Venezuela Dersleri:
ABD "Arka Bahçesi"nde Gül İstemez
Yusuf KÖSE
I
Sınıfları ortaya çıkaran üretim
ilişkileri değişmedikçe, sınıflar arasındaki temel mücadele biçimide değişmez.
Bu, Venezuela örneğinde de olsa, Türkiye’de Gezi’de de olsa, ya da Tekel
işçilerinin Ankara’daki direnişinden İstanbul Greif işçilerinin direnişine
uzanan mücadelelerdeki gibi de olsa, sınıflar arasındaki mücadele, biçim
değiştirsede nitelik değiştirmez. Burjuvazi ile proletarya var olduğu sürece ya
da bir başka söylemle kapitalizm varolduğu sürece, sınıflar arasındaki mücadele
yer yer şidetlenerek yer yer “barışçıl” gösteriler şeklinde de olsa, ama esas
olarak keskin çatışmalarla durmadan ve kendi kendini yok edene kadar, yani,
sınıfları vareden üretim biçimini ortadan kaldırana kadar sürecektir. Bu
çatışma; işçilerin sınıf bilinçli mücadelesinin yükselmesiyle eski sistemin
parçalanarak yerine yenisinin geçirilmesiyle bir başka ileri toplumsal biçime
evrilecektir.
Marksizmin “bir doğma değil
eylem kılavuzu” olması, Marksizmin temel öğretilerinin değiştiği anlamına
gelmez. Çünkü o her şeyden önce sınıflı toplumlardan sınıfsız toplumlara geçişin
bilimidir. Bu nedenle de öncelikle sınıflı toplumların iç çelişmelerinin ortaya
çıkarılması ve bunun çözümlemesini ortaya koyar.
Marksizmi sınıflar arası
mücadeleden ayrı ele almak ya da ondan soyutlamak ve özellikle de proletaryanın
burjuvaziye karşı uzlaşmaz sınıf mücadelesi içeriğiden koparmak, daha baştan proletaryayı
siyasal iktidar mücadelesinde silahsızlandırmak demektir. Çünkü proletaryanın
burjuva iktidarını yıkıp kendi iktidarını kurmak için en önemli silahı
Marksist-Leninist-Maoist sınıf bilinciyle donanması ve örgütlenmesidir. Bu
silah proletaryanın elinden alındığında ya da onun içeriği boşaltıldığında,
geriye silahlı burjuvazi karşısında silahsız, örgütsüz ve müttefiksiz bir işçi sınıfı kalır.
II
Burada, Marksizmin temel
öğretilerini ele almayacağız elbette. Venezülla’daki gelişmeler ışığında,
burjuvazi ile proletarya arasındaki savaşımın görüngülerini bir kere daha kısaca
da olsa tekrarlamaya çalışacağız.
Başlı başına bir Latin Amerika
gerçeği vardır. Bunun anlamı, Kristof Kolom’dan bu yana İspanyol ve Portekiz sömürgeciliğine
karşı bir mücadele ve sonra ise ABD’ye
karşı bir bağımsızlık mücadelesi söz konusudur. Birincisine karşı sömürgecilik
mücadelesi öne çıkarken, ABD’ye karşı ise halkların özgürlük mücadelesi öne
çıkmıştır. ABD, Latin Amerika hükümetlerini (burjuvazisini) satın alsada ezilen
halklarını satın alamamıştır. ABD emperyalizmine karşı en fazla tepkinin ve
mücadelenin olduğu kıta hiç kuşkusuz Latin Amerika’dır. Ancak, burası ABD
emperyalizmi içinde önemli bir egemenlik alanıdır.
Son yıllarda Latin Amerika’da
reformist rüzgarların esmesinin ekonomik ve siyasal koşulları fazlasıyla
olmasına karşın, bazı ülkeler de “sol” görünümlü liberal brujuva hükümetleri iş
başına gelirken, Venezuela, Ekvator ve Uruguay’da da reformist sol hükümetler
iktidara geldi. Elbette, burada öne çıkan her açıdan Hugo Chavez’le bütünleşen
Venezuela olmuştur. Hugo Chavez’in 1999 yılında iktidara gelmesi, diğer Latin
Amerika ülkelerinin bir çoğunda siyasal reformizmin hükümete gelmesinin önünü
açtığı gibi, Berzilya, Arjantin vb.
yerlerde olduğu gibi “sol” görünümlü liberal partilerin hükümete gelmesinin
yollarını kolaylaştırmıştır. Ya da burjuvazi, neoliberal politikaların
bütünüyle önünün tıkanmaması için, “sol” liberal gözükmeyi yeğlemiştir.
Sonuncular bu gerçekliğin içindedirler.
Ancak, Venezuela’nın önemi,
diğerlerinden daha farklıdır. ABD açısından ekonomik (petrol rezvleri vb.) ve
jeopolitik önemi oldukça yüksektir. Bu nedenle Venezuela’da reformist hükümetin
yıkılması için yoğun çaba harcamaktadır. Ayrıca, Venezuela’daki hükümet diğer
ülkelerdeki reformist hükümetlerden daha radikal uygulamaları gündeme
sokmuşlardır. Bu da burjuvaziyi ürkütmektedir. Latin Amerika devrimci dinamizmi
şu anda Venezuela da yattığından, ABD burayı çökertmek istiyor. Buradaki son
gelişmeleri bu açıdanda okumak gerekiyor. Venezuela’da işçi hareketinin
gelişmesi, diğer Latin Amerika ülkelerindeki kitlelerin devrimcileşmesini ve
anti-ABD’ci rüzgarı dahada güçlendirici bir rol oynayacaktır. Özellikle
Kolombiya’daki 50 yıldır süren silahlı devrimci hareketin etkisini de artırıcı
bir rol oynayacaktır.
Venezuela refromizmi gerçeği,
dünya’da ilk yaşanan bir örnek değil. Özelikle Latin Amerika ülkelerinde yer
yer görülen olaylardan biridir. Daha önce Şili’de yaşanmıştı. Salvador Allende
önderliğindeki reformist hükümet, kapitalizmi reforme etmek, halkın lehine
iyileştirmek istedi ve kanlı bir şekilde iktidarına (11 Eylül 1973) son verildi.
Burjuvazi, reformist hükümetlere dahi tahammül edemedi. Üstelik bu hükümet
seçimle işbaşına gelmişti. Ancak, başta ABD emperyalist tekelleri olmak üzere şilili
yerli işbirlikçi tekelci burjuvazinin sermaye birikimi önünde engel olmuştu.
Venezuela’da da aynı mücadele
devam etmektedir. Hugu Chavez önderliğinde birleşen ilerici ve sosyalist
güçler, Venezuela burjuvazisine karşı seçimle iş başına geldiler. Yani hükümet
oldular.
Chavez’in “21. Yüzyıl
Sosyalizmi” dediği, halkın lehine reformlar uygulansa da, tekelci burjuvazinin
temel çıkarlarına dokunulmamasına karşın, büyük sermaye birikiminin yollarını
tıkayıcı önlemler uygulamaya sokulmuştur. Başta petrol olmak üzere bir çok
maden şirketlerinin devletleştirilmesi, yoksul kitlelerin lehine sosyal reformların
uygulanması vb. ABD ve tüm yerli işbirlikçi burjuvazinin sert tepkisini
çekmiştir. Neoliberal emperyalist politikaların Venezuela’da uygulanmasının
yollarının kısmen tıkanmasına, emperyalizmin tepkisi büyük olmuştur. Reformist Bolivarcı
hükümetin işçi ve emekçiler lehine iyileştirmelere gitmesi, her seferinde kanlı
çatışmaları da beraberinde getirmiştir. Yani, Venezuela burjuvazisi, kitlelerin
yaşam seviyesini yükseltmeyi amaçlayan tüm sosyal reformların karşısında yerini
almıştır.
Oysa, ABD ve Batı emperyalist
burjuvazi, “seçimleri” demokrasi ve kendilerinin temel prensibi olduklarını
söylerler. Ancak, seçimle iş başına gelen Hugo Chavez’i defalarca askeri
darbelerle yıkmaya çalıştılar. Başaramadılar. Şimdi ise yine Chavez’in
ölümünden sonra seçimle iş başına gelen Nicolas Maduro (Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi –PSUV- ) başkanlığındaki hükümetini
yıkmaya çalışıyorlar ve sokak gösterilerini başlattılar. Sokak gösterileri,
yoksulların katıldığı bir olay değil, tamamen yarı-lümpen ve de orta ve zengin
kesimlerin katıldığı yönlendirmeli bir olgu olduğu uluslararası bütün dürüst
gözlemci ve yazarlar tarafından belirtilen bir gerçektir.
Bu da gösteriyor ki, ABD ve
Batılı emperyalistler için, “seçimler” demokrat olmanın prensibi değil, kendi
sınıf çıkarlarının bir prensibidir. Yani, seçimle iş başına gelen eğer
emperyalist ve yerli burjuvazinin çıkarlarına hizmet ediyorsa, “demokrat”, ama,
halkın çıkarlarına hizmet ediyorsa, “diktatörlik”, “anti-demokrat.” İşte,
emperyalist burjuvazinin “demokrat”lığı ve riyakarlığı. O, “haklı” olarak
soruna kendi sınıfsal çıkarları açısından yaklaşıyor. Onun prensiplerini
belirleyen sermayenin kar oranıdır. Sermayenin en küçük kılcal damarlarını
tıkayan ya da böyle bir eğilim taşıyan “demokrat” olamaz. Bu halkın ezici çoğunluğu
tarafından seçimle iş başına gelmiş bir hükümet olsa da.
Şu anda Venezuela’daki
olayların arkasında ABD emepryalist burjuvazisi olduğu açıktır. O, Bolivarcı
reformist hükümeti yıkmak için her yolu deneyecektir. Askeri darbeyi bir çok
kez denedi ve başaramadı. Şili’de Allende’ye karşı başarmıştı. Anlaşılan Venezuela
ordusunun yönetimi hükümetin kontrolü altında. Ancak, hükümetin kontrolü
dışında epey bir güç var. Son genel seçimleri sosyalist olduğunu söyleyen ve
bir çok sosyalist ve ilerici güçlerin birliğinden oluşan PSUV ile ABD yanlısı
sermaye güçlerinin (Demokratik Birlik Masası –MUD-) arasında % 7 gibi
bir fark vardı ve bu fark oldukça azdır. Her seçimde bu açının reformist
hükümet aleyhine daraldığı görülüyor.
ABD "arka bahçesi"nde gül
istemiyor. Bu bir reformist hükümette olsa. Çünkü ABD’nin çıkarlarına ters.
Aynı zamanda yerli Venezuela’lı burjuvazinin çıkarlarına da ters. Bu nedenle de
sosyalist-reformist hükümeti yıkmak için yoğun çaba harcayacakları ve her yolu
deneyecekleri bir gerçektir. Askeri darbeyle yıkamadıklarını karşı-devrimci kitle hareketleriyle yıkmayı ya da reformist hükümeti zayıflatarak erken genel seçime zorlamayı deniyorlar.
ABD emperyalizmi, Küba’daki
yönetimi yıkmak için çok yoğun çabalar harcadı ve her yolu denedi. Ancak
başaramadı ve son yıllarda bundan biraz vazgeçmişe benziyor. Kastro kardeşlerin
ölümünü beklediği bir gerçek.
Ancak, Latin Amerika’da başka
bir gül istemiyor. Çünkü bu güller, burjuvazi için diken anlamına geliyor. Şu
anda Venezuela hükümeti onun için en büyük düşman. Yıkana kadar mücadelesini
sürdürecektir. Orada binlerce ölü
çıkması bir şeyi değiştirmez.
III
Yazının daha başında sınıflar
arasındaki sınıf mücadelesinin bazı ilkelerini hatırlattım. Venezuela’da da
aynı sınıf mücadelesi gerçekliği söz konusudur. Burada süren mücadele sınıflar
arası çatışmanın ta kendisidir. Ancak, bunun görülmesi yetmiyor. Sınıflar arası
mücadelenin kurallarına göre oynamak gerekiyor. Önemli olan burasıdır. Nasıl ki,
burjuvazi kendi çıkarlarını korumak için, katliamlar da dahil her yolu
deneyerek karşıtı sınıfı yenmeye ve onu saf dışı etmeye çalışıyorsa,
burjuvazinin karşısında yer alan sınıflarda aynı şekilde kendi karşıtı burjuva
sınıfını yenmek için devrimci şiddeti kullanmak zorundadır. (Hemen belirtelim;
devrimci şiddetin içinde katliam yoktur, burjuvazinin bastırılması vardır) Bu
şiddet, burjuvazinin karşı-devrimci şiddetine karşı işçi sınıfı ve emekçilerin
devrimci şiddetidir. Ve bu şiddet en meşru bir yoldur. Çünkü burjuvazi, ona
başka bir seçenek bırkmıyor. Kitlelere “seçim” diyor. Ve kitleler seçimle kendi
safında yer alan bir hükümeti iş başına getiriyor, ama burjuvazi bunun
“anti-demokratik” olduğuna karar veriyor. Çünkü hükümet, burjuvazinin aleyhine,
halkın çoğunluğunun ise lehine yasal düzenlemeler yapıyor.
Venezuele hükümetinin önünde
iki seçenek var: Ya gerçekten devrimci
olacak ve devrimci bir yol izleyerek (başta işçi sınıfı olmak üzere emekçileri
silahlandırarak) burjuvaziyi ezecek ya da emperyalist destekli burjuvazi
tarafından ezilecek. Başka bir üçüncü yol yoktur.
Reformizm kurtuluş değil,
kitlelerin devrimci potansiyelini uzun vadede öldürmek anlamına gelir ve
nitekim Venezuela hükümeti uygulamalarıyla bunu yapıyor. Bir taraftan iktidarı
bırakmak istemiyor, ama öbür yandan ise burjuvazinin yaşamasına olanak veriyor.
Ekonominin büyük bir kesimi, gazetelerin % 70’i burjuvazinin elinde. Burada, ne
reformist bir hükümet yaşayabilir ne de “sosyalizm” gerçekleşebilir. Bu
hayalciliktir.
Burjuvazi ile proletarya kardeş
kardeş bir arada yaşayamaz. Bunun ne ekonomik ne de bundan kaynaklı siyasal
koşulu vardır. Burjuvazi iktidarını, başta proletarya olmak üzere, kitlelere karşı silahlı devleti vasıtasıyla
ayakta tutuyor. Yani, burjuva zorunu uyguluyor. Proletarya da bunu böyle yapmak
zorundadır. Eğer proletarya (ya da sosyalistler) burjuvaziye karşı iktidarını
ayakta tutmak istiyorsa, burjuvaziyi bütünüyle silahsızlandırmak zorundadır. Bu
başta ekonomik olarak burjuvaziyi mülksüzleştirmek ve onun devlet iktidarını
yıkıp yeni bir devimci iktidar kurmakla olabilir.
Burjuvazi ile proletarya
arasındaki tarihsel mücadeleler, enternasyonal proletaryaya, bu gerçeği birçok
defa göstermiştir. Proletarya, burjuvazi üzerindeki baskısını gevşettiği anda,
burjuvazi gevşek baskının gözeneklerinden anında ortaya çıkıyor ve büyüyor.
Kendine gelişme yolları açıyor. Çünkü, toplum hala sınıflı bir toplum ve geriye
dönüşlerin koşulları mevcuttur. Sınıf uzlaşmacı revizyonistlerin iddia
ettikleri gibi, sosyalizm altında burjuvaziye
daha fazla özgürlük tanınarak sosyalizm inşa olmaz. Tersine, bu anlayış,
burjuvazinin gelişmesinin koşullarını olgunlaştırmak ve işçi sınıfı iktidarının
her geçen gün hareket alanını daraltmak demektir.
Marksizmin devlet, sınıflar arası müacadele ve
sosyalizmin inşası teorileri her yerde aynıdır. İlkelerden taviz vermek,
burjuvazinin yeşermesini sağlamaktır. Bu ilkeler Venezuela içinde geçerlidir.
Zor devrimlerin ebesidir. Bu gerçek burjuva deveimleri içinde geçerliydi ve
proletarya önderliğinde sosyalist devrimler içinde geçerlidir. Venezuela’nın
sosyalist maskeli reformist hükümeti içinde bu ilkeleri geçerlidir. Ya ezecek
ya da ezilecek.
Toplumlar tarihi birçok şeye
tanık olmuştur, ama şu iki şeye tanık olmamıştır: Birincisi; proletaryanın
seçimlerle burjuvaziden iktidarı aladığı ve sosyalist inşayı
gerçekleştirdiği... İkincisi; burjuvazinin, seçimleri kazanan bir proletarya
partisine ya da reformist bir partiye gönüllü
olarak kendi iktidarını bıraktığı...
Latin Amerika ülkeleri halkları
reformist hükümetlere sıkça tanıklık etti. Ya askeri darbelerle kanlı bir
şekilde devrildiler ya da devre dışı bırakıldılar ya da teslim alınarak emperyalist
burjuvazinin dediklerini yaptılar. Ama asla halkın lehine uzun vadeli iktidarda
kalamadılar.
Kısacası, Hugo Chavez’in; “21.
Yüzyıl Sosyalizmi” ne sosyalizmin inşası ne de enternasyonal proletaryanın
iktidar mücadelesi için olumlu bir örnek oluşturmaz. Buradan alınacak ders;
reformlarla burjuvazinin teslim alınamayacağıdır. Proletarya sosyalizmi inşa
etmek istiyorsa, öncelikle burjuva iktidarını devrimci şiddetle parçalayacak ve
kendi sosyalist iktidarını kuracaktır. Burjuvazi üzerindeki baskıyı ise asla
gevşetmeyecektir.
Ne Hugo Chavez ne de Nicolas
Maduro, sosyalizmin inşası gerçekliğine sahipler. Chavez’in “sosyalizmi” de,
Maduro’nun “sosyalizmi” de, proleter soyalizm anlayışı değildir. Reformist
sosyalizm ya da 1970’lerde sıkça kullanılan “güler yüzlü sosyalizm”
anlayışıdır. Yani, reformist hükümet önderliğinde işçi sınıfıyla burjuvaziyi
uzlaştırma siyasetidir. İşçi ve emekçiler lehine kapitalizmin restorasyonu, ama
burjuvazinin de varlığının korunmasıdır.
Latin Amerika işçi sınıfı ve
emekçilerinin devrimci mücadelesi önünde refromizm ve “sol” maceracı küçük
burjuva çizgileri hep engel olmuş, onun devrimci yönünü törpüleme ve
burjuvaziyle uzlaştırma görevi görmüştür. Venezuela’da olanda budur. Reformizm,
sınıf uzlaşmacı bir yol izlerken, “sol” maceracı küçük burjuva çizgisi ise
kitlelerden kopuk bir siyaset izleyerek, ikisi de kitlelerin devrimci
dinamizmini söndürme görevi görmüştür.
Bu gerçekler ışığında gerçek
sosyalist ve komünistlerin yapması gereken, bu koşulları değerlendirerek işçi
sınıfı içinde ciddi olarak örgütlenmeleri ve reformlarla burjuvazinin
yıkılamayacağı gerçeğini kitlelere göstermeleri ve ayaklanmanın koşullarını
yaratmalarıdır. Bugün, Venezuela’da yapılması gereken; işçi ve emekçilerin
silahlandırılarak karşı-devrimci kesimlere karşı mücadeleye sevk edilmesidir.
Bu yapılmazsa, burjuvazi aynısını yapacaktır ve yapıyor. Ve burjuvazi, reformist
hükümeti yıktığı taktirde, başta komünistler olmak üzere işçi ve emekçilere
saldıracak ve katliamlar yapacaktır. Venezuela’nın reformist hükümeti ise
burjuvaziyle “uzlaşma” yolları arıyor. Ne yazık ki, bu anlayışla hareket
edildiği sürece, işçi ve emekçiler kaybedecektir.
IV
Yapılması gerekenleri kısaca 4
madde halinde sıralayabiliriz:
1-
Başta işçi sınıfı olmak üzere tüm emekçilerin
silahlandırılması ve devlet yönetiminin işçi ve emekçilerin denetimine
verilmesi
2-
Bütün büyük fabrika, banka ve büyük kapitalist çiftliklerin
devletleştirilmesi, halk adına bunlara el konulması, yönetimin çalışanlara
devredilmesi
3-
Burjuva partilerin ve her türlü burjuva örgütlenmelerinin
derhal yasaklanması
4-
Emperyalist tekellere olan borçların ve devlet garantili
özel işletmelerin borçlarının lağvedilemesi
Bunları yapmak elbette bir
ideolojik sağlamlık, komünist kararlılık ve keskin çatışmaları göze almayı gerektiriyor.
Ve her şeyden önce de işçi ve emekçileri bu doğrultuda örgütlemek ve
silahlandırmayı şart koşuyor. Bunları yerine getirmeyen bir reformist hükümet
burjuvaziye rağmen iktidarda kalamaz. Bunları yerine getirecek bir hükümet ya
da önderlik ise reformist değil komünist olmak zorundadır.16.04.2014
***