Güney Afrika Cumhuriyeti'nde, emperyalist bir tekelin çıkarları uğruna maden işçilerinin katledilmesi (16.08.2012)
Hukuk Mu Dediniz?
Yusuf KÖSE
Burjuvazi ve onu hizmetindeki
kalem erbabı; “hukuk”, “adalet”, “hukukun üstünlüğü”, “yargı bağımsızlığı”,
“bağımsız Türk mahkemeleri”, “demokrasi” “insan hakları” gibi kavramları çok
sever. Her fırsatta bunları dile getirirler. Burjuvaziyi tanımayanlar; “bunlar
ne kadar da adalet ve hukuk düşkünüymüş” diye hayret içinde kalır ve alıkışlarlar,
kendi zayıf “hukuk düşkünlüklerinnden" ve
zayıf “adaletli” oluşlarından utanır olurlar.
Emperyalist burjuvazi, Irka’a;
“demokrasi getirmek ve insan haklarını tesis etmek” için, girer, bombalar, bir
milyondan fazla insanı öldürür, ktileler içinde alt kimlikleri kaşıyrak
birbirine düşman haline getirir ve savaş artık kitlelerin birbirine karşı
savaşına dönüşür ve burjuvazi buraya “demokrasi” getirdiğinden , “insan hakları
normlarını yerleştirdiğinden” utanmadan, gözümüzün içine baka baka, söz eder.
Suriye’de, “diktatörlüğü
yıkmak”, “demokrasi ve insan haklarını tesis etmek için”, taş taş üstünde
bırakılmaz, binlerce katili Suriye içine sürerler, yüzbinlerce insan
katledilir. Ne kültür ne de yüz yılların insanlık mirası kalır, “din” adına
savaşları kışkırtır ve herkes birbirini boğazlayacak duruma ve insanı insan
olduğuna utandırır hale getirilir. Emperyalist burjuvazi, yine, “hukuçu”,
“adaletçi” ve “demokrasici” kesilir.
Türkiye’de son günlerde yine
“hukukun üstünlüğü”, “yargı bağımsızlığı” sıkça konuşulur oldu. AKP, kendi
çıkarları doğrultusunda 2010 yılında referanduma sokarak değiştirdiği yasaları
yeniden, yani, kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde değiştirmeye çalışıyor
ve değiştirecek de.
Bütün burjuva muhalif kesim,
basbas bağırmaya başladı; “kuvvetler ayrılığıyla oynayamazsınız!”, “yargı
bağımsızlığı kutsaldır!”, “halkın yargıya güvenini sarsmayın!”, “hukukun
üstünlüğü korunsun!” vb. vb. demeçleri üst üste yığılıyor.
Ve bunların hepsi, bu ülkede eskiden beri yaşananlar yok sayılarak, gözlerimizin içine bakılarak yapılıyor. Her şey ayan beyan ortada. İstedikleri gibi “hukuk” yapıyorlar, istedikleri gibi “adalet” dağıtıyorlar, istedikleri gibi, “hukuk üstünlüğü” anlayışları ortaya çıkarıyorlar ve buna rağmen kalkıp “bağımsız yargı”, “kuvvetler ayrımı” demeleri mide bulandırıyor.
Ve bunların hepsi, bu ülkede eskiden beri yaşananlar yok sayılarak, gözlerimizin içine bakılarak yapılıyor. Her şey ayan beyan ortada. İstedikleri gibi “hukuk” yapıyorlar, istedikleri gibi “adalet” dağıtıyorlar, istedikleri gibi, “hukuk üstünlüğü” anlayışları ortaya çıkarıyorlar ve buna rağmen kalkıp “bağımsız yargı”, “kuvvetler ayrımı” demeleri mide bulandırıyor.
T.C. devleti, tarihi boyunca,
çok sevdiklerini söyledikleri, “batı tipi” bir burjuva hukukuna dahi sahip olamadı.
Kimi kanunları alıp “yasa” diye kağıt üstüne geçirseler de, pratikte onu
uygulamadılar. Hukuk ve adalet, burjuvazinin çıkarlarına göre işledi ve işletildi.
Bir burjuva diktatörlüğünde başka türlü olması da beklenemezdi.
Liberal kalemşörlerimiz, her ne
kadar “batı tipini” savunsalarda, onların “Batı”sının da; Afganistan’da, Irak,
Suriye, Filistin, Afrika ve daha bir çok ülkede, nasıl bir “demokrasi” ve
“hukuk” sistemi uyguladıklarını, her gün binlerce insanın katledilmesi ve
ölmesiyle görüyor ve yaşıyoruz. Onların “Batı hukuku ve demokrasisi”, İtalyan
kıyılarında Akdenize diri diri gömülen binlerce Afrikalı, Asyalı yoksul
göçmenin cesetleriyle kanlanmıştır. Onların Batı demokrasisi; Bangaldeş,
Hindistan, Kamboçya, Tayland, Pakistan, Endonezya, Filipin, Afrika kıtasında
yer alan ülkelerin hepsinde ve daha yüzlerce yoksul bıraktıkları ülkelerin
yoksul binlece emekçilerin alın teriyle kanlanmış durmdadır.
AKP, 12 Eylül 2010 değiştirdiği
ve istediği gibi biçimlendirdiği HSYK, 17 Aralık yolsuzluk olayından sonra,
baktı ki “açık” var, hemen değiştirmeye yöneldi. Bundan önce, kendi yasa ve
kanunlarını da çiğneyerek AKP’nin emri dışına çıkan tüm bürokrat ve polis
yetkililerini değiştirdi. Oysa, düne kadar bunlar “kahramanlık destanı” yazan
AKP elemanlarıydı.
Burjuvaziye, “hukuk” yetmez.
Burjuvazi için hukuk; sermayenin büyümesini ve egemenlik alanlarının
genişletilmesine hizmet etmek zorundadır. Özellikle emperyalizme bağımlı kapitalist
ülkelerde böylesine değişimlerin yaşanması sık sık görülür. Gelişmiş kapitalist
ülke burjuvazisi, olağan koşullarında, açıktan, bu tür “hukusuzluklara” müsade
etmez. Siyasal temsilci ve bürokratlarının “hatalarına” göz yummaz, anında
görevden alır. Daha çok istifa ettirir. Böylece, burjuva hukuku, kitlelere,
“eşit adalet”li gösterilir. Örneğin,
Almanya’da bir cumhurbaşkanı, “Afganistan’da çıkarlarımız için varız”
dediği için, “sen bunu nasıl söylersin, biz orada Afgan halkına yardım için
varız” gerekçesiyle, yani, adam doğruyu söylediği için, anında istifa
ettirildi. Bir Afganistan olayı, Almanya’da, dört yıl içinde, iki
cumhurbaşkanı, iki savunma bakanı, bir genelkurmay başkanı ve bir çok
danışmanın başını yedi. Batı, burjuvazisi, kendi “demokrasisi”ni aynen böyle
koruyor. Kitlelerin burjuva hukukuna ve adaletine güvenleri sarsılmasın diye.
Türk burjuvazisi, emperyalizmin
elinde büyüdüğü için, "yerine" yerleşemedi, ne hukuk sistemi yerleşti, ne de burjuva
demokrasisini yerleştirebildi. Bunların kıyısından köşesinden geçti, ama bunu
içselleştiremedi. Ve Türk kapitalizminin başından beri ağır aksak gelişmesi,
burjuvazisinin de gelişmesini buna göre koşullandırdı. Bu nedenle de
paylaşılmayan çok alan var, yeni yeni palazlanan yeni egemen güçler var. Bunlar
arasındaki mücadele de hep sert ve yer yer kanlı olmuştur. Bu, hemen hemen
bütün yarı-sömürgelerde böyledir. Bu gelişmeler, bu tür ülkelerin emperyalizme
bağımlı oluşundan ve onun çıkarlarına göre siyaset belirlemesinden ayrı ele
alınamaz.
AKP (ve Cemaat) hükümeti de,
iktidara geldiğinde, arakasındaki yeni kapitalistleri güçlendirdi. Onların
palazlanması, doğal olarak daha önce palazlananlarla, aralarında, bir sömürü ve
egemenlik savaşı başlattı. Çünkü yeni gelenler eskilerin yerlerine gözlerini
diktiler. Başka türlü de olamazdı. Şu anda, AKP’nin sallanması, “gitti-gidecek”
olması, egemen sınıflar arasındaki savaşın siyasal görüntüsünden başka bir şey
değildir. AKP ve arkasındaki sermaye, iktidarı kaybetmemek için her yolu
deneyeceği gibi, yeni ittifaklara ve uzlaşmalara gidebilecektir.
Böyle bir devletin “hukuku” da
buna göre oluşmaktadır. Genelde, burjuva hukukun sınırlarını belirleyen egemen
güçler arasındaki çatışma oluyor. Askeri darbeler, askeri müdahaleler,
hükümetleri düşürmeler, emperyalist burjuvazinin yanında, içerdeki egemen
güçler arasındaki çıkar dalaşları, “demokrasi”nin içeriğini, “hukuk” ve
“adalet” sistemini de belirliyor. Bu nedenle de, “bağımsız yargı”, “hukukun
üstünlüğü”, “bağımsız mahkemeler” diye bir durum söz konusu değildir. Halkımız
bunu yakından bilir. En küçük bir adli olayda dahi rüşvetsiz işlem yapılmaz. Ya
hakim, ya savcı ya da mubaşire para verilir. Ya da bunları tanıyan “nüfuzlu”
biri, yine para karşılığı araya sokulur. Cinayet olayalarından tutunda tüm
diğer adli olaylara kadar, bu işin muhatabı olanlar, rüşvetle adam ararlar. “Adamını”
bulan, suçlu da olsa, ceza almadan ya da az ceza ile “temiz” hale gelir,
getirilir. Burjuvazinin ise basına yansımayan, yansıtılmayan, kendi yasalarına
ters, o kadar “hukuksuzluğu” vardır ki, bunların adı bile geçmez.
TC devletinin “adaleti” parayla
ölçülür. Hukuk sistemi ise, öncelikle burjuva devletini ve onun çıkarlarını,
yani, sermayenin çıkarlarını korur, ondan sonra ise halkın devletle ya da kendi
aralarındaki “uyuşmazlıkları” konusuna bakar. Bunları da yine, sermayenin
çıkarlarına zarar vermeyecek şekilde yapar. Ama, burjuva adaleti, her zaman
mülkün, daha doğrusu üretim araçlarını (esas mülk budur, çünkü bu kitlelerin elinden,
yasa vb. zorla, şiddetle çekilip alınmıştır) elinde bulunduran sınıfın çıkarlarını,
kitlelerden korumaya yönelik düzenlenmiştir.
Gelinen son süreçte ise,
“hukukun üstünlüğü”, egemen sınıflar arası keskin dalaşmanın sonucu iyice
deşifre oldu. Burjuva “adaleti” ise, Roboski’de, çoktan ölmüştü. Kürdistan’da
zaten, hiç bir zaman burjuvazinin yazılı “adaleti” ve de “hukuku” işlemedi. Faşist
devletin zorbalığı işledi ve hep o devredeydi.
Türk hukuk sistemi;
bir diktatörün kırık ayanasına bakıp, egemenlik alanlarının parçalandığını
görmesinin hırçınlamasına bağlı olarak, yeniden ve yeniden düzenleniyorsa,
bugüne kadar olanın da bundan pek farklı olmadığının yanında, ve bu hukukun ne
denli “hafif” olduğunun da göstergesidir. Bu aynı zamanda, onların,
demokrasisinin de içeriğini oluşturur.
Kitle mücadeleleri de burjuva
hukukun demokratik haklar yönünde sınırlarının genişlemesini sağlar. Ancak,
burjuva devleti var olduğu sürece, burjuvazinin sermayenin çıkarları
doğrultusundaki temel yasal düzenlemelerini değiştiremez. Bu bir devrim sorunu
olarak kalır. Elbete, bu gerçeklik,
kitlelerin, demokratik hak ve özgürlükler için mücadelesini reddetmez,
tersine, bu uğurda mücadelenin büyütülmesini, genişletilmesini ve sürekli
güncelleştirilmesini zorunlu kılar.
Türkiye’de “hukuk” ve “adalet”
sistemi, sermayenin çıkarlarıyla örtüşüyorsa “huku”tur, “adalet”tir. Gerisi,
ise “hukusuzluk” olur. Aynen bugün olduğu gibi. Onlar, halka karşı işledikleri suçları “hukuksuzluk”
saymazlar. Haziran Ayaklanması (GEZİ) sırasında yapılan baskılar, tutuklamalar,
öldürme ve yaralamalar “hukuksuzluk” sayılmaz. İnsanların yargılanmadan
yıllarca cezaevlerinde tutulması, işkencelerin yapılması, devrimci tutsaklara
yönelik katliamlar “hukusuzluk” sayılmaz. İşçlerin haklarının gasp edilmesi, iş
kazaları adı altında işlenen cinayetler, sermayenin daha da palazlanması için,
kentsel dönüşüm adı altında rant alanların açılması, doğanın açıktan
katledilmesi, ekolojik dengelerin bozulması vs. vs. “hukusuzluk” sayılmaz.
Kısacası burjuvazi için, sermayenin cinayeti “hukuk”tur, “adalet”tir,
sömürülenlerin hak araması, baskı ve sömürüye karşı çıkmaları ise “hukuksuzluk”tur,
“terör”dür. Bu, farklı sınıfların farklı hukuk sistemlerinin pratik halidir.
Türk devletinin hukuku, halkı baskı ve sömürü altında tutan bir hukuk
sistemidir. Ne mahkemeleri ne yargılamaları ne de “dağıttığı adalet” asla ve
asla bağımsız olmamış, bir avuç burjuvazinin çıkarlarını korumaya yönelik düzenlenmiş
ve bunlar “yasa” ve “kanun” haline getirilmiştir. “TC devletinin, hukuk ve
bundan ayrı olmayan adalet sisteminin “bağımsız” olduğunu ileri sürmek, en
basit söylemle; sahtekarlık ve kitleleri kandırmaya yönelik bir yalan
propagandasıdır. 10.01.2014***