REFORMCULUK ÇÖZÜM MÜ?
Yusuf KÖSE
-l-
Sınıf
bilinçli proleterlerin nihai hedefi ve bu uğurdaki mücadelesi nettir. Onlar,
sosyalizm ve nihayetinde komünizmin dünya üzerinde hakim olmasını isterler. Ancak
buraya varana kadar çok yoğun mücadelelerden geçilmesi gerektiği ise bir o
kadar aşikardır. Bin bir türlü mücadele biçimleri ve asgari ve azami hedeflere
hizmet edecek siyasal taktiklere de başvurulması gerekiyor. Bunlar, iradi
olarak değil, içinde bulunulan ekonomik ve siyasal koşulların bir sonucu olarak
saptanabilen siyasal taktiklerdir.
Son
seçimlerde HDP’nin desteklenmesi elbette
bir çözüm değildi. Bunun çözüm olmadığı, ama faşizme karşı burjuva
demokrasisinin tercih edilmesi, burjuva demokrasisi içinde de reformların
desteklenebileceği gerçeğinden hareketle HDP desteklendi. Salt bununla da sınırlı
değildi; HDP barajı geçmesi halinde, AKP ve Erdoğan faşist diktatörlüğünün
önüne kısmen set olacağı ve işçi sınıfı açısından da bir soluklanma yaratacağı olasılığının
varlığından dolayıydı. 7 Haziran gecesi, Erdoğan’ın inine çekilerek salyalarını
kitleler üzerine salamaması bunu
doğruladı.
Burada,
HDP’nin desteklenmesini “tasfiyecilik” olarak görenler elbette yanılıyor.
HDP’yi bir amaç olarak görüp desteklemek ayrı, koşullardan kaynaklı bir siyasal
taktik olarak desteklemek ayrı. Lenin önderliğindeki Bolşevikler, Çar’a karşı
Rus burjuvazisini desteklemişlerdi[1]. Bu,
despotizme ve feodal gericiliğe karşı burjuva demokrasisinin desteklenmesi ya
da tercih edilmesiydi.
Bugün
temel çelişme burjuvazi ile işçi sınıfı arasında olmasına karşın, toplumsal
yapı içinde bu sınıfların dışında işçi sınıfına yakın ara tabakaların ve
çözülmemiş bir ulusal sorun olduğu gözardı edilmemelidir. Bu bağlamda, işçi
sınıfının siyasetini dar kalıplar içine sıkıştırıp, onu daha geniş ezilen
kitlelerden tecrit etme taktiği, sınıfın çıkarlarına olmadığı gibi, Marksizmle
de bir ilgisi yoktur.
Devrim
tasfiyeciliğinin bir çok çeşidi vardır, ama, genelde tasfiyecilik; sınıf
mücadelesinin ileri olduğu bir süreçte reformist politikaların desteklenmesiyle
olur. İşçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesi reformist politikaların ilerisinde
olduğu bir süreçte, onları reformist bir düzeye geri çekmek elbette
tasfiyeciliktir. Ancak ne 7 Haziran Genel Seçimleri öncesi böyle bir durum
vardı ne de hemen sonrası. Renault ve TOFAŞ’da başlayıp bir çok işyerine
yayılan Metal işçilerinin direnişi de (ne örgütlülük ne de siyasal duruşuyla) bu
durumu değiştirebilmiş değildir.
Türkiye’de
güçlü bir sol dalga olmadığı için, güçlü bir reformist dalgada yoktur. 12 Eylül
80 öncesi bu vardı. Bugün ise güçlü bir sağ dalga vardır. Kitleler üzerinde
sağcılık, dincilik ve Türk milliyetçiliği (önemli ölçüde ırkçılık[2],
şovenizm ve kısmen sosyal şovenizm) olarak kendini gösteriyor. Bu güçlü gerici
yönelim karşısında HDP içinde ezilen ulus milliyetçiliği olsa da, bu eğilim
bugün ilerici bir rol oynamaktadır. HDP, tam da dıştalayıcı ve ayrımcı sağ bir
politikanın karşısında yer aldığı için desteklenmiş ve barajı geçmiştir.
Bugünün koşullarında HDP ile
ittifak yapmadan AKP ve Erdoğan diktatörlüğünü geriletmenin olasılığı sözkonusu
değildi. Devrimciler ve komünistler HDP ile seçimde ittifak yapmakla doğru bir
taktik izlemişlerdir. Bu aynı zamanda Kürt Ulusal Hareketini daha sola
çekmeyede hizmet edebilir. Bu olmasa bile, Kürt halkı üzerindeki “Türk Solu’da
Türk burjuvazisi gibi”dir algısını kırmaya hizmet etmiştir. Daha ilerisi ise,
Türk işçi sınıfıyla Kürt işçi sınıfının birbirine olan güvensizliğini yıkma ve
sınıfsal dayanışmayı güçlendirmeye de uzun vadede hizmet edecektir.
Birleşik
Haziran Hareketi içinde yer alanların ezici çoğunluğu sosyal şovenizmin etkisi
altındadır. “Sol’u Kürt hareketine payanda etmeyelim” yönlü çıkışlar, “sol”u
reformizmden kurtarma amaçlı ve niyetli olmayıp, tersine sosyal şovenizmi
gizleme perdesi olarak ortaya sürülmüştür. Ama aynı çıkışlar büyük sermayenin
sözcülerinden CHP’ye yönelik yapılmamıştır.
HDP
sosyalist bir parti değildir. Hatta anti-kapitalist bir parti de değildir.
Kapitalizmi iyileştirme, yani kitleler lehine kısmen reforme etme programlı bir
partidir. Daha çok da ezilen ulus ve azınlıklara ve Türk devleti tarafından ezilen
ve baskı altına alınan din ve mezheplere daha fazla özgürlük talep eden
reformist bir partidir. Bundan ötesi değildir. Bu bilinçle HDP seçimlerde
desteklenmiş ya da ittifak yapılmıştır.
HDP’nin,
AKP ve Erdoğan diktatörlüğünün toplumu ulusal ve dinsel kutuplaştırıcı
uygulamalarına karşı toplumu birleştirici ve barışçı bir programla ortaya
çıkması, ezilen kesimler tarafından destek bulmuştur. Daha çok’da Kürt
halkından destek almıştır. Bu sonuç aynı zamanda, Kürt ulusunun ilk defa bu
denli kitlesel olarak kendi ulusal haklarına sahip çıkmasınında bir sonucu
olmuştur. Türk devletinin inkarcı ve ırkçı politikası Kürtleri birleştirmiştir.
HDP’nin
barajı geçmesi, (bunun anlamı, Erdoğan’ın tek kişi diktatörlüğüne dur demektir),
burjuvazinin muhalif kesimlerini de sevindirmiştir. İlk defa, komünistler,
reformistler ve muhalif burjuva kesimler, zimnen aynı noktada birleşmişlerdir.
Hepsi farklı sınıfsal yapılara mensup olsada aynı merkezden tehdit ediliyor ve
baskılamaya maruz kalıyorlardı. İşçi sınıfı ve emekçiler, Kürt ulusal hareketi,
diğer azınlık ulusa ve dinlere mensup kesimler daha yoğun bir baskı
altındayken, muhalif burjuva kesim ise egemenlik dalaşından kaynaklı bir baskı
altındaydılar. Seçimlerden hemen sonra TÜSİAD’ın parlamentoda grubu olan
partileri ziyaret etmesi, seçim sonucu karşısında duydukları bir sevincin ifadesidir.
AKP ve Erdoğan’ın arkasındaki sermaye gücü MÜSİAD ise, egemenliklerinin yara
almasından dolayı “barış”çı mesajlar verip ve “uzlaşı” koalisyon önerileri
ileri sürmeye başlamıştır. Farklı sermaye grupları, daha fazla egemenlik ve
sömürüden daha fazla pay almak için birbirlerine karşı mücadele içinde
olsalarda, düzenin sağlanması ve korunması için işçi ve emekçiler karşısında
uzlaşır ve birleşirler.
7
Haziran Seçim sonuçları, Erdoğan başkanlığındaki AKP faşizmine bir şamardır. En
azından şimdilik tek kişi diktatörlüğüne vurulan ve dur denilen bir sonuçtur.
Bu olumlu bir gelişmedir. Ağır faşizm koşullarında bu sonucun küçümsenecek bir yanı
olamaz. Aslında bu, aynı zamanda Gezi’nin önemli ölçüde sandığa yansımasıdır.
HDP’nin
seçimlerde yukarıda ortaya konan nedenlerden dolayı desteklenmesi, onun
programına sahip çıkılması anlamına gelmediği açıktır. Ayrıca, bundan sonra
izleyeceği politikalarında destekleneceği anlamına gelmez. İşçi ve emekçilerin
lehine olan faaliyetleri desteklenir, ancak, reformist özü her zaman eleştirilmeli
ve teşhir edilmelidir. Kitlelerin gerçek kurtuluşunun sosyalizmde olduğu
propagandasından ve mücadelesinden vazgeçilmemelidir. Sınıfın devrimci çizgisi
ve bağımsız örgütlülüğü her zaman korunmalıdır.
-ll-
HDP’nin,
“sol”u reformizme çekme tehlikesi her zaman var. Buna bir çok “sol” siyasal akım
yatkın. Ya da bir çok küçük burjuva kesimler açısından bu sorun olmuyor. Ancak
Marksist-Leninist-Maoistler (MLM) açısından bu partinin niteliği açık ve
nettir. Burjuva düzeni reformlarla düzelemeyeceği gibi, reformculuk işçi sınıfı
ve emekçilerin kurtuluşu olamaz. Demokratik
hak ve özgürlükler uğruna mücadele ile, sınıfı salt reformist bir politikanın
peşine takmak ayrı şeylerdir. Birincisi doğru iken, ikincisi yanlış ve
tasfiyeciliktir.
Bugün
için en büyük tehlike toplumun sınıfsal olarak bölünmüşlüğünü gizleyip, ulusal,
dinsel ve mezhepsel kimliklerin öne çıkartılıp işçi ve emekçilerin sınıfsal
birliğini bozarak, onları burjuvazinin çıkar dalaşına alet etmek ya da
taraftarı yapmaktır. AKP bunu yapmıştır ve onu bugün iktidarda tutanda bu
anlayışı ve uygulamasıdır.
Ulusal,
dinsel ve mezhepsel kimliklere bölünmüş bir işçi sınıfı kendi sınıf çıkarları
için mücadele edemez. Sermayenin böl-yönet politikasına alet olur.
AKP
sunnilik üzerinden kitleleri kazanmaya çalışıyor. Ve Ortadoğu’ya yönelik dış
politikasıda bunun üzerinden şekillenmiştir. İçerideki dinsel ayrımcılık
dışarıda da yürütülüyor. Dincilik temelinde yürütülen bu politikaları ABD ve AB
emperyalizminin politikalarıyla da uyum içindedir. İşçi sınıfı ve emekçilerin
mücadelesini bölmek ve onların anti-kapitalist, anti-emperyalist mücadelesini
etkisizleştirmek ve yönünü değiştirmek için emperyalist burjuvazi, kitlelerin
sahip oldukları alt kimlikleri öne çıkarma politikasını her zaman yürürlükte
tutmuştur. Koşullara göre milliyetçiliği, koşullar elverdiğinde ise dinciliği
körüklemiştir. AKP bu politikaların ürünü olarak doğmuştur. Erdoğan, bunun
kitleler içinde zemin bulduğunu gördükten sonra biraz daha ileri götürmüş ve
egemenliğini bunun üzerine oturtmuştur. Kitleler içindeki kutuplaştırıcılık
etkisini sürdürdüğü sürece, Erdoğan nefes alabilecektir. Bu etki kırıldığında
Erdoğan ve AKP’nin de nefes alma boruları daralacaktır.
Ezilen
müslüman kesimlerde ise dincilik (Sunni ya da Şii) öne çıkmıştır. Kitleler
ezilmişliklerinden kurtuluş olarak bunu görmüş ya da böyle gösterilmiştir.
Hatta emperyalizme karşı kurtuluşu da dine sarılmakta bulmuşlardır. Bu sonuç
ise, anti-emperyalist mücadele yerine, anti-şii ya da anti-sunni (ve de
sunni-alevi) çatışması olarak ortaya çıkmış ve çıkarılmıştır. Ve aynı zamanda
böyle bir politika, diğer azınlıkta kalan din ve mezhepten kitleler üzerinde
baskı ve katliamlara dönüşmüştür.
Sonuç olarak: HDP’nin barajı aşmasının ülkeye demokrasinin
geleceği anlamında yorumlanamayacağını yukarıda belirttik.
Bundan
sonra, işçi sınıfını daha zorlu mücadeleler beklemektedir. Burjuva devleti
varolduğu sürece, kitleler üzerindeki baskı ve sömürü son bulmayacaktır. Öte
yandan yara almış AKP ve arkasındaki sermaye güçleri elbette pes etmeyecek ve daha
saldırgan bir tutum göstereceklerdir. Eğer, AKP-MHP koalisyonu kurulursa, başta
Kürt ulusu üzerinde olmak üzere baskılar tüm devrimci-demokrat güçler üzerinde daha
da artacağı gibi, bir savaş hükümeti olma olasılığı da güçlüdür.
Bir eli
Suriye savaşı içinde olan Türk devletinin, bir elide içeride Kürt ulusu ve
işçiler üzerindedir. Böyle bir ortamda, ülkede “barış” ortamının sağlanması
sözkonusu olamaz. Burjuvazinin “barışı” getirme ne niyeti ne de gücü vardır.
Barış, onların ekonomik ve siyasal çıkarlarıyla şu anda çelişmektedir. Büyük
sermayenin istediği ise AKP-CHP’nin ortak kuracağı bir uzlaşma hükümetidir. Ancak, bunlarında
ömrü uzun vadeli olmayacaktır. Ekonomik ve siyasal krizler kitle hareketlerinin
artarak güçlenme olasılığına da işaret etmektedir. 25.06.2015
***
[1] "Almanya sollarınınö Ekim Devriminden önce ve sonraö bolşevizmin tarihinin dolambaçlı yollara başvurmalarla ve uzlaşmalarla dolu olduğunu bilmemeleri olanaklı değildir." Lenin, Sol Komünizmö sf. 66, 5. baskı,Sol Yayınları. ve "çarlğın iktidardan düşmesine kadar, Rusya'nın devrimci sosyal-demokratları çok kez liberallerin yardımına başvurmuşlardır, yani bunlarla bazı pratik uzlaşmalar yapmışlardır." sf. 67)
[2] MHP gibi ırkçı bir partinin %16’lık
bir oy alması bunun bir göstergesidir. MHP’nin varlık nedeni; Kürt ve diğer
azınlıklara yönelik ırkçı bir siyaset izlemesi oluşturur.