tahlili”ni
ne teorisine ne de pratiğine aktarır. Teoriyi somut olgulardan
çıkarmaz. Teori bir kere ortaya konduktan sonra gerisinin
geleceğine inanır ya da öyle görür. Pratiği başka tarafa,
teorisi başka tarafa gider. Teori pratikte tökezlediği zaman, suçu
teorinin sosyal olguları yansıtmadığına yormaz, karikatürize
ederek söylersem, kendi “kötü kaderine” yorar.
Aslında,
küçük burjuva “sol”culuğun militan bir yanı da vardır. Ama,
bunlar gerçekten “sol”dur. Küçük burjuvazinin ezik
hırçınlığını burjuvaziye karşı vuruşuyla ortaya koyar.
Bunun anarşist bir yanı vardır. Yiğittirler. Ancak, koşulları
değiştirecek doğru taktiklere sahip olmadıkları için yanlış
yere yumruk sallamış olurlar.
Fakat
bazı küçük burjuva “sol”cuları ise, teoride “sol”
pratikte ise tipik bir sağcı ve zımni uzlaşmacıdır. Bunlara
“bohem
‘sol’cuları”
demek daha doğru bir adlandırma olur. Teori dogmatik, pratik ise
dogmatik teroinin sağ versiyonu haline dönüşmüştür. Bu anlamda
bohemik bir özellik arzeder. Yani, küçük burjuva hayaller
dünyasında dünyayı fethederler. Ama gerçek pratikte ise “sol”
teorik belirlemelerden eser yoktur.
Bohem
“sol”culuğu, burjuvaziye karşı teoride yiğit gibi gözükmesine
karşın, militan değillerdir. Militanlığı ve yiğitliği,
kendisi gibi ezilenlere karşı göstermekte daha cömerttirler.
Örneğin,
bunlardan biri bir yazısında, “Veli Saçılık gibi olunmalı”
der. Yani, Veli Saçılık ve onun gibi direnenlere hayranlık duyar.
Ama, bu anlayışta olanlar, her gün polisin baskı yaptığı,
muhabir ve yazarlarını tutukladığı, mahkeme kapılarında
süründürdüğü sosyalist bir gazetenin bürolarını basmaktan da
kendini alamaz. Madem, düşmana bu kadar kininiz var, o zaman,
düşman baskısı altındaki sosyalist bir gazeteyi tehdit etme
yerine, bu tehditçiler Veli Saçılık’ın yanına gidip ve orada
direnelerle dayanışma gösterse daha devrimci bir eylem olmaz mı?
Çünkü, sizin baskı ve tehdit ettiğiniz gazeteye göz açtırmayan
bir develt var. Bu nedenle, sizlerin baskın ve tehditlerle “ele
geçirme” eylemine ihtiyaç yok. O görevi devlet çok iyi yapıyor.
Burada ilginç olan, polisin bu olaylara kesinlikle müdahale
etmediği. Erdoğan’ın “Yeni TC”sinin “demokrat” bir
polis teşkilatı varmış!
Dogmatik
bohem “sol”cularımızın bu tavırlarının nereye vardığını
düşünmeleri gerekir.
***
Benim,
CHP’nin “adalet” yürüyüşünu değerlendirdiğim yazımı
eleştiren sevgili arkadaşımız, 1920-30’ların Alman Sosyal
demokrat Partisi(SPD)’nin bugünkünden farklı olduğunu söylüyor.
Herhalde 1923 Weimer Cumhuriyeti’ni “ilerici” görüyor olmalı.
Yani, tekelci burjuvazinin partisi değil de, reformist bir parti mi
acaba?
O
dönemin KPD (Almanya Komünist Partisi)’nin, SPD’i
değerlendirmesi, sermayenin partisi şeklindedir. 1935 yılında
Komminterin (VII. Kongre) değerlendirmesi yine aynı şekildedir.
Bunlar, Dimitrov’un Faşizme Karşı Birleşik Cephe kitabında
bulunabilir. SPD, sermayenin partisi olmasına karşın, faşizme
karşı birleşik cephe içinde yer alması önerilir. KPD, 1932
yılına kadar SPD’i, “sosyal-faşist” olarak
değerlendiriyordu. 1929 yılında, SPD hükümeti, Berlin’de 33
komünist işçiyi gösteri sırasında katletmesinden sonra, KDP,
“sosyal-faşist” değerlendirmesini yaptı. 1932 yılı Mayıs
ayında Ernst Thälmann, bu politikalarının yanlış olduğunu
söyler ve KDP’nin aynı yanlışını Komintern 7. Kongresi’de
eleştirir.
Konumuz
bu olmadığı için geçiyorum. Buradan CHP’ye geliyorum.
CHP,
Türk egemen sınıflarının bir kesiminin partisidir. Yani,
sermayenin partisidir. Devletin temel partilerinden biridir. Bir
başka söylemle burjuva partisidir. Ancak faşist bir parti
değildir. İktidara geldiğinde faşizmi uygulayabilir ya da faşist
bir nitelik kazanabilir. O zaman bu partinin değerlendirilmesi
farklı olur. CHP’nin 1950 öncesi faşist bir partiydi. O dönemde
de komprador burjuvazi ve toprak ağalarının faşist partisi
olmasına karşın, günümüzde burjuvazinin sosyal demokrat
partisidir. Yani, egemen sınıfların sadece sermaye kesiminin
partisidir. Esas olarak sosyal demokrat özelliğini 1973 sonrası
aldığı söylenebilir. CHP’nin bu hale gelmesinin ülkedeki
kapitalizmin gelişmişlik oranıyla doğrudan ilgisi vardır. Aynı
zamanda uluslararası ve Türkiye’deki 1968 olayları ve peşinden
gelen 15-16 Haziran İşçi Hareketi ve diğer devrimci demokratik
gelişmeler, burjuvaziyi daha ileri adım atmaya, yani bujuva
demokrasisine zorlamıştır. “Ortanın solu” politikası, o
dönemdeki işçi hareketlerinin gelişmesiyle doğrudan bağlantısı
vardır. Burjuvazi, kitleleri kontrol altında tutabilmek için
taktiklerini değiştirebilir.
CHP,
toprak ağaların partisi değildir. Günümüzde feodal bir toprak
ağası kalmadığı gibi, bunların devlet iktidarına ortaklığı
da söz konusu değildir. Ekonomik olarak olmayanların iktidarda
siyasal olarak yer alamaları da olası değildir. (Benim
en son tanıdığım feodal toprak ağası, “Züğürt Ağa” idi.
O, feodal toprak ağalarının “Son Mohikan”ıydı. Varsa
ülkemizde feodal toprak ağası, isimini veririseniz beni ve
okuyucular aydınlatmış olursunuz.)
Burjuva
diktatörlüğü altında iki rejim uygulanır. Biri burjuva
demokrasisi, diğeri faşizm. Bugün ülkemizde AKP eliyle faşist
bir rejim hüküm sürmektedir. Türkiye’de faşizm sürekli
değildir. “Sürekli” görmek, var olan gelişmeleri tek düze
ele alarak, proletarya partisinin uygulayacağı taktikleri somut
koşulardan çıkarmamaktır. Mücadele taktiklerini belirleyen somut
olgulardır, öznel niyetler değildir. Burjuvazi de, diktatörlüğünün
bekası için, yerine göre daha saldırgan olurken yerine göre ise
daha “yumuşak” baskılarla proletaryanın mücadelesini
geriletmeye çalışır.
Ezbere
tanımlama yapmanın devrimci mücadeleye hiç mi hiç yararı
yoktur. Özellikle ekonomik verilerden kaynaklı tanımlamalar somut
olmalıdır.
Engels’in,
çok sevdiğim bir sözünü buraya almak durumundayım.
“İlkeler,
araştırmanın çıkış noktası değil, sonucudur; doğaya ve
insanların tarihine uygulanmazlar, bunlardan soyutlanırlar; doğa
ve insan dünyası ilkelere uymaz, ilkeler ancak doğa ve insan
tarihine uydukları ölçüde doğrudur. Sorunun tek materyalist
anlayışı budur.”
Bu
kadar analşılır ve net. Kafamızdaki öznellikleri somut koşullara
uyarlayamayız. Teoriyi somut olgulardan çıkarmak, doğru mücadele
taktiklerinin ortaya çıkması için önemlidir. Öznelci ya da
dogmatik düşüncelerden hareketle uygulanacak mücadele taktikleri
proletaryanın sınıf mücadelesine zarar verir. Bunu uygulayan
örgüt ya da partiyi kitlelerden uzaklaştırır. Bu konuda çok
uzaklara gitmeye gerek var mı?
Egemen
sınıflar aynı sınıfın temsilcileridir. Ama, bazen aralarında
farklar olabilir. Bu egemen sınıfların içinde bulunduğu ekonomik
ve siyasal kriziyle doğrudan ilişkilidir. Kendi aralarında çıkar
çelişmeleri ve çatışmaları vardır. Bu çelişmeler bazen
silahla (darbelerle) çözülür.
Sosyal
medyada, “CHP kemalizmin temsilcisi, nasıl faşist olmaz” diye
sert çıkışlar da olmuyor değil. Evet, dün faşist idi bugün
değil. Ama o hala kemalizmin temsilcisi. Ancak, 1925-45 arası
kemalizm ile sonraki süreçler aynı değildir. Kemalizm denen şey,
bir burjuva cumhuriyetidir. Cumhuriyetin başında kapitalistlerin
yanında feodal toprak ağaları varken bugün sonuncusu yoktur. Çok
şeyler gelişmiş ve değişmiştir. Bu, belirttiğim tarih içinde
kemalizmin niteliğini değiştirmez. O özgülün uygulamaları ile
günümüz uygulamaları her yönüyle aynılaştırılamaz. Süren
bir burjuva diktatörlüğü vardır. Burjuvazi, içerdeki işçi ve
emekçilerin mücadelesinin boyutuna göre kendini konumlandırır.
Demokratik hak ve özgürlüklerin alt ve üst sınırını ise işçi
sınıfı ve emekçilerin mücadelesi belirler. 1927-46 arası arası
ile günümüz AKP iktidarının ortak yanları çok. Faşist tek
parti diktatörlüğü vb. gibi...
Bütün
burjuva partileri kendi sınıf çıkarlarını savunurlar. Burjuva
devletini korumak için, devletin tüm baskı mekanizmasını
harekete geçirirler. Yerine göre katlimalar, yerine göre ağır
baskı koşullarını yaratırlar. Yerine göre ise demokratik hak ve
özgürlükler üzerindeki baskıları gevşetirler. Ülkemizde bu
durumlar yaşanmıştır. Olmadı demek, 1923’ten bu yana aynı
demek olur ki, bu verili tarihsel gerçeklerle uyuşmaz. Örneğin,
1961-1971 12 Mart ve 1974-1980 12 Eylül’e kadar süreler burjuva
demokrasisinin olduğu süreçlerdir. Buradaki burjuva demokrasisinin
demokratik genişliği ile Avrupa ülkelerinde uygulananlar birebir
aynı değildi. Bunun en temel etkenlerden biri, burjuvazinin
zayıflığı ve bu süreçte işçi hareketindeki gelişme ve Kürt
ulusal sorunun varlığıdır.
CHP’nin
Kürt düşmanı bir parti olması, şovenist ve ırkçılığa varan
(Kürt ve diğer azınlık uluslar karşısında) uygulama ve
görüşleri savunması, onun faşist olduğunu değil, bir burjuva
partisi olduğunu ortaya koyar. Ayrıca burjuva partilerinin faşizmle
uzlaşmadığını ya da uzlaşmayacağını söylemek gerçeği
yansıtmaz. Onlar faşizmle uzalaşabilir. Bunun örnekleri çoktur.
Almanya’da SPD ilk başlarda komünistlere karşı Hitler’le
uzlaşmıştır. CHP’nin AKP ile uzlaştığı gibi. CHP, AKP’nin
bir çok politikasını desteklemiştir. Başta da Kürtlerin
ezilmesi konusunda. Bu konuda “milli mutabakat” sağlamışlardır.
Ayrıca, AKP’nin bu kadar güçlenmesinde CHP’nin payı büyüktür.
Bugün istediği “adalet”in hemen hemen hepsini bir tepsi içnde
AKP’ye sunan CHP’dir. CHP’nin böyle yapması, onun sınıfsal
karakterinden kaynaklıdır. Bu tür partilerin en büyük korkuları
kitlelerin kontrolsüz sokaklara çıkması, demokratik hak ve
özgürlükleri istemesidir. GEZİ’ye karşı CHP’nin parti
olarak tavrı nettir. Direnişi daha baştan durdurmak istedi, ancak
kitleler onu dinlemedi. Bunların en büyük korkuları ise işçi
sınıfı önderliğindeki sosyalist bir devrimdir.
Faşist
olmayan burjuva partileri ile faşist partiler arasında fark vardır.
İkisini aynı kefeye koymak yanlış mücadale taktiklerine neden
olur. Örneğin, İngiliz burjuvazisinin Kuzey İrlanda’daki
uygulamalarını gözden geçirin? Ülke dışı uygulamalarını ise
buraya almaya gerek yoktur. Ya da adı “sosyalist” olan Fransız
sosyalist partisinin uygulamaları? Afrika’daki uygulamaları...
Burjuva demokrasisini şu veya bu şekilde uygulayan ve savunan
partiler faşist değildir. Burjuva demokrasisini rafa kaldırp en
ağır baskı koşullarını getiren, sendikaları ve işçilerin her
türlü örgütlenmelerini yasaklayan ve bu tür uygulamaları
savunan partiler faşistir.
Bazıları,
faşist olmayan (bugün Almanya’daki Angela Merkel’in partisi
CDU’ya ya da kardeş partileri CSU’ya faşist diyen yok)
partilerin burjuva partisi olamayacağı düşüncesinde olmalı ki,
bir burjuva partisine “faşist” demeyince, o partiye “ilerici”
olarak nitelindirildiğini sanmaktadırlar. 7-8 Temmuz’da G20
toplantısının yapıldığı Hamburg’un eyalet başbakanı (“en
demokrat”lardan olduğu söylenir) SPD’lidir. Göstericilere
uygulanan vahşeti ise bütün dünya seyretti. İşte, burjuva
demokrasisinin gerçek yüzü budur!
Örneğin,
zaman zaman, Almanya’da SPD ve CDU ile Hitler faşizmini ya da
neo-nazi eylemlerini aynı miting içinde yer alarak
lanetliyebiliyoruz. 1 Mayıs yürüyüşlerinde, emperyalist
sermayenin köklü partilerinden SPD ile aynı kortejde
yürüyebiliyoruz. Keskin “sol”cularımızda bu durma hiç itiraz
etmiyorlar. Onlarla birlikte bu tür eylemlikler içinde olmayı çok
istediğimizden değil, kitleler bunların gerçek yüzünü
göremedikleri içindir.
1978
öncesi CHP’nin (Ecevit’in mitingleri) mitinglerine katıldığımızı
hatırlıyorum. Kendi pankartlarımızla katılıyorduk. Hatta
CHP’nin bazı ilçe bürolarında çalışma yapıyorduk. Örneğin
İstanbul-Kadıköy’de. Ayrıca, o zaman içinde yer aldığım
Parti, CHP ve Ecevit’i “faşist” olarak niteliyordu. Buna
rağmen “faşist” bir lider önderliğindeki “faşist” bir
partinin mitingine katılım sağlayıp kendi sloganlarımızı
haykırıyorduk. Bu pratik, savunulan teoriyle çelişmiyor mu? Ama,
aynı bizler, AP-Demirel mitinglerine katılmıyorduk ya da
katılamıyorduk. AP’nin hiç bir il, ilçe hatta kasaba bürosunda
çalıştığımızı (diğer devrimcilerinde) duymadım.
Burası
da düşünülmelidir: İlerici, demokrat gördüğümüz bir çok
insan CHP içinde yer alıyor. Direkt yönetiminde yer alamasalarda
milletvekili olarak ya da il ilçe yöneticileri olarak yer
alıyorlar. Bunların bir çoğu da devrimci saflardan gitmiş
arkadaşlarımız ya da hala selamlaştığımız insanlar. Faşist
bir parti içinde bunlar var mı? Örneğin, AKP ve MHP, içinde
“demokrat”, “ilerici” diyebileceğimiz milletvekili var mı?
Ya da VP içinde? Yok. Bu, basit gibi gözükebilir, ancak bir
göstergedir. Faşist bir parti içinde demokrat bir kişinin
“demokrat” niteliğini koruması söz konusu olamaz. Demokrat,
ilerici (genel anlamda reformist) olanların bir burjuva partisi
içinde yer alması bir sınıf uzlaşmacılığıdır. Bu onların
sınıfsal doğasına ters değildir. Ancak bir komünist bir burjuva
partisinin içinde yer alamaz. Aldığı andan itibaren onun
komünistliğinden harhangi bir eser kalmamıştır. O, saf
değiştirmiştir. Yine CHP’ye oy veren kitlelerin küçümsenmeyecek
bir bölümü devrimci ve demokratlara yakın duran kesimdir. Bu
verili durumda bir gösterge olmalıdır. Ancak diğer partilerin
(AKP, MHP vb.) tabanı devrimci ve demokratlara hiç de yakın
değildir. Hatta bu kesimler CHP gibi bir burjuva partisine
“komünist” diyen kesimlerdir.
Sınıf
mücadelesi ilerlediğinde ve bu gelişme bir devrim sürecine
girdiğinde, eğer iktidarda CHP ya da herhangi bir sosyal demokrat
parti olduğunda, devletin tüm gücüyle işçilerin üzerine
yürüyecek ve devrimi bastırmak için hiç bir vahşi uygulamadan
çekinmeyecektir. 1918-20 arası Almanya buna örnektir. İşte
burjuva partileri bu denli katliamcı ve vahşidir. Burjuva
diktatörlüğünün en has savunucularıdır. Almanya ve Fransa’da
en büyük sendikalar (sosyal demokrat nitelikli) söz konusu bu
sosyal demokrat partilerin yanında yer alıyorlar.
Kapitalist
ülkelerde faşizme karşı birleşik cephe’de, faşist olmayan ve
faşizme çeşitli nedenlerle karşı çıkan partiler ile
komünistler geçici ittifak kurabilirler. Bu ne sınıf
uzlaşmacılığıdır ne de bir burjuva partisinin kuyruğuna
takılmaktır. Bu konuda Avrupalı komünistlerin tarihsel
deneyimleri vardır ve örneğin Almanya Komünist partisi KPD,
başlarda sekter bir politika izlemiştir. Sonraları bu hatalarını
düzeltmelerine karşın, Hitler çoktan “Üsküdarı” geçmişti.
Ve o süreçte Fransız Komünist Partisi’nin sosyal demokratlarla
ittifakı vardır, vs.
***
“Sağcılığa
dalış” olarak nitelendirilen görüşlerimden biri de, 16 Nisan
Referandumu’na “HAYRI” demekmiş. Aslında 16 Nisan
Referandumu’na karşı, kendine en asgarisinden demokrat diyen
dahil olmak üzere bir komünistin alacağı tavır, HAYIR’dan
başka bir şey olamazdı. Çünkü faşizm çok güçlü bir şekilde
kendine karşı olanların üzerine kar topu gibi yukarıdan aşağıya
iniyor. Ve bu kartopunun altında kalmaktan kurtulmanın yolu yok. Ya
bunu durduracağız ya da altında ezilip öleceğiz. Kartopu,
işçilerin, emekçilerin, kadınların, Kürtlerin, Alevilerin,
diğer azınlıkların, komünistlerin, devrimcilerin, demokratların,
CHP gibi sosyal demokrat partilerin üzerine üzerine geliyor.
Kısacası tüm muhalif kesimlerinin üzerine bütün olanca gücüyle
geliyor.
Burada
yapılması gereken bu kartopuna karşı çıkan herkesin gücünü
birleştirip, zararı ve ölü sayısını en aza indirmektir. Bu
hareketi yapmak için siyaset bilmeye ya da siyasetçi olamaya da
gerek yok. Yapılacak bundan başka bir şey yoktur. Ama buna karşın,
kartopunun altında ilk önce ezileceğini bilmene rağmen, diğer
insanlar gibi omuz vermeyip, “BOYKOT ediyorum” diyerek kenara
çekilip ölümü beklemek, “sol” çocukluğun ötesinde başka
bir şeydir! Bu olması gerken bir taktik değil, düpe düz,
faşizme, “gel beni ez!” demektir. Bu tavır sadece senin
ezilmenle kalsa iyi. Senin omuz vermemenin yüzünden daha bir çok
muhalif insan yok olup gidecektir. Küçük burjuva dogmatik bohem
“sol”culuğun bu basit mücadele taktiğini düşünebilmesi ne
yazık ki çok zor. Boykot taktiği, faşist diktatörün “atı
alıp Üskidar’ı” geçmesine hizmet etmiştir. Kitleleri
faşizmle başbaşa bırakmıştır.
Burjuva
Partileri Demokrasinin Teminatı mıdır?
Burjuva
partilerinin hiç biri ne burjuva anlamda demokrasinin ne de
demokratik hak ve özgürlüklerin teminatı değildir. Demokratik
hak ve özgürlüklerin teminatı işçi sınıfıdır. İşçi
sınıfının mücadelesiyle elde edilebilir. Burjuvazi, eğer
demokratik hak ve özgürlükler üzerinde baskı uygulamıyorsa, bu
yine işçi ve emekçilerin güçlü mücadeleleri sayesindedir. İşçi
sınıfı tarafından kazanılşmış hiç bir hak, burjuvazinin
lütfu değildir. Tersine burjuvaziye karşı dişe diş verilen bir
mücadeleler sonucu kazanılmıştır. Bu hakların korunması ve
daha ileri taşınması yine işçi sınıfının mücadelesiyle
olabilir. İşçi hareketinin gerilediği yerde ise kazanılmış
demokratik hak ve özgürlükler üzerinde baskı artar ve burjuvazi
adım adım bunları geri almaya çalışır. Özellikle burjuvazinin
ekonomik kriz dönemlerinde hak gaspları daha fazla olur. Bütün
dünyada 2008 krizinden sonra olduğu gibi.
Bu bağlamda CHP gibi partilerr de burjuva demokrasisi
sınırları içindeki “adalet”in bile teminatı değillerdir.
Sorun, egemen sınıflar arsındaki çelişmeden yaralanmak ve kitle
hareketleri ile demokratik hak ve özgürlükleri genişletmek ve var
olan baskıcı (faşist) iktidarı gerileterek demokratik hak ve
özgürlükler ortamını genişletmektir.
“Adalet”,
güçlü bir kitle hareketi yaratılmadan sağlanamaz. Faşist rejime
karşı işçi hareketi geliştirilmeden, faşizmin geriletilmesi ve
demokratik hakların kazanılmasının olanağı yoktur. Çünkü,
faşizm öncelikle işçileri vurur. İşçi haklarını kısıtlar
ve hatta yok eder. Bugün Erdoğan yönetimindeki Türkiye'de olduğu
gibi. En büyük düşmanı işçi sınıfı olan burjuvazi için,
bundan doğal bir hareket tarzı olamaz.
İşçi hareketi reforumcu haklarla da yetinemez. Ancak
faşizm koşullarında öncelikle bu hakların kazanılması ve
faşizmin yıkılması için faşizme karşı çıkan
devrimci-demokrat-komünist güçlerin birliğini sağlamalıdır.
Daha sonra ise burjuva partilerin kendi aralarındaki çelişkiden
yaralanarak faşizme karşı çıkan burjuva kanadı zorlamalı ve
egemenler arasındaki çelişmeleri derinleştirmelidir. Faşizme
karşı cephe oldukça genişletilmelidir. Kendine komünist
diyenlerin izleyeceği taktik bu olmalıdır. Ne yazık ki, devrimci
güçler içinde ciddi bir parçalanmışlık ve işçi sınıfı
içinden yalıtılmışlık, faşizme karşı güçlü bir
mücadelenin örgütlenmesini zorlaştıran etmenler olarak öne
çıkmaktadır.
Faşizme karşı birleşik cephe örgütlemek ya da
güçlü demokratik birlikler örgütlemek ve oluşturmak, aynı
zamanda kapitalizme karşı ve sosyalizm için bir mücadeledir.
Faşizmi bir adım geriletmenin sosyalizm için olduğunu
kavramayanların işçi sınıfının gerçek davasıyla ilgileri
olduğunu düşünmek yanılgıdır. 14.07.2017